Suriye’de olup biten her şeyi bir tür başarısızlık ve Rusya için bir yenilgi olarak tasvir etmek istiyorsunuz. Sizi temin ederim ki öyle değil. Ve nedenini de söyleyeceğim. Biz Suriye’ye 10 yıl önce, orada bir terörist yuvası oluşturulmasını önlemek için geldik. Vladimir Putin
Ercan Caner, Sun Savunma Net, 20 Aralık 2024
Assad ailesinin yarım asırdır süren iktidarı sadece 11 gün gibi kısa bir sürede beklenmedik bir şekilde sona ermiştir. Önümüzdeki yıllarda yeni bir İslam Devleti mi kurulacak, yoksa Suriye daha da mı parçalanacak bekleyip göreceğiz.
ABD’nin Suriye’de, İslami Devlet terör örgütünü yenmek maksadıyla yaklaşık 900 kadar askeri ve sayısı bir türlü açıklanmayan paralı savaşçısı bulunmaktadır. ABD askerleri İslami Devlet terör örgütünü alt etmek için Suriye’de üs olarak seçtiği yerlerden bir tanesi de (Fırat Görev Destek Ünitesi) ülkenin en büyük petrol rafinerisinin bulunduğu Conoco doğal gaz sahasıdır.
ABD ordusu ve Kürt vekâlet savaşçıları, 2017 yılında, İslami Devlet terör örgütünün kontrolünde olan, Suriye’nin kuzeydoğusunda bulunan toprakları, petrol sahaları dâhil işgal etmiştir. ABD ve bölgedeki müttefikleri geçmişte İslami Devlet terör örgütü ve Al-Qaeda bağlantılı terör gruplarını Bashar al-Assad’ın devrilmesi maksadıyla desteklemiştir.
Aşağıdaki haritada, ABD’nin Suriye’de, sözde İslami Devlet terör örgütünü yenilgiye uğratmak maksadıyla seçtiği ve Görev Destek Ünitesi (Mission Support Site) olarak adlandırdığı askerî üslerin yerleri görülmektedir. Haritada Al-Tanf Garnizonu olarak adlandırılan ve oldukça stratejik bir yerde bulunan askerî üs, Tower 22 adıyla da bilinmektedir. ABD’ye göre, Bağdat-Şam otoyolu üzerinde İslami Devlet terör örgütüne karşı mücadelede kilit rol oynayan Tower 22, uzun süreden beri İran’ın Suriye doğusunda askerî yığınaklanmasını engellemek maksadıyla kullanılmaktadır.
Conoco’nun adı; bölgede doğal gaz rezervlerini keşfeden ve bir işleme tesisi kuran bir Amerikan şirketinin ismini taşımaktadır. Suriye iç savaşının patlak verdiği 2011 yılı öncesinde günlük 13 milyon metreküp doğalgaz kapasiteyle Suriye’nin en büyük doğal gaz üretim tesisidir. Conoco, ConocoPhilips ve Total ortaklığı ile inşa edilmiş ve 2002 yılında tam kapasiteyle çalışmaya başlamıştır. Tesis 2005 yılında ConocoPhilips ülkeden çekildiğinde devlet tarafından işletilen Suriye Doğal Gaz Şirketi’ne devredilmiştir.
Suriye’de iki temel petrol üretim bölgesi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; 1950 ve 1960’lı yıllarda Sweidiyeh ve Hasakah Eyaleti kuzeydoğusunda keşfedilen ve Suriye Petrol Şirketi (SPC – Syrian Petroleum Company) işletilmeye başlanan bölgedir. İkinci dalga petrol üretimi ise 1980’li yıllarda, Deir ez-Zor’dan Irak sınırına kadar uzanan Fırat nehri vadisinde başlamıştır. Bu bölgedeki petrol yatakları çok uluslu Royal Dutch Shell petrol şirketinin ABD kolu olan Pecten şirketi tarafından bulunmuştur. Bu bölgedeki üretim 1990’lı yılların ortalarında günlük yaklaşık 400.000 varile ulaşmış ancak sonraki yıllarda giderek azalarak 2011 yılında günde sadece 100.000 varile kadar düşmüştür.
Aynı yıllarda SPC’nin üretim kapasitesi ile günde yaklaşık 200.000 varildir. 2011 yılında SPC’nin günlük kapasitesi 385.000 varildir. SPC bu miktarın %55’ini kendisi üretirken, geri kalanını da yabancı şirketlerle ortaklıklarla üretmektedir.
Suriye’nin petrol ve doğal gaz kaynakları savaşı kazanacak olan taraf için bir ödül olarak değerlendirilemeyecek kadar az olsa da, enerji meselesinin günümüze kadar geçen çatışmalarda önemli bir rolü bulunmaktadır.
Suriye Devlet Başkanı Bashar al-Assad, petrol üretiminin çökmesinden sonra ihracat gelirlerini yitirmiş ve giderek artan oranda İran’a bağımlı hale gelmiştir. Rejime karşı ayaklanan isyancılar birkaç petrol sahası ve işletme tesisini ele geçirmiştir. Bu tesisler isyancı gruplara gelir sağlamasına rağmen, aralarındaki çıkar çatışma ve kavgalarını da ateşlemiştir. Petrol sektörünün aksine doğal gaz üretimi ortak çıkarlar ve elektrik ihtiyacı nedenleriyle iç savaştan ciddi bir şekilde etkilenmemiş, çatışmalar nedeniyle zaman zaman üretim dursa da taraflar enerji meselelerinin çözümünde diğer anlaşmazlıklara göre oldukça anlayışlı olabilmişlerdir.
Conoco doğal gaz tesisi rezerv sahası 2012 yılında ilk kez Bashar al-Assad’a karşı ayaklanan isyancılar tarafından ele geçirilmiştir. İslami Devlet terör örgütü 2014 yılında tesisi ve rezerv alanını ele geçirmiş ve sonunda ‘‘hilafet’’ ilan ettiği geniş toprak parçalarını ele geçirmiştir.
ABD’nin iddialarına göre; tarihe Conoco Sahaları Savaşı olarak geçen çatışmalarda 07 Şubat 2018 tarihinde 22.00 sularında, aralarında Suriye ordusundan askerler, Şii militanlar ve Rus Wagner Grubu savaşçılarının olduğu 500 kadar hükümet yanlısı savaşçı, Khassam yakınlarındaki Suriye Demokratik Güçleri (SDF – Syrian Democratic Forces) karargâhına saldırmıştır.
ABD ordusuna göre; T-72 ve T-55 tanklarıyla desteklenen saldırıda SDF üssü top, havan ve roket atışları açılmış ve 20-30 kadar mermi karargâhın 500 metre yakınlarına düşmüştür.
ABD ordusu, özel kuvvetler ile AC-130 silahlı uçaklar, F-22 Raptor, F-15E Strike savaş uçakları, MQ-Reaper insansız hava araçları, AH-64 Apache taarruz helikopterleri ve B-52 bombardıman uçakları ile karşı taarruza geçmiş ve dört saat süren çatışmalar sonrasında 100 Suriye hükümet yanlısı savaşçı öldürülmüştür.
Der Spiegel ise 07 Şubat 2018 sabahı saat 05.00 sularında, aralarında Rus paralı askerlerinin de olduğu 250 kadar savaşçı, Khasham yakınlarında bir seyyar köprü kullanarak Fırat nehrini geçme girişiminde bulunmuş, ancak ABD kuvvetlerinin açtığı uyarı atışları sonucu bu girişim başarısız olmuştur.
Gecenin karanlığından faydalanan yaklaşık 500 kadar Suriye hükümeti yanlısı savaşçı Deir ez-Zor Havalimanı kuzeydoğusunda farklı bir köprü kullanarak Fırat nehrini geçerek Khasham’a doğru ilerlemeye başlamıştır. ABD kuvvetleri bu sefer öldürme maksatlı ateş açmış ve aralarında 10-20 kadar Rus savaşçının da olduğu 100 kadar hükümet yanlısı savaşçı öldürülmüştür.
İsrail’in Güvenliği
Büyük Ortadoğu Projesi
Türkiye dâhil 22 ülkede sınırların değişmesini öngören Büyük Ortadoğu Projesinin sözde hedefleri; bölgeye demokrasinin getirilmesi, terörün ortadan kaldırılması, ekonomik ilişkilerin artırılması ve bölgede istikrarın sağlanması olarak ilan edilmiştir. Dünyadaki doğal gaz rezervinin % 34‟ü, petrol rezervinin ise % 65‟i Orta Doğudadır. Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus petrol rezervleri de eklendiğinde bu oran neredeyse % 70‟e ulaşmaktadır.
Bu kaynaklara ulaşmak ABD’nin stratejik hedefleri arasındadır. ABD’nin diğer hedefleri ise kendine rakip olabilecek güçlerin oluşmasını engellemek, doğal kaynakların denetimini ele geçirmek, İsrail’i emniyete almak ve rakip olarak gördüğü ülkeleri bölgeden uzak tutmaktır.
İsrail 1948 yılında David Ben-Gurion tarafından bağımsızlığı ilan edilen bir devlettir. 1866-1973 yılları arasında yaşayan Gurion, İsrail’in kurucu babası olarak tanınmaktadır. Gençliğinde sosyalizm ve Siyonizme tutku duyan Gurion 1906 yılında Filistin’e göç etmiştir. 1935 yılında Yahudi Ajansı başkanlığına seçilmiş ve 1948 yılına kadar bu görevi sürdürmüştür. 1948 yılından, 1950 yılının başlarında kısa bir dönem hariç olmak üzere, emekli olduğu 1963 yılına kadar İsrail başbakanlığı ve savunma bakanlığı görevlerini yürütmüştür. Lisan öğrenmede büyük becerisi olan Gurion anadili olan İbranicenin yanı sıra, Türkçe, İngilizce, Rusça, Fransızca, Almanca ve hayatının son dönemlerinde İspanyolca ve antik Yunanca öğrenmiş fakat ironik bir şekilde neredeyse bütün hayatını aralarında geçirdiği Arapların dilini öğrenmemiştir. Filistinliler Gordion’u zalim, duygusuz ve ırkçı bir sima olarak görürlerken birçok Yahudi, Siyonist ve Batı halkı onu Yahudi halkının ‘‘kurtarıcısı’’ olarak görmektedirler.
Bu harita, Yarbay Ralph Peters tarafından hazırlanmıştır. Yeni Orta Doğu Haritası, Armed Forces Journal dergisinin Haziran 2006 sayısında yayımlanmıştır. Haritanın telif hakları şimdi emekli olan Ralph Peters’e aittir.
Siyonizm, Kudüs’te bulunan ‘‘Zion’’ isimli bir dağdan gelmektedir. Zion kelimesi „„işaret‟‟ veya „„anma‟‟ anlamına gelmektedir. „‘Shivat Zion’’ İbranicede, Yahudi sürgünlerin Zion’a Dönüşü anlamına gelmektedir. Siyonist düşünce akımları zaman içerisinde evrimleşmiş, Avrupa’da meydana gelen olayların yanı sıra, sosyalizm, milliyetçilik ve sömürgecilik gibi sosyal ve kültürel hareketlerden de etkilenmiştir. Arapların Siyonizme karşı çıkması sadece ekonomik, sosyal ve politik nedenlerden ötürü değildir. Geleneksel Müslüman inancına göre Yahudiler ikinci sınıf insandırlar.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında uygulanma safhasına geçilen Siyonizme büyük katkıları olan Gurion, her zaman Yahudilerin karşı koymadan ve savaşmadan gaz odalarına gitmesinin acısını yaşamış ve kendisini de bir anlamda sorumlu hissetmiştir. Bu gerçek onu kökten değiştirmiş ve zalim, duygusuz, katı, diplomatik olmayan ve özellikle komşu Arap devletlerine bir mesaj vermek istediğinde süratle güç kullanan birisi haline getirmiştir.
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ), Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) ve Mirasımız derneği ortaklığında 08 Nisan 2018 tarihinde düzenlenen İsrail’in İşgal Stratejisi 1980 Oded Yinon Büyük İsrail Planı sempozyumuna katılan, kanlı planı Türkçe lisanına çeviren Araştırmacı-Yazar Ercan Caner, “Oded Yinon” planı üzerinde Türklerin önemle durması gerektiğini belirterek, Büyük Ortadoğu Projesi’nin arkasında doğalgaz kaynakları ve 22 ülkenin parçalara bölünmesinin yer aldığını kaydetmiştir.
İsrail’in “Oded Yinon”a göre Müslümanların en zayıf tarafı olan mezhepleri kullanarak birlik ve beraberlik içinde olmalarını engellendiğini vurgulayan Caner, bu nedenle planda Müslümanların konumlarının kâğıttan evler olarak gösterildiğini de ifade etmiştir.
Kanlı Oded Yinon Planı
Plan iki temel esas üzerine oturtulmuştur. Hayatta kalmak için İsrail 1) bölgesel bir imparatorluk olmak ve 2) bütün mevcut Arap devletlerinin dağılarak küçük devletlere dönüşmesi için bütün bölgenin bölünmesini etkilemelidir. Buradaki ‘‘Küçük’’ kelimesi her bir devletin etnik ve mezhepsel kompozisyonuna bağlı olacaktır. Sonuç olarak, Siyonist beklenti; mezhepsel ayrılıkları olan devletlerin İsrail’in uydusu ve ironik bir şekilde ahlaki meşruiyetinin kaynağı olmalarıdır.
Bu, ne yeni bir fikirdir, ne de Siyonist stratejik düşünce sisteminde ilk kez ortaya çıkmaktadır. Aslında, bütün Arap devletlerini daha küçük parçalara bölmek yıllardır sürekli yinelenen bir temadır. Bu konu, çok mütevazı bir ölçekte, Arap-Amerikan Üniversitesi Mezunları Birliği yayınında, Livia Rokach tarafından yazılan „„İsrail’in Kutsal Terörizmi‟‟ başlıklı makalede 1980 yılında yayımlanmıştır. Rokach’ın eski İsrail Başbakanı Moshe Sharett’in hatıralarına dayanan çalışma dokümanları, Lübnan’a uygulanan ve 1950‟li yılların ortalarında hazırlanan Siyonist planı, ikna edici bir şekilde bütün ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır.
İsrail’in 1978 yılındaki büyük Lübnan işgali en ince ayrıntılarına kadar bu plana dayanmaktadır. İsrail’in 6 Haziran 1982 tarihindeki ikinci ve çok daha barbar olan Lübnan işgali, bu planın, Lübnan’ın yanı sıra Suriye ve Ürdün’ü parçalamak ile ilgili bazı bölümlerini de uygulamaya koymayı hedeflemektedir, Bu işgal, İsrail’in Lübnan’da kuvvetli ve bağımsız bir merkezi yönetim yönünde yaptığı açıklamalara bakıldığında komiktir. İsrail aslında, kendisiyle bir barış antlaşması imzalayarak, bölgesel emperyalist tasarımlarını onaylayan merkezi bir Lübnan yönetimi istemektedir. İsrail bunun yanı sıra bölgesel emperyalist tasarımının Suriye, Irak, Ürdün ve diğer Arap hükümetleri ve Filistin halkı tarafından da kabul edilmesini talep etmektedir. İstedikleri ve planladıkları, bir Arap dünyasından ziyade İsrail hegemonyasına boyun eğmeye hazır parçalanmış Arap yönetimleridir. Bu nedenle Oded Yinon, ‘‘1980’li Yıllarda İsrail için Bir strateji’’ isimli deneme türü yazısında „„İsrail’i çevreleyen çok fırtınalı ortam nedeniyle 1967 yılından beri ilk kez ortaya çıkan geniş kapsamlı fırsatlardan‟‟ bahsetmektedir.
Filistin halkını Filistin’den çıkarmayı hedefleyen Siyonist politika, çok aktif bir şekilde uygulanan bir politikadır, fakat 1947-1948 savaşı ve 1967 savaşı gibi çatışma zamanlarında, özellikle çok daha kuvvetli bir şekilde uygulanır. Bu yayına ‘‘İsrail’in Yeni Göç Planı’’ başlıklı bir ek, Siyonistlerin Filistinlileri topraklarından nasıl söküp attıklarını ve sunduğumuz ana Siyonist dokümanın yanı sıra, diğer Siyonist planların da Filistin’in Filistinlilerden temizlenmesini kapsadığını göstermek maksadıyla eklenmiştir.
Şubat 1982 tarihinde yayımlanan Kivunim dokümanında açıkça görülmektedir ki; Siyonist strateji uzmanlarının kafalarındaki geniş kapsamlı fırsatlar, dünyayı ikna etmek için çaba gösterdikleri ve Haziran 1982 işgali sonrasında ortaya çıktığını iddia ettikleri fırsatlarla tamamen aynıdır. Siyonist planların tek hedefinin sadece Filistinliler olmadığı da açıktır, fakat onların bir halk olarak geçerli ve bağımsız mevcudiyetleri, Siyonist devleti inkâr ettiğinden öncelikli hedefleridir. Her Arap devleti, özellikle de milliyetçi değerlere bağlı olanlar her hâlükârda, er veya geç, İsrail devletinin hedefi olacaktır.
Golan Tepeleri; 72 kilometre uzunluğundadır ve en geniş yeri de 25 kilometredir. İsrail’in içme suyu ihtiyacının üçte biri buradan sağlanmaktadır. Bölgeye hâkim durumdaki stratejik Golan Tepeleri Yahudiler için kutsal bir yerdir.
Bu dokümanda ortaya koyulan açık ve kesin Siyonist stratejinin aksine, Arap ve Filistin stratejileri ne yazık ki belirsizlikler ve tutarsızlıklarla doludur. Arap strateji uzmanlarının Siyonist planı bütün sonuçlarıyla anladıklarını ve tam olarak kavradıklarını gösteren bir işaret yoktur.
Bunun yerine, planın yeni bir safhasının ortaya çıktığı bütün durumlarda, şüphe ile karşılamakta ve şaşkınlıkla tepki göstermektedirler. İsrail’in Beyrut’u işgali sonrasında, susturulmuş da olsa, Arapların tepkisi böyle olmuştur. Üzücü olan gerçek, Orta Doğu’da İsrail tarafından uygulanan Siyonist strateji ciddiye alınmadığı sürece, gelecekte meydana gelebilecek diğer Arap başkentlerinin kuşatılmasına karşı Arap tepkisi tamamen aynı olacaktır.
İsrailli strateji uzmanları, bir Arap devletinden gelebilecek en büyük stratejik tehdit olarak Irak devletini görmüşlerdir. Irak’ın Orta Doğu ve Arap Dünyasının Balkanlaştırılmasında merkez olarak seçilmesinin nedeni budur. İsrailli strateji uzmanları Irak’ta, Yinon Planının konseptleri esas alınarak ülkenin, bir Kürt devleti ile biri Şii Müslüman, diğeri Sünni Müslüman olan iki Arap devletine bölünmesini talep etmişlerdir. Bu amaca ulaşmak için atılan ilk adım, Yinon Planının bahsettiği Irak ile İran arasındaki savaş olmuştur.
Plandan Alıntılar
İsrail’in doğusundaki bütün Arap Devletleri parçalanmış, bölünmüş ve Mağriptekilerden çok daha kötü iç çatışmalarla delik deşik olmuşlardır. Suriye’nin, esas olarak onu yöneten kuvvetli askeri rejim hariç Lübnan’dan hiçbir farkı yoktur. Fakat günümüzde, Sünni çoğunluk ile azınlıkta olmalarına rağmen iktidarda olan Şii Aleviler (nüfusun sadece % 12’si) arasında sürmekte olan iç savaş iç problemin ne kadar ciddi olduğunu kanıtlamaktadır.
Irak’ın da özünde komşularından hiçbir farkı yoktur, çoğunluğu Şii olmasına rağmen iktidardakiler Sünni’dirler. % 20 oranındaki elit kesimin iktidarı elinde tuttuğu ülkede nüfusun % 65’inin siyasette hiçbir söz hakkı bulunmamaktadır. Buna ilave olarak ülkenin kuzeyinde büyük bir Kürt azınlık bulunmaktadır ve iktidardaki rejimin gücü, ordu ve petrol gelirleri olmasaydı Irak devletinin geleceği de geçmişteki Lübnan ve günümüz Suriye’sinden hiç de farklı olmazdı. İç çatışma ve sivil savaşın tohumları özellikle, Irak’taki Şiilerin doğal liderleri olarak gördükleri Humeyni’nin İran’da iktidara gelmesi sonrasında günümüzde dahi mevcuttur.
Bütün Körfez prenslikleri, sadece petrolün olduğu kırılgan kumdan evler üzerine inşa edilmişlerdir. Kuveyt’te, Kuveytliler nüfusun sadece % 25’inden ibarettirler. Bahreyn’de Şiiler çoğunluktadırlar fakat iktidardan mahrum bırakılmışlardır. Birleşik Arap Emirliklerinde yine Şiiler çoğunluktadır fakat Sünniler iktidarı ellerinde bulundurmaktadır. Umman ve Yemen için de aynı durum geçerlidir. Marksist Güney Yemen’de dahi oldukça büyük bir Şii bir azınlık vardır. Suudi Arabistan’da nüfusun yarısı Mısırlılar ve Yemenlilerden oluşan yabancılardır, fakat Suudi azınlık iktidarı elinde tutmaktadır.
Ürdün aslında, Ürdünlü Bedevi azınlık tarafından yönetilen Filistinlilerden oluşmuştur, fakat ordunun çoğunluğu ve bürokrasi şimdi Filistinlilerin elindedir. Aslına bakılırsa Amman, Nablus kadar Filistinlidir. Bütün bu ülkeler, diğerleriyle karşılaştırıldıklarında güçlü ordulara sahiptirler. Fakat burada da bir problem bulunmaktadır. Günümüzde Suriye ordusunun çoğunluğu Sünni, subayları Alevi, Irak ordusu ise çoğunluğu Şii komutanları ise Sünni’dir. Bu durum, uzun vadede çok büyük bir öneme sahiptir ve bu nedenle, tek ortak payda olan İsrail düşmanlığı ile uzun süre bu orduların sadakatini muhafaza etmek mümkün olmayacaktır, hatta günümüzde dahi bu sadakat yetersizdir.
Arapların yanı sıra diğer Müslüman ülkeler de bütün bölünmüşlükleriyle aynı çıkmazı paylaşmaktadırlar. İran nüfusunun yarısı Farsça konuşan bir gruptan, diğer yarısı da etnik olarak Türk olan bir gruptan oluşmaktadır. Türkiye’nin nüfusu % 50 oranında Türk Sünni çoğunluk ve iki büyük azınlıktan oluşmaktadır, 12 milyon Şii Alevi ve 6 milyon Sünni Kürt. Afganistan’da, ülke nüfusunun üçte birini oluşturan ve bu ülkenin varlığını tehlikeye sokan 5 milyon Şii mevcuttur.
Fas’tan Hindistan’a ve Somali’den Türkiye’ye kadar uzanan bu milli etnik azınlık tablosu, istikrarın olmadığını ve bütün bölgedeki hızlı dejenerasyonu göstermektedir. Bu tablo ekonomik resme de eklendiğinde, bütün bölgenin nasıl, kendi ciddi problemlerine karşı koyamayan kâğıttan bir ev gibi, inşa edildiğini görmekteyiz.
Bu dev büyüklükteki parçalanmış dünyada çok az zengin gruplar ve fakir halktan oluşan muazzam bir kütle bulunmaktadır. Arapların çoğunun kişi başına yıllık ortalama geliri 300 dolardır. Mısır’da, Libya’da ve Irak hariç olmak üzere Mağrip ülkelerinin çoğunda durum bu şekildedir. Lübnan bölünmüştür ve ekonomisi paramparça bir durumdadır. Merkezi gücün olmadığı, fakat fiili olarak beş egemen otoritenin (kuzeyde Suriyeliler tarafından desteklenen Franjieh Klanı yönetimindeki Hristiyanlar, Doğuda direkt olarak Suriye istilası altındaki bölge, merkezde Falanjistler tarafından kontrol edilen Hristiyan yerleşim bölgesi, güneyde Litani nehrine kadar olan bölgede Filistin Kurtuluş Ordusu tarafından kontrol edilen çoğunlukla Filistinlilerden oluşan bölge, Binbaşı Haddad’a ait Hıristiyan bölgesi ve yarım milyon Şii) kontrolü altındadır. Mısır çok daha kötü bir durumdadır ve gelecekte Libya ile birleşmesi sonrasında alacağı yardımlar dahi, varlığıyla ilgili temel problemlerini çözmesine ve büyük ordusunu muhafaza etmesine yetmeyecektir. Milyonlarca insan açlık sınırındadır, işgücünün yarısı işsizdir ve dünyada nüfus yoğunluğunu en fazla olduğu bu bölgede konut kıtlığı bulunmaktadır. Ordu hariç, etkin bir şekilde işleyen tek bir devlet kurumu dahi yoktur ve iflas halinde olan devlet tamamen, barış sonrasında sağlanmakta olan Amerikan dış yardımlarına bağımlıdır.
Körfez devletleri, Suudi Arabistan, Libya ve Mısır’da büyük miktarda para ve dünyadaki petrolün çoğunluğu bulunmaktadır fakat bu işin kaymağını yiyenler, hiç bir ordunun güvenliklerini garanti edemeyeceği, geniş tabanlı bir destekten yoksun ve kendilerine güvenmeyen çok küçük bir azınlıktır. Suudi ordusu bütün donanımına rağmen rejimi içten ve dıştan gelecek gerçek tehlikelere karşı koruyabilecek kapasitede değildir, 1980 yılında Mekke’de yaşananlar buna güzel bir örnektir. Çok üzüntü veren ve fırtınalı bir durum İsrail’i çevrelemekte ve İsrail açısından yeni zorluklar, problemler ve riskler yaratmaktadır, fakat aynı zamanda, 1967 yılından beri ilk kez böylesine geniş kapsamlı fırsatlar da doğurmaktadır. O zamanlar kaçırılan fırsatların, 1980’li yıllarda büyük ölçüde ve bugün dahi hayal edemeyeceğimiz boyutlarda gerçekleştirilme şansı ortaya çıkmıştır.
Batı cephesi görünüşte daha problemli olmasına rağmen aslında, son zamanlarda birçok olayın gazete başlıklarında yer aldığı Doğu cephesinden çok daha az karmaşıktır. Lübnan’ın beş eyalete tamamen bölünmesi, Mısır, Suriye, Irak ve Arap yarımadası dâhil bütün Arap Dünyası için bir emsal teşkil etmektedir ve olaylar da bu yönde gelişmektedir. Suriye ve Irak’ın parçalanması ve gelecekte, Lübnan’da olduğu gibi etnik ve dini alanlara bölünmesi İsrail’in uzun vadede Doğu cephesindeki esas hedefiyken bu devletlerin askeri güçlerinin parçalanması kısa vadedeki hedefidir. Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak darmadağın olacak, günümüz Lübnan’ında olduğu gibi birkaç devlete bölünecektir. Yani, kıyı kesimi boyunca Şii Alevi bir devlet, Halep’te Sünni bir devlet ve Şam’da, kuzey komşusuna düşman diğer bir Sünni devlet kurulacak, Dürziler bir devlet kuracak, belki de bizim Golan Tepelerinde ve kesinlikle Hauran ve kuzey Ürdün’de olmak üzere paramparça olacaktır. Bu koşullar uzun vadede bölgede barış ve güvenliğin garantisi olacaktır ve bu hedef şimdiden menzilimiz içerisinde yer almaktadır.
Irak bir taraftan petrol açısından zengin, diğer taraftan da içeride parçalanmış ve gelecekte İsrail’in hedefi olması garanti olan bir devlettir. Parçalanması Suriye’nin parçalanmasından çok daha önemlidir. Irak Suriye’den daha güçlü bir devlettir. Kısa dönemde İsrail’e en büyük tehdidi oluşturan Irak’ın askeri gücüdür. Bir Irak-İran savaşı, bize karşı geniş cepheli bir savaş organize etmeden çok daha önce Irak’ı içeride paramparça edecektir. Araplar arasındaki her çeşit çatışma bize kısa vadede yardım edecek ve Irak’ın Suriye ve Lübnan’daki gibi mezheplere bölünmesi yönündeki çok daha önemli olan hedefe ulaşmayı kısaltacaktır. Irak’ın, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Suriye’de olduğu gibi, etnik ve mezhepsel eyaletlere bölünmesi mümkündür. Bu nedenle, Basra, Bağdat ve Musul kentleri etrafında üç (veya daha fazla) devlet olacak ve Şii bölgeleri kuzeydeki Sünni ve Kürt bölgelerinden ayrılacaktır. Sürmekte olan İran-Irak savaşının bu kutuplaştırmayı derinleştirmesi mümkündür.
KANLI PLANI OKUMAK İÇİN GÖRSELE TIKLAYINIZ