Yazan: Alican TÜRK, Sun Savunma Net, 16 Aralık 2017
Bana göre hâlâ aydınlatıl(a)mayan, karanlık yönleri çok fazla olan 15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonra, bir kısım çevre, 28 Şubat döneminde FETÖ’nün korunup kollandığı ve 15 Temmuz’a gelmemizde 28 Şubat’ın rolü olduğu iddialarını sıkça dile getirir oldu.
İddialara göre 28 Şubat’ta askerler, FETÖ’yü REFAHYOL Hükûmetini devirmek için kullanmışlar; Fethullah Gülen, Hükûmet’e “Beceremediniz, çekin gidin!” derken ve Müslüman kadının namusu olan (!) başörtüsünü “teferruat” olarak tanımlarken askerlerin talimatını yerine getiriyormuş, vs…
İşin ilginç tarafı, Polis Akademisi Başkanlığı’nca 25 Kasım 2017’de yayınlanan bir analizde dahi “FETÖ’nün 28 Şubat sürecinde diğer dini grupların bastırılmasıyla muhafazakâr kitlenin önüne tek alternatif olarak sunulduğu” yazıyor. Yani Polis Akademisi dahi FETÖ’nün 28 Şubat’tan yararlandığını zımnen kabul ediyor.
Peki, bu gerçekten böyle mi? Gerçekten 28 Şubat’ta askerler FETÖ’yü koruyup kolladılar mı? Yoksa birileri yine tek yanlı propagandalarla toplum üzerinde bir algı operasyonu mu yürütüyor? Dahası, bu iddialar, ülkeyi 15 Temmuz’a getirenlerin kendi rollerini saklamak, kusur ve kabahatlerini örtmek için uydurdukları yalanlar mı? Ya da bilerek uyguladıkları “hedef şaşırtma” taktikleri mi?
Şimdi hiç laf cambazlığı yapmadan ve işkembe-i kübradan atmadan, belgelerle konuşup olayı aydınlatmaya çalışalım. Ancak konunun önemi ve eldeki bilgi – belgelerin çokluğu nedeniyle meseleyi iki ayrı yazı halinde ele alacağız.
Hatırlanacağı üzere 24’üncü Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, TBMM FETÖ Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadede, Ağustos 2004’te yapılan MGK toplantısında FETÖ’yü kastederek “Bu örgüt çok büyük bir imkân kabiliyetine kavuştu. İmkân kabiliyeti yıllar içinde oluşur ama niyet bir gecede değişir. Bir icra planı yapılsın ve bu iş takip edilsin. Durum iyi değil!” diye TSK olarak Hükümet’i açık açık uyardıklarını açıklamıştı.
Aslında TSK’nın, Fethullah GÜLEN duyarlılığı 2004’ten çok daha öncesine dayanıyor. Örneğin 2004’ten tam 32 yıl önce, yani ta 1972 yılında Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nce Gülen hakkında “Atatürk’ü gençliğe din düşmanı olarak göstermeye ve tanıtmaya çalıştığı, Nurculuk tarikatı yoluyla dine dayalı devlet düzenini kurma yönünde faaliyette bulunduğu” gerekçesiyle dava açıldığını ve üç yıl hapse mahkûm edildiğini, bu kararın da Askeri Yargıtay’ca 24.10.1973 tarihinde onandığını biliyoruz.
28 Şubat dönemine gelindiğinde ise, askerlerce yapılan tehdit analizlerinde Fethullah GÜLEN ve örgütünün “irticai tehdit” olarak yine baş sırada değerlendirildiğini görüyoruz. Bunu nereden biliyoruz? Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı KARADAYI’nın bizzat Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’e verdiği brifinglerden… (Tabii, o zaman adı FETÖ olarak değil, “Fethullah Gülen Nur Cemaati” veya “Fethullah Gülen Tarikatı” ya da “Fethullahçılar” diye ifade edilmiş.)
O brifinglerin ilki olan 17 Ocak 1997 tarihli brifingde Fethullah GÜLEN grubu, “irticai unsur” diye tanımlanarak eğitim alanındaki yapılanmasına şöyle dikkat çekiliyor:
“… yurtiçinde ve yurtdışında açtıkları, kurdukları ve / veya denetledikleri Kur’an kursu, dershane, okul ve üniversiteler vasıtasıyla yoğun, yaygın ve etkili bir eğitim çalışması yürüten irticai unsurlar, kendine özgü eğitim olanakları yaratmakta, bilinçli olarak kamu yönetimi alanında spesifik hedeflere göre adam yetiştirmekte, yurt ve pansiyonlar ağı sayesinde barınma olanağı sağlamakta, öğrencilere önemli miktarda burs, harçlık, eğitim araç ve gereçleri temin etmektedir. Bu çerçevede sadece Fethullah GÜLEN’e ait yurtiçinde ve yurtdışında toplam 448 yurt, 346 dershane, 181 okul ve 3 özel üniversite bulunmaktadır.”
Aynı brifingde, askerler, dönemin Milli Eğitim Bakanı Mehmet SAĞLAM hakkında da sitemde bulunuyorlar ve ismini de açıkça zikrederek “Sağlam’ın o makama Fethullah GÜLEN’in desteği ile geldiğini” vurguluyorlar.
Cumhurbaşkanı Demirel’e, 24 Temmuz 1997 tarihinde verilen “İSLÂMÎ SERMAYE” konulu bir başka brifingde, “İş Hayatı Dayanışma Derneği” adlı derneğin Fethullah GÜLEN grubu tarafından yönlendirildiği, bahse konu derneğin 26 il merkezi ve 6 ilçede faaliyet gösterdiği belirtiliyor.
Fakat GÜLEN cemaati hakkında en önemli brifingin, 17 Mart 1998 tarihli olduğunu görüyoruz. Yine Org. İsmail Hakkı KARADAYI tarafından Cumhurbaşkanı Demirel’e verilen “İRTİCA NE DURUMDADIR?” başlıklı 60 sayfalık bu brifingin çok büyük bir bölümü FETÖ üzerine… Söz konusu brifingde “Fethullah GÜLEN Nurcu Tarikatının faaliyetlerinin ivedilikle incelenmesi ve izlenmesi, bu konuda alınacak tedbirlerin tespit edilerek uygulamaya koyulması gerektiği”nin altı çizilerek şu bilgiler sıralanıyor:
– Eğitim alanında faaliyet gösteren en önemli tarikatın Fethullah GÜLEN tarikatı olduğu, 45 fen lisesinin bu kesimin kontrolünde olduğu, bu okullarda sözde “altın nesil” yetiştirme adı altında başta Harp Okulları olmak üzere kritik üniversitelere girmeye aday tarikat müritleri yetiştirildiği, 5000’e yaklaşan dershane ve kursun da bu kesime ait olduğu;
– Gülen’in hedefinin “kendi okullarında beyinlerini yıkadığı gençlikle oluşturacağı toplum vasıtasıyla lâik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olan TC’yi sona erdirip, yerine şer’î yasaların hâkim olduğu İslâm devleti kurmak” olduğu;
– Fethullah GÜLEN tarikatının yurt içinde 182 okulu, 300 dershanesi ve 25 bin kapasiteli 240 yurt ve pansiyonunun mevcut olduğu, bu kurumların 200 civarında vakıf ve yine 200 civarında şirket tarafından desteklendiği, bu okullarda kız ve erkek öğrencilere ayrı eğitim verildiği, “siyasal İslâm” zihniyetiyle yönlendirildikleri;
– Fethullahçıların Türkiye’de gerçekleştirilmesi hedeflenen İslâm devletine uluslararası destek sağlamak amacıyla yurt dışında okul açma atağı başlattıkları, özellikle de Orta Asya’da okullar açtıkları; bu çerçevede 52 ülkede 6 üniversite, 236 ilkokul ve orta dereceli okul, 6 dershane olmak üzere toplam 248 okul / dershane ve 21 öğrenci yurdu açıldığı, bu okullarda 3 bini yabancı olmak üzere, 7 bin eğitici / idarecinin görev yaptığı, önümüzdeki 5 yıl içinde 500 orta dereceli, 50 üniversite açılmasını hedefledikleri;
– Fethullah GÜLEN’in eğitim alanındaki bu yatırımlarının toplam değerinin 350 trilyon TL olduğu;
– Gülen’in Batı’ya karşı ılımlı bir dini lider görüntüsü çizmeye özen gösterdiği ve çizilen “hoşgörü” ve “barış” tablolarıyla bazı devlet çevrelerini etkilediği;
– Diyanet İşleri Başkanı’nın Papa ile görüşme talebi üç yıldan beri bekletilmesine rağmen, Gülen’in görüşme talebinin kısa süre içinde olumlu cevaplandırılması ve resmî bir sıfatı olmamasına rağmen, Roma’da Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi tarafından devlet protokolü ile karşılanarak Papa ile görüştürülmesinin, Diyanet İşleri Başkanımızın itibarını zedelemeye matuf bir hareket olduğu gibi, aynı zamanda Büyükelçinin bu tavrının da devlet onuruyla bağdaşmayacak bir durum olduğu;
– Gülen’in, “faaliyetlerine devletin destek verdiği” şeklinde bir imaj çizmesinin takiye olduğu, ne yazık ki Cumhuriyet dönemine “kefere düzeni” diyen Fethullahçıların bugün bu düzenin devamlılığını istiyormuş görünerek bazı kesimleri davranışlarına inandırmada başarı gösterdikleri;
– “Devlet içinde Devlet” faaliyetleri icra eden Fethullahçıların, kendi tarikat okullarını Milli Eğitime alternatif bir anlayışla yönettikleri; okullarında idareci dâhil tüm personelin tarikat tarafından tayin edildiği ve maaşlarının kendi kıstaslarına göre belirlendiği; bunların İslam Devletine ulaşıldığında gerekli olacak kadroları yetiştirmeyi ve devlete sızmayı amaçladıkları,
– “Bürokrasiye hâkim olan devlete hâkim olur” prensibini uygulayan Fethullah GÜLEN Nurcu tarikatında yer alan bazı bürokratların, Hazine Müsteşarlığı’nın Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü ile Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü gibi icra birimlerinde örgütlenerek irticayı destekleyen sermayeye teşvik verilmesini sağladıkları, bu kesimlerin devlet imkânlarıyla büyüyüp gelişmesine ön ayak oldukları,
– Fethullah GÜLEN Nurcu tarikatının, TSK’ne de sızma girişimlerinde bulunduğu, bu maksatla Gülen tarikatına ait yurt dışındaki okulların açılış törenlerine özellikle emekli generallerin davet edilerek TSK ile yakınlaşma gayretleri sarf edildiği…
İşte 17 Mart 1998’de Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı’na FETÖ hakkında bunları söylüyor. Yani daha o tarihte “bu adamlar devlet içinde devlet olmaya çalışıyorlar” denilerek şimdinin meşhur kavramı “paralel devlet”e dikkat çekiliyor. Ve dahi, aynı brifingde Gülen cemaatinin TSK’ya sızmak amacıyla geliştirdiği taktikler ve bu konuda duyulan kaygı ise aynen şöyle ifade ediliyor:
– GÜLEN Nurcu tarikatı tarafından, Silahlı Kuvvetler içerisinde yapılanabilmek ve ileride etkinliğe kavuşabilmek amacıyla yeni projeler üretilmeye başlanmış, bu çerçevede; askeri okullarda okuyan öğrenciler öncelikli hedef olarak belirlenmiş, kültür düzeyi yüksek tarikat mensubu ve türban takmayan kadınların askeri öğrencilerle tanışmaları ve evlenmelerinin sağlanabilmesi için gerekli vasatı oluşturacak bir yapılanmaya gidilmiştir. Anılan kesim tarafından bu yöntemle, 10 yıla kadar bir sürede Silahlı Kuvvetler içerisinde tarikat olarak söz sahibi bir konuma gelebilecekleri şeklinde değerlendirmeler yapılmaktadır.
Nasıl? Görüyor musunuz, askerler daha 1998’de örgütün 10 yıl içinde TSK’da söz sahibi olma planları yaptığını açıklamış.
İşte buraya kadar anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere; TSK 2004’ten tam yedi yıl önce, yani 1997 ve 1998’de, yani 28 Şubat sürecinde, devletin en üst makamlarını FETÖ tehlikesi karşısında uyarmış, bilgilendirmiş, yaklaşan tehlikeye dikkat çekmek için çırpınmış.
O zaman nasıl oluyor da bugün birileri 28 Şubat’ta askerlerin FETÖ’yü koruyup kolladığını söyleyebiliyor?
Akla iki sebep geliyor: Ya cehalet ya da ihanet! Yani, ya bu brifinglerden haberleri yok ya da bu brifingleri / bilgileri kasten bilmezden, görmezden geliyorlar.
Lakin, bunları bilerek göz ardı etmek 15 Temmuz ihanet kalkışmasının altındaki gerçekleri örtmektir. Gerçekleri örtmek ise o ihanete ortak olmaktır.
Neyse, durun bakalım, belgelerimiz daha bitmedi… Diğerlerini gelecek sefere ayırıp, şimdilik yazımızı noktalayalım.
12 ÖFKELİ ADAM VE 28 ŞUBAT başlıklı makalemizi BURADAN okuyabilirsiniz.