savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
35,3408
EURO
36,7409
ALTIN
2.963,40
BIST
9.900,36
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
6°C
Ankara
6°C
Açık
Salı Açık
7°C
Çarşamba Açık
8°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
7°C
Cuma Az Bulutlu
8°C

28 ŞUBAT’TA FETÖ’NÜN KORUNDUĞUNU SÖYLEMEK YA CEHALETTİR YA İHANET!(2)

28 ŞUBAT’TA FETÖ’NÜN KORUNDUĞUNU SÖYLEMEK YA CEHALETTİR YA İHANET!(2)

28 ŞUBAT’TA FETÖ’NÜN KORUNDUĞUNU SÖYLEMEK

YA CEHALETTİR YA İHANET!(2)

Yazan: Alican TÜRK, Sun Savunma Net, 18 Aralık 2017

Geçen yazımızda, 28 Şubat döneminde askerlerin FETÖ’yü koruduğu yönündeki iddiaları incelemeye almıştık. Bu kapsamda öncelikle 1997 ve 1998 yıllarında Genelkurmay Başkanlığınca Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’e verilen brifinglere değindik ve orada FETÖ hakkında neler söylendiğini açıkladık. Sonuçta, Genelkurmay’ın o günlerde Fethullah Gülen grubunu bir tehdit olarak tanımladığını, faaliyetlerinin ivedilikle incelenmesi ve izlenmesi gerektiğini, bu konuda alınacak tedbirlerin tespit edilerek uygulamaya konmasını ısrarla talep ettiğini” çok net biçimde gördük.

Şimdi kaldığımız yerden yazımıza devam edelim. Ancak bu kez Genelkurmay brifinglerinden değil, yaklaşık altı yıldır sürmekte olan 28 Şubat davasının “iddianamesinden” yola çıkacağız.

Önceki yazılarımızı takip edenlerin çok iyi hatırlayacağı gibi, 28 Şubat Davası’nın iddianamesi Mustafa BİLGİLİ adlı bir “savcı” tarafından hazırlanmıştı. Bu zat kamuoyunda Kozmik Oda olarak bilinen soruşturmayı da başlatan kişi… 15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonra kaçtı, yaklaşık 4 ay sonra yakalandı, meslekten atıldı ve halen FETÖ’cü olduğu iddiasıyla cezaevinde. Aynı şekilde iddianame hazırlanırken ona en büyük desteği sağlayan Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem KÖSE de öyle…   

İşte FETÖ’cü olduğu iddiasıyla tutuklu bu adamın 14 ayda hazırladığı iddianame de, TSK’nın 28 Şubat döneminde FETÖ’ye ilişkin yaklaşımları konusunda bize çok önemli veriler sağlıyor. Şimdi bunlara bakalım:

         a-      İddianamenin 238’nci sayfasında Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nca hazırlandığı söylenen bir belgeyi görüyoruz. Belgenin konusu “Siyasal İslâmî Kesimin Kadrolaşma Faaliyetleri ve İslâmî Sermaye”… Bu belgenin ilk sırasında FETHULLAH GÜLEN GRUBU yer alıyor ve bu gruba ait 203 ŞİRKET bulunduğunu belirtiliyor.

Aynı belgede, bir sonraki sayfada (Sf.239), FETÖ’yle ilgili şu tespit de çarpıcı: “Fethullah GÜLEN’e ait mevcut 138 okulda öğrenim gören öğrencilerin de; Türkiye’de siyasal İslâm’ın oluşması halinde bu İslâmî kadrolarda görev alacak şekilde eğitildiği elde edilen bilgiler arasındadır.” deniyor.

Yani 28 Şubat İddianamesindeki bu belgeden anlıyoruz ki, askerler Gülen grubunu hem irticai sermaye hem de eğitim alanında en önemli tehdit olarak değerlendirmişler.

          b-   İddianamenin 433’ncü sayfasında yer alan ve 4’ncü Kolordu K.lığı’ndan K.K. İstihbarat Bşk.lığına gönderildiği belirtilen 10 Nisan 1996 tarihli belgede Fethullah Gülen hakkında şöyle bir tespitin yapıldığını öğreniyoruz:

              “Nurcu kesimin liderliğini yapan ‘Fethullah Hoca’ lakaplı Fethullah GÜLEN tarafından yönetilen grup, yurtiçi ve yurtdışı teşkilatlanması ile nurculuğun yaygınlaştırılmasına gayret sarf etmektedir. Dershane ve kolejler vasıtası ile genç bir taban oluşturmaya çalışmaktadır. Grupların içerisinde TSK’lerine sızmak için en fazla gayret gösteren gruptur.” 

Bu tespitin tarihine lütfen tekrar dikkat! 10 Nisan 1996…

         c-   İddianamede, TSK’nın 28 Şubat döneminde Batı Çalışma Grubu (BÇG) eliyle 72 sayfalık bir Fethullah Gülen raporu hazırladığına değiniliyor. Söz konusu rapor MGK’nın dikkatine sunulmuş. Savcı, o raporda “Gülen cemaatinin hedefi, stratejisi, yurt içi – yurtdışı faaliyetlerinin ele alınarak bir tehdit olarak tanımlandığını ve bu tehdide karşı alınacak önlemlere ilişkin tekliflerin sıralandığını” belirtmiş. (Sf.454 – 455)

          ç.   Bir başka belge kolordular bölgesindeki Fethullah Gülen cemaatine ait dernek, yurt, vakıf, dershane, Kur’an kursu ve buralardaki öğrenci sayıları ile Gülen yanlısı radyo – tv’lere ilişkin… İddianamenin 459 – 499’ncu sayfalarında yer alan belgede, bu yapılanmalar tek tek sayısal olarak verilmiş.

Savcı Bilgili de iddianamesinde “Gülen’le ilgili bu tespitleri niye yaptın, sana ne?” diye TSK’yı suçluyor.

          d.   “İRTİCAİ FAALİYETLER – 08.05.1997” başlıklı bir diğer belgede yine Gülen hakkında olumsuz ifadelerin yer aldığını görüyoruz. Belgede “Fethullah GÜLEN’e ait 45 ülkede 200, Türkiye’de 125 okul bulunduğu, Gülen’in Ankara Yükseliş Koleji’ni Fatih Üniversitesi olarak açmak üzere satın almaya çalıştığı” bilgisi yer alıyor. (Sf. 608)

         e-   Fethullah Gülen’in “potansiyel ve yakından takip edilmesi gereken bir tehlike” olarak vurgulandığı “SİYASAL İSLAMLA MÜCADELE YÖNTEMLERİ” başlığı taşıyan bir başka TSK belgesinde şunlar belirtiliyor:

             Potansiyel bir tehlike de, FETULLAH GÜLEN tarafından yurtdışında açılmış bulunan ve açılmakta olan orta ve yükseköğretim kurumlarıdır. Şu ana kadar alınan bilgilerde bu okullarda gayet ciddi eğitim yapıldığı, köktendinci eğilimlerin olmadığı, müfredatlarının ve öğretmenlerinin MEB kontrol ve denetiminde olduğu şeklindedir. Ancak (…) bu okulların öğrencileri, öğretmenleri, müfredat programları, özellikle ders dışı faaliyetleri yakından kontrol ve takip edilmelidir. MEB denetlemeleri sıklaşmalı, MİT devreye girmeli ve anılan ülkelerle işbirliği yapılmalıdır.” (Sf.700)

Evet, sanıyorum bu kadar alıntı yeter. Daha başka örnekler de var, ama yazıyı fazla uzatmamak adına bu kadarla yetinelim. Devletin savcısınca hazırlanan ve adı “28 Şubat” olan iddianamedeki bu örnekler de TSK’nın Gülen’i değil koruyup kollamak, bir an önce defterini dürmek için nasıl uğraştığını çok net biçimde ortaya koymuyor mu? Hadi bir de şöyle düşünün: Eğer 28 Şubat’ta FETÖ korunup kollanmış olsaydı, bugün FETÖ suçlamasıyla cezaevinde olan savcı TSK hakkında kin ve öfkeyle bezenmiş böyle bir 28 Şubat iddianamesi hazırlar mıydı? Hatta vazgeçtim iddianameden, 28 Şubat’la ilgili böyle bir soruşturma başlatır mıydı?   


Şimdi gelin bir de 28 Şubat döneminde Yüksek Askerî Şura (YAŞ) ile TSK’dan atılanlara bakalım:  Yine iddianamede TSK’dan atıldıkları için davada müşteki olarak yer alan 199 asker kökenli şahıs var. Bunlar arasında 1995 – 1999 yıllarında ordudan atılanların sayısı 99 kişi… Bunlardan da 38’i (yani yaklaşık % 40’ı) Fethullah Gülen cemaati mensubu olmaktan dolayı ihraç edilmiş görünüyor.

İşin garibi, Fethullahçı olduğu için TSK’dan ihraç edilenler hakkında savcı beyler iddianamede bakın ne diyor:

              “Müştekinin YAŞ’a sevk yazısında ‘Fethullah GÜLEN Nurcu grubu mensubu’ olduğu, (…) suç olarak değerlendirilebilecek bir faaliyetinin ortaya konamadığı, ileri sürülen iddiaların müştekinin askerlik görevi dışında, suç teşkil etmeyen, toplum içerisindeki özel yaşamı konusundaki tercihleri ile ilgili olduğu, bunların TSK’dan atılmasına gerekçe yapıldığı…”

Yani savcı efendi “bir personel Fethullah GÜLEN grubu üyesi diye ordudan atılır mıymış?” diye soruyor, iyi mi?

28 Şubat döneminde FETÖ’nün korunup kollandığı iddiaları kapsamında son bir alıntı daha yapmak istiyorum. Bu kez alıntımız cemaatin ZAMAN adlı gazetesinde 12 yıl başyazarlık yapan Fehmi KORU’dan… Meclis’te kurulan 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu‘na 20 Ekim 2016 tarihinde açıklamalarda bulunan KORU şunları söylüyor:

              “28 Şubat’ta cemaatin kimyası bozuldu. Gülen cemaati 28 Şubat’tan yarar gören değil, zarar gören bir durumdaydı. Gerçekten çok tedirgindiler, rahatsızdılar. Başlarına her türlü şeyin gelebileceği beklentisi içindeydiler. Askerler tarafından köklerine kibrit suyu döküleceği endişesi içerisindeydiler. Kendi kurumlarının kapatılacağı endişesindeydiler.”

Neyse, sanıyorum artık mesele tamamen aydınlandı. Gerek yazımızın birinci bölümünde gerekse bu yazıda ortaya konan belgelerden çok net olarak anlaşılıyor ki; TSK 28 Şubat’ta FETÖ’yü koruyup kollamak bir yana, ülke ve rejim adına onları “çok ciddi bir tehdit” olarak görmüş ve bu örgüte göz açtırmamak için yasal yetki ve sorumlulukları dâhilinde üzerine düşeni yapmak, ayrıca devletin en üst makamlarını da bu çerçevede uyarıp harekete geçirmek için sürekli mücadele etmiş.  

SONUÇ

O halde bugün birilerinin çıkıp 28 Şubat’ta TSK’nın FETÖ’yü koruduğunu söylemesi, hatta 15 Temmuz’u da 28 Şubat’ın üzerine yıkma çabası neden?

Geçen yazımızda da dediğimiz gibi bunun temel nedeni bilgisizlik olabilir. Yani cehalet… Yani ilgili kişi bu yazılarda anlattığımız konuları hiç bilmiyor ya da duymamış olabilir.

Peki ya bu gerçekleri bildiği halde aynı iddiaları gündeme getirenlere ne demeli? Bu durumda ortada bir art niyet olduğu çok açık! O zaman akla şu geliyor: Bunlar, yani 28 Şubat’ta FETÖ’nün askerlerce korunduğunu söyleyip 15 Temmuz’u da 28 Şubat’a monte etmeye çalışanlar demek ki bir gerçeğin üstünü örtmeye ve / veya hedef şaşırtmaya çalışıyorlar. Neyin üstünü ve neden? Acaba o kişileri böyle davranmaya iten faktör ülkenin 15 Temmuz’a gelmesinde ve yaklaşık 250 vatandaşımızın yaşamını kaybetmesinde kendi rollerini, sorumluluklarını ve ihanetlerini saklama güdüsü müdür? Anlaşılan düne kadar Gülen için “yüzyılın dâhisi”, “Türkiye’nin yüz akı Muhterem Hocaefendi” diyenler, şimdi 15 Temmuz ihanetinin altından kendilerini kurtarabilmek için yine suçu askerlerin üzerine atmayı en kestirme yol sayıyorlar. Eh, nasıl olsa askerden âlâ günah keçisi yok, kötü olan ne varsa onların üzerine yık gitsin!

Öte yandan işin içinde başka “ince hesaplar” da olduğu anlaşılıyor. Örneğin 5,5 yıldan fazla bir süredir devam eden ve aslında 92 duruşma boyunca ortada bir suç olmadığı çok net ortaya çıkan 28 Şubat davasını etkileyip, yargı üzerinde bir kamuoyu baskısı oluşturmak ve tüm sanıkların tekrar tutuklanmasını sağlamak da o ince hesaplardan biri mi?

Ya da – yukarıdaki paragrafa ek olarak – örneğin 28 Şubat ve 15 Temmuz üzerinden bugüne kadar devşirilen siyasi rantı korumak ve “gelecek hayallerini” gerçekleştirebilmesi için birilerine kullanışlı bir siyasi zemin yaratmak da bir başka hesap mı?             

Tabii aslında böyle bir hedef şaşırtma çabası bize en çok yakın geçmişimizdeki Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, Turan DURSUN, Çetin EMEÇ, Uğur MUMCU, Gaffar OKKAN gibi aydınlarımıza yönelik katliamları hatırlattı. Bu alçakça cinayetler işlendiğinde de, birileri, asıl suçluları çok iyi bilmelerine karşın hedef şaşırtmak için koro halinde suçu “derin devlet”in üzerine yıkma yarışına girmişlerdi.

Galiba aynı koro yine işbaşında…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.