savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,5424
EURO
36,0063
ALTIN
3.006,41
BIST
9.549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
16°C
Ankara
16°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Karla Karışık Yağmurlu
2°C
Pazar Karla Karışık Yağmurlu
1°C
Pazartesi Az Bulutlu
1°C
Salı Az Bulutlu
4°C

Avrupa’nın Utanmaz Yalancıları

Avrupa’nın Utanmaz Yalancıları
A+
A-

Avrupa’nın Utanmaz
Yalancıları

 

Matteo Salvini’den Boris Johnson’a, popülist politikacılar yüzsüzce gerçekleri saptırıyorlar. Ve sakın bunu inandırıcı olmak için yaptıklarını sanmayın!

 

 

Yazar: Catherine Fieschi, The Guardian, 30 Eylül 2019

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 14 Ekim 2019

 

Soldan sağa Geert Wilders, Matteo Salvini, Jörg Meuthen (Almanya İçin Alternatif Partisi lideri) ve Marine Le Pen. Foto: Luca Bruno/AP

 

Popülist politikacıların ağızlarından fışkıran yalanların bir türlü sonu gelmiyor; Donald Trump’ın İran ve hava durumu dâhil her şey hakkındaki rutin yalanlarından Boris Johnson’un Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS – National Health Service) hastaneleri için hayali 350 milyon sterlin ayıracağı, Türkiye’nin Avrupa Birliğine (AB) katılmanın eşiğinde olduğu veya Birleşik Krallık parlamentosunun kapatılması konusunda Kraliçeyi sansasyonel bir şekilde yanlış yönlendirmesine kadar uzanan geniş bir yelpazede bütün popülist politikacılar utanmazca yalan söylüyorlar.

 

Avrupa’nın her yerinde yaptığım araştırma yalan söylemenin popülist politikacıların değişmez bir özelliği olduğunu doğrulamaktadır. Fransa’da Le Pen partisinin halkın parasını nasıl harcadığı ve sahte Twitter hesapları hakkında yalan söylemektedir. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, ülkesine olan göçler konusunda sistematik bir şekilde büyük yalanlar söylemektedir. İtalya’dan Matteo Salvini de göç konusundan Rusya’ya yaptırımlara kadar yalanlarını aralıksız sürdürmektedir. Bir şarkının sözlerinde olduğu gibi; dudakları her kıpırdadığında Salvini’nin ağzından yalan fışkırmaktadır.

Bir zamanlar popülist parti manifestolarının birçoğunda bulunan en küstah ve utanmaz yalan; sadece halkın aklından geçenleri söyledikleri yalanıydı. Bunun aşırı sağcılar için anlamı; aslında göçmenlerden, farklı görünen veya giyinen ve farklı konuşan insanlardan hoşlanmadıklarıdır. Bütün bu yalancı ve düzenbaz popülistlerin hedefi; sıradan insanların sözde sağduyulu içgüdüleri ile seçkinlerin şatafatı arasına kesin bir çizgi çizmektir. Fakat hırsları arttıkça ve genel toplumsal tercihlerde ve iktidarda güç kazandıkça, popülist politikacılar rutin olarak açıkça yalan söylemeyi hızlandırmaktadırlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse; bu yaklaşım aşırı sağcılık ve solculuktan öte, bu popülist politikacıların utanmazca yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmeleridir.

 

Popülist politikacıların sözleri öylesine açık ve net bir şekilde yanlıştır ki söylenen yalanların birçoğu gerçekten şok edicidir. Kalabalıklar orada değildir, verilen rakamlar tamamen şişirme ve büyük bir öfkeyle yalanlanan beyanatlar resmi kayıtların aksine tamamen uydurmadır. Söylenen bariz yalanlar kelimelerle anlatılmayacak ölçüdedir.

 

Politikacılar hiç şüphesiz daima gerçekleri gizlemişlerdir, fakat geleneksel politikacı yalanları genelde tatsız gerçekleri gizlemek için söylenmektedir. Hiç kimse yalan söylediğinin ortaya çıkmasını arzu etmez. İnsanlar yalan söylemekle suçlandıklarında bunun nedenlerini açıklamak zorundadırlar ve itibarlarını kaybedebilir, kamu soruşturmasıyla karşılaşabilir veya televizyonda özür dileyerek siyasi bir bedel ödemek zorunda kalabilirler.

 

Popülist yalanlar ise aksine görülsün diye tasarlanmıştır, gerçekleri gizlemenin tam tersidir. Popülist taktiklerinde yalan söylemek yüceltilir, popülist yalan insanların güvenini yıkma aracıdır, maksadı yalancının halka hizmet etmekte asla sınır tanımayacağını ve vazgeçmeyeceğini göstermektir. Yalanlar, bu politikacıların liberal demokratik elitlerin genel normlarına asla bağlı kalmadıklarının sinyalleridir. Liberaller erdem, popülistler ise öfke sinyalleri yayarlar. Bu, akıldan ziyade içgüdülere hitap eden bir çıkar politikasıdır.

 

Her şeyden öte yalanlar temsili demokrasinin temel ilkelerinden bir tanesi olan güvenilirliği yok etmek ve güvenilirliği ele geçirip alaşağı etmektir. Güvenilirlik düşüncesi popülist dünya görüşünün temeli olsa da bir politik kavram olarak üzerinde çok az çalışılmıştır. Liberal demokrasilerde, politikacıların dürüstlüğün temel değerlerine bağlı kalacakları çoktandır kabul edilen ve üzerinde mutabık kalınan bir görüştür. Dürüstlük; yapılabileceklerin vaat edilmesi ve verilen sözlerin yerine getirilmesi veya bir seçim yenilgisinin bedelinin ödenmesidir. Bugüne kadar görülmeyen yakın medya denetimi ve giderek artan sosyal medya erişimi sayesinde politikacılardan özel ve kamusal benlikleri arasında çok daha derin bir ilişki kurmaları beklenmektedir. Politikacılar, sadece verdikleri sözleri tutmanın da ötesinde kendilerine karşı dürüst olmak zorundadırlar.

Popülist politikacılar güvenilirliğe verilen değeri kendi avantajlarına çevirmekte oldukça hızlı hareket etmişlerdir. Doğru olmak için çabalamak yerine, ‘‘yalanlar halkın çıkarları için söylendiği sürece’’ yalancı olarak gösterilmelerinin umurunda olmama noktasına kadar kendilerinin dürüst (ya da içgüdüsel olarak doğru olan halkın tecrübelerine bağlanarak) olduklarını göstermişlerdir. Popülistler ya büyük bir kayıtsızlıkla yalan söylediklerine dair kanıtları ortadan kaldırmaya eğilimlidirler (evet, bunu söylemiş olabilirim, fakat ne olmuş ki?), ya da sistemle oynama arzularını, küstahlıklarını göstermek amacıyla yalanlarını abartırlar ve aldatılanların sözde ikiyüzlülük veya aptallıklarını öne çıkarırlar.  

 

Popülist güvenirlik, aslında iddia edilen kadar iyi olmak değil, insanların sizi hayal edebileceği kadar utanmaz bir kötü olmak hakkındadır. Utanmazlık, popülizmin değeri düşürülen güvenirlik formudur.

 

Beklentiler ne kadar yüksekse yalanlar da o kadar büyük olmaktadır: popülistler iktidara yaklaştıkça kurallar acıtıcı olmaya başlar ve kurumlar kendilerini yeniden konumlandırırlar ve böylece büyük ve tahripkâr yalanlar öne çıkmaya başlarlar. Eğer kurumların bir parçası olunamıyorsa paramparça edilirler. İster kraliçeyi yanlış yönlendirmek olsun veya Salvini olayında olduğu gibi insanların sosyal medya hesaplarına doğrudan video yorumları göndermek olsun, olan bitenler tamamen gerçekliğin alternatif bir versiyonunu yaratmaya yöneliktir.

Bütün bu yalanların azalan getirileri var mıdır? İki faktör söz konusudur. Bunlardan birincisi, seçmenlerin hoş göreceği yalanların bir sınırı olup olmadığıdır ve bunun hakkında henüz mutabık kalınmamıştır. Yapılan anketler, Johnson ve Salvini’ye olan desteğin azalmadığını göstermektedir. Aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ -Freiheitliche Partei Österreichs), seçmenler parti lideri Heinz-Christian Strache’yi hükümetin yıkılmasına yol açan bir yolsuzluk skandalı nedeniyle açık bir şekilde cezalandırdığından genel seçimlerde üçte bir oranında oy kaybetmiştir. Bu sonuç, FPO’nun, modern popülistlerden ziyade eski moda politikacılar gibi davranarak bir bedel ödediği anlamına gelebilir. Eğer Strache, Berlusconi/Johnson tarzı çok daha utanmaz bir tutum sergileseydi FPO çok daha iyi bir sonuç alabilirdi. Ne de olsa önemli olan kötü davranışlara sahip çıkmaktır.

 

Salvini’nin şimdilik İtalya’da yönetimden uzaklaştırıldığı doğrudur, fakat bunun nedeni onun taktiksel olarak boyundan büyük işlere kalkışmış olması olabilir. Ve eğer Johnson, parlamentoyu kapatması nedeniyle anayasa mahkemesinin kararıyla zarar görürse bunun nedeni onun parlamento ve yargının gücünü hafife almış olmasıdır.

 

Popülistlerin palavralarından elde edebilecekleri avantajları sınırlandırmanın belki de sonuçta ana akım politikacı ve kurumların maharetleriyle daha fazla ilgisi olabilir. Örneğin; Avrupa Birliği’nin göç yönetimi kurallarına yeni yaklaşımı Avrupa’nın popülist hareketinin geri adım atmasına yardımcı olabilir. Oy verenler yalanlardan rahatsız olmasalar da popülist partiler basit bir şekilde kendilerini bir anda devre dışı kalmış bulabilirler.

İkinci mesele ise politik kültürdür. Bütün popülistlerin DNA’larında yalancılık vardır, fakat kendi yarattıkları kültürel şartlarda mevcut değildir. Hollanda gibi doğruluk (veya açık sözlülük) ve güvenilir olmanın değer verildiği bir kültürde, politik dürüstlük ve çok kültürlülük etrafındaki tabuları yıkmak, güvenilir olduğunu iddia etmenin ahlaksızca etkili bir şeklidir. Türbanı suçlayıcı ve İslam dini hakkındaki iğneleyici konuşmalarıyla Geert Wilders, dürüst Hollandalı iddiasıyla eşleşince acayip bir ifade ustası olup çıkmıştı.

 

Şeffaflığın politik yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğu İskandinav ülkeleri gibi güvenilir siyasi kültürlerde, örneğin (İsveçli politikacılar hiç şüphesiz vergi iade ayrıntılarını paylaşmaktadır) meseleler çok daha enteresandır. Bir taraftan yalan söylemek diğer yerlere oranla daha fazla yasaktır. Fakat popülist partilerin Danimarka ve İsveç’te yaptıkları gibi ana akım partileri basit bir şekilde yalan söylemekle suçlamak, ana akım partilerin normlarından kopmak isteyen seçmenlere çekici gelebilir. Almanya’da bunun değişik bir şekli mevcuttur: ırkçı ve etnik dışlamanın geçmişin ürkütücülüğünü böylesine hatırlattığı bir politik kültürde aşırı sağcı AfD parti Almanya’nın en karanlık günlerini hatırlatan sadece birkaç basit ifade ve referanslar kullanarak karıştırıcı bir şekilde otantik etiketi kazanabilir.

 

Aksine, İtalya gibi kuşkuculuk ve şüpheciliğin yüksek olduğu siyasal kültürlerde politikada tercih edilen zaten inanmamaktır, yani Salvini’nin yapabileceği en kötü hata kendi palavralarına inanmaya başlaması olmuştur. Yeni seçimler için çağrı yaptığında ve koalisyon ortaklarına karşı iktidarı ele geçirme hamlesinde çok fazla ileri gitmiştir. Yalan söylemenin seçim maliyeti çok az olabilir (Silvio Berlusconi’yi hatırlayın), fakat insan kendi fikirlerine körü körüne inandığında ödenmesi gereken yüksek bir bedel vardır.

 

İroninin tercih edilen bir seçenek olduğu Birleşik Krallık, belki de popülizmin en tehlikeli olduğu yerdir, çünkü kimse iş işten geçmeden popülizmi ciddiye almaz. Nigel Farage ve Johnson’un aslında söylediklerini yapmak istedikleri siyasetin çoğulcu tarafındaki çok az insan tarafından anlaşıldı. Diğer bir ifadeyle onlar ironik değillerdi. İngiliz yönetim sisteminin bütün gelişmişliğine rağmen, günümüze kadar çok az insan onların güvenilirliklerini olması gerektiği kadar ciddiye aldılar.

 

Oy verenlerin popülist yalanlara neden inandıklarını ve neden onlar tarafından sürekli olarak dolandırılmalarına olanak tanıdıklarını sormayı artık bırakmamız gerekmektedir. Çünkü inanmıyorlar ve kandırılmalarına izin vermiyorlar. Popülist yalan söylemenin amacı insanlar tarafından inanılmak değildir. Sadece iş işten geçtikten çok sonra, yalan söyleme ve utanmaz davranış politikasının, popülizmin aşındırıcı ideolojisinin güçlü unsurları olduklarını kavrar gibi görünüyoruz.

 

Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Yazıda ifade edilen duygu ve düşünceler Sayın Catherine Fieschi’ye aittir. Yazının çevrilerek paylaşılması ifade edilen duygu ve düşünceleri Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin paylaştığı anlamına gelmemektedir. Yazının orijinal metnine aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.

 

Siyasal Düşünce Ansiklopedisi’nde popülizm; ‘‘siyasal halkçılık, halka yönelik bir çağrıya dayalı tutum, etkinlik ve teknikler kümesi’’ olarak tanımlanmakta ve popülizmin seçkinlere, temsili demokrasiye, toplum içinde farklılığa, bireyciliğe karşı olduğu, halkın tümü adına konuştuğu öne sürülmektedir.

 

Günümüzde birçok lider tarafından kullanılan popülist söylemlerin gerçekliğini sorgulamak ve bu söylemlerin popülist liderlerin kendi seçkinliklerini gizlemek maksadıyla bir kılıf olup olmadıklarını irdelemek ‘‘sazan’’ olmayı engeller. Halkın tümü adına konuşan popülist fırsatçılar aslında temsili demokrasiye, toplum içindeki farklılaşmaya ve bireyciliğe karşıdırlar.

 

Halkın tümü adına konuştuğunu iddia eden seçkin liderlerin kendi seçkinliklerini gizleyerek halkın tümü ile özdeşleştikleri külliyen yalanlarına asla inanmayınız. Popülist liderin devleti ele geçirmesine, denge-kontrol mekanizmasını zayıflatma veya ortadan kaldırmasına, yandaşlarını kayırma ve muhalefeti toplumun gözünden düşürme gayretlerine prim verilmemeli ve bütün olumsuzlukları ‘‘dış güçler’’ olarak tanımladığı muhaliflere yüklemesine de engel olunmalıdır.

 

Federico Finchelstein tarafından kaleme alınan, Ali Karatay tarafından dilimize çevrilen ve İletişim Yayınları tarafından 2019 yılında yayımlanan, Faşizmden Popülizme adlı kitapta: “Popülistlerin ampirik bir gözlem yapmak gibi bir dertleri de yoktur, bunun yerine ilgilerini gerçekliğin kendi ideolojilerinin çeşitli gerekleri doğrultusunda gözden geçirilmesine ya da yeniden kurgulanmasına yöneltirler. Popülist rüyalar âleminde yaşayan liderler, rejimler ve taraftarlar, beğenmedikleri her şeyi medyanın yalanları; halka, lidere ve ülkeye karşı düzenlenmiş iç ve dış komplolar olarak teşhir ederler. Popülizm işte tam olarak bu noktada doğrudan doğruya, faşizmin, hakikati ampirik olarak saptamayı reddetme şeklindeki klasik tavrıyla buluşur.”

 

https://www.theguardian.com/commentisfree/2019/sep/30/europe-populist-lie-shamelessly-salvini-johnson

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.