savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,4746
EURO
36,4066
ALTIN
2.957,53
BIST
9.356,86
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
17°C
Ankara
17°C
Hafif Yağmurlu
Cuma Hafif Yağmurlu
17°C
Cumartesi Karla Karışık Yağmurlu
2°C
Pazar Karla Karışık Yağmurlu
2°C
Pazartesi Az Bulutlu
2°C

Türkiye-İsrail İlişkileri

Türkiye-İsrail İlişkileri
A+
A-

 

Türkiye-İsrail İlişkileri

 

Avrupalılar Yahudilere karşı işledikleri suçların bedelini ödemek zorundadır, bu bedeli anavatanları ellerinden alınan Filistinliler ödemiştir ve ödemeye de devam etmektedir.

Ercan Caner, Sun Savunma Net, 21 Ocak 2020

Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Halkı adına ‘‘Courage to Care’’ ödülünü alırken.

İsrail devletini ilk tanıyan Müslüman ülke Türkiye’dir. Türkiye’den sonra İsrail’i tanıyan ikinci Müslüman ülke ise İran’dır. 1948 yılında kurulmasından itibaren 1979 yılındaki İran devrimi ve Pehlevi hanedanının yıkılmasına kadar olan süreçte İran ile İsrail arasındaki ilişkiler çok yakındır.

Türkiye 28 Mart 1949 tarihinde, resmi olarak İsrail devletini tanır. 1950 yılında Tel Aviv’de ilk diplomatik misyonunu görevlendirir. Sonrasında iki ülke arasındaki ilişkiler 1956 yılında İsrail’in Süveyş Kanalını işgali, 1967 yılında Kudüs dâhil geniş Arap topraklarının işgali, 1980 yılında Kudüs’ün başkent ilan edilmesi ve 2010 yılındaki Mavi Marmara olayı sonrasında olduğu gibi iniş ve çıkışlarla geçer. 2010 yılındaki Mavi Marmara olayında olduğu gibi bir formül hep bulunur. 2013 yılında Netanyahu özür diler ve 2016 yılında Türkiye’nin, Mavi Marmara kurbanlarının ailelerine tazminat ödenmesi dâhil, ilişkilerin normalleştirilmesi yönündeki ricasını kabul eder.

Her insan evini ve ailesini savunma hakkına sahiptir, bununla beraber Batının gözünde vatanları çalınan bir Filistinlinin onu Yahudilere karşı savunma hakkı yoktur. Özellikle yüzyıllar boyunca Yahudi vatandaşlarına eziyet eden Avrupalılar suçluluk duygusuyla yaptıklarının pişmanlığını hissediyor olabilirler. Bu suçluluk duygusu İsrail’in savaş suçlarının örtülmesinin nedeni olabilir. Avrupalılar Yahudilere karşı işledikleri suçların bedelini ödemek zorundadır, fakat ne yazık ki bu ödeme bugüne kadar suçu işleyenler tarafından yapılmamıştır. Bu bedeli anavatanları ellerinden alınan Filistinliler ödemiştir ve ödemeye de devam etmektedir.

David Ben-Gurion ve Adnan Menderes. Türk-İsrail ittifakının başlangıcı. 1958

Arap milliyetçiliğine karşı çıkan her kuvvet İsrail’in potansiyel müttefiki olarak görülmektedir. Ülkelerindeki Müslüman çoğunluğun boyunduruğu altında ezilen Lübnan’daki Marunîler, Suriye’deki Dürzîler, Irak’taki Kürtler ve Sudan’da yaşayan Hıristiyanlar İsrail’in potansiyel müttefikleridirler. Müslüman olsa da her zaman Arap olmadığı için övünen Türkiye de İsrail’in potansiyel bir müttefikidir. Mossad ajanları 1930’lu yıllardan itibaren Irak Kürt köylerinde cirit atmaya başlamıştır. Bağımsız bir devlet kurmak için mücadele eden Iraklı Kürtler 1960’lı yıllarda İsrailli askeri danışmanlar tarafından eğitilmeye başlanmıştır. Bu proje ABD ve İran Şahı tarafından desteklenmiştir.

İran Şahı, İsrail ile hiçbir zaman resmi diplomatik ilişkiler tesis etmemiş, fakat İsrail’in Arap komşularıyla savaşına saygı göstermiş, İsrail’e petrol vermiş ve İran havayollarına ait uçaklarla Yahudi mülteciler İsrail’e taşınmıştır.

Başbakan David Ben-Gurion 06 Temmuz 1951 tarihinde Tel Aviv’e girerken. Foto:  Teddy Brauner / Flickr

Türkiye ile 1948 yılında kurulan İsrail devleti arasındaki ilişkilere bakıldığında; ABD ve İngiltere’nin katkılarıyla İran-İsrail ittifakına Türkiye de eklenmiştir. Haziran 1958 tarihinde İsrail ve Türkiye istihbarat servisleri gizlice görüşürler, 29 Ağustos 1958 tarihli Türk gazete başlıklarında El Al’a ait bir uçağın mekanik bir arıza nedeniyle Türkiye’nin başkenti Ankara’ya zorunlu iniş yaptığı yer almaktadır. Uçakta İsrail Başkanı David Ben-Gurion ve Dışişleri Bakanı Golda Meir bulunmaktadır, ikilinin Türkiye Başbakanı Adnan Menderes ile yaptıkları görüşme, sonradan Türkiye-İsrail ittifakının başlangıcı olarak kabul edilecektir. Toplantının somut sonucu Mossad ile MİT arasındaki resmi fakat çok gizli anlaşmadır. Mossad aynı tarihlerde İran gizli servisi Savak ile de benzer bir anlaşma yapmıştır. 1958 yılı sonunda üç gizli servis Trident olarak adlandırılan resmi bir iş birliği ağı oluştururlar.

İki ülke de bölgede etkisi artan Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’dan çekinmektedirler. Gurion, ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower’a yazdığı 24 Temmuz 1958 tarihli mektupta: ‘‘Arap Orta Doğusunun Sovyetlerin büyük gücünün desteğiyle Nasır’ın etkisine girmesi Batı dünyası için çok ciddi sorunlar yaratacaktır.’’ ifadelerini kullanmıştır.

David Ben-Gurion, Türk tarafının yapılan görüşmeyi ve iki ülke arasında başlayan ikili ilişkileri gizlemesinden acı duymaktadır. ‘‘Türkiye bize metres gibi davranıyor. Fakat biz çoktan evlendik ve Türkiye bunu kabul etmiyor.’’ sözleriyle Türkiye’nin tutumundan yakınmaktadır. Türk tarafı ise Türk-İsrail ortaklığını açıklamanın çok riskli olduğunu değerlendirmektedir.

O tarihten günümüze kadar Türkiye ve İsrail arasında, zaman zaman iç ve dış baskılar nedeniyle ilişkiler resmi olarak kesilse de samimi politik, ticari, kültürel ve hatta askeri bir beraberlik yaşanmaktadır.

Milenyumun başlamasıyla Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerde köklü bir değişiklik meydana gelmiştir. Her iki ülkede de tutucu partiler iktidara gelmiştir. İlişkilerde belirgin bir duraklama sonrasında 2005 yılında Türk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İsrail’i ziyaret etmiş ve bu ziyareti esnasında, Orta Doğu barışı için arabuluculuk yapmaya ve İsrail ile ticari ve askeri bağları geliştirmeye hazır olduğunu beyan etmiştir.

Başbakan Ariel Sharon ile yaptığı görüşmede Recep Tayyip Erdoğan, Yahudi aleyhtarlığını ‘‘insanlık suçu’’ olarak nitelendirmiştir. 2006 yılında İsrail Dışişleri bakanı Türkiye ile olan ilişkilerini ‘‘mükemmel’’ olarak nitelendirmiştir. Kasım 2007 ayında İsrail Başkanı Shimon Peres, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir konuşma yapmıştır.

İki ülke arasındaki ilişkiler doruk noktasındayken 21 Aralık 2008 tarihinde Ehud Olmert Başbakan Erdoğan ile bir görüşme yapmak için Türkiye’ye gelmiştir. Eski bir yetkilinin iddialarına göre; Erdoğan, İsrail ile Suriye arasındaki dolaylı görüşmelerde arabuluculuk görevini yürütmektedir. Her şey çok iyi gitmektedir, ikili uzun süre görüşürler. Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Bashar al-Assad ile görüşürken odada Olmert de vardır. İsrail ve Suriye devletleri, Golan Tepeleri üzerinde uzlaşmaya ve bir barış antlaşması imzalamaya da hazırdırlar.

Operation Cast Lead

Bu görüşmeden sadece altı gün sonra İsrail, Gazze Şeridine 22 gün sürecek ‘‘Operation Cast Lead’’ adını verdiği harekâtı başlatır. Aldatıldığını düşünen Erdoğan çılgına döner ve olayı kişiselleştirir. Eski yetkilinin iddialarına göre Erdoğan, bütün çabalarının çöpe atıldığını düşünmektedir. Bu yetkili, Olmert’in Türkiye ile ilişkileri geliştirmek kadar Suriye ile barış antlaşması imzalama niyetinde samimi olduğuna inanmaktadır.

Van minüt krizi

Sonrasında Erdoğan’ın patladığı Davos olayı yaşanır. ‘‘Sayın Peres benden yaşlısın, sesin çok yüksek çıkıyor, biliyorum ki sesinin bu kadar çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir, benim sesim bu kadar yüksek çıkmayacak. Bunu da böyle bilesin. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz, plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum… Tevrat altıncı maddesinde der ki, öldürmeyeceksin, burada öldürme var… Benim için de bundan böyle Davos bitmiştir, daha Davos’a gelmem. Bunu da böyle bilesiniz.’’ açıklamalarını yapar. İsrail medyası gerçekten şok olmuştur. Fakat sonrasında Erdoğan tepkisinin Peres’e değil, toplantıyı yöneten moderatöre olduğunu açıklar.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Davos Zirvesi sonrasında düzenlediği basın toplantısında ‘‘Herhangi bir şekilde ne İsrail halkını ne Cumhurbaşkanını Peres’i ne de Musevi halkını hedef aldım. Aksine bugün öğlenleyin yapılan panelde de bu akşam yapılan panelde de antisemitizmin bir insanlık suçu olduğunu ifade eden bir başbakan olduğumu, bir lider olduğumu tekrar hatırlattım. Benim tabi ki burada tavrım moderatöre olmuştur. Toplantı moderatörüne karşı bir tepki ortaya koydum. Bitmek üzere olan toplantıyı da terk ettim’’ açıklamasını yapmıştır.

İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu, 31 Mayıs 2010 günü yapılan Mavi Marmara saldırısına katılan deniz komandoları ile konuşurken. Atlit Deniz Üssü, 26 Ekim 2010.

Alçak Koltuk Krizi

2010 yılında ilişkiler ‘‘alçak koltuk krizi’’ nedeniyle yine gerginleşir. Bir Türk dizisinde İsrail güvenlik kuvvetleri çocukları kaçırmakta ve yaşlı erkekleri öldürmektedir. Başka bir dizide de İsrail güvenlik kuvvetleri zalim olarak gösterilmektedir. İsrail Dışişleri Bakan vekili Danny Ayalon Türk büyükelçisi Ahmet Oğuz Çevikel’i alçak bir koltuğa oturtur ve görüşme başlamadan önce de bu durumu kameramanlara özellikle gösterir.

Mavi Marmara Olayı

Sonrasında Mavi Marmara olayı patlak verir, Erdoğan’a yakın kaynaklar onun Gazze limanına demir atma fikrine karşı olduğu açıklamasını yaparlar. Erdoğan İHH yetkililerini kendisinden izin almadıkları için azarlar. İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye çalışmaktadır. Sonrasında Türk ve İsrail heyetleri Cenevre, Bükreş ve Roma’da görüşürler. Türk tarafı özür ve tazminat talep ederken, İsrail tarafı ise Mavi Marmara baskınına katılan askerler hakkındaki suçlamaların kaldırılmasını istemektedir. Uzun görüşmeler sonrasında Obama devreye girer ve Netanyahu Erdoğan’ı arayarak özür diler. Erdoğan özrü kabul eder ve İsrail’e karşı hiç bir kızgınlığı olmadığını dile getirir.

İsrail ile Türkiye arasında ilişkilerin normalleştirilmesi görüşmeleri sürerken, ilişkilerin onarılmasını isteyen tek ülke ABD değildir. Bir Türk yetkilinin iddialarına göre Bashar al-Assad da Mavi Marmara olayının hemen sonrasında arayarak İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesini talep emiştir.

Recep Tayyip Erdoğan sonradan 2011 yılında CNN Türk televizyonunda “Tabii bir şımarık çocuk havası var İsrail’de. Ama bu süreç, 31 Mayıs 2010 Mavi Marmara olayı, uluslararası sularda gerçekleşen bu saldırı, bir defa hiçbir uluslararası hukuk kuralına uygun değildir. Aslında bu bir savaş nedenidir. Fakat biz Türkiye’nin büyüklüğüne yakışanı yapalım diyerek, bunu sabırla karşıladık” açıklamasını yapacaktır.

Hamas da ilişkilerin düzeltilmesi yönündeki görüşmeleri protesto etmez. Üst düzey bir Hamas yetkilisi Türkiye’nin İsrail üzerindeki baskı gücü nedeniyle, İsrail ile diplomatik ilişkilerini sürdürmesini tercih ettiklerini açıklar. Suriye savaşı ilerledikçe ve İran’ın bölgede nüfuzu artarken iki ülke birbirlerine daha da yaklaşırlar ve uzun süren gerilim sonrasında iki ülke ilişkilerini normalleştirme hususunda anlaşırlar.

Türkiye dâhil, Orta Doğu’da cereyan eden bütün olayları değerlendirirken ‘‘Orta Doğu için Siyonist Plan’’ başlıklı dokümanı elinizin altında bulundurmanızı tavsiye ediyorum. Daha fazla söze gerek yok, Oded Yinon her şeyi zaten açıklıyor…

Ariel Sharon’un sözleriyle bitirelim: ‘‘Ne zaman bir şey yapsak bana Amerika şunu yapacak, bunu yapacak diyorsunuz. Size çok net bir şey söylemek istiyorum; Amerika’nın İsrail üzerine baskı yapmasından korkmayın. Yahudi halkı olarak, biz Amerika’yı kontrol ediyoruz ve Amerikalılar da bunu biliyorlar.’’

 

Yorumlar
  1. Rıdvan dedi ki:

    Ellerinize sağlık. Çok güzel bir özet olmuş.