Yazan: Alican TÜRK
Yeni infaz düzenlemesinin gündemde olduğu bu günlerde Corona vesilesiyle eve kapanmışken uzun zamandır aklımı ve vicdanımı çok rahatsız eden “cezaevlerindeki bir grup askerle ilgili” bir konuyu yazmak istedim.
Konuya önce 2006 – 2014 arası kumpas günlerini hatırlayarak başlayalım…
Hatırlarsanız o günlerde askerlerle ilgili Şemdinli, Atabeyler, Malatya – Zirve, Arınç’a suikast- Kozmik Oda, Oda TV, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk ve en son 28 Şubat kumpas davaları zincir şeklinde peş peşe sıralanıyordu. Aralarında Genelkurmay Başkanlığı yapmış olanlar da dahil pek çok emekli ya da muvazzaf general, subay, astsubay gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Toplum şoktaydı. Kim ne oluyor bilmiyor, anlam veremiyor, ama “Taraf gazetesi şefliğindeki Yandaş Medya Orkestrası”ndan topluma sürekli sözde suikast, bombalama, darbe içerikli haberler enjekte ediliyordu. TSK’nın itibarsızlaştırılması ve susturulmasını hedefleyen son derece etkili psikolojik harekât planları yürürlüğe konmuştu ve ustalıkla yönetiliyordu. (Her ne kadar o süreçte yürütülen planlı faaliyetler sivil literatürde “Algı Operasyonu”, “Toplum Mühendisliği” vb. adlarla anılmaktaysa da askerî literatürde buna “Psikolojik Harekât”, hatta psikolojik harekâtı da kapsayan bir üst versiyonu olarak “Bilgi Harekâtı” adı verilir.)
Yoğun dezenformasyon bombardımanlarıyla oluşturulan algı şuydu: Askerler AKP iktidarı işbaşına geldiğinden beri iktidarı devirmek için derin devleti (!) kullanarak yasadışı dolaplar çevirmişler ve / veya çeviriyorlar; iktidar da bu yapılanmayı tespit etmiş ve darbeciler hakkında gereğini yapıyor.
Gözaltına alınan, tutuklanan ve cezaevine atılan askerler de şaşkındı… “Hoop, ne oluyor, bizim üzerimize atılan bu suçlarla bir ilgimiz yok, nereden çıktı cami bombalamak, kendi uçağını düşürmek? ‘Darbe semineri’ diye söylenen seminerde asla darbe falan konuşulmadı, yanlış yapılıyor” diye çırpınsalar da; bazısı o seminere katılmadığını, bazısı suç tarihi olarak gösterilen tarihte Türkiye’de bile olmadığını vs. vurgulayıp ifadelerini somut belgelerle kanıtlasalar da, oluşturulan bilgi atmosferi altında ne seslerini duyurabildiler ne dertlerini anlatabildiler ne de insanları kendilerine inandırabildiler. Yapayalnız kaldılar. Herkes onları gerçekten darbe planlayıcısı ve kendi camiini bombalayacak, kendi uçağını düşürecek kadar gözü dönmüş caniler olarak gördü.
Ta ki 17/ 25 Aralık 2013’e kadar…
O tarihe kadar FETÖ ile el ele, kol kola, yanak yanağa, kucak kucağa olan, “ne istedilerse veren” iktidar, 17/25 Aralık sürecinde çıkar kavgasına tutuşunca, askerlere yönelik davaları en yetkili ağızlardan “kumpas” olarak tanımlamaya başladı.
Böylece davalar birer birer düştü, sanıklar beraat etti.
Beraat ettiler de, o zamana kadar 5 yılı aşkın süre cezaevinde yatanlar oldu.
Düşünün ki tamamen suçsuz günahsız olmanıza rağmen 5 yıl boyunca demir parmaklıklar arkasındasınız… Sesinizi duyuramıyor, derdinizi anlatamıyor, insanları masumiyetinize inandıramıyorsunuz… Hatta öyle ki, FETÖ’cü polislerin, savcıların, bilirkişilerin sizi içeride tutmak için sahte delil uydurduklarını, belgeler üzerinde tahrifat yaptıklarını vs. bütün çıplaklığıyla hâkimlerin önüne koymanıza rağmen, hâkimler sizi içeride tutmaya devam ediyorlar ve bu bariz tuhaflığı dahi kimseye anlatamıyorsunuz.
İşte bütün o kumpas davalar sürecinde bu durumları yaşadık.
Şimdi gelelim bugüne…
Türkiye 2016’nın 15 Temmuz’unda bir ihanet kalkışmasına sahne oldu. 17/25 Aralık’ta amacına ulaşamayan FETÖ bu kez yıllardır gizli gizli TSK içine yerleştirip büyüttüğü müritleri ve sivil uzantıları aracılığıyla doğrudan silah kullanarak iktidarı devirmeye kalktı. Allah’tan TSK içinde FETÖ’cü olmayan, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e gönülden bağlı personel darbecilerden çok daha fazlaydı. Bu personel darbeci komutanların esas niyetlerini anladıkları andan itibaren derhal karşı koydular, darbecilerle mücadeleye giriştiler, araçları bozdular veya silah sistemlerinin çalışmasını engellediler. Sonuçta vatandaşların da desteğiyle FETÖ bir kez daha yenilgiye uğratıldı.
Ardından darbeye kalkışan personel tek tek toplandı, tutuklandı, cezaevlerine atıldı.
Fakat bu süreçte bir gariplik vardı.
İhanet kalkışmasını planlayıp doğrudan eylemlerin içinde yer alan FETÖ müridi TSK personelinden başka, o gece neler olduğunu bilmeyen, “alarm tatbikatı var” denilerek, “terör saldırısı var” denilerek, “sıkıyönetim ilan edildi” vs. denilerek evinden çağrılan yüzlerce, binlerce personel de birliğine gitmişti. Onların bir kısmı aldıkları emirler çerçevesinde kışla içerisinde kaldı, bir kısmı birliğini emredilen yere sevk etti. Olası terör saldırısı nedeniyle takviyeye gittiklerini veya alarm tatbikatı nedeniyle araziye yayıldıklarını vs. sanarak yola çıkanların bir kısmı ne olup bittiğini öğrenince (yani darbeci komutanların esas niyetlerini anlayınca) intikal halindeyken derhal geri döndü veya gece boyunca arazide hareketsiz kaldı vs.. Hatta âmirleriyle kavga etti.
Fakat o kahrolası gece sona erip ortalık sükûnete kavuşunca, kışlalarda bulunan veya evinden kışlasına koşan bütün personel darbe suçlamasıyla tutuklandı.
Ve o gün bugündür cezaevlerindeler. Bir kısmının yargılaması bitti. Ancak duruşmalarda, İç Hizmet Kanunu’nda belirtilen “mutlak itaat” ilkesi gereği, emir gelince tereddüt etmeden kışlalarına gittiklerini, ne FETÖ yapılanması ne de darbe kalkışması ile ilgileri olmadığını, aksine Atatürk ilke ve devrimlerine ve Cumhuriyet’e gönülden bağlı askerler olduklarını, kendilerinin FETÖ’yle bağını gösterebilecek ne okul geçmişi ne bylock ne de ankesörlü telefon vb. iletişiminde hiç bulunmadıklarını, o lanetli gecede kendi birliklerinden atılmış tek bir mermi dahi olmadığını vs. söyleseler de hâkimlere dinletemediler. Çoğu “ağırlaştırılmış müebbet” cezasına çarptırıldı.
Ve o gün bu gündür masumiyetlerini anlatabilmek, seslerini duyurabilmek için çırpınıyorlar. Hem kendileri hem de aileleri…
Ama gözler kapalı, kulaklar tıkalı, ağızlar fermuarlı, yürekler mühürlü… Birkaç yürekli ve vicdanlı insan ve iki- üç gazeteci dışında kimse onları duymuyor, dinlemiyor, inanmıyor, onlarla konuşmuyor. Daha doğrusu dinlemek bile istemiyor, “darbeci” diye kestirip atılıyor.
Yani tıpkı o kumpaslar sürecinde bizim başımıza geldiği gibi… Tıpkı bizlere ve ailelerimize yapılan “vebalı” muamelesi gibi… Nasıl ki bizleri de sorgusuz sualsiz “darbeci” olarak yaftaladılarsa, kabul etti(rdi)lerse, dinlemedilerse, görüp duymak istemedilerse şimdi aynı durum bu ailelerin başında…
Hatta bizden daha da zor durumda olduklarını söyleyebilirim. (Çünkü bu kez işin içinde “kan” var.)
O nedenle, “damdan düşenin halinden yine damdan düşen anlar” misali, kendi tecrübelerimin öğrettikleri ve vicdanımın sesiyle buradan herkese bir çağrı yapmak istiyorum: Lütfen – herkesi değil, ama en azından o asker ailelerini dinleyin, seslerine kulak verin, çırpınışlarını görün!
Şimdi tam da bu noktada birkaç hususa açık olarak değinmek ve tartışmaya açmak istiyorum. Lütfen elinizi vicdanınıza koyarak, aşağıdaki durum ve nitelikleri taşıyan bir personelin “darbeci” olarak değerlendirilip “ağırlaştırılmış müebbet” gibi bir cezaya çarptırılması ne kadar doğrudur?
İşte tekrar soruyorum: Sayılan niteliklere sahip personel “darbeci”sayılabilir mi ve darbeci oldukları gerekçesiyle bunlara “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” verilebilir mi? (DİKKAT! “Ceza verilebilir mi?” diye sormuyorum, “ağırlaştırılmış müebbet cezası verilebilir mi?” diye soruyorum.)
Yukarıda, bugünlerde yeni infaz düzenlemesinin görüşüldüğünü belirtmiştik. İşte yeni infaz düzenlemesinde bu konunun da vicdanî ve doğru şekilde incelenip değerlendirilmesini umuyorum.
Mamafih yeni düzenlemede beni en çok endişelendiren husus, 15 Temmuz ihanetinin yukarıda değinilen ve olaylardan habersiz olarak kışlaya giden personelin üzerine yıkılarak asıl FETÖ’cü darbecilerin kurtarılmaya çalışılacak olmasıdır. Gerçekten de beni bu şekilde düşünmeye ve kaygılanmaya sevk eden bazı gerekçelerim var.
Ve dahi şunu da belirtmek isterim ki, halk arasında, bu hain darbe kalkışmasından sonra TSK içinde Atatürk’e ve Cumhuriyet’e bağlı birçok personelin de FETÖ’cülük bahanesiyle TSK’dan uzaklaştırıldığına yönelik yoğun bir algı var. Söylemedi demeyin!
Evet, Balyoz kumpasında yaklaşık 4 yıl cezaevinde kalan (E) Alb.Mustafa ÖNSEL mevcut durumu “kanlı çuval” olarak niteliyordu. O da masum olduğu halde, FETÖ’yle asla ilgisi olmadığı halde darbeye adı karıştırılan personel olduğunu savunup, suçlu ile suçsuzun, darbeci ile darbeci olmayanın birbirinden ayrılması gerektiğine yönelik birçok yazı yazmıştı.
Tamamen aynı görüşteyim. Özellikle “FETÖ kriterleri”nin halen yargılanan bütün personele tek tek uygulanması gerektiğini, suçlu ile suçsuzun, hain ile mazlumun mutlaka birbirinden ayrılması gerektiğini, gerçek adaletin sağlanmasını savunuyorum.
Seslerini duyurmaya çalışan bir grup aile de aynısını istiyor: ADALET!
peki tüm kriterlere sahip olanlar ve buna rağmen darbeyle alakası olmayanlar ne olacak . ceza ise tmm. ama müebbet vermek ne kadar doğru. adalet gerek adalet. eksik yazı olmuş değerli alican bey. kapsamı biraz genişletebilirsiniz. kriterleri olanları darbeci diye yorumlayabilirsiniz bu yazı ile. burada bir olcu olması gerek