Yazan: Osman Başıbüyük, Sunsavunma
BALKAN SAVAŞLARI
Önceki 2 bölümde müneccimlerin başımıza ne işler açtığını, Almanların Büyük Oyununu, Cihad ve İttihat-ı İslam projesini, içeriden adam devşirme yöntemlerini, Rus-Japon Savaşı’nın tarihimizdeki önemini, Osmanlı’yı paylaşma projesini, ilk Cihad denemesi Trablusgarp Savaşı’nı farklı bir bakış açısıyla anlatmıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Tekrar tarihin tozlu sayfalarına geri dönelim. 8 Ekim 1912’de İngiliz, Fransız ve Rusların kışkırtmasıyla Bakan Savaşları başlayınca Libya’daki Türk subaylarının çoğu İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Libya İtalyanlar teslim oldu.
Balkan Savaşları tarihimizin en acı yenilgisidir. Bulgarlar, Edirne ve Çatalca önlerine kadar gelmişken içeride İttihat ve Terakki Fırkası (Partisi) ile muhalifi Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasında ölümüne bir çekişme vardı. Çekişmenin perde arkasında yatan asıl sorun, Musul’da petrol bulunmuş olmasıydı. Almanlar, Halep’ten direk Bağdat’a gitmesi planlanan Berlin-Bağdat demiryolunun güzergahını Musul’a doğru çevirip, Deutsche Bank güzergahın 20 km sağ ve solundaki yeraltı-yer üstü tüm doğal kaynakların işletme imtiyazını alınca, İngilizler Balkan Savaşını tetiklemişti. İstanbul’daki iki parti farkında değildi ama aslında Osmanlı’nın zenginliklerini Almanlar mı yoksa İngilizler mi sömürsün kavgası yapıyorlardı.
İttihatçılar, Sadrazam (Başbakan) Kâmil Paşa’nın Edirne’yi kurtarmak ve savaşı lehimize çevirmek için İngilizlerle anlaşacağı endişesine kapılmıştı. Bu sebeple İngilizci olarak düşündükleri Kâmil Paşayı devirmeye karar verdiler. Almancı Binbaşı Enver Bey ve arkadaşları, 23 Ocak 1913’te Bab-ı Ali’yi (Hükümet Konağı) basarak Sadrazam Kâmil Paşa’yı istifa ettirdi. Baskına aktif olarak katılanlar arasında Talat Bey, Yakub Cemil, Mustafa Necip, Sapancalı Hakkı, Mithat Şükrü Bey ve Filibeli Hilmi vardı. Darbeciler, kendilerine yakın gördükleri Mahmud Şevket Paşa’yı iktidara getirdi.[37[ 17-25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimleri de benzer bir sebeple yapılmadı mı? Türkiye, Amerika’dan uzaklaşıp Rusya’ya yanaşınca birileri düğmeye basmadı mı? Neyse konumuza dönelim. Kısa süre sonra 27 Ekim 1913’te Limon von Sanders komutasındaki Alman heyetiyle 5 senelik hizmet sözleşmesi imzalandı.[38] Müneccimler bize akıl vermeye devam edecekti.
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Osmanlı topraklarındaki petrolü paylaşma konusunda çekişmekte olan İngiltere ve Almanya arasında sıkışmış kalmıştı. Almanya, onun Alman çıkarlarını İngiltere baskılarına karşı korumakta yetersiz olduğu kanısındaydı.[39] Mahmut Şevket Paşa, 11 Haziran 1913’te bir suikastla öldürüldü. Aman ha suikast timlerine bugün de dikkat. Herkes suikastta İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin rolü olduğunu düşünüyordu. Gizli bir örgüt, Sadrazamı öldürmüştü! Arkasından dönemin padişahı gibi bir kukla olacak Said Halim Paşa, iktidara getirildi.[40] Bundan sonra İttihat ve Terakki’nin üç önderi Enver, Cemal ve Talat Beyler tüm yönetime hâkim oldular.
Artık Galata Köprüsü üzerinde gazeteci öldürülüyor, muhalif aydınlar Sinop’a sürülüyor, Osmanlı İmparatorluğu tek parti diktatörlüğü altında çöküşüne doğru yol almaya başlıyordu. Yazılı hemen hemen hiçbir belge olmadan, Teşkilat-ı Mahsusa “TURAN’a gidilecek” aldatmacasıyla var gücüyle propaganda yapıyordu. [41] Benzer süreçler benzer sonuçları doğurur bunu unutmayın.
TÜRKİYE’DE PARTİ NASIL KURULUR?
İttihat ve Terakki kapalı kapılar arkasında gizlice kurulmuş bir cemiyetti. Amacı “tek adam yönetimi”nden kurtulmaktı. Ki o zaman iktidar da II. Abdülhamid vardı. İttihatçılar ülkenin anayasal meşrutiyetle yönetilmesini istiyordu. Dönemin zenginleri, seçilmiş meclis yoluyla iktidara ortak olmak ve anayasayla kendilerini hukuki güvence altına almak istiyordu. Gerçekten de tek adam yönetiminde (mutlakiyet) yatırım yapmak ve sermaye birikimi yoluyla ülkeye hizmet etme imkânı yoktu. Padişah, kendisine tehdit oluşturacak kadar güçlenmiş bir zengini sürgüne gönderip, servetine el koyabiliyordu. Meşrutiyet yönetimi ve anayasa, zenginlerin mal ve can güvenliğini emniyete almaları için bir zorunluluktu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne inanç ve etnik köken ayırımı yapılmadan sivil-asker bütün Osmanlı uyrukları kabul ediliyordu. Her üye, girişte 5 maddeden oluşan bir yemin etmek zorundaydı. Yeminin son maddesi, bütün vatandaşların hayat, mal ve onurunu koruma sorumluluğu getirmekteydi. Hatta söylediklerine göre parti bir ayaklanma durumunda yabancıların mallarını korumak ve Avrupa’nın müdahalesini engellemek için bir tür milis kuvveti de organize etmişti.[42]
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları arasında çok sayıda Mason ve Sabetaist vardı. Mesela Sadrazam yaptıkları Said Halim Paşa, Masondu; Masonluğu babasından almıştı. [43] Binbaşı Enver Bey Bektaşi-Masondu.[44] İttihat ve Terakki’nin ünlü Maliye Nazırı (Bakanı) Cavid Bey, Sabetaist Karakaşi grubunun ruhani önderiydi.[45] Talat Paşa’nın bir bağlantısı var mı? Bilmiyoruz. Türkiye’deki ilk demiryollarını finanse eden demiryolu kralı Baron Mautritz Hirsch, 1873’ün Aralık ayında özellikle Osmanlı Yahudilerinin eğitiminde harcanmak üzere Alyans okullarına 1 milyon frank bağışlamıştı. Talat Paşa, Edirne Alyans okullarında öğretmenlik yapmıştı.[46]
Şimdi bir tespit ile devam edelim. Kapalı kapılar arkasında parti kurma geleneği İttihat ve Terakki ile başlar. Bu durum Atatürk dönemi hariç bugün de böyledir. Önce parti kurma izini alınır veya doğrudan bir parti kurulur ama sonra mutlaka Amerika’ya gidilir, Nakşibendi-Kadiri-Arusi-Melami Şeyhi vasıtasıyla icazet alınır ve ancak bu yolla iktidar olunur. Vatandaş da kendisini en milli en yerli hükümetin yönettiğini zanneder! Mesela bu hükümetler bağıra bağıra İsrail’e küfrederler ama hiçbiri iş icraata gelince en ufak bir hamle bile yapamazlar. Bu icazetle kurulan partiler ne zaman yoldan çıksa hemen seçim oyunlarıyla iktidardan gönderilir; olmadı son çare darbeyle devrilir. Bazen de devrilmek istenen hükümet korkudan akıllanır! Tekrar ne isterseniz yaparım der bu seferde onun iktidarını uzatmak için her türlü entrikayı çevirirler. Önemli olan iktidarda kimin olduğu değil kontrolün kimde olduğudur.
Yine Binbaşı Enver Bey’in hikayesiyle devam edelim. Mahmut Şevket Paşa suikastından sonra Binbaşı Enver Bey hızla yükselmeye başladı. Bingazi Savaşı’ndaki başarılarından dolayı 6 Kasım 1913’te 3 sene zam (kıdem) ile ödüllendirilmişti. Bu arada 17 Kasım 1913 tarihinde Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurdu. Almanların gizli örgütü, artık resmiyet kazanmıştı. Enver Bey yükselişine devam etti, 15 Aralık 1913’te rütbesi bir derece daha yükseltilip Miralay (Albay) nasbedildi. 3 Ocak 1914’te Mirliva (tümgeneral) rütbesine terfi etti. 8 Ocak 1914’te Erkan-ı Umumiye Riyasetine atandı yani Genelkurmay Başkanı oldu. 11 Ocak 1914’te de Harbiye Nazırı İzzet Paşa’nın istifa etmesi üzerine Tümgeneral rütbesiyle Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) oldu.[47] Bu arada 24 Şubat 1914’te Naciye Sultan ile elenerek Saraya da damat oldu. Anlaşılan Saray, bu tehlikeli paşaya kız vererek kendisini emniyete almak istemişti.
Şimdi bir tespit daha yapalım: İttihat ve Terakki, 2 darbe ve 1 suikast ile iktidarı tamamen ele geçirmişti. Aslında suikast ve darbeleri gerçekleştiren gizli bir örgüttü. Bu örgüt sonradan resmileşti, Teşkilat-ı Mahsusa adını aldı. Bir ülkede, istihbaratı ele geçiren, o ülkenin siyasetini de iktidarını da belirler. İstihbarat örgütünün mutlaka silahlı kuvvetlerle de bağlantısı vardır. Şimdi dışarıdan yönlendirilebilen bir istihbarat örgütü düşünün. Bu örgütün Nakşibendi, Melami, Mason tarikatları veya FETÖ benzeri cemaatlerle bağlantısı olsun ve bu ezoterik yapılanmalar sivil toplum örgütü kisvesinde devlet bürokrasisinden, akademik çevrelere, basın yayın kuruluşlarından iş çevrelerine kadar bir ağ ile birbirlerine bağlanmış oluşun. Devleti örümcek ağı gibi saran bu gücün büyüklüğünü düşünün. Bu güç, gerektiğinde darbeyle ama çoğu zaman normal yollarla ülke siyasetini ve iktidarını istediği gibi belirleyebilir. Bu yapılanmaya Türkiye’de insanlar “Askeri Vesayet” adını veriyor. Ama aslında “Askeri Vesayet”in doğrudan askerle bir ilgisi yoktur. Askeri vesayet diye adlandırılan bu mekanizmanın merkezinde her zaman başında “M” harfi olmayan İstihbarat Teşkilatı vardır. “Askeri Vesayet”in içinde asker olarak sadece dışarıdan yerleştirilmiş paşalar vardır. Türkiye’de “Askeri Vesayet”i tesis eden, istihbarat kurumumuz Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurup finanse eden Almanlardır. Askeri Vesayet’e Atatürk döneminde kısa bir süre ara verilmiştir. 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra o dönem adı MAH olan (Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti) İstihbarat Teşkilatımızı finanse edip yönlendiren Amerikalılar, “Askeri Vesayet”i devralmıştır. Bugün eski “Askeri Vesayet”ten kurtulma çabaları devam ederken diğer yandan yenisinin kurulma çalışmaları da tüm hızıyla sürmektedir. İleride yine bahsederiz şimdi bir ara verelim.
37- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-171
38- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-213
39- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-172
40- https://islamansiklopedisi.org.tr/mahmud-sevket-pasa
41- https://m.bianet.org/bianet/siyaset/489-ermeni-tehciri
42- Koloğlu Orhan, İttihatçılar ve Masonlar, İstanbul, 3. Baskı 2002, Eylül Yayınları, S-83
43- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-223
44- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-295
45- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-43
46- Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, Kırmızı Kedi 569, S-121
47- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-10