Yazı ve Fotoğraflar: Olay Salcan, 15 Haziran 2020
Fransa’da şatolar yazı serimin sonuna geldim. Loire bölgesinde bulunan 200 adet şatonun tamamını gezmek, çok zaman alacak bir gezi olacaktır. Bu şatoların bir kısmı, görülmese de olur. Ancak tarihe mal olmuş, burada yaşayanlar ve yaşananlarla öne çıkmış olanların sayısı elliyi geçmeyecektir. Benim de tamamını gezme diye bir planım olmadığından şatolar yazılarımda zamanım el verdiğince gezebildiklerimi sizlere aktarmaya çalıştım.
Şatoları gezerken hep hayal ettiğim; içerisinde yaşanan aşklar, acı, mutlu anlar, ülkelerin kaderini yakından etkileyen verilmiş kararlar, taht oyunları.
Ancak benim en çok merak ettiğim kral ve üst tabakada bulunan insanların Paris’te sarayları ve o muhteşemliği bırakarak ve uzun bir mesafe yol giderek kısa süre de olsa da buralarda yaşamaları. Bunun da nedeninin belki de, tüm sahip oldukları güç ve zenginliğe rağmen hala arayış içerisinde olmaları olduğunu düşünüyorum.
Bu son yazımda sizlere bahçeleri ile şöhret kazanmış Villandry şatosu ile zamanın ünlü birisini ağırlamış Clos Luce Şatosu’nu anlatacağım.
VILLANDRY ŞATOSU
Şunu açıklıkla söyleyeyim ki, 16. yüzyılın başlarında I. Francois’in Maliye Bakanı Jean le Breton tarafından inşa edilmiş, Rönesans mimari tarzının güzel örneklerinden birisi olan Villandry şatosundan ayrılmak istemeyeceksiniz. İç mekanı, katiyetle Cheverny şatosu gibi mükemmel bir şekilde dekore edilmemiş ise de; bahçesi, tek kelime ile muhteşem.
Şatoya, yaklaşık 200 yıl sonra Castellane Markisi sahip olmuştur. Bu tarihten yaklaşık 300 yıl sonra da Fransız Devrimi sırasında şatoya el konulmuş ve 1800’lerin başlarında İmparator Napoleon tarafından kardeşi Joseph Bonaparte’ye verilmiştir.
Bunu takip eden 100 yıllık zaman içerisinde şato, terk edilmiş ve kaçınılmaz son olarak bir harabe haline gelmiştir.
Şatoyu 1906 yılında İspanyol Joachim Carvallo satın almıştır. Bu tarihten itibaren kendisini tamamen Villandry’e adayan Carvallo, bahçeleri Rönesans tarzında dekore ederek bu günkü olağanüstü görsel güzelliği ortaya çıkarmıştır. Halihazırda şatoda torunları yaşıyor ve onun mirasını başarı ile devam ettiriyorlar.
Şatoya 18. yüzyılda sahip olan Kont Castallane, bir süreliğine Osmanlı İmparatorluğu’nda elçilik yaptığı için bu dönemde buradan getirdiği eserleri bir odaya toplamış. Bu odada Divan-ı Hümayun’dan bir sahneyi gösteren tablo da sergileniyor.
Bu şato, aynı zamanda İngiltere ve Fransa arasındaki savaş sonrasında, Aslan Yürekli Richard tarafından İngiltere’nin yenildiğini kabul eden anlaşmayı imzalamasına şahit olması nedeniyle özel bir öneme sahip.
Geziye ilk önce şatonun içerisini gezerek başlamak daha uygun olacaktır. Aksi takdirde bahçenin cazibesine kapılıp bahçeyi gezmeye başlarsanız inanın kendinizi ve zaman mefhumunu kaybedip şatonun içini görememe riskiniz artacaktır. En önemlisi de şatonun kulesindeki terasından bahçeyi geniş açı olarak kuşbakışı görme şansını kaybedeceksiniz. Bu görüntüyü kaçırmamak gerekir. Yukarıdan görünen, olağanüstü büyüklükte, yeşilin hakim olduğu rengarenk bir halı. Zaten bu görüntüyü gördükten sonra insan, bir an önce kendini bahçeye atmak istiyor. Ancak acele etmeyin binanın içerisi de ayrı bir güzel ve çekici.
Şatonun iç mekanında sahipleri tarafından kullanılmış mobilyaları, zamanının en güzel yansımaları ile görebilmek mümkün. Çalışma, yatak odaları ve mutfağı ile bir tarih ve yaşam tarzı, gözler önüne çok güzel bir şekilde yansıtılmış.
Bahçe insan zevki, zeka ve ustalığının harmanlanmasından meydana gelmiş bir sanat eseri. Babil’in asma bahçeleri gibi kat kat farklı bir şekilde üç kat olarak inşa edilmiş. Her köşesi diğerine benzemiyor. Farklı şekillerde çiçek ve ağaçların uyumlu kullanımı ile dekorasyon yapılmış.
Bahçenin her bölmesine kendine özgü isimler verilmiş. Ufak alevler ile ayrılmış kalplerle sembolize edilmiş “Narin Kalpler”, tutkuyla kırgın kalpleri sembolize eden “Tutkun Kalpler”, kelebek kanatları ile sembolize edilmiş “Uçuşan Kalpler”, düelloda kullanılan kılıç ve hançerin keskin kenarını resmeden “Trajik Kalpler” kısımlarından oluşan “Süs Bahçesi”.
Süs bahçesinin hemen sonrasında gelen “Su Bahçesi”, ortasındaki geniş havuzu ve etrafındaki lime ağaçları ile uygun bir dinlenme ve meditasyon yeri.
”Güneş Bahçesi”, üç ayrı yeşil alandan oluşan sıcak görüntüsü ile ayrı bir güzellik. Birinci yeşil alan, beyaz ve yeşil çalılarla tasarımlanmış “Bulutlar Odası”; ikinci yeşil alan, bir yıldız şeklindeki bir alanın ortasındaki havuzun etrafında ışıldayan sarı ve turuncu tonların hakim olduğu “Güneş Odası” ve sonuncusu, elma ağaçları ile dekore edilmiş, çocukların oyun alanı olan “Çocukların Odası”.
Bahçede labirent bahçesi ile şifalı ve kokulu bitkilerin yetiştirildiği bir bahçe de mevcut. Ayrıca sebze bahçesi, Orta Çağ’dan gelen bir alışkanlığın devamı.
Binasının gösterişinden daha çok muhteşem bahçesi ile öne çıkan, gezenlere huzur veren, insanı bir an için sorunlarından alıp masal diyarına taşıyan ve bambaşka bir dünyayı yaşatan bir şato Villandry Şatosu.
Her bir bölümüne ayrı manalar verilen bahçe düzenlemeleri, ender bulunan bitkileri, özel yetiştirilen çiçekleriyle ayrı bir yerde olmayı hak ediyor.
CLOS LUCE ŞATOSU
Şimdiki sizlere anlatmaya çalışacağım şato, kendisinden daha çok hayatının son üç yılını burada yaşamış ünlü ressam Leonardo da Vinci ile şöhrete kavuşmuş Clos Luce Şatosu’dur.
1471 yılında inşa edilen şatonun yapımında kullanılan tüf taşı ve pembe renkli tuğlalar 15. yüzyıl mimari tarzının tipik örneklerinden birisidir. İlk yapıldığında Cloux Şatosu diye adlandırılan şato, 17. yüzyılda Clos Luce şatosu diye anılmaya başlanmıştır. Daha sonraki sahipleri olan Amboise ailesi tarafından devrimde yıkılmaktan kurtarılmıştır.
Leonardo da Vinci’nin Fransa macerası, 1516 yılında Leonardo’nun yeteneğinden oldukça etkilenen kral I. Francis’in kendisini Fransa’da yaşamaya davet etmesi ile başlıyor. Kendisini Fransa’da bulunduğu sürede kralın baş ressam, mimar ve mühendisi olarak atıyor. Yıllık 700 altın maaş bağlıyor ve ürettiklerinin mali desteğinin garantisini de veriyor. Ama en önemlisi bu şatoyu burada yaşaması maksadıyla Leonardo da Vinci’ye tahsis ediyor.
Kral I. Francis ve kız kardeşi Marguerite de Navarre ile Leonardo da Vinci arasında dostluk, Leonardo da Vinci’nin son üç senesinde mutluluk ve yaratıcılığının en üst düzeye çıkmasına neden oluyor. I. Francis, Leonardo da Vinci’yi sık sık ziyaret ediyor ve yaptıkları ile ilgili bilgiler alıyor. Bu ziyaretlerini Amboise Kraliyet Şatosu ile Clos Luce Şatosu arasında inşa edilmiş bir yeraltı tünelini kullanarak gerçekleştiriyor. Bodrum katında çıkışı olan geçidin ilk metreleri bugün hala görülebilmektedir.
Ünlü ressam, 2 Mayıs 1519 tarihinde, şatoda hayata gözlerini yumuyor.
Şatoyu gezmeye üst kattaki uzun ahşaptan bir balkonu yürüyerek başladığımda bu balkon beni doğruca Leonardo da Vinci’nin yatak odasına götürüyor. Şatoda mutlu ve verimli bir hayat süren Leonardo da Vinci’ye her türlü imkanlar sağlanmış ve bu yatakta da hayata gözlerini kapamış.
Leonardo da Vinci, ölümünden sonra vasiyeti üzerine önce bir kiliseye gömülüyor, ardından da mezarı Amboise Şatosu‘na taşınıyor. Bu oda, Vinci’nin ölümünden sonra şatoya yerleşen 1. François’nın kız kardeşi Marguerite de Navarre‘ya veriliyor.
La Grande Salle Renaissance olarak adlandırılan büyük salonu gezdikten sonra mutfaktan geçip bodrum kata iniyorum. Bodrum kat, Leonardo da Vinci’nin bilimsel çalışmalarına, icatlarına ve projelerine ayrılmış. Burada Leonardo da Vinci’nin 40 adet projesinin maketleri bulunuyor. Bu maketler, IBM tarafından orijinal projelerin birebir kopyası olarak yaptırılmış. Denizaltı, uçak, helikopter, tank, makineli tüfek, açılır köprü ve daha pek çok projenin maketlerini bir arada görebilme imkanı var. Son derece etkileyici olan bu bölüm, şatonun en popüler bölümlerinden birisi.
Kraliçe Anne de Bretagne için yaptırılan şapelde Leonardo da Vinci’nin dört freskini görmek, geziye keyif katıyor.
Bodrum kattaki geziyi tamamladıktan sonra takip ettiğim rota, beni arka bahçeye çıkarıyor. Bahçedeki kafede bir şeyler içmek için durmak akıllıca olur. Çünkü daha şatonun gezisini tamamlamadım. Bir kahve içip yan bahçeye doğru yürümeye başlıyorum. Bu botanik bahçesindeki patikayı takip ettiğimde çeşitli yerlere yerleştirilmiş Leonardo da Vinci’nin icatlarının daha büyük maketlerini görüyorum. Bu nedenle de bahçeye, Leonardo da Vinci Bahçesi adı verilmiş.
Bu maketler içerisinde en dikkat çekici ve Türkler için en önemli olanı, hiç şüphesiz ki Osmanlı Padişahı II. Beyazıt zamanında Leonardo da Vinci’nin Haliç üzerine yapılmak üzere tasarladığı Le Pont de la Corned’Or–Altın Boynuz Köprüsü, diğer adı ile Haliç Köprüsü’nün su üzerindeki büyük maketi. Bu köprü üzerinde yürürken, eğer o zamanlar bu köprü Haliç üzerinde yapılsa idi hayali içerisindeyim. Düşünüyorum da Leonardo da Vinci Bahçesi’nin bu köprüsü ne kadar popüler olur ve ne kadar da turist çekerdi. Yani altın yumurtlayan tavuk misali. Kaçan balık, büyük olur.
Hoşça kalınız.
https://olaysalcan.blogspot.com/