Güçlü Lider ve Başkomutan
Avrupa onu dikkate almayarak kendisini riske sokuyor. Türkiye’nin rakipleri ve müttefiklerine karşı saldırganlığı bölgesel istikrar için bir tehdit oluşturmasına rağmen hiç kimse harekete geçmek için hazır değil.
Yazar: Simon Tisdall, , The Guardian, 16 Ağustos 2020
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 23 Ağustos 2020
Recep Tayyip Erdoğan 10 Ağustos 2020 tarihinde Ankara’da düzenlenen bir basın konferansında Yunanistan ile gerginlikler hakkında konuşurken. Foto: Xinhua/Rex/Shutterstock
Son günlerde, seçilmiş diktatör Alexander Lukashenko ve zorla ve hileyle altıncı dönem Belarus cumhurbaşkanlığını garanti altına alması hakkında hakaretler gırla gitmektedir. Avrupa Birliği dış ilişkiler başkanı Joseph Borrell, geçtiğimiz Pazar günü yapılan seçimlerin ‘‘ne özgür ne de adil’’ olmadığını ifade ederek kınamaların öncüsü olmuştur.
Fakat Avrupa’nın haklı öfkesi ve yaptırım tehditleri pek bir işe yaramamış gibi görünmektedir. Kimse Alexander Lukashenko’nun oyunun kurallarına uyacağını zaten beklemiyordu. Rusya’nın yörüngesine sıkıca yapışan Belarus’daki demokratik reformlar Avrupa Birliği’nin önceliği değildir. Aslında bir fark yaratabilecek güçlü bir müdahale için ise hiç kimsede iştah falan da yoktur.
Lukashenko’nun en küçük oğlu ufaklık diktatör Nikolai, Minsk kentinde düzenlenen bir askeri merasim esnasında görülürken. Kaynak: AP
Avrupa’nın Lukashenko’yu sert bir şekilde eleştirmesi, Doğu Akdeniz’de diğer bir seçilmiş diktatör olan Türkiye’nin uzun yıllardan beri değişmeyen lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı açık bir şekilde kınamadaki isteksizliği ile keskin bir şekilde çelişmektedir.
Türkiye bir NATO (North Atlantic Treaty Organisation – Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) üyesi, anahtar konumda bir Avrupa Birliği (AB) ticaret ortağı, sınır bekçisi ve Suriye ile Yakın Doğu’da etkili bir aktördür.
Belarus’un aksine gerçekten stratejik önemi bulunmaktadır. Belki de bütün bunlar, Birleşik Krallık dâhil neden birçok hükümetin garip suskunluğun nedenidir. Fakat bu kesinlikle bir mazeret olamaz.
Yine de AB’nin Belarus’a yönelik politikası ile etkileyici bir benzerlik mevcut: Erdoğan’ın aşırılıklarını dizginlemek için çok az uyumlu eylem emareleri var. Diktatör tanımlamasından rahatsızlık duyanların Erdoğan’ın, geleneksel bağımsız medyanın içini boşaltmasını taklit eden yeni baskıcı sosyal medya yasasına bakması yeterlidir.
İnsan Hakları İzleme Örgütünden Tom Porteus; yasanın online sansürü büyük ölçüde artıracağını ve bütün eleştirel seslerin susturularak bir otokrasi inşa edildiğini ifade etmektedir.
Öte yandan Emmanuel Macron, Türkiye’ye yaklaşımında Avrupa çizgisine bir istisnadır. Fransa’nın cumhurbaşkanı, Haziran ayında Libya’ya silah kaçakçılığı yaptığından şüphelenilen bir gemiye tek bir Fransız firkateyni tarafından kimlik sorulduğunda ona eşlik eden Türk savaş gemilerinin savaş pozisyonuna geçerek Fransız savaş gemisini çekilmeye zorlaması nedeniyle öfkeden deliye dönmüştür.
Türk ve Fransız savaş gemileri arasında meydana gelen olayda Beyaz Ev tarafından haklı görülen ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brien tarafından NATO müttefikleri birbirlerinin üzerine atış kontrol radarlarını yöneltmemelidir açıklaması yapılan; Fransa donanmasına ait Courbet firkateyni 11 Mayıs 2017 tarihli fotoğrafta Guam’da görülürken. Foto: AP Photo/Haven Daley.
Bu eylem, sözüm ona müttefik olan bir ülkenin davranışı değildir. Türkiye’nin Yunanistan karasularında petrol ve doğal gaz aramalarını genişletmesinden daha da öfkelenen Macron, Fransız donanmasından takviye savaş gemilerini geçen hafta Akdeniz’e göndermiş ve Erdoğan’a geri çekilmesini söylemiştir.
Hem Yunanistan hem de Türkiye deniz ve hava kuvvetlerini harekete geçirmiştir. Türkiye kıta sahanlığı enerji rezervlerini düzenleyen mevcut uluslar arası yasaların adil olmadığını iddia etmektedir.
Yunanistan ise bölgesinin işgal edildiğini ifade etmektedir. Her iki taraf ta askeri çatışmadan ziyade diyalogu tercih ettiklerini iddia etmektedir. Fakat Perşembe günü Ankara haklarını ve çıkarlarını korumak için ant içerken ve Atina meydan gelen bir askeri kaza tehlikesi hakkında uyarıda bulunurken iki Yunan ve bir Türk gemisi çarpışmıştır.
Kıbrıs, İsrail ve Mısır’ı da etkileyen tırmanan gerginlik geçtiğimiz hafta içinde gecikmiş bir diplomatik faaliyet fırtınasına neden olmuştur. Avrupa Birliği dış ilişkiler konseyi olağanüstü bir toplantı için bir araya gelmiştir. Almanya Şansölyesi Angela Merkel, geçmişteki krizlerde olduğu gibi sakinleştirmek maksadıyla Erdoğan ile bir telefon görüşmesi yapmıştır. Atina ise Birleşik Devletlere başvurmuştur.
Angela Merkel’in Hollanda’ya tam destek veriyorum açıklamasına; “AB ülkelerinin hepsini aynı kefeye koymak istemiyorum ama bazıları Türkiye’nin bu yükselişini çekemiyor. Almanya çok açık bir şekilde terör örgütlerine destek veriyor. İstediğin kadar sen Hollanda’nın yanında yer al. Sayın Merkel sen teröristlere destek veriyorsun. 4500 dosya elinde ve sen bunun hesabını veremiyorsun. Senin devlet televizyonun ‘hayır’ için yayın yapıyor. İşte sen busun. Avrupa’daki vatandaşlarıma sesleniyorum. Türkiye sevdalısı kim varsa desteklerinizi onlara verin. Almanya’nın Şansölyesi Hollanda’nın yanında yer alıyor. Sana yazıklar olsun. Biz kişinin sevdikleriyle beraber olduklarına inanırız” ifadeleriyle yanıt veren Recep Tayyip Erdoğan.
Yunanistan ile Türkiye arasındaki gerginlikler kesinlikle yeni bir şey değildir. Fakat uzun soluklu anlaşmazlıkta ortaya çıkan ani ve provokatif yoğunlaşma kasıtlı bir kurnazlığı çağrıştırmaktadır. Saygın yorumcu Yavuz Baydar’ın Türkiye cumhurbaşkanına ne yapmak istediğini sormasına neden olmuştur.
Baydar’ın cevabı: ‘‘ekonomi, salgın ve döviz krizlerinden sıkışan kendine güveni olmayan bir Erdoğan, Türkiye’nin dünyadaki onurunu ve hak ettiği yeri koruyan güçlü lider ve başkomutan baskın itibarını güçlendirmek istemektedir. Gösterişli ve kibirli imajını her gün yinelemeye ihtiyacı var’’ şeklindedir.
İkinci olarak Erdoğan Türkiye’nin Ege Denizi, doğu Akdeniz, Suriye ve Libya’daki pozisyonunu Washington’daki bir yönetim değişikliğinde de garanti altına almak istemektedir. Özenti diktatör Donald Trump Erdoğan’ın seçilmiş diktatörlüğünü kıskanmaktadır. Trump Erdoğan’ın dizginlerini serbest bırakmıştır. Joe Biden frene basabilir.
Suriye’nin Halep eyaletinin kuzeyinde isyancıların kontrolü altındaki Afrin yakınlarında al-Ghazawiya kasabasında Türkiye destekli unsurlar. 28 Temmuz 2020. Foto: Omar Haj Kadour/AFP/Getty Images
Ne olursa olsun, Avrupa’nın Erdoğan problemi, 2016 yılındaki darbeden kurtulmayı başardıktan sonra giderek kötüleşmiştir. On binlerce gerçek ve hayali muhalifi hapse tıkma dâhil ülke içinde uyguladığı fark gözetmeyen baskı ülke dışında da istikrarı bozan Osmanlı’yı yeniden canlandırma macerası ile birleşmiştir.
İnanç destekli milliyetçilikten beslenen Erdoğan komşularına kabadayılık etme rolünü ikiye katlamış durumdadır. Örneğin Salı günü Irak içlerinde yapılan bir Türk dron saldırısı Bağdat’ın çok şiddetli tepkisine neden olmuştur. Bu olay, Türkiye’nin Haziran ayı içinde yine davetsiz bir şekilde sınırı geçerek Irak topraklarındaki Kürt ayrılıkçılara karşı başlattığı askeri saldırıyı takip etmiştir.
Erdoğan’ın direktifleriyle Türkiye, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’a karşı İslamcıların tarafında yer alarak Libya’daki vekâlet savaşının içine dalmış durumdadır. Bu tutumunun nedeni kısmen rakip olarak gördüğü Sünni liderler ile rekabet, kısmen de petroldür. Fakat kesinlikle Libya halkının refahı değildir.
Erdoğan, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile sınırlarını Şubat ayında Suriyeli mültecilere açarak, Avrupa’ya güçlü bir şekilde mültecileri politik bir silah olarak kullanmaya hazır olduğunu göstermiştir. Türkiye Suriye derinliklerine binlerce asker göndermeye devam etmektedir. Görünüşte barış koruyucuları olan bu askerler aslında işgalci ve gardiyandırlar.
Erdoğan, HAMAS’ı kısmen destekleyerek İsrail ile sürekli bir sürtüşme durumunu muhafaza etmektedir. Geçen hafta BAE ile gerçekleşen çok önemli diplomatik atılımı Filistinlilere ihanet olarak nitelendirmiştir.
Yunanistan sınır polisi tarafından soyulan Suriyeli mülteciler ısınmaya çalışırken. Kaynak: TRT World Ekran Görüntüsü
Neo-İslamcı kimliğini daha da öne çıkararak, İstanbul’un eski katedral ve müzesi Ayasofya’yı camiye çevirerek Hıristiyanlar ve laiklere gereksiz bir şekilde gücendirmiştir.
Bütün bunlar yeterli sorun değilmiş gibi Türkiye’nin S-400 satıh-hava füzeleri allımı ile sembolleşen Erdoğan’ın Rusya ile gidip gelen ilişkileri NATO üyelerinin onun güvenilirliğini sorgulamasına neden olmuştur.
Trump’ın her zaman Vladimir Putin’i memnun etme kaygısıyla Türkiye’ye S-400 anlaşmasını iptal etme yönünde ısrar etmemesi gerçeği, Joe Biden’in kazanması durumunda bu sorunun önemli bir çekişme noktası haline gelmesine engel olmayacaktır.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi, 86 yıl aradan sonra kılınan Cuma namazıyla ibadete açılmıştır. İlk namaza; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, MHP Lideri Devlet Bahçeli, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile çok sayıda isim katılmıştır. Namaz öncesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kur’an-ı Kerim okudu, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş dua okumuştur. Prof. Dr. Ali Erbaş, Cuma hutbesini kılıç geleneğiyle okumuştur.
Kafaları kuma gömülü Avrupalı liderler, sonunda kendiliğinden ortadan kalkacağı ümidiyle Erdoğan probleminin görmezden gelinemeyeceği, kaytarılamayacağı veya süresiz olarak önemsiz gibi gösterilemeyeceğini kesinlikle idrak etmek zorundadırlar. Türkiye’nin giderek bir haydut devlete dönüşmesi çok korkunç, acil ve tehlikeli bir olasılıktır. Hiç kimsenin bir Erdoğan’ı dizginleme planı olmadığı görülmektedir. Böyle bir plana giderek daha çok ihtiyaç duyulmaktadır.
Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir, orijinal metne aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
Birleşik Devletler başkanlık seçimlerinde Demokrat Partiden aday olması geçtiğimiz günlerde kesinleşen Joe Biden’in uzun bir süre önce yaptığı konuşma geçtiğimiz günlerde gündeme getirilmiş ve uzun tartışmalara neden olmuştur.
Burada not düşelim; Bay Simon Tisdall Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı bir tehdit olarak değerlendirmekte ve diktatör olarak nitelendirmektedir.
Türkiye için giderek haydut devlete dönüşüyor diyen Bay Tisdall bu yazıyı 16 Ağustos 2020 tarihinde kaleme almıştır. Devlet yetkililerini ve bütün muhalefet partilerini göreve çağırıyorum. Ne söyleyecekseniz şimdi söyleyin lütfen…