MYANMAR, YANGON
Yazı ve Fotoğraf: Olay Salcan, 14 Kasım 2020
Bir zamanlar uzak doğunun en zengin ülkelerinden birisi olan ve Burma ya da Birmanya olarak adlandırılan bu günün Myanmar’ı eski günlerini arayarak onların özlemi içerisinde askeri bir yönetimle yaşamını sürdürüyor. Yavaş yavaş dışa açılma çabaları gösteren Myanmar’ın kısa zaman da diğer ülkeler seviyesine gelebilmesi zor görünüyor.
Turizm açısından baktığımızda daha çok mesafe almaya ihtiyaçları var. Ülkeye gelen turist sayısı son derece az. Halk daha turizme ve turiste alışamamış. Bazı turistik yerler hariç-ki bunlar hep turistle ilişkili-turiste yakın olamamışlar hala uzak duruyorlar. Buna rağmen çok sıcak, cana yakın ve güvenilir insanlar. Göz göze gelindiğinde yapacağınız hafif bir gülümsemeye son derece olumlu reaksiyon gösteriyorlar.
Myanmar yenilenmemiş eski yüzü ile hala doğal yapısını koruyan ve turiste olağanüstü görüntüler sunan bir ülke. Bu haliyle dünyada bu günü değil dünü yaşayan bir ülkeyi görmek isteyenler için bence örneği kalmamış bir ülke. Bu kadar muhteşem eserlere, doğaya, kültüre ve insanlara sahip bir ülkenin dışa açılması ile kısa zamanda büyük bir değişime uğrayacağına inanıyorum.
Sıcak kanlı ve sevimli Mynmar halkının erkekleri, diğer uzak doğu ülkelerinin erkeklerinden farklı olarak lonji diye adlandırdıkları uzun bir etek giyiyorlar. Ancak bu eteği istediklerinde seri bir hareketle pantolon ya da şalvar haline getiriyorlar.Bu lonjilerin üstüne de ingyi isimli gömlek giyiyorlar. Ancak kadın ve erkeğin giydikleri ortak giysi, parmak arası terlik. Myanmar’da ya terlik giyiliyor ya da yalın ayak dolaşılıyor. Genel de yalınayak gezildiğini gördüm.
Kadınların çoğu, kendi imalatları olan tanaka ağacı denilen bir ağacın tozundan yaptıkları beyaz bir kremi yüzlerine güneşten korunmak için sürüyorlar. Bu kremi yalnızca güneşten korunmak için değil; süs için de kullandıklarını sanıyorum.
Erkeklerin çoğunun, kadınların da bazılarının dişleri ve dudakları, “Betel” denilen bir bitkinin taze yaprakları ile tohumlarını sararak ağızlarında çiğnediklerinden kırmızı renkte.
Ülkede söylentilere göre yaklaşık 50.000 pagoda var. Bu da ülkedeki yoğun Budist kültürünün göstergesi. Her yer Budist tapınaklarla dolu. Bunların çoğu altın kaplama. Bazılarına kıymetli taşlar da konmuş. Halk, yalınayak ama tapınaklara çarşıdan aldıkları altın varakları yapıştırıyorlar, gözlerimle görmesem buna inanmam. Tepeden şehirlere baktığımda tapınakların güneş ışıkları ile etrafa saçılan parlaklıkları göz alıcı.
Diğer Budist ülkelerde yiyecek toplamak için ellerinde kapları ile dolaşan az sayıda rahipler görebildiğim halde, Myanmar’da her yer rahip kaynıyor. Burada herkes, rahip olabiliyor. Kadın ya da erkek hiç fark etmiyor. Pazar, sokak ve caddelerde onlarca rahip evlerin ve dükkanların kapılarını çalıp yiyecek istiyorlar. Hiçbir rahibin boş gönderildiğini görmedim. Kadın rahipler dahil başları sıfır numara tıraşlanmış bu rahipler, bazen sayı olarak kalabalık olduklarında onlar için normal iken bizim için olağanüstü bir görüntü olabiliyor.
Rahipler, manastırlarda zor şartlar altında kalıyorlar. Her yaştan rahip var. Küçük yaşta olanlardan en yaşlılara kadar. Rahip olarak istedikleri kadar kalabiliyorlar. Bu kadar çok rahip olmasının nedenin, yoğun Budist etkisinin yanında ekonomik olduğu kanaatindeyim.
Bu ülkeyi gezerken çok sayıda, değişik ve muhteşem Budist tapınakları gördüm. Tüm tapınaklara ayakkabısız ve hatta çıplak ayak girmek mecburiyeti var. O bakımdan yanınızda götüreceğiniz bir çift terliğin size sağlayacağı rahatlık ve avantajı hayal dahi edemezsiniz.
Myanmar bu güne kadar gördüğüm ülkelerden çok farklı. Myanmar, geçmişi yaşıyor. Ben, bu kanaate Myanmar’ın turistik ve gelişmiş bölgelerini görerek vardım. Bir de kırsal kesimdeki durumu hayal edin.
Geçmişi yaşayan, olağanüstü çoğunluktaki tapınakları, Budizm’in en yoğun hissedildiği ve sevecen insanları ile Myanmar, mistik ve büyüleyici atmosferini hala koruyabilen yegane ülke. Bu zamanda kaçırılmadan ziyaret edilecek bir ülke. Yavaş yavaş kapılarını dışa açan ve bu nedenle de değişimi az da olsa yaşamaya başlayan bu ülkeyi gecikmeden ziyaret etmek bir gezgin için önemli.
Sahip olduğu değerlerin zenginliği ile gezilecek ülkeler listesinde en başlarda yer almayı hak ediyor. Yarın bir Tayland durumuna geldiğinde bu ülkeyi ziyaret ettiğiniz de çok geç kaldığınızı ve birçok değeri kaçırdığınızı anlayacaksınız.
Myanmar’da il durağımız, Yangon.
Bilinenin aksine Yangon Myanmar’ın başkenti değil. Başkent, Kraliyet Başkenti manasına gelen Naypyidaw.
Koloniel görüntüsü, dar sokakları, sevecen insanları, Uzak Doğu’nun sizi içine çeken sıcak havası ile şirin bir şehir Yangon ve Myanmar’ın da en önemli şehirlerinden.
Yangon’daki Çin ve Hint mahallerindeki günlük pazarlarda yerli halk tarafından kurulan rengarenk tezgahlardaki yöresel el işleri, sebze ve meyveleri bulmak güzel. Ancak daha da güzeli buradaki hareketlilik ve enerji. Satılan malların çeşitliliği, yerel kıyafetler giymiş yerli halkın renkliliği, koşuşturmanın hareketliliği ve aralarda yiyecek toplama telaşında olan renkli harmanileri içerisindeki her yaştaki Budist rahiplerin görüntüleri görülmeye değer.
Sokak yemeklerinin en değişik tarzda pişirilmiş örneklerini görme ve tatma fırsatının olduğu yerde burası. Bir ülkenin yaşamının nasıl olduğu konuşunda fikir sahibi olabilmenin en kestirme ve etkili yerlerinden birisi pazarlar. Ben bu pazarları çok seviyorum. Gezerken de keyif alıyorum.
Yangon’da bulunan Shwedagon pagodası, dünyanın en önemli ve en büyük tapınaklardan birisi. Gezip görmeden bu pagodanın büyüklüğü ve zenginliği konusunda bir tahminde bulunmak çok zor.
İnşa edilmesi 2500 yıl öncesine giden bu pagoda, aynı zamanda Myanmar’ın en eski pagodası. Pagoda, Myanmar’ın sembolü haline gelmiş. Buda’nın saçının da bu pagodada olduğu söylenmektedir.
99 metre yüksekliğindeki gösterişli bu pagodayı altın kaplaması ve üzerindeki 4500 adet mücevheri daha da muhteşem yapıyor. Bu mücevherlerin en büyüğünün 72 karatlık bir elmas olduğunu söylediğimde ne düşünürsünüz acaba?
Bu pagoda, aynı zamanda Altın Pagoda ismiyle de anılıyor. Bu durum pagodayı bir cazibe merkezi ve aynı zamanda dinsel bir merkez haline getirmiş. Buranın Budistler tarafından ziyaret edilmesi çok önemseniyor ve haç olarak kabul görüyor.
Uzak Doğu’da her yerin bir efsanesi olurda bu pagodanın olmaz mı? Tabii ki var.
2500 yıl önce Yangon’da yaşayan iki tüccar kardeş, Hindistan’ı ziyaretlerinde Buda ile karşılaşırlar. Buda, saç tellerinden sekiz adedini onlara verir ve onlardan Yangon (eski adıyla Okkalapa)’daki tepede bulunan tapınakta saklanan Buda’nın önceki üç reenkarnasyonlarına ait kutsal emanetlerin bulunduğu yere koymalarını ister.
İki kardeş Yangon’a dönünce Buda’nın kendilerine verdiği bu saç tellerini krala verirler ve Yangon’da gömülü bulunan kutsal emanetlerin yerini aramaya başlarlar. Seneler sonunda tepedeki emanetleri bulurlar ve buraya Shwedagon pagodayı inşa ederler.
Dönelim pagodaya, çıplak ayakla pagodaya girdiğimde bu güne kadar görmediğim bir muhteşemlik ve ihtişamda bir tapınakla karşı karşıya olduğumu anlamakta gecikmedim. Evet daha evvel de AngkorWat’ı gördüğümde de aynı hislere kapılmıştım, ama bu AngkorWat’tan çok farklı. Her yer altın kaplama ve altının parıltısı insanı şaşırtıyor, gözlerini kamaştırıyor, sersemletiyor, daha neler neler. Bu yazmakla bir başkasına anlatılamaz.
Yerler mermer kaplı. Olağanüstü büyüklükte, güneş ışıklarından gelen ışıkların yansımalarından oluşmuş bir ışık kütlesi halindeki pagoda. Pagodanın etrafında irili ufaklı stupalar. Etrafda dolaşan rahipler. Buda heykellerinin karşısında dua eden Myanmarlılar ve bunlara biz neredeyiz, ne biçim bir yere geldik, burası neresi der gibi şaşkın vaziyette bakan turistler.
Akşamüstü güneşin batma zamanında -ki burayı ziyaret etmek için en uygun zaman-değişen renklerin pagoda ve stupalar üzerinde yarattığı kontrasların çarpıcı görüntüleri de eklenince, ortaya çıkan mistik resim görülmeye değer. Güneşin bu değişken ışıklarında değişen manzarayı yakalamaya çalışan fotoğraf çekenlerin –ki ben de buna dahilim- telaşı da görüntüye esprili bir hava veriyor.
Hava karardı artık burayı terk edelim derken pagodayı aydınlatan spotların yarattığı mistik görüntü ile bir kere daha sersemledim. Başarılı bir aydınlatma ile pagoda ve tüm stupaların görüntüsü tamamen değişti. Bu gösterişli havanın etkisinde kalan bir çok kimse, ayakta durmaktan vaz geçip yere oturarak bu muhteşem manzarayı seyretmeye başladı. Ben de onlardan biriydim.
Sonunda ayrılma durumundayım. Zorla da olsa bu muhteşem tapınağı arkamda bırakırken buraya gelerek böyle bir eseri görebilmenin güzel duyguları içerisindeydim.
Shwedagon pagoda, Myanmar’da bundan sonra göreceğimiz yerlerin güzel olacağının iyi bir habercisiydi.
İkinci pagodamız Şule pagoda. Bu pagoda Shwedagon pagoda gibi bir tepede değil tam aksine şehrin en işlek bir merkezinin ortasına sekizgen olarak inşa edilmiş. Etrafı dükkanlar ve iş yerleri ile çevrili durumda. 44 metre yüksekliğindeki altın kubbesi ile şehrin merkezinde dikkatleri üzerine çekiyor. Şule pagodanın hikayesinde de Shwedagon pagodada olduğu gibi Buda’nın yaşadığı zamanlarda, yani bu günden 2500 yıl evvel inşa edildiği anlatılıyor. Altın kubbenin etrafında stupalar ve 10 adet bronzdan yapılmış çan ve haftanın günlerini sembolize eden Buda heykelleri yer alıyor.
Yangon’da pagoda, stupa, pazarlar ve şehrin caddeleri derken son güne geldik. Bu kadar telaş ve yorgunluğun arkasından güzel bir yemek ve eğlenceyi de hak ettik.
Yangon’da iyi bir akşam geçirmek için gidilebilecek en güzel yer, Yangon’un içerisindeki Kandawgyi gölünde bulunan Karaweik Sarayı. Bu sarayın fotoğraflarını, Myanmar ile ilgili tüm görsellerde bulmak mümkün. Myanmar’ın sembolü haline gelmiş. Çok gösterişli bir yapı. Tabii ki altın kaplaması ve özellikle güneş batımında parlayan altın rengi, suya düşen yansıması ve değişik mimarisi ile dikkatleri üzerine çekiyor.
Saray, gerçekte bir gemi şeklinde; ancak geminin pruvası Myanmar mitolojisinden alınmış iki adet Karaweik kuşu şeklinde yapılmış. Çatısı ise geleneksel tarzda çok süslü bir şekilde inşa edilmiş. Sarayın arka tarafı ise kırmızı ve altın renklerinde Karaweik kuşunun kuyruğu olarak tasarlanmış.
Bakıldığında göze hoş gelen bu yapının içerisi de, çok güzel. Geniş ve göz alıcı yemek yenecek, dikdörtgen şeklinde bir salon ve sahnesi var.
Açık büfeden aldığım yemeklerimi yer ve içkilerimi içerken bu sahnede sergilenen yerel dansları ve kukla oyunlarını seyretmek son derece keyifli idi.
Yeri gelmişken söyleyeyim. Kukla, Myanmar’da son derece yaygın, bunu da çok profesyonelce ve başarılı bir şekilde yapıyorlar. Gittiğim bir çok yerde kukla gösterisini seyretmek fırsatını buldum.
Güzel bir gecenin ardından otelime doğru giderken memnun ve mutlu idim.
Yangonla Myanmar’a iyi bir başlangıç yaptım. Yarın gezime devam etmek ve diğer yerleri de görmek için Yangon’dan ayrılacağım.
Hoşça kalınız.
olaysalcan.blogspot.com