Yazar: Saeid Jafari
Çeviren: Ercan Caner 16 Kasım 2016
Protestocular 14 Ekim 2016 günü Basra’da icra edilen bir gösteri esnasında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın posterini parçalıyorlar. Foto: REUTERS / Essam Al-Sudani)
TAHRAN, Iran — ‘‘Bana hakaret ediyorsun. Sen benim muhatabım değilsin, karatımda değilsin, kalitemde değilsin. Kim bu? Irak’ın başbakanı… Irak’tan istediğin gibi bağırmaya devam et! Bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek! Biz bildiğimizi okuyacağız’’ bu sözler, 11 Ekim 2016 tarihinde, iki komşu ülke arasındaki gerilimin artması üzerine, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, Irak Başbakanı Haider al-Abadi için söylenmiştir. Bir zamanlar komşuları ile ‘‘sıfır sorunu’’ olan Türkiye’nin şimdi bütün komşularıyla olan ilişkileri gergin bir durumdadır.
Bir önceki Irak Başbakanı Nouri al-Maliki ile sayısız problemler yaşayan Erdoğan, Abadi’nin iktidara gelmesini desteklemiştir. Gerçekten de birçok gözlemci Abadi’nin iktidara gelmesi sonrasında, Maliki tarafından tırmandırılan iki komşu ülke Irak ile Türkiye arasındaki gerilimin azalacağını beklemiştir. Bununla beraber Erdoğan’ın, tıpkı bölgedeki diğer komşularıyla olduğu gibi gerilimi sürdürme kararlılığında olduğu görülmektedir. Türkiye’nin komşuları olan Suriye, Ermenistan, Mısır, Rusya, İran ve Irak ile olan ilişkilerinin durumu, Ankara’nın Erdoğan’ın gözetimindeki dış politikalarında kafasının karışık olduğunun bir göstergesidir.
Türkiye ile olan gerginliklere rağmen Tahran, Ankara ve Bağdat’ı, iki ülke arasındaki artan savaş söylemlerinin ortasında birbirlerine yaklaştırabilecek iyi bir konumdadır. Fakat İran bu çabasında başarılı olabilir mi?
Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığıyla ilgili son tartışma, bazı açılardan geçmişteki olaylardan farklı da olsa, sıklıkla tekrarlanan temel bir özelliğe sahiptir: Türkiye’nin Suriye’de oynadığı rolü hatırlatmaktadır. Ankara Suriye Başkanı Bashar al-Assad’ı istifa etmesi yönünde ciddi şekilde uyaran ve aynı zamanda Suriye’ye bir askeri harekat düzenlenmesini öneren ilk başkentlerden bir tanesidir. Türkiye’nin bu taleplerinin hiç birisi gerçekleşmemiş, bu durum da Türkiye’yi daha zorlayıcı bir politika benimsemeye zorlamıştır.
Bütün bunlar, Türkiye’nin Irak ve özellikle Musul konusundaki yeni yaklaşımının, Suriye’de kaybetmesiyle ilgili olduğu ihtimalini ön çıkarmaktadır. 23 Ekim 2016 tarihinde Bursa’da yaptığı bir konuşmada Erdoğan, Musul kentinin tarihsel olarak Türkiye’ye ait olduğunu açıklamıştır. Erdoğan bu cümleleri Irak’ın Musul meselesini kendi başına halletme imkan ve kabiliyetinin olmadığı gerçeğine dayandırmaktadır. Bu yeni Türk yaklaşımı, Irak’taki değişik gruplar arasında nadir görülen bir politik bütünleşmeye neden olmuştur. Abadi’den, Şii imam Muqtada al-Sadr’a kadar bütün liderler Türk cumhurbaşkanının söylemlerini kınamışlardır.
Anahtar sorulardan bir tanesi, bu gelişmelerin yaşandığı bir ortamda, İran’ın Türkiye’ye karşı takınacağı pozisyonun ne olacağıdır. Kimliği gizli kalmak koşuluyla, Al Monitor’a açıklamada bulunan üst düzey bir İranlı diplomat; ‘‘Türkiye Halep’te istediklerini başaramadı ve şimdi aynı şeyleri Irak ve Musul’da yapmak istiyor, Bununla beraber doğal olarak Ankara Irak’ta daha iyi bir sonuca ulaşamayacaktır’’ ifadelerini kullanmıştır.
Türkiye’de hükümet yanlısı günlük Diriliş Postası, 16 Ekim 2016 günü, İran’ı, Akdeniz’e ulaşmak maksadıyla iki asırdır İslam dünyasında kan dökmekle itham ederek, İran’ın Musul’da bir katliam yaptığını öne sürmüştür. Sonraki günlerde, İran’ın bu katliamları tam olarak ne zaman yaptığına ve haberin kaynağına dair aynı gazeteden herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Hatta, Diriliş Postasında yayımlanan makale, Türkiye’nin İran’a karşı yeni ortaya çıkan olumsuz yaklaşımının bir göstergesi de olabilir.
Irak ve Suriye’deki son gelişmelere bakıldığında Ankara, genel olarak bölgede aktif bir rol oynama yönündeki çabalarının sonunda başarısızlıkla sonuçlandığını görmektedir. Türkiye’nin Irak ve Suriye çatışmalarına dahil olması, medyanın dikkatini çekmiş olsa da sonunda, özellikle de askeri bağlamda, Türkiye açısından somut bir kazanım getirmemiştir. Bu nedenle büyük resme bakıldığında, Erdoğan’ın bu yeni yaklaşımının, bölgedeki genel durum hakkında Abadi ve Birleşik Devletlerin yaklaşımlardan duyduğu memnuniyetsizliği yansıttığı görülmektedir. Bu durumun Erdoğan’ı kendi başına hareket etmeye ve Batıyı beklemeden, Irak ile Suriye’deki hedeflerini gerçekleştirmeye yönelttiği görülmektedir.
Al Monitor, Politik ve Uluslararası Çalışmalar, Foreign Ministry düşünce kuruluşunda, Orta Doğu Çalışmaları Grubu başkanı olan Alireza Miryousefi ile görüşmüştür. Miryousefi yaptığı açıklamada; ‘‘Maalesef, Arap Baharı sonrasında Türkiye bazı yanlış değerlendirmeler yapmış ve hızlı pozisyonlar almıştır. Şimdi ise, son beş yıldır yaptığı hataların sonuçlarıyla uğraşmaktadır. Sınırların yasallığını sorgulamak veya Sykes-Picot Antlaşmasının gerekliliği hakkında konuşmak yapıcı pozisyonlar olarak görülmemektedir. Burada olumlu olan nokta, İran gibi Türkiye’nin de bölgedeki istikrardan büyük fayda sağlayacağı gerçeğidir. Bu nedenle İran, üst düzey diplomatik görüşmeler aracılığı ile, bölgedeki farklı politik yaklaşımlar arasındaki boşlukları kapatmak için elinden gelenin en iyisini yapmak için çaba göstermelidir.’’ İfadelerini kullanmıştır.
22 Ekim 2016 günü canlı bir TV programında Türk Başbakan Binali Yıldırım, Türkiye’nin sürekli olarak, Irak ve Suriye’deki krizlere bir çözüm bulmak umuduyla İran’a el uzattığından bahsetmiştir. Bununla beraber, Türkiye’nin Suriye’den çekileceğine dair hiç bir işaret yoktur ve Erdoğan da hareket tarzını değiştirecek gibi görünmemektedir. Türkiye mevcut yaklaşımını sürdürürse İran’ın reaksiyonu ne olacaktır? İran, Bağdat ve Ankara arasında arabulucuk yapma girişiminde bulunacak mıdır?
Irak Kürt Rudaw haber kanalına 30 Ekim 2016 günü bir açıklama yapan, İran dini liderinin danışmanı Ali Akbar Velayeti, Türkiye ile Irak arasında olası bir savaşı engellemek maksadıyla İran’ın arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu bildirmiştir.
Bu arada İran Dış İşleri Bakanlığından bir üst düzey yetkili de, isminin açıklanmaması koşuluyla, İran’ın sürmekte olan durumla ilgili arabulucuk yapmaya hazır olduğunu, bu yönde birkaç girişimde de bulunduğu açıklamasını yapmıştır. Irak ve Musul’daki meseleleri askeri güç kullanarak ve kendisinin uygun gördüğü şekilde halledebileceğini değerlendiren Türk tarafı ise İran’ın bu teklifine ilgi göstermemektedir. Bununla beraber böyle bir çözümün olamayacağına tek inanan İran İslam Cumhuriyeti değildir, bölgedeki gerçekler de Türkiye’nin planlamakta olduğu yaklaşımın gerçekçi olmadığını açıkça göstermektedir.
Bu düşüncelere katılan eski üst düzey İranlı diplomat Nosratollah Tajik, günün sonunda daha fazla Türk pragmatizmi tahmininde bulunmaktadır. Eski Ürdün elçiliği görevinde bulunan Tajik, Al Monitor’a yaptığı açıklamada; İran ve Türkiye’nin Musul kentiyle ilgili farklı yaklaşım ve hedefleri olduğunu aktarmıştır. Türkiye’nin Musul hakkındaki tarihsel iddiaları durumu daha da karmaşık bir hale getirirken, İran’ın isteği, Irak hükümetinin Musul’daki savaşı kazanarak IŞİD terör örgütünün ana üslerinden bir tanesini imha etmesi yönündedir. Türkiye saldırgan ve yıkıcı bir yöntem izleyecektir fakat önünde sonunda, daha büyük bir pay kapma çabasında olduğu yeni düzeni de kabul etmek zorunda kalacaktır.
Çevirenin Notu: Yazıda ifade edilen görüşler yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. Bu analizin çevrilmesi, çevirenin yazarın düşüncelerini paylaştığı anlamına gelmemektedir. Türkiye’nin Musul kenti üzerinde tarihsel hakları vardır ve akılcı bir politika ile Türkiye, Irak ve Suriye bataklıklarından en kısa zamanda ve en az zarar görecek şekilde kendisini kurtarmalıdır. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2016/11/iran-mediator-iraq-turkey-tension-mosul-operation.html#ixzz4OrRf7h97
Yazar: Saeid Jafari İranlı gazeteci ve analiz uzmanıdır. Aseman, Khordad, Mosalas ve Mehrnameh gibi İran yayın kuruluşlarında çalışmıştır. Haftalık yayımlanan Seda dergisi uluslararası ve diplomaik bölümünün editörüdür. Khabar Online için de çalışmaktadır. İngilizce makaleleri Iran Review’ da yayımlanmaktadır. Twitter: @jafariysaeid
Çeviren: Ercan Caner Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Yüksek lisans derecesini 2012 yılında Gazi Üniversitesi’nden Avrupa Birliği – Türkiye İlişkileri alanında alan Caner, halen Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında Haliç Üniversitesi’nde doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir. Bir yazılım firmasında proje yöneticisi ve havacılık projeleri alan uzmanı olarak çalışan Caner, Asliye Ceza Mahkemelerinde havacılık bilirkişisi görevini de yürütmektedir. Yazı ve çevirilerini academia.edu ve sunsavunma.net sitelerinde paylaşan Caner evli ve iki çocuk babasıdır. İngilizce bilen ve Fransızca okuyabilen Caner’in İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 39 yılı kapsayan TSK, BM ve NATO savunma sektör deneyimlerine sahiptir.
E-posta: ercancaner@gmail.com Twitter: @ercancaner1963