Ankara, Ağustos’un son 15 gününde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) açılımına imza attı. Bizzat Erdoğan, önce BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun Bin Zayed Al Nahyan başkanlığında bir heyeti kabul etti. Ardından BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed Al Nahyan’la telefon görüşmesi yaptı.
İktidar medyasının yıllardır, hatta daha düne kadar bu ülke ve Prens hakkında yazdıklarını hatırlayalım.
BAE Türkiye’ye Hangi Kötülükleri Yaptı?
“Türkiye’ye karşı nereden bir kötülük hareketi geliştirilse içinde, ortasında, kenarında, köşesinde mutlaka rol üstlenen ülke olduğu” anlatıldı…
“Para gücüyle suni lobi faaliyetleri yürütüp Türkiye’ye zarar verecek her türlü hareketin finansmanı sağladığı” vurgulandı…
Hakkında “Türkiye’nin Rusya ile yaptığı İdlib anlaşmasını sabote etmek için Şam rejimine 250 milyon dolar rüşvet teklif edecek kadar pervasızlaşan bir fitne yuvası” denildi…
“Sinsiliğin, iki yüzlülüğün dik âlâsı” ilân edildi…
“2013’teki Gezi olaylarından bu yana Erdoğan hükümetini devirme amacı taşıyan bel altı vuruşların hemen hepsinde rol oynadığı” öne sürüldü…
“BAE ve Muhammed Bin Zayed’in, hayatını Erdoğan ve Türkiye düşmanlığına adadığı” kaydedildi…
Daha dün bile, Erdoğan’ın gazetesi Sabah’ta, Veliaht Prens Nahyan için “Karanlıklar Prensi” ifadesi kullanıldı…
Akar: Kayıtları Tutuluyor Hesabı Görülür
BAE’nin kötülükleri bunlardan ibaret olmadığı gibi, onları suçlayan sadece medya değildi. İktidar yetkilileri de BAE’ni hedef aldı.
Örnek mi? Geçen yıl Libya’da Vatiyye Askeri Hava Üssü’ne bir saldırı düzenlendi – hem de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in bu ülkeye ziyaretinden hemen sonra. Saldırının hedefinin ise buradaki Türk hava savunma sistemleri ve Akar ile Güler’in ziyaretine “yanıt” olduğu bildirildi.
İlerleyen günlerde saldırının BAE tarafından yapıldığı anlaşıldı, BAE de üstlendi. Veliaht Prens Al Nahyan’ın Danışmanı Abdulhalık el-Abdullah, sonradan sildiği “BAE olarak Libya’da el-Vatiyye üssünü bombalayarak tüm Arap halkının onuru adına Türkiye’ye hak ettiği dersi verdik.” paylaşımını yaptı.
İşte bu olaydan sonra üst düzey bir MSB yetkilisinin, “BAE’ni işaret ettiği” duyurulup, “Ankara’da Birleşik Arap Emirlikleri’ne karşı epeydir ciddi anlamda bir öfke biriktiği”, “sabrın taşmak üzere olduğuna dair sinyallerin arttığı”, “bu saldırıya bir cevap verilmesinin beklendiği” yazıldı.
Nihayetinde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da Abu Dabi yönetiminin, darbeci Hafter’e yardım ettiğini belirterek şunları söyledi:
“Birincisi; Abu Dabi tarafına sormak lâzım; onların bu düşmanlık, bu kasıtları nereden geliyor, bu haset nereden geliyor, bu fitne fesat nereden geliyor? Onu onların kendilerine sormak lâzım. İkincisi; bunlar ateş olsalar cürmü kadar yer yakarlar. Dolayısıyla bunların ister Suriye’de olsun, ister Irak’ta olsun bazı terörist grupları, teröristleri; PKK’yı, DEAŞ’ı, YPG’yi desteklemelerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yok… Ve fakat bu Abu Dabi’nin Libya’da yaptıkları var, Suriye’de yaptıkları var. Bunların hepsinin kayıtları tutuluyor. Yeri ve zamanı geldiğinde bunların hepsinin hesabı görülür.”
Akar’ın bu açıklamalarının ardından yine iktidar medyası, “BAE için hesap verme vaktinin geldiği” yorumunu yaptı.
BAE İle En Büyük Sorun
Bunların hepsi bir yana; daha önce de dikkat çektiğimiz gibi, BAE ile ilgili en önemli suçlama, 15 Temmuz’un “finansörü” olduğu iddiasıydı.
Sadece İktidar medyası değil, 2017’de bizzat Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Türkiye’deki darbe kalkışmasına, hükümeti gayrı meşru yöntemlerle devirme çabalarına bir ülkenin 3 milyar dolar para desteğini sağladığını biliyoruz. Üstelik bu, Müslüman bir ülke.” dedikten sonra BAE’nin ismini verdi.
Aynı yıl Erdoğan da şöyle konuştu:
“Türkiye’de darbe girişimi olduğu zaman Körfez’de kimlerin buna sevindiğini biz çok iyi biliyoruz. Birilerinin istihbarat örgütleri varsa, bizim de istihbarat örgütümüz var. Kimlerin o geceyi nasıl geçirdiklerini çok iyi biliyoruz. ‘Türkiye’de ne oldu, ne oluyor; bitti mi, gidiyor mu, darbe neticeye ulaştı mı – ulaşıyor mu?’; bunu takip edenleri çok iyi biliyoruz. Nasıl paralar harcandığını çok iyi biliyoruz.”
Sonuç? Tüm bunlar bir yana bırakılıp, BAE ile masaya oturuldu.
Sebep?
Yıllardır BAE hakkında bunları yazıp çizen iktidar kalemlerine göre, “Afganistan denkleminin hesapları bozması… ABD’ye güvenin zedelenmesi… Türkiye’nin yükselişi…” imiş!..
Başka?
“İstihbarat birimleri üzerinden ciddi müzakereler yürütülmüş… Önceden çalışılmış, görüşülmüş ve bir anlaşmaya varılmış…”
Anlaşmada izlenen yöntem neymiş?
“Önce zorlu konular yerine asgari müşterekte anlaşılabilecek noktalar öne çıkarılmış. Hangi konularda nasıl bir yol haritasının belirlenebileceği görüşülmüş. Sırasıyla, kazan kazan ilkesi ile hareket edilmiş. Zorlu konuların yeni bir sayfa açmak için engel çıkarmaması yönünde karşılıklı bir irade ortaya çıkmış.”
İşte bu yüzden de işe, “netameli alanlara girmeden önce” ekonomi, ticaret ve yatırım ile başlangıç yapılmış.
Şehit Ailelerine Soruldu Mu?
Olabilir de – geçtik ülkenin altının üstüne gelmesini ve katrilyonluk zararları; Ankara’nın evvel emirde 15 Temmuz’daki 251 şehit ve binlerce gazi için bir söyleyecek bir sözü yok mu?!
Bildiğimiz kadarıyla Erdoğan’ın, “af ilkesi” şöyleydi:
“Devlete karşı işlenenlerde devlet bu yetkiyi kullanabilir; ama şahıslara karşı işlenen olduğunda orada devletin böyle bir af yetkisi kesinlikle yoktur.”
Şimdi soralım:
15 Temmuz’un finansörü BAE idiyse, onlarla masaya oturmak için şehit aileleri ve gazilerin rızası alındı mı?
BAE’nden bugün değilse bile ileride, yaptığı her şey için Türkiye’den özür dilemesi ve zararlarımızı karşılaması sözü alındı mı?
Yoksa Ankara, “Kandırılmışız, 15 Temmuz’un finansörü BAE değilmiş.” mi diyecek?
Hele bir de Fatih Altaylı’nın iki gün önce gündeme getirdiği, “ülkemizde tutuklu iki BAE ajanı ile Sedat Peker’in takası pazarlığı” iddiası var ki!..
Gel de, “Sedat Peker’in susması, 251 şehitten daha mı önemli?” ve dahi, “15 Temmuz destanı bitti mi yani?” deme!
Müyesser YILDIZ
6 Eylül 2021