Yatağa aç giren çocukların olduğu bir ülkede, 19 yıldır o ülkeyi yöneten bir siyasi otorite Londra’daki bir avuç tefeciye 194 milyar dolar faiz ödüyorsa, o ülkede bir sorun var demektir. “Faize karşıyım” deyip, 194 milyar doları götürüp oraya ödüyorsanız, bir sorun var demektir, yönetilmiyor demektir Türkiye.
Ercan Caner, Sun Savunma Net, 23 Aralık 2021
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
-“Edirne’yi ve Kars’ı korumak neyse Türk parasının itibarını korumak da aynı şeydir. Eğer Türk lirası yerlerde sürünüyorsa bir sorunumuz var demektir. Sorumlusu kim bunun? Sorunu yaratan kurum, sorunu çözemez”
-“Yatağa aç giren çocukların olduğu bir ülkede, 19 yıldır o ülkeyi yöneten bir siyasi otorite Londra’daki bir avuç tefeciye 194 milyar dolar faiz ödüyorsa, o ülkede bir sorun var demektir. “Faize karşıyım” deyip, 194 milyar doları götürüp oraya ödüyorsanız, bir sorun var demektir, yönetilmiyor demektir Türkiye”
-“13’üncü Cumhurbaşkanımız makama oturduğu gün israfla mücadele genelgesini yayınlanacaktır”
-“Yolsuzluk yapanın burnundan getireceğiz”
-“Döviz garantili ihaleler var. 13’üncü Cumhurbaşkanımızın ilk yapacağı işlerden birisi bunu hakkaniyet içinde çözmektir. Milletin sırtına yıkılan bu soygun düzenine son vereceğiz”
-“Beytülmalle kumar oynuyorlar. Devletin hazinesi ile kumar oynanmaz. O Hazine’de 84 milyonun alın teri vardır. Hazine, kumar masasına sürülecek bir para değildir”
-“Garibanın sırtından faizi teşvik ettiler. Hem de dolar garantili olarak. Nas bunun neresinde”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Teşekkür ederim arkadaşlar. Aslında hepimiz güzel bir Türkiye’de huzur içinde yaşamak isteriz. Her evde bayram olmasını isteriz. Her evde çocukların mutlu olmasını isteriz. Her evde bereket olmasını isteriz; caddelerinde, sokaklarında yürüyen insanların gururla, azimle yürümelerini isteriz. Türkiye’nin dünyaya örnek olan davranışlar sergilemesini isteriz. Demokrasisi gelişmiş, insan hakları gelişmiş, ülkeyi yöneten siyasetçilerin eleştirilere büyük bir gülümsemeyle, sabırla baktıklarını görmelerini isteriz ve dolayısıyla böyle bir Türkiye’yi arzu ederiz. Hepimizin ortak arzusu bu. Hangi partiden olursa olsun, hangi kimlikten, inançtan veya coğrafyamızın neresinde yaşarsa yaşasın her vatandaşımız bunu ister ama gerçekten Türkiye böyle mi? Temel sorunumuz bu.
Devleti yönetmek ayrıdır. Devlet denen kuruma saygı gösterilerek devlet yönetilir. Devleti yöneten siyasi otoritenin, yani iktidarın adalete uyması lazım, Anayasa’ya uyması lazım, kanunlara uyması lazım, kuvvetler ayrılığına uyması lazım. Devletin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğuna inanması lazım. Bu inançla yola çıkıldığı takdirde, devlet gerçekten adaletle yönetilmiş olur. Ama alana çıktığınız zaman karamsar bir tabloyu görüyorsunuz, herkesin düşündüğünü görüyorsunuz, herkesin kaygı içinde olduğunu görüyorsunuz.
Hafta sonu Kayseri’deydik, belediye başkanlarımızla da Kayseri’de bir toplantı yaptık. Kayseri’yi seçmemizin nedeni, Kayseri’de tek bir belediye başkanımızın dahi olmamasıydı. Bizim belediye başkanlarımızı Kayseri’nin merkezi ve ilçeleri görsün istedik, halkla ilişki kursunlar istedik. Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediye başkanları nedir? Nasıl çalışıyorlar? Soru sorulduğu zaman nasıl yanıt veriyorlar, eleştirildiği zaman nasıl hoşgörüyle eleştiriyi karşılıyorlar? Bunu görsünler istedik. Demokrasi kültürümüzü görsünler istedik. Belediye başkanlarının bulundukları beldede halkına nasıl hesap verdiklerini görsünler istedik. İhaleleri nasıl yapıyorlar görsünler istedik ve yaşanan ekonomik buhran nedeniyle kış aylarında vatandaşlar perişan. Bütün belediye başkanları önce hükümete çağrı yaptık. Bu kadar zam geldi, bu zammın altında insanlar ezilir. Dolayısıyla bir karakış fonu kurun. Fakirin fukaranın yanında olun, destek verin fakire fukaraya. Benim değil, senin oyun artacak dedim. Yapmadılar…
Ama biz belediye başkanlarımıza çağrı yaptık ve dedi ki: Mutlaka karakış fonu oluşturacaksınız. Bulunduğunuz beldede hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Eğer bir çocuk yatağa aç giriyorsa, yatağa aç yatıran annenin ıstırabını duyacaksınız, o çerçevede hareket edeceksiniz. Sağ olsunlar belediye başkanlarımız büyük bir özgüvenle çalışmalarını sürdürüyorlar. Bütün milletimin önünde, halkımın önünde bütün belediye başkanlarımıza teşekkür ederim. Birer tarih yazıyorlar, bütün zorluklara rağmen birer tarih yazıyorlar, bütün baskılara rağmen birer tarih yazıyoruz.
Bakınız, 3 Kasım’la 17 Aralık arasında 80 bin 450 aileye nakit yardımı yapılmış, 80 bin 450 aile… 455 bin 630 aileye gıda yardımı yapılmış. 420 bin 580 aileye ısınma yardımı yapılmış; kömürü alamıyor, odun alamıyor, doğalgaz parasını ödeyemiyor… 210 bin 420 öğrenciye eğitim ve kırtasiye yardımı yapılmış. 290 bin 850 kişiye ulaştırma yardımı yapılmış, yol parasını veremiyor. 2 bin 562 ailenin elektrik faturası ödenmiş, toplamı 517 bin 640 lira; ödeyemiyor aile elektrik faturasını, elektriksiz kalmasın diye… 12 bin 144 ailenin su faturası ödenmiş. Ama bakıyorsunuz Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetmediği bir beldede elektrikler kesildiği için çocuk soğuktan hayatını kaybediyor. Şimdi sormak isterim, bizi dinleyen vicdan sahibi herkese sormak isterim: Doğruyu kim yapıyor? Doğruyu biz yapıyorsak, bizim belediye başkanlarımız yapıyorsa, bizi dinle kardeşim bizi dinle, bizi gör kardeşim; biz neler yapıyoruz araştır kardeşim. Hatamız varsa söyle, eksiğimiz varsa söyle. Başımızın üstünde her eleştiriye bakarız. Ama karşı taraf yanlış yapıyorsa oraya da dikkat et. O yanlışın faturası doğrudan yönettiği vatandaşa çıkıyor. Ona da bakmak lazım.
Kayseri’de ayrıca Ticaret Odası’nı ve Sanayi Odası’nı ziyaret ettim. Her iki odanın yöneticileri ve yönetim kurulu sağ olsunlar Kayserililerin hoşgörüsü içinde bizi kabul ettiler. Beraber oturduk, sorunları dinledik. Onlar anlattılar sorunları, biz de kendi çözümlerimizi anlattık, sorunların nasıl aşılması gerektiğini anlattık kendilerine. Sıkıntılarını biliyoruz. Önünü göremiyorlar, bunu da gayet iyi biliyoruz. Dövizdeki oynaklık dolayısıyla maliyetlerini oluşturamıyorlar, bunu da biliyoruz. Siparişlerin durduğunu da biliyoruz. Bütün bunlar bir şekliyle anlatıldı değerli arkadaşlarım. Hatta öyle bir noktaya geldi ki, bırakın yarını görmeyi, bir saat sonra ne olacak kimse onu bilmiyor. Böylesine istikrarsız bir ortamda, ekonominin bu kadar bozulduğu bir ortamda sanayici de, esnaf da, herkes de adeta durmuş vaziyette. Ciddi bir sorun var ve bu sorunun çözülmesi lazım.
Açıkça söyledim kendilerine, şimdi buradan da bütün vatandaşlarıma ifade edeyim: Sorunun temeli güvendir arkadaşlar, sorunun temeli güvendir. Eğer bir ülkenin vatandaşları kendisini yöneten siyasi otoriteye güven duymuyorsa, güven kaybına uğramışsa, artık o kişiler o ülkeyi sağlıklı yönetemezler. Var olan iktidar bir güven ortamı yaratabilir mi? Yaratamaz. Her kafadan bir sesin çıktığı bir yapı içinde güven ortamı oluşturamazsınız. Kıyamet kopardılar değil mi? “Dış güçler, dış güçler, dış güçler…” Sonra ne oldu? Yeni atanan Hazine ve Maliye Bakanı: “Hayır efendim, dış güçler falan yok. Doları zaten biz bilinçli olarak yükseltiyoruz, Türk Lirası’nı eritiyoruz” dedi. En iyi kim bilir? Hazine’den ve maliyeden sorumlu olan bakan bilir, Tarım Bakanı bilmez bunu. Hazine’den, devletin hazinesinden ve devletin maliyetinden sorumlu olan bakan bilir, o da diyor ki, “ortada dış güçler falan yok ya, bu bizim politikamız” diyor. “Yeni politika” diyor. Türkiye’nin stratejiye ihtiyacı var, önümüzdeki 20 yılı, 30 yılı, 40 yılı planlayacak stratejiye ihtiyacı var. Yarını da göremiyorsanız, planlama yapamazsınız. Yarını göremiyorsanız, strateji oluşturamazsınız, buna bakmak lazım. Eğer devlette adaleti ve liyakati yok etmişseniz zaten ülkeyi yönetemezsiniz, zaten güveni sağlayamazsınız. Vatandaş can ve mal güvenliği dolayısıyla mahkemeye güvenmiyorsa, adliyeye güvenmiyorsa, savcıya güvenmiyorsa, “buradan adalet çıkmaz” diye bir düşünce her geçen gün pekişiyorsa, o ülkede adalet yoktur, o ülkede güven sorunu var demektir.
Artı değerli arkadaşlar, devleti yöneten kişilerin önce kendisini bilmesi lazım. Kendisini bilirse, ne olduğunu bilirse, bilgisini, birikimini bilirse devleti sağlıklı yönetir. Yani neyi bilip, neyi bilmediğini iyi bilirse devleti iyi yönetir. O nedenle demişler: Taç giyen baş akıllanır. Taç giyen baş niçin akıllanır? Çünkü bir sorumluluk üstlendiğinin farkına varır. Ben eğer taç giydiysem, bir sorumluluk hissediyorum demektir. Kime? Halkıma karşı, milletime karşı bir sorumluluk üstlendim demektir. Sorumluluk üstlenen kişi, sorumluluğunun gereğini yapmak için oturur, konuşur, danışır, istişare eder. Her şeyi ben bilirim ve her şeyi ben yaparım dediğiniz zaman, kişi kendisini bilmez, ne olduğunu da bilinmez. Bu topraklarda yaşayan Yunus boşuna dememiş:
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır?”
Kendini bileceksin önce, ne olduğunu bileceksin.
Kişinin kendisini bilmesi, kapasitesini de bilmesi demektir. Kişinin kendisini bilmesi, eksikliğini, hatalarını bilmesi demektir. Özellikle Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim, Milliyetçi Hareket Partili kardeşlerime, daha doğrusu oy veren kardeşlerime seslenmek isterim. Eğer bu söylediklerimde bir eksiklik varsa, bir yanlışlık varsa, bir kusur varsa rahatlıkla söyleyebilirsiniz. “Ey Kılıçdaroğlu, konuştuğun şu cümle yanlıştır” diyebilirsiniz. Şu kürsüde her zaman, her yerde, her ortamda doğruları dile getirmeye çalıştım. Doğrulardan devleti yönetenlerin korkmaması lazım, eleştiriden korkmaması lazım.
Değerli arkadaşlarım; devlet liyakatle yönetilir dedik, akraba-i taallukat ile devlet yönetilmez. Devlet bir şirket değildir. Devlet bir kişinin malı değildir. Devlet bir kişinin mülkü değildir. Devleti oluşturan eğer mülkiyetse, 84 milyon kişinin devletidir o. Ama biz buradan vazgeçtik, adeta bir kişi “ben devletin sahibiyim” diye ortaya çıkıyor ve Türkiye’yi yanlış yönetiyor, kargaşa çıkarıyor. Ekonomide bugüne kadar hiç alışmadığımız ciddi sorunları yarattı ve yaratmaya da devam ediyor. Bunlar ciddi sorunlar değerli arkadaşlarım.
Bir şey daha ifade edeyim değerli milletvekili arkadaşlarım: Siyasetçinin alkışa ihtiyacı yok aslında. İyi bir siyasetçi, düzgün bir siyasetçi, ahlaklı bir siyasetçi alkıştan çok sağlıklı eleştiri ister. Kendi hatalarını kendisi görünmeyebilir ama bir başkası o hatayı gördüğü zaman hatayı hatırlatırsa, siyasetçiye en büyük katkıyı o yapar. Bakınız Hz. Ömer şöyle diyor: “Bana hatalarımı, kusurlarımı söyleyen, benim gerçek kardeşlerimdir. Benim hatalarımı, benim kusurlarını bana söyleyen kişiler, benim gerçek kardeşlerimdir” diyor. Bu nedir? Bu aklı öncelemektir, bu kibirden tümüyle arınmak demektir, bu sadakatle adalete bağlanmak demektir. Şimdi kazaen kalkıp da “şu hatan var” dediğin zaman kıyamet kopuyor, düşmanı ilan ediliyorsunuz hemen.
Üç tane gencecik çocuk, sokakta röportaj yapıyorlar, vatandaşa soruyorlar “derdin ne” diye, anlatıyor onu ve yayınlıyor sosyal medyada. Üçünü gözaltına alıyorsunuz. Ne kusuru var? Hangi kanunu ihlal etti? Üçünü karakola götürüyorsunuz, üçünü mahkemeye çıkarıyorsunuz, üçüne ev hapsi veriyorsunuz. Niçin? Sokağa çıkmasın diye, gerçekleri halk öğrenmesin diye. Bir kişi devleti böyle yönetmeye kalkarsa, o devletin yönetimi otoriter yönetim olur, demokrasi olmaz orada. Devleti yöneten kişi eleştiriye tahammül edemiyorsa, doğruları duymaya, işitmeye tahammül edemiyorsa, yapacağı tek şey vardır; makamdan ayrılacaktır. “İzzet ü ikbal ile ayrıldık babı hükümetten” demesi lazım. Onu da söylemiyor. Böyle bir sorunumuz var değerli arkadaşlarım. Eğer kişiye hatalarını hatırlattığınızda hakaretlerle karşılaşıyorsanız, o devletin yönetiminde bir sorun var demektir. Eğer bir ülkenin gencecik evlatları geleceğini kendi ülkesinde değil de başka bir ülkede arıyorsa, o ülkenin yönetiminde bir sorun var demektir. Bir ülkenin vatandaşı kendi milli parasını değil de yabancı bir parayı güvence olarak kabul edip, ona büyük ölçüde para yatırıp tasarruf ediyorsa, o zaman o ülkenin yönetiminde bir sorun var demektir. Bugün bankalardaki mevduatın, tasarruf mevduatının yüzde 66,4’ü dövizdir. Bu ne demektir? Tasarruf sahiplerinin yüzde 66,4’ü, “ben Türk Lirası’na güvenmiyorum” diyor. “Devlet yöneticilerine de güvenmiyorum “diyor. “Başka bir ülkenin parasına güveniyorum” diyor. “Amerika’nın dolarına, Avrupa Birliği’nin avrosuna güveniyorum, paramı oraya yatırdım” diyor. “Oraya yatırdığım için ben zarar etmem, tasarrufumu korurum” diyor. Edirne’yi ve Karsı korumak neyse, Türk Lirası’nın itibarını korumak da aynı şeydir.
Eğer Türk lirası yerlerde sürünüyor ise bir sorunumuz var demektir. Soru, ülkeyi bu hale kim getirdi? Vatandaş mı getirdi, kim getirdi bu hale? Sorumlusu kim bunun? Bunun mutlaka sorgulanması lazım. İsrafın, yolsuzluğun kol gezdiği bir ülkede yöneticiler israfın ve yolsuzluğun üzerine gitmezlerse, o ülkede bir sorun var demektir, yönetimde bir sorun var demektir. Yolsuzluğu teşvik ederseniz, israfı teşvik ederseniz, ülkede birliği, dirliği sağlayamazsınız. Yatağa aç giren çocukların olduğu bir ülkede, 19 yıldır o ülkeyi yöneten bir siyasi otorite Londra’daki bir avuç tefeciye 194 milyar dolar faiz ödüyorsa, o ülkede bir sorun var demektir. “Faize karşıyım” deyip, 194 milyar doları götürüp oraya ödüyorsanız, bir sorun var demektir, yönetilmiyor demektir Türkiye. Bir taraftan zamlar yağmur gibi yağarken, öte yandan siz dövizi yerinde tutamıyorsanız, iki kıskaç arasına vatandaşı almışsınız, o ülkede bir sorun var demektir, yönetiminde bir sorun var demektir; buna bakmak lazım.
Soru şu: Sorunu kim çözecek? İki, sorunu nasıl çözeceğiz? Bütün demokrasilerde sorunu siyasi partiler çözerler, yani sorunu yaratan siyaset kurumudur. Sorunu yaratan, ülkeyi yöneten siyaset kurumu sorunu çözmek için aslında iktidar olur ama sorunu çözmek değil, sorunu büyütürse siyaset kurumu görevini yapmıyor demektir. Bunu bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim. Sorunu yaratan kurum sorunu çözemez. Derler ya, terzi söküğünü dikemez diye, aynı olay. Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Siyasi iktidar getirdi. Demek ki sorun, bir siyasi sorundur her şeyden önce. Önce o siyasi sorunun çözülmesi lazım. Ondan sonra nasıl çözüleceğini düşünmemiz gerekir. Sorunun çözülmesi için de demokrasinin işlemesi lazım. Yani seçimin gelmesi lazım, milletin iradesine başvurulması lazım. Kriz dönemlerinde, buhran dönemlerinde ülkeyi yönetenler eğer açmazlarla karşı karşıya kalıyorlarsa ve sorunu çözmekte acz haline düşüyorlarsa, demokrasilerde yapılan bir şey vardır, tek şey vardır, halkın hakemliğine başvurmaktır. O nedenle diyoruz: Ülkeyi yönetemiyorlar, geçen her gün çok daha ağır maliyetler getiriyor. Vatandaş bu maliyetlerin altında eziliyor. Kurtulmanın tek yolu var. Onun için de, yani iktidar sahipleri için de doğru olanı sandığı getirmek ve milletin hakemliğine başvurmak. Bundan daha güzel bir şey yok.
Sandığı getirirler veya getirmezler ama sandığı getirmeleri için her türlü çabayı göstereceğiz. Bu milletin daha fazla ezilmesine tahammül edemiyoruz. Çocukların yatağa aç girmesine tahammül edemiyoruz. Yağmur gibi zamların yağmasına tahammül edemiyoruz. Üretenin, alın teri dökenin önünü görememesine tahammül edemiyoruz. Bunu anlattığım zaman bazen, “siz ne yapacaksınız?” sorusu geliyor. “İyi, güzel anlattıklarının tamamı doğru” diyorlar.” Zaten biz yaşıyoruz” diyorlar. Ben de az önce söyledim, anlattıklarımda yanlış var mı? Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime de söyledim, Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kardeşlerime söyledim; anlattıklarımda tek bir kelime eksik var, fazla yok. Hepsi doğru, verdiğim rakamların hepsi doğru. Nasıl çözeceğiz? Bu önemli… Milletin takdiri Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda hemen ilk yapacağımız iş -ki şunu ifade edeyim- 13’üncü Cumhurbaşkanımız, inşallah Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı olacak. Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı olacak.
Konuşmamda ne dedim?
İktidarla millet arasında ciddi bir güven sorunu var dedim. İlk yapacağımız iş, güveni tesis etmek.
Soru şu: Güveni nasıl tesis edeceğiz? Lafla mı, söylemek yeterli mi? Hayır. Güveni tesis etmenin yolu, sorunu yaşayanla, sorunu çözecek olanın yan yana gelmesidir. Bir daha söylüyorum: Güveni tesis etmenin birinci yolu, sorunu yaşayanla, sorunu çözenin yan yana gelmesidir, yüz yüze gelmesidir, aynı masanın etrafında oturmalarıdır.
Bizim 13’üncü cumhurbaşkanımız da hakem olacak orada, hakem olacak. Bir taraftan yana değil, üretimden, alın terinden, emekten yana olacak eyvallah ama sorunun çözümü konusunda iki tarafı yan yana getirip hakem olacak. Sanayicisi, çiftçisi, emeklisi, işçisi, tüccarı, esnafı; derdinizi anlatın kardeşim. Bu tarafta da derdi çözecek olan bakanlar oturacak. Buna ne diyoruz? Ekonomik ve Sosyal Konsey. İlk yapacağımız iş, siyasetle sorun yaşayanlar arasında güveni tesis etmenin yolu, bunları bir araya getirmektir, getireceğiz. İlk bir hafta içinde bunları yan yana getireceğiz. Kardeşim derdini anlat, şöyle çözülecek ve orada bir takvim yapılacak. Hangi sorun nasıl çözülecekse tek tek yazılacak, kamuoyuna açıklanacak. Siyaset kurumu söz verdiği her şeyi zamanında bir bir bir yerine getirecek. O zaman sanayici diyecek ki, tüccar diyecek ki, ziraatçı, çiftçi diyecek ki, “ya bunlar gerçekten de samimiler ve bunlar gerçekten de sorunları çözmek istiyorlar.”
5 Şubat 2009’dan bu yana Ekonomik Sosyal Konsey hiç toplanmadı. 2018’den bu yana da sürekli söylüyorum; ya arkadaş ekonomik sosyal konseyi topla, şu sorunu yaşayanları dinle bir. Toplanmadığı için bir taraftan bir sanayi odası, öbür taraftan başka bir sanayi odası, bir taraftan ticaret odası, öbür taraftan başka bir ticaret odası açıklamalar yapıyorlar. Kim duysun diye? İktidar sahipleri duysun diye. Yahu arkadaşlar, açıklama yapacağına çağırsana gelsin, bakanlarla karşı karşıya kalsınlar. Kim konuşacaksa, derdi neyse anlatsın, sorun nasıl çözülecekse oturulsun, çözülsün. Oraya sadece bakanları değil, Merkez Bankası Başkanını da, BDDK Başkanını da çağıracaksınız ve gerçekten de samimi olarak “biz sorunları çözmeye hazırız” algısını kamuoyuna vereceksiniz. Bu birinci kural.
İkinci kuralımız; düzenleyici ve denetleyici kurumlar var. İlk bir hafta içinde düzenleyici ve denetleyici kurumların başkan ve yöneticilerinin tamamı liyakatli kişiler olacak ve atanacak. Tamamı liyakatli kişiler; öyle güreşçiden, efendim bilmem nereden getirelim buraya bir tane; “birikimi önemli değil, bu 5 maaş alsın, 3 maaş alsın bizim partili.” Hayır efendim. Güveni sağlamanın ikinci yolu, nitelikli kişileri, liyakatli kişileri bu kurumlara atmaktır. Bu neyi önler? Aynı zamanda keyfiliği önler, devlet yönetiminde keyfiliği önler. Herkesin görevi bellidir, ne yapacağı bellidir. Görevi belirleyen Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bu kişi sıcak siyasetin aracı olamaz, torpilin amacı olamaz. Bunu yapmamız lazım. Başka? Liyakatli kişileri atadığınız zaman talimatla değil, aklıyla iş yapan kişiler görevlerinin başında olacak. Kanunu uygulayacak, yasaları uygulayacak, halkın çıkarlarını savunacak; bir kişinin arzusu ve isteği üzerine karar almayacak, aldırtmayacağız öyle bir kararı. Bu başka neyi getirir? Ekonomide istikrarı getirir. Bu çok önemlidir, istikrar kavramı çok önemlidir. Ekonomide istikrarı getirdiğiniz andan itibaren, Türkiye bölgesinde de dünyada da önemli bir yere oturmuş olur.
Üçüncü madde: Hemen ilk bir hafta, belki de iki gün içinde cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulmuş olan Fiyat İstikrarı Komitesi’ni lav edeceksiniz. Hiçbir işlevi yok, hiçbir işlevi yok. Böyle bir komite koymuşlar, adamları tayin etmişler. Herkes malı götürüyor. Bir gün bile toplanmış değiller, kurulduğu tarihten bu yana bir gün bile toplanmış değildir. Yahu devletin malı, talan malı mıdır? Peki bu görev kimin? Türkiye Büyük Millet Meclisi bu görevi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na vermiş. Biz keyfi hareket etmeyeceğiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı kanunlara uygun olarak hareket edeceğiz. Fiyat istikrarından kim sorumlu? Merkez Bankası Kanunun 4 üncü maddesine göre Merkez Bankası sorumlu. O zaman Merkez Bankası’na diyeceğiz ki, “Türkiye’de fiyat istikrarını sağla kardeşim. Liyakatli kişilere atadık. Göreviniz bu, sağlayacaksınız. Önünüze bir engel çıkarsa, gelip bana başvuracaksınız.” Merkez Bankası’na liyakatli kişiler atayıp, bağımsız kıldığınızda ne olur? Hem Türkiye’de, hem dünyada Merkez Bankası’na olan güven artmış olur. Derler ki, “bu Merkez Bankası bağımsızdır, aldığı kararlar ekonominin gereğine uygundur ve dolayısıyla biz rahatlıkta plan program yapabiliriz.” Şu anda Merkez Bankası’nın bağımsızlığı söz konusu değil. İstediğiniz zaman istediğiniz kişiyi getirebiliyorsunuz. Böyle bir Merkez Bankası olmaz. Bu, güveni temelden sarsar. Biz Merkez Bankası’nın aynı zamanda bir güven kurumu olmasını istiyoruz ve Türk Lirası’ndan da sorumlu olmasını istiyoruz. Üstünde yazmıyor mu “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” diye. Parayı pul ettiler bunlar. Merkez Bankası’na diyeceğiz ki: “Bak liyakatli kadroları atadık. Bağımsız bir kuruluşsunuz, size sıcak siyaset müdahale etmeyecek, gereğini yapacaksınız. Türk lirasına yeniden değer, itibar; piyasaya da istikrar kazandıracaksınız.” Bunu söyleyeceğiz.
Bu ne anlama gelir? Herkes bilir ki, bunlar gerçekten de devleti ciddi ciddi yönetecekler. Liyakatli kadrolar en çok kimin işine yarar? En çok siyasetçinin işine yarar. Onun başarısı, siyasetçinin hanesine yazılır. Ama siz liyakatli kadroları atayıp da “oraya bizim partili gelsin, bizim bu partiliye ben talimat vereyim, o da gereğini yapsın; bankacılıktan anlamıyormuş hiç önemli değil…” O zaman felaket, felaketle karşı karşıya kalırız.
Dördüncü madde: İlk bir hafta içinde 13’üncü Cumhurbaşkanımız makama oturduğu gün israfla mücadele genelgesini yayınlanacaktır, israfla mücadele genelgesi. Ya israf haram mı? Haram. Devleti yönetenler kimin parasını harcarlar? 84 milyonun parasını harcarlar. Kendi ceplerindeki parayı değil, 84 milyonun parasını harcarlar. Fakirin, fukaranın, zenginin; efendim gecekonduda yaşayanın, villada oturanın, hepsinin parasını devlet harcar, hükümet harcar. Bu nedir? Toplanan paralara beytülmal diyoruz. Beytülmale el uzatılır mı? El uzatılmaz. Beytülmali nasıl kullanacaksınız? Milletin hakkı hukuku için kullanacaksınız, sosyal devlet için kullanacaksınız. Herkesin işi, aşı olsun, onun için kullanacaksınız. Bir genelge çıkaracaksınız, israfı tek tek yazacaksınız, israfı önleyeceksiniz devlet katında. 13 uçak mı var? 12’sini satacaksınız, devletin hazinesine gelir olarak kaydedeceksiniz.
Bakanlıklar kendi bakanlık binalarından çıktı, müteahhitlerin yaptığı lüks binalar da bakanlık oldu, kira ödüyorsunuz. Yahu niye kira ödüyorsun kardeşim? Dün kira ödemiyordun, şimdi başkası kazansın, yandaş kazansın diye kira ödeniyor ona, dünyanın kirası ödeniyor. Kendi ceplerinden mi ödüyorlar? Hayır, 84 milyonu cebinden ödüyorlar. Yani israf haramdır. Hani sen dindardın? Bu yolsuzluk ne? Bir genelge çıkarılacak, israf kesinlikle bitirilecek. Bakın israfı en çok konuştuğumuz dönemde, yolsuzlukları en çok konuştuğumuz dönemde, vatandaşın en çok perişan olduğu dönemde, adamlar gittiler 474 bin 950 avroya 3 tane Mercedes aldılar saraya. Yahu neyine yetmiyor arkadaş ya? Neyine yetmiyor senin araçlar? Şimdi ben AK Parti’ye oy veren, Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kardeşlerime seslenmek isterim: İsraf haram mıdır, değil midir? İsraf haram değildir diyorsan, oy vermeye devam et kardeşim. Ama israf haramdır diyorsan, israf yapanları sandığa gelince elini vicdanına koyup, oyunu öyle kullanacaksınız. Onlara oy vermeyeceksin.
13’üncü Cumhurbaşkanımızın temel görevlerinden birisi de -dördüncü madde- israfı bitireceğiz, yolsuzluğu bitireceğiz. Yolsuzluk yapanın burnundan getireceğiz. Gayet açık, gayet net, gayet kararlı. İzin vermeyeceğiz bunlara. Bu neyi getirir? Vatandaşla devleti yönetenler arasındaki güveni pekiştirir. “Ya bu adamlar doğru adamlar, bu adamlar beytülmale el uzatmıyorlar. Bu adamlar gerçekten de keşke bugüne kadar defalarca gelselerdi” diyecektir vatandaş. Bu ortamı sağlayacağız, karşılıklı güveni sağlayacağız. Vatandaş kendisini yöneten ve seçtiği idareye güven duyacaktır.
Beşinci madde: 13’üncü Cumhurbaşkanımız bir genelge çıkaracak. Devletin bütün bilgilerine, devlet sırrı hariç bütün bilgilerine vatandaş istediği anda ulaşabilecek. Ne demek yani ticari sır? Bunların hepsini bitireceğiz. Hastane yaptın, kaça yaptın kardeşim? Vatandaş soruyorsa, hemen cevabını vereceksin. Milletvekili soruyor, milletvekiline cevap vermiyorlar. Milletvekiline cevap verilmeyen ortamda, vatandaşa cevap verilir mi? Hiç verilmez. Bu ne demektir? Ben vatandaşı hiç takmıyorum demektir. Anlayışları bu ama biz öyle yapmayacağız. Vatandaşın sorduğu her soruya; şu hastane kaça yapıldı? Hemen yazılacak, “şu hastane şu tarihte ihalesi yapıldı, ihaleye şu kadar firma girdi, şu kişi kazandı, inşaatı şu aşamadadır, ihale şu şartlarda yapıldı” denilecek. Herkes bilecek. İstanbul Havaalanı yapmışsınız, kaça mal oldu kimse bilmiyor. Parasını biz ödüyoruz., 84 milyon ödüyor, kimse bilmiyor. Neymiş? Ticari sırmış. Ne ticari sırrı kardeşim? Ben bir şirketten mi istiyorum bu bilgileri? Ben devletten istiyorum, devlet bilir bunu. Vermiyor ama o bilgileri… Demek ki yapacağımız işlerden birisi, devlette saydamlığı getirmek.
Sadece bilgi mi? Hayır. İnşallah Millet İttifakı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı da olacak. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Sayıştay’a bir yazı yazacak. Sayıştay’a bir yazı yazacak ve şunu söyleyecek: “Gelen denetim raporlarında asla sansürleme yapmayacaksınız. Nerede yolsuzluk varsa, onların tamamı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelecek.” Ne demek yolsuzluğu gizlemek ya? Ne demek yolsuzluğun üstünü örtmek? Hani kul hakkı yemek günahtı? Kul hakkı yiye yiye şiştiler. Nasıl olur böyle bir tablo? Yazacak ve onu söyleyecek; açık ve net söyleyecek. Sayıştay’a müdahale yok, gelen raporlar olacak. Hepsi ve dolayısıyla iktidar, muhalefet herkes Sayıştay raporlarına bakacak. Varsa eleştirisi orada yapacak. Bu nedir biliyor musunuz? Halkın iktidarı denetlemesi demektir. Halkın iktidarı denetlemesi demektir. Bu şu soruyu gündeme getirir: Ey devleti yönetenler; ben size vergi veriyorum. Benim ödediğim vergiyi nereye harcadın? Bu demokrasinin çıkış noktasıdır. Biz demokrasiyi büyütmek istemiyor muyuz? Demokrasi güçlü olsun istemiyor muyuz? İşte bunun için yapacağız.
Altıncı madde: Dövizli ihaleler var, döviz garantili ihaleler var. Diyorlar ya, Türk lirası, falan filan. Bırakın onları; Türk lirasını pul ettiler. Kendi yandaşlarına verdikleri ihaleleri de dolar bazında, avro bazında yaptırdılar. Öyle bir düzen kurdular ki, dolar bazındaysa Amerika’daki enflasyonu, avro alıyorsanız Avrupa Birliği’ndeki enflasyonu da getirdiler, 84 milyon insanın sırtına yıktılar. Bunu yapanlarda vicdan var mı ya? Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime ve Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kardeşlerime soruyorum: Amerika’daki enflasyonu niye 84 milyonun sırtına yıkıyorlar? Hangi akıl, hangi mantıkla yıkıyorlar? Hangi kanunla, hangi ahlakta yıkıyorlar? Avrupa Birliği’ndeki enflasyonu niye getirip 84 milyonun sırtına yıkıyorsun? Yahu zaten avro garantisi vermişsin, zaten dolar garantisi vermişsin; niye onların ayrıca getiriyorsun enflasyonunu bu milletin sırtına yıkıyorsun? Allah’ın izniyle 13’üncü Cumhurbaşkanımızın ilk yapacağı işlerden birisi bunu çözmektir, hakkaniyet içinde çözmektir.
Bu milletin sırtına yıkılan ve onların kendilerini sadece değil, evlatlarını değil, torunlarını da borçlandıran bu düzene son vereceğiz. Bir soygun düzeni bu düzen, buna son vereceğiz.
Yedinci madde… Yedi maddemiz var zaten, acil yapılması gereken yedi madde var. Yedinci madde: Derhal bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Stratejik Planlama Teşkilatı kurulacak. Stratejik Planlama Teşkilatı kurulacak süratli bir şekilde. Ya bir devlet kendi planını yapmaz mı ya? Aile kendi planını yapar; aylığımız nedir, borcumuz nedir? Neyi ne kadar öderiz? Tasarrufumuz olur mu, olmaz mı? Devasa bir Türkiye’nin planlama teşkilatı yok. Bir kararname ile Stratejik Planlama Teşkilatı’nı kuracağız, nitelikli kadrolar atayacağız; değil 5 yıllık, değil 10 yıllık, 50 yıllık, 100 yıllık planlar yapılacak orada. Toplumun en nitelikli, en liyakatli kadroları orada olacak. Sadece Türkiye’yi değil, dünyayı da izleyecekler. Hangi alana hangi yatırımların yapılması gerektiğini, ihtiyacımızın ne olduğunu; ulaşımdan tutun yerleşime kadar bütün alanların planlanması lazım. Bunu yapacağız.
Bu yedi madde olursa ne olur? O zaman siyasetçi ile vatandaş arasında sağlıklı, tutarlı bir güven ilişkisi kurulmuş olur. Çünkü vatandaş diyecek ki: “Benim paramın nereye harcandığını soruyorum, bana tak diye cevap geliyor. Bir yerde yolsuzluk var, soruyorum; derhal araştırma yapıyorlar, olayın üstüne gidiyorlar. Sayıştay raporları acaba gizleniyor mu, örtülüyor mu, kapatılıyor mu veya sansürleniyor mu? Hayır, o tamamen engellenmiş vaziyette. Peki devletin 50 yılını, 100 yılını görebilecek miyiz? 20 yıl sonrasını görebilecek miyiz? Dünya nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz, görebilecek miyiz? Planlama teşkilatı kurdular” diyecekler.
Peki, vatandaşın derdi nedir? Yatırım yapalım mı, yapmayalım mı? Tarımda ne yapacağız? Sanayide ne yapacağız? Katma değerli ürün üretecek miyiz, üretmeyecek miyiz? Bunları da ne yapacağız? Diyecekler ki, “efendim Ekonomik Sosyal Konsey var. Bunlar belli aralıklarla en geç her ay toplanırlar, dertlerini anlatırlar. Dolayısıyla toplumun her kesimine karşı duyarlı bir iktidar var. Yolsuzluklara karşı harcanan her kuruşun hesabını veren bir iktidar var ve bu çerçevede görev yapıyor” diyecekler. Bunları yapacağız.
Değerli arkadaşlarım; yedi maddeyi bütün arkadaşlarım gittikleri yerlerde anlatsınlar; gelince bunları yapacağız. Ak Parti’ye oy veren, Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kardeşlerime de sesleniyorum: Bunlar yapamadılar ama biz yapacağız. Bunlar senin hakkını savunmadılar ama biz senin hakkını savunacağız. Bunlar beytülmale el uzattılar, biz uzatılmasına izin vermeyeceğiz.
Efendim malum ekonomide ciddi sarsıntılar oluyor, müdahaleler oluyor, kararlar açıklanıyor. Bir bakıyorsun dolar yükseldi, bir bakıyorsunuz düştü. 1-2 notu kısaca bilginize sunmak isterim. Nedir? Şimdi aslında Erdoğan’ı doğrudan muhatap almak kadar yanlış bir şey yok. Yönetemeyen bir kişiye ne söyleyeceksin? Yeteneği olmayan bir kişiye ne söyleyeceksin? Türkiye’nin geleceğini düşünmeyen bir kişiye ne söyleyeceksin? Ülkeyi bu hale getirene ne söyleyeceksin? 84 milyona değil de bir grup kişiye, çetelere çalışan, onlara her türlü imkânı sağlayan insana ne diyeceksin? Onu muhatap almak istemem. Muhatap almak doğru da değil zaten. Ama maalesef üzülerek ifade edeyim, işin ucunda milletin kaderi var. Milletin kaderi olunca mecburen, mecburen bir şeyler söylemek zorunda kalıyoruz.
Birincisi şu: Bu ülkeye yapılan kötülükler yetmedi. Asla yapılmaması gereken bir işi bunlar bir daha yaptılar, ikinci kez beytülmale el uzattılar. İlk kez neydi? 128 milyar dolardı. Bu devletin, bu milletin, 84 milyonun alın teriyle birikmiş 128 milyar dolarını kime verdiler belli değil ama öğreneceğiz. 13’üncü Cumhurbaşkanının yapacağı ilk işlerden birisi de bu parayı kimlerin aldığını öğrenmektir. Açıkça ifade edeyim, beytülmal ile kumar oynuyorlar.
İki: Devletin hazinesi ile kumar oynanmaz. Bir daha ifade edeyim: Devletin hazinesi ile kumar oynanmaz. O hazine beytülmaldir, O hazinede 84 milyonun alın teri vardır. Devlet, birilerinin deneme alanı değildir ve onun kumar masasına süreceği imkân değildir. Bunun üzerinde de durmak gerekiyor. Hazine, kumar masasına sürülecek bir para değildir. Devlette kumar olmaz, devletin hazinesi ile kumar olmaz, oynanmaz. Hazine’de olmayan bir parayla garanti verdiler, dün yaptıkları buydu. Hazine’de olmayan bir parayla garanti verdiler. “Nas bunu, din bunu emrediyor” diye diye gizli faizin dik alasını uyguladılar. Gizli faizin dik alasını uyguladılar ama şimdi bunu yaparak daha da büyük bir girdabın içine Türkiye’yi soktular.
Üç: Garibanın, döviz sahibini fonladığı, saçma sapan karanlık bir dünyaya götürdüler Türkiye’yi. Garibanın, bankada dövizi olanı fonladığı bir düzeni getirdiler. Kurla Türk Lirası arasında fark çıkarsa, o fark Hazine’den ödenecek, yani garibanın parasından ödenecek. Kime ödenecek? Bankada parası olana ödenecek. Akıl var, mantık var ya, ahlak var ya, din var, imam var ya; nasıl bunu yapıyorlar. Garibanın sırtından faizi teşvik ettiler, hem de dolar garantili olarak. Nas bunun neresinde, sormamız lazım. Garibanın parasıyla bankada parası olanı finanse ediyorsun.
Dört: O garibanlardan bazıları bu gelişmeleri kutluyor, seviniyorlar. İşte bu Türkiye’nin onulmaz bir trajedisidir, üzülerek ifade ederim. Erdoğan belki iyi değil, hem de hiç iyi değil ama buna rağmen onu destekleyenler varsa, onların oturup yeniden düşünmeleri gerekiyor. Bu kardeşlerini dinlesinler. Biz onların çıkarlarını savunuyoruz, biz onların haklarını savunuyoruz, biz onların alın terini savunuyoruz. Biz fakirden alınıp zengine verilmesini doğru bulmuyoruz. Biz elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan milyon dolarları kazananları savunmuyoruz. Beytülmal ile oynayan bir saray var. O kumar masasını alkışlayanları tarih asla unutmayacaktır.
Bir organize kötülükle karşı karşıyayız. Ama milletime sözümdür, namus sözümdür, boyun borcumdur, bu organize kötülüğü yok edinceye kadar mücadele edeceğiz.
Hepinize teşekkür ediyorum değerli arkadaşlar.