NATO’nun kuruluş amacını en doğru ve öz biçimde ilk NATO Genel Sekreteri Hastings Lionel Ismay açıklamıştır. “keep the Soviet Union out, the Americans in, and the Germans down.” Yani Avrupa kast edilerek Sovyetler Birliği’ni dışarıda, Amerikalıları içeride ve Almanları aşağıda tutmak.
1955 yılında NATO’ya üye olması ve 2. Dünya Savaşı sonrasında gösterdiği ekonomik performans nedeniyle bugün için Almanya’nın aşağıda tutulması amacı marjinal seviyede de olsa devam etmektedir.
Rusya-Ukrayna savaşının başlaması ile birlikte Sovyetler Birliği’nin yerini Rusya Federasyonu’nun aldığını söylemek yanlış olmaz. Zaman içinde Sovyetler Birliğine dahil olan Estonya, Letonya ve Litvanya ile Varşova Paktına üye ülkelerin salam (parça parça keserek) taktiği ile NATO üyesi olması, Ukrayna ve Gürcistan gibi ülkelerin NATO üyeliği perspektifi dikkate alındığında gelişmeler Sovyetler Birliği’nin varisi Rusya Federasyonu’nun aleyhine işlemekte ve haklı şeklinde endişe ettirmektedir. Batı-Çin rekabetinde Rusya-Ukrayna savaşına rağmen Rusya’yı kendi yanına çekmek, hem Batı hem de Rusya’nın menfaatinedir ancak gelişmeler aksi yönde gelişmektedir.
NATO, Herakleitosun değişim vecizesine ayak uydurabilmiş, ülkelerin ayrılmak istediği değil, üye olmak, işbirliği yapmak ve diyalog kurmak istediği bir kuruluştur ve bazı muhafazakar sol kesimlerce kabul edilmemesine rağmen tartışmasız dünyanın en etkili uluslararası organizasyonudur.
Türkiye, birkaç yüzyıllık sorunları olan sermaye, teknoloji, nitelikli işgücü ve güvenlik gereksinimleri nedeniyle NATO’ya üye olmak zorunda kalmıştır. 2. Dünya Savaşı sonrasında Stalin’in Türkiye’den toprak ve üs talibi, Türkiye’nin 250 yıllık Rus korkusunu depreştirmiştir. Diğer taraftan 2. Dünya Savaşı öncesi ve sırasındaki savunma sanayiindeki gelişmeler nedeniyle Türk Ordusunun harp, silah ve araçları demode hale gelmiş, Almanya’nın eski askeri doktrinine dayanan savaş konsept ve doktrini güncelliği yitirmiştir. Türkiye, NATO üyeliğine paralel olarak ABD ile birçok ikili anlaşma imzalamış olup, esas eleştirilmesi gereken Türkiye’nin NATO üyeliği değil, Türkiye’nin ABD ile olan ikili ilişkileridir.
1952 yılından Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991 yılına kadar tüm Avrupa ülkeleri gibi Türkiye de özellikle nükleer savaş olmak üzere bir savaş durumunda çok ciddi zayiat verme ve hasar görme riski altında yaşamıştır. Türkiye, bir NATO üyesi olarak Fransa, Almanya ve İtalya gibi aktif bir üyelikten ziyade amiyane tabir ile özellikle 1952-1960 döneminde kraldan fazla kralcı olmuştur. Bu yaklaşım haklı olarak eleştiriye açıktır. 1958 Lübnan Krizi, 1961-1962 Jupiter Füzesi Krizi, 1964 Johnson Mektubu, 1974 Silah Ambargosu gibi olaylar ile Soğuk Savaşın sona ermesi, Türkiye’nin başta NATO dahil dış ilişkilerinde etkisini göstermiş, ülke çıkarlarına daha fazla hizmet eden bir dış politika izlenmesine vesile olmasına neden olmuştur.
Türkiye, NATO’ya üye olmak istediğinde NATO’nun Avrupalı ülkeleri buna karşı çıkmışlar, Türkiye’nin Ortadoğu’ya eklemlenmesi istemiş, Türkiye ABD’nin etkisi ile NATO’ya üye olabilmiştir. Türkiye Soğuk Savaş sonrasında 1992-2001 döneminde Kafkaslar ve Orta Asya ülkelerine yönelik, 2001 sonrasında Avrupa yerine Ortadoğu’da kullanılmak istenmiş, Türkiye de iç dinamikleri nedeniyle bu politikalara balıklama atlamıştır.
İsveç’in NATO üyeliğine gelince, NATO’daki “her üye eşittir ama bazı üyeler daha eşittir.” deyişi paralelinde en eşit ülke ABD, daha eşit ülkeler İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerdir. Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü NATO Antlaşmasının önsözünde yer alan ve NATO’ya üyelik için siyasi kriterlerdir. Ekonomik kırılganlığı, sermaye ve teknoloji ihtiyacı, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü karnesi Türkiye’nin yumuşak karnıdır. Başta ABD olmak üzere birçok NATO ülkesinin özellikle PYD olmak üzere PKK/PYD ve FETÖ’ye karşı tutumları bellidir. Tüm bu faktörler ışığında Türkiye’nin zevahiri kurtarmak ve birkaç küçük taviz almak dışında İsveç’in NATO üyeliği konusunda yapabileceği çok fazla bir şey yoktur.
Sonuç olarak Türkiye için 1952-1991 döneminde büyük risklerinde barındıran NATO üyeliği 1992 sonrasında risk taşımayan bir fırsat haline gelmiştir. Acı gerçek laiklik, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkesinin ciddi tehdit altında olduğu ortamda NATO’ya karşı bir tutum ciddi bir hata olur. NATO, Türkiye’nin eşit haklara sahip olduğu yegane uluslararası etkin uluslararası kuruluştur, önemli olan NATO içinde nasıl bir fonksiyona sahip olunduğu ve ulusal çıkarlara göre istikrarlı tutarlı ve kararlı politika izlenip izlenmediğidir.