Bir zamanlar, ABD işgal ve kontrolündeki parçalanmış Irak’ta, bir umut ışığı olan Irak Kürdistanı, petrol uğruna yolsuzluk, rüşvet ve savaşın kurbanı oldu.
Yazar: Erin Banco, GlobalPost Investigations, 17 Ocak 2017
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 8 Nisan 2017
ERBİL, Irak — Komutan Kamal Kirkuki, bize otomatik kapılardan geçilerek girilen geniş bir konferans odasını gösteriyor. Burası aslında bir savaş odası. Etrafında lüks koltuklar olan uzun bir masa, haritalar ve bir projektör mevcut. Çin yapımı bir insansız hava aracı, odanın bir köşesinde durmakta. Beklettiği için özür diliyor ve gecikmesinin nedeninin, başka Amerikalılarla birlikte olması olduğunu ifade ediyor.
Komutan Kamal Kirkuki, ufak tefek ve geleneksel Kürt giysileri giyen bir adam. Davranışlarında kuzey Irak savaş alanındaki en yüksek mevkilerden bir tanesini işgal ettiğini gösteren emareler yok. O, Peşmerge olarak bilinen, Kürt ordusundaki en üst düzey komutanlardan bir tanesi. Peşmergeler, ISIS terör örgütüne karşı yürütülen kara savaşında önemli bir Amerikan müttefiki konumundalar.
Emir komuta ettiği birliğin görev sahası, Dibis ve etrafındaki köyler. Dibis, Musul kentinin sadece 80 mil güneydoğusunda yer almaktadır. Kerkük eyaletinin bir parçası ve Irak ordusuna ait kuzey tümenlerinin çekildiği 2014 yılından bugüne kadar Kürt kuvvetlerinin kontrolü altındadır. Bölge, teröre karşı yürütülen savaşın merkez üssü konumundadır, bunun nedeni ise Irak Kürdistanı’nda bulunan en geniş petrol rezervlerini içinde bulundurmasıdır. Terör örgütü ISIS bir zamanlar buradaki petrolden elde ettiği gelirleri bütün dünyadaki operasyonlarını finanse etmek için kullanmaktadır.
‘‘Yaptığımız her hamle petrolü korumak içindi.’’ Komutan Kamal Kirkuki
Komutan Kirkuki ışıkları kısıyor. Kısa bir girişten sonra, tavana asılı duran projektörden, benden önceki misafirleri olan Amerikan ordusunun temsilcilerine yaptığı takdimi bana da anlatmaya başlıyor. Görüntülerde, insansız hava araçlarından elde edilen video görüntüleri var. Elde edilen istihbarata göre görüntülerdeki bir evde ISIS terör örgütü savaşçıları saklanmakta. Bir araç, kirli ve tozlu yollardan geçerek dar bir ara sokağa dönüyor.
Komutan Kirkuki, görüntülerdeki evde, 20 kadar ISIS terör örgütü militanının saklanmakta olduğunu söylüyor. Video görüntülerinde, eve girerken görülen ISIS savaşçıları var. Kirkuki dudaklarında yapmacık ve zoraki bir gülümseme ile ‘‘Şimdi eve giriyorlar fakat bir daha asla çıkamayacaklar’’ diye anlatımını sürdürüyor.
Bölgeden alınan fotoğraflar arasında gezinirken, sözde ISIS terör örgütü militanlarının saklandıkları evleri ve tünelleri gösteriyor. Sonunda projektör kapanıyor ve komutan tekrar ışıkları açıyor. Duvarlardan bir tanesinde büyük bir harita asılı. Haritanın üzerinde kırmızı ve mavi renkli raptiyeler var. Kırmızılar ISIS, maviler ise Peşmerge unsurlarını temsil ediyor. Komutan bize, harita üzerindeki mavi ve kırmızı renkli raptiyeleri göstererek, son zamanlarda ISIS terör örgütüne karşı yürüttükleri birkaç çatışmayı ve adamlarının başarılarını anlatıyor.
2015 yılında gerçekleşen bir çatışmayı anlatırken kullandığı ifadeler oldukça ilginç: ‘‘Yaptığımız her hamle petrolü korumak içindi’’ diyor. Komutan Kirkuki’nin ana sorumluluklarından bir tanesi ‘‘Petrol ve Gaz Polisi’’ olarak adlandırılan ve görevi bölgedeki petrol kaynaklarını korumak olan Peşmerge birliğini yönetmek. Tıpkı geçmişte Amerikalılar için yaptıkları gibi, Komutan Kirkuki’nin bütün sunumu, petrol boru hatlarının nasıl korunduğu üzerine odaklanmış durumdadır.
Brifing esnasında, seçkin birliğine mensup birkaç asker odaya giriyor ve topuklarını sertçe vurarak onu selamlıyorlar. Hepsi uzun boylu ve formdalar. Onlar, seçkin askerler ve görevleri çok önemli. Irak Kürtleri için petrol, gelecekleri açısından güvenlik ve zenginlik anlamına gelmektedir.
Devriye esnasında, işimiz petrol şirketlerini korumak diye açıklıyor içlerinden bir tanesi. Gece karanlığında rafinerinin bacasından çıkan alevler ortalığı tamamen aydınlatmış durumda, alevlere bakarak ‘‘Ekonomimiz ona bağlı diyor’’.
Kerkük kenti ve civarında oluşturulan petrol koruma birlikleri, aslında geçmişteki bir değerlendirme ve yaklaşıma dayanmaktadır: Irak’ın kuzeyinde bulunan, bol miktardaki kullanılmayan petrol rezervleri, zenginlik ve refahın temeli olurken, güvensiz bir bölgeye de neden olabilir. Bu strateji, ABD ve diğer dünya güçleri tarafından, Irak’ın 2003 yılındaki işgali öncesi ve sonrasında geliştirilen bir stratejidir.
Fakat dünyanın diğer bölgelerinde zengin ve değerli doğal kaynaklara ev sahipliği yapan birçok yerde olduğu gibi, petrol, Irak Kürdistan’ına da zenginlik ve refah yerine politik iç savaş, inanılmaz ölçüde rüşvet ve topyekûn bir çatışma ortamı getirmiştir.
Irak Kürdistanı’nın ekonomisi %80 oranında petrole bağımlıdır. Boru hatları bölgenin her yerinde, köyler arasına bir atardamar ağı gibi yayılmış durumdadır. Bunların çoğu daha büyük bir boru hattına bağlanarak Türkiye ve oradan da uluslararası pazara ulaşmaktadır. Besleyici boru hatları tamamen açıktadırlar, çöllük alanlar, köprü altları ve insanların evlerinin etrafından geçerek, dolambaçlı yollardan ana boru hattına bağlanmaktadırlar. Böyle açıkta olmaları, onları kolay hedefler haline getirmektedir. Boru hatlarından bir tanesine saldırı düzenlendiğinde, bölgeye nakit para akışını sağlayan bütün petrol üretimi durmaktadır.
Kürtler petrole sadece halkı beslemek için değil, bunun yanı sıra Bağdat’ta birbirini takip eden ve politik düşman olarak gördükleri hükümetlere karşı özerkliklerini korumak için de bağımlıdırlar. Dibis ve daha büyük olan Kerkük eyaleti gibi yerlerde bulunan petrol, Kürtlerin, bir zamanlar onları etnik olarak yok etmek isteyen merkezi otoriteden tam bağımsızlıklarını kazanma rüyasıdır.
1980’li yıllarda Saddam Hüseyin, kuzeyde yaşayan ve o zamanlar İran ile aynı çizgide olan Kürtler üzerine bir saldırı başlatmıştır. Irak, Suriye, Türkiye ve İran’da birbirlerine komşu olarak yaşayan Kürtler, uzun süreden beri bağımsız bir devlet kurma hayalindedirler. Saddam ile olan savaşlarında binlercesi kimyasal silahların kurbanı olmuş ve milyonlarcası evlerini terk ederek kamplarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Irak’ın güçlü adamı Saddam, Araplara para vererek Kürtlerin terk ettikleri evlere yerleşmelerini sağlamıştır.
Amerikalılar Saddam’ı devirdiklerinde Kürtler çok sevinirler ve kutlama yaparlar. Daha parlak bir geleceğin hayallerini kurmaya başlarlar. Yabancı enerji şirketleri yatırım yapmak maksadıyla bölgeye geldiklerinde, ekonomik bağımsızlık için gerçek potansiyel ortaya çıkar. Irak Kürdistanı için sonunda başarma zamanı gelmiş gibi görülmektedir.
Fakat bugün, bütün bunlar artık çok uzaktadır. Iraklı Kürtler umutlarını sürdürmeye devam etmekteler. Komutan Kirkuki ve birliği de kendilerini bu umudun koruyucuları olarak görmekteler.
Komutan Kirkuki, kuzeydeki petrol rezervlerini IŞİD terör örgütünden koruma vazifesini başarsa da başka bir savaş ortaya çıkmaya başlamıştır: hükümet yolsuzluklarına karşı savaş. Bu savaş çok daha az şiddetli olsa da bölgedeki Kürt halkı açısından çok daha zor ve çetin geçecektir.
2003 yılından günümüze kadar geçen sürede, Irak Kürdistanı’na dışarıdan milyarlarca dolar nakit para akışı olmuştur. Buna rağmen bölgede ekonomik durgunluk hüküm sürmektedir. Durum öylesine kötüdür ki bazı insanlar evlerini terk ederek, yiyecek ve su bulabildikleri kamplara sığınmak zorunda kalmışlardır.
ISİD işgalinin yanı sıra bu duruma neden olan birçok suçlu bulunmaktadır. Fakat bu ekonomik felaketin en büyük sorumlusu, artık kontrolden çıkmış durumda olan rüşvet ve yolsuzluktur. Mahalli ve uluslararası yolsuzluk, bir zamanlar Kürt Başkan Mesut Barzani tarafından, demokrasi ve çoğulculuğun kalesi olarak adlandırılan bölgeyi paramparça bir hale getirmiştir.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da yolsuzluk yukarıdan başlamaktadır. Ve Irak’ta en yukarıda olanlar her zaman Amerikalılardır. ABD yetkilileri, Kürt hükümetinin en üst seviyelerinde, yolsuzluk ve rüşveti kolaylaştırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar ve kendileri de rüşvet ve yolsuzluktan paylarını almışlardır.
Başkan George W. Bush’un yemin töreninin neredeyse hemen arkasından ve televizyonlarda da yayımlanan dramatik şok ve korkunun en az iki yıl öncesinde Amerikalılar, Irak kuzeyini henüz keşfedilmemiş petrol ve doğal gaz kaynaklarını sömürecek bir yer olarak görmektedirler. Kürtlerin de Amerikan yatırımlarına ümitsiz bir şekilde ihtiyaçları bulunmaktadır. Amerikalıları Bağdat’ın baskısından kurtulmak için kullanacakları bir fırsat olarak görürler.
Kürt parlamentosu petrol ve doğal gaz komitesi ikinci başkanı olan Delshad Shaban, 1990’lı yılların sonlarına doğru, petrol sektöründe yer alan insanların düzenli olarak İngiliz ve Amerikalılar ile görüştüklerini ifade etmektedir. Shaban durumu, ‘‘Hepsi uluslararası petrol şirketlerini altyapı ve resmi mevzuatı olmayan bir bölgeye en iyi şekilde nasıl getireceklerini çözmeye çalışıyorlardı’’ şeklinde açıklamaktadır.
Irak’ın Amerikan ordusu tarafından işgalinden tam bir yıl önce ABD Dışişleri Bakanlığı, Irak Projesinin Geleceği isimli bir politika geliştirme dokümanı hazırlamıştır. Oluşturulan çalışma grubunda, Irak için insani durum, finans, petrol ve politik sektörlerini geliştirmekten sorumlu Iraklı entelektüeller ve danışmanlar da bulunmaktadır. Bu komitelerden bir tanesi, sonunda yasaya dönüşen bir protokol hazırlanmasına katkıda bulunur. Bu protokol ile Irak’taki henüz işlenmemiş petrol rezervlerinin %81’inin kontrolü Amerikan ve İngiliz petrol şirketlerine devredilir.
Amerikan kurumsal çıkarları ve 2003 yılında gerçekleşen Amerika’nın liderliğindeki işgalin çıkarlarının örtüşmesi, sonu gelmeyen ahlaki sorulara neden olur. Fakat bütün bu sorular, medya tarafından dile getirilmez ve politik ile askeri gelişmelerin gölgesinde kalırlar.
Amerikalıların Kürtler ile olan derin ilişkileri, hükümetin şeffaflığı için çabalayan muhafazakâr ve kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Judicial Watch tarafından yayımlanan belgelerde ayrıntılı olarak gözler önüne serilir. Judicial Watch, 2002 yılında, Bilgi Özgürlüğü Yasası kapsamında ABD Ticaret Departmanından bazı bilgi taleplerinde bulunur. Cevap olarak aldığı belgelerde Irak’taki petrol yatakları, boru hatları, rafineriler ve terminalleri gösteren bir harita bulunmaktadır. Belgeler arasında Irak petrol ve gaz projelerini ayrıntılı olarak açıklayan ve Irak Petrol Yatakları Sözleşmelerinin yabancı yatırımcılarını da gösteren iki adet plan da vardır. Belgeler, Bush yönetiminin Irak’taki enerji gelişim projeleri ile ne kadar ilgilendiğini ve Amerikan girişimcileri için fırsatları nasıl kolladığını açık ve net bir şekilde göstermektedir.
Belgeler arasındaki harita, Irak Kürdistanı’nda bulunan petrol ve doğal gaz rezervlerinin, Cezayir, İtalya ve Çin’e kadar uzanan uluslararası çıkar grupları arasında nasıl paylaşıldığını gösteren ilk haritadır. Haritanın en üstünde, Irak Kürdistanı’ndaki petrol sözleşme ve projeleri üzerinde çalışan, fakat pek tanınmayan bir grubun ismi bulunmaktadır: Bush-Cheney Enerji Görev Kuvveti. Başkan Bush’un idari yetkililerinden oluşan görev kuvveti, Irak Kürdistanı’nda petrol sektörünün oluşturulmasının öncülüğünü yapmıştır. Başkan Yardımcısı Dick Cheney, görev kuvveti içinde yer alan daha küçük bir grup olan, Ulusal Enerji Politika Geliştirme Grubu başkanlığı görevini yürütmüştür.
ABD Dışişleri Bakanlığından sızan mesajlar Amerikalıların, özellikle petrol zengini olan Kerkük bölgesinde, Kürt hükümetinin petrol geliştirme projelerinde nasıl aktif rol oynadıklarını ortaya çıkarmıştır. Kerkük kentinde, ülkedeki en zengin petrol yataklarından bir kısmı bulunmaktadır ve uluslararası sözleşmeler açısından mahalli seçimler oldukça önemlidir.
Irak Kürdistanı doğal kaynaklar bakanlığına 2006 yılında atanan Ashti Hawrami isimli bakan, Amerikalı yetkililerle görüşmek üzere Houston’da üç hafta kalmıştır.
Hawrami üç haftalık ABD ziyareti esnasında; Cheney, Beyaz Saray Genel Sekreteri James Baker, General David Petraus, ABD Kongre üyesi Ed Royce ve Cheney’in geçmişte CEO olarak çalıştığı Halliburton şirketinden yetkililerle görüşür. Bir Amerikan şirketinde finansal anlaşmalardan sorumlu eski bir düzenleyici icra çalışanına göre görüşmeler oldukça verimli geçmiştir. Gizlilik sözleşmesi nedeniyle, GlobalPost’a isminin gizli kalması koşulu ile bilgi veren bu çalışana göre, Amerikalılar Hawrami’nin kendi şirketine, Irak Kürdistanı’nın sınırlarını potansiyel petrol rezervleri olan sahaları içine alacak ve merkezi hükümetin kontrolünde olan bölgeleri de kapsayacak şekilde genişletmesi için yetki vermişlerdir.
İngiltere de benzer yöntemlerle Irak Kürdistanı’ndaki petrol sektörünün şekillendirilmesine yardım etmiştir.
2007 ile 2008 yıllarında Irak Uluslararası Geliştirme Departmanı başkanı olarak görev yapan Johnny Baxter, özellikle ülkenin doğal kaynakları söz konusu olduğunda, ABD ve İngiltere’nin sahada birlikte çalıştıklarını itiraf etmiştir.
Johnny Baxter ifadesinde; ‘‘Birinci önceliğimiz Irak’a, petrol kaynaklarını kullanıma sunma ve kendi halkına fayda sağlama konusunda yardım etmekti. Bu, liderlik kapasitesindeki Iraklılara yardım etmeyi de kapsamaktaydı, Irak’ta yaptıklarımız bunlardı’’ sözlerine yer vermektedir.
Fakat ne yazık ki bu doğal kaynaklardan elde edilen gelirler çok az oranda Irak Kürt halkına ulaşmıştır.
Bu bölgede, karşılık beklemeden kimse kimseye yardım etmez. Başkalarını düşünmek gibi bir şey yoktur, kişisel kazanç en önemli motivasyondur. Western Zagros Limited CEO Simon Hatfield
Houston’da yapılan görüşme sonrasında petrol kâşifleri, ABD Özel Kuvvetlerinin koruması altında ve yardımları ile hiç vakit kaybetmeden, o zamana kadar ihmal edilmiş ve keşfedilmemiş petrol kuyularını aramaya başlarlar. Birleşik Devletler kaynaklı SEC (Securities and Exchange Commission- ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu) tarafından yapılan bir incelemeye göre Hawrami bölgeye, ABD petrol şirketlerine potansiyel yatırım alanları ile ilgili bilgi aktaran timler yerleştirmiştir.
Pozisyonlarını iyi ayarlayan uyanık ve fırsatçı birçok Amerikalı yetkili, imzalanan enerji sözleşmelerinden oldukça büyük paralar kazanmışlardır. Yapılan soruşturmalarda ise bütün yetkililer suçsuz bulunmuş ve aklanmışlardır. SEC, birçoklarının daha hafif cezalar almak için pazarlık yaptıklarını ifade etmektedir.
Kürt yetkililer ile bölgedeki petrol yataklarının geliştirilmesi konusunda derin ilişkileri olan eski Irak büyükelçisi James Jeffrey, günümüzde bölgedeki en büyük petrol şirketi olan Exxon Mobil’de danışmanlık görevini yürütmektedir. Jeffrey aynı zamanda Washington’da bulunan Yakın Doğu Politikaları Enstitüsünde akademisyenlik görevini de yürütmektedir. Exxon Mobil CEO’su Rex Wayne Tillerson, ABD Dışişleri Bakanlığına aday gösterilmiştir (ÇN: 1975 yılında Exxon Mobil şirketine giren Tillerson 2006 yılında Yönetim Kurulu Başkanı olmuştur. Bu görevi 2016 yılına kadar sürdüren Tillerson, 45’inci ABD Başkanı Donald Trump tarafından 13 Aralık 2016 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı olarak aday gösterilmiş ve 1 Şubat 2017 tarihinde ABD Kongresi’ndeki onay süreci tamamlanarak ABD Dışişleri Bakanlığı görevine başlamıştır).
Irak’ta, 2003-2009 yılları arasında, beş ABD büyükelçisine özel asistanlık ve üç ABD Merkezi Kuvvetler komutanına danışmanlık görevi yapan Amerikalı Ali Khedery, Irak Kürdistanı’nda, aslında, uzmanlık alanı dışında olan petrol endüstrisinde çok büyük bir kariyer yapmıştır. Şimdi, Dragoman Ventures isimli kendi danışmanlık şirketini kuran Khedery, Exxon Mobil petrol şirketine danışmanlık hizmeti vermektedir. Exxon Mobil şirketinin Irak ülke stratejisi taslağının hazırlayıcısı ve uygulayıcısı olan Khedery, şirketin milyarlarca dolar değerindeki Kürdistan Bölgesine girişinin mimarı ve en üst düzey görüşmecisidir.
Eski ABD Birleşmiş Milletler temsilciliği ve Bağdat’ta eski ABD büyükelçiliği görevlerini yürüten Zalmay Khalilzad sonradan, bir zamanlar Kürt bölgesinde önemli bir payı olan Norveç Enerji şirketi DNO’nun ana hissedarlarından, RAK Petroleum şirketinin yönetim kuruluna atanmıştır. DNO şirketi, web sitesinde, kendisini değişen durumlara süratle ayak uydurabilen çevik ve esnek bir şirket olarak nitelendirmekte, bir ayağı gaz pedalında, diğeri de frende olarak, odak noktasının Orta Doğu ve Kuzey Afrika petrolleri olduğunu ifade etmektedir.
Eski bir ABD’li diplomat ve Senato Dış İlişkiler Komitesi üyesi olan Peter Galbraith, 2003-2005 yılları arasında, yeni Irak anayasasının kaleme alınmasında, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine (IKBY) danışmanlık yapmıştır. Galbraith, Kürtlere, petrol endüstrisinin gelişimini kontrolleri altında tutabilmeleri maksadıyla anayasa taslağının hazırlanmasında yardımcı olmuştur.
Irak Kürtlerine bu yardımları yaparken kendi şirketini kuran Galbraith, Norveç petrol şirketi DNO ile bir anlaşma imzalamıştır. Galbraith yıllar sonra yaptığı bir açıklamada, Irak anayasasının taslak çalışmaları esnasında Kürt petrol anlaşmalarından mali çıkarlar elde ettiğini kabul etmiştir. Boston Globe gazetesine verdiği demeçte, o zamanlar sadece bir vatandaş olarak çalıştığından bir çıkar çatışması olmadığını ifade etmiştir.
Boston Globe gazetesine verdiği demeçte Galbraith, ‘‘Kürdistan dâhil yaptığım iş yatırımları politik görüşlerimle uyumludur. Bütün bunlar benim katkıda bulunduğum şeylerdir ve aslında Kürdistan halkına, Kürdistan petrol endüstrisine ve paydaşlara oldukça büyük faydalar sağlamıştır.’’ iddialarını öne sürmüştür.
Gerçekte ise Irak Kürdistanı, petrol endüstrisinden ne yazık ki hiçbir fayda sağlamamıştır.
Irak Kürdistanı Doğal Kaynaklar Bakanlığında Hawrami ile çalışan daha üst düzeydeki ABD’li yetkililer de Kürtlerle olan bağlantılarından yıllarca faydalanmışlardır. 2003 yılındaki işgalin ilk günlerinden itibaren, petrol işinden fayda sağlayan üst düzey Amerikalı yetkililer ve subayların listesi, 2008 yılında Irak Kürdistanı’nda, Bush’un ikinci başkanlık döneminin sona ermesinden hemen önce ortaya çıkmıştır.
General Jay Garner, 2003 yılında, ülkenin işgal sonrasında yeniden inşası maksadıyla kurulan Irak Yeniden Yapılandırma ve İnsani Yardım Ofisinin ilk direktörüdür. Garner ve yardımcısı Albay Richard Nabb 2008 yılında, Alberta merkezli küçük bir şirket olan Vast Exploration yönetim kuruluna girmişlerdir. Vast Exploration şirketi aynı yıl Irak Kürdistanı ile bir anlaşma imzalamış ve petrol platformları ve diğer altyapı projeleri için Irak Kürdistanı’na 100 milyon dolar yatırım yapmıştır.
Richard Perle, bu esnada, 2001-2003 yılları arasında Bush yönetiminde Savunma Politikaları Danışma Komitesi başkanlığı görevini yürütmektedir. Wall Street Journal’e göre bir Türk firması olan AK Group International ile Houston merkezli Endeavour International arasında Kürdistan’da bir petrol sözleşmesi imzalanması için çaba göstermiştir.
Perle’nin peşinde olduğu yer, 2007 yılından itibaren Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin kontrolü altında olan, Kerkük kuzeyinde bulunan Khurmala Dome’dir. Burası bütün bölgedeki en zengin petrol yataklarından bir tanesidir. Bu olay 2003 yılında, The New Yorker çalışanı Seymour Hersh tarafından ortaya çıkarılmış ve Perle, danışma komitesi başkanlığı görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır.
Irak Kürdistanı’nda savaş ve işgal esnasında yapılan, belki de en kaygı verici yatırım Teksaslı petrolcü Ray Hunt tarafından yapılmıştır. Hunt tarafından yapılan yatırım, 2008 yılında, o zamanlar Devlet Gözetim ve Reform Komitesi başkanlığı görevini yürüten Henry Waxman tarafından ortaya çıkarılmıştır.
Hunt, Bush kampanyasına büyük bir bağış yapan ve eski bir Halliburton yönetim kurulu üyesidir. Bush yönetimi altında Dış İstihbarat Danışma Kurulunda da görev yapmıştır. 2007 yılında, teknik olarak Bağdat hükümetinden izin alınmadan yapılması yasa dışı olmasına rağmen, Irak Kürdistanı’na büyük bir yatırım yapmıştır. Anlaşmanın haberleri medya organlarında görülmeye başladığında, Bush yönetimi Hunt’ın yatırım planlarından haberdar olmadığını açıklamıştır. Fakat Waxman soruşturması, Bush yönetiminin iddialarının yalan olduğunu ortaya çıkarmıştır. Waxman, zamanın dış işleri bakanı Condoleeza Rice’e gönderdiği mektupta aşağıdaki ifadeleri kaleme almıştır:
‘‘Hunt Oil sözleşmesinin imzalanmasından sadece beş gün sonra bir bakanlık yetkilisi, Hunt Oil şirketini arayarak, Irak’ta şirket için başka bir fırsatın olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine Hunt Oil şirketinden bir yetkili; bu bizim için gerçekten çok iyi, bunu bize bildirdiğiniz için size minnettarım. Bu gerçekten çok büyük bir fırsat şeklinde cevap yazmıştır’’.
Fakat birçok ABD’li yetkili ve diplomat böylesine büyük paralar kazanırken bölgenin sakinleri dışarda bırakılmıştır. Irak Kürdistanı petrol endüstrisinden kazanılan para, onlarla birlikte çalışan Amerikalıların çok iyi bildikleri gibi, büyük oranda Kürt yetkililerin yolsuzlukları nedeniyle asla yerel ekonomiye dâhil olmamıştır.
Bütün bu sözleşme ve görüşmelerin merkezindeki isim, Irak Kürdistanı’nın petrolünü ekonomik ve politik anlamda bağımsızlık kazanmak ve refah için bir mekanizmaya dönüştürmekle görevlendirilen Hawrami’dir. Hawrami bu görevinde tam bir başarısızlık sergilemiştir.
Tahminler değişkendir. Fakat petrol sektöründeki yolsuzluk ve rüşvet çarkı nedeniyle Irak Kürdistanı’nın kayıpları milyarlarca doları bulmaktadır. Bu dolarlar, hastane ve okullar dâhil altyapı yatırımları için kullanılmaları gerekirken, yolsuzluk ve rüşvet çarkında, Irak Kürdistanı halkından çalınmıştır.
Irak petrol endüstrisi alanında bir uzman olan ve enerji politikaları hakkında Irak hükümetine geçmişte danışmanlık da yapan Luay al-Khatteeb, Irak’ın milyarlarca doları kötü yönettiğini ifade etmektedir. Al-Khatteeb’in tahminine göre; Kürt hükümetinin, federal bütçeden aldığı paya ilave olarak, 2008 yılından günümüze kadar petrol ve doğal gaz endüstrisinden kazandığı para 40-45 milyar dolar arasındadır.
Al-Khatteeb; ‘‘Soru, bu gelirler ile ne yapıldığıdır’’ demektedir.
Bu sorunun basit cevabı, paranın Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimindeki aileler ve yetkililerin seçtiği yerlere aktığıdır. Ve bu para genellikle, Irak halkını fakirleştirme pahasına, bu kişileri daha da zenginleştiren proje ve yatırımlara yönlendirilmiştir.
Irak Kürdistanı’nda aile her şey demektir. Ve burada politikaları belirlemekte olan iki aile bulunmaktadır: Barzaniler ve Talabaniler. Bütün hükümet kararları ve iş bağlantıları, bir şekilde, bu iki ailenin toplum içindeki zenginlik ve etkinliğini artırma motivasyonu ile yürütülmektedir.
Al-Khatteeb; ‘‘Petrol sözleşme görüşmeleri iktidar partilerinin işidir’’ demektedir.
Eğer bu şekilde devam ederse sonumuz diktatörlük olacak. Hükümet halkın parasını çalma ve insanların haklarını ellerinden alma gibi bazı şeyleri çoktandır yapmaktadır.’’ Garmina Asi, 32 yaşında Erbil yakınlarında bir kasaba okulu öğretmeni.
Barzani ailesi, Kürt davası için savaş alanında canlarını veren kahramanlar olarak itibar görmektedir. Irak Kürdistanı’nda ‘‘Celal Amca’’ olarak anılan Celal Talabani, 2005 ile 2014 yılları arasında Irak devlet başkanlığı görevini yürüten ilk Arap olmayan Iraklıdır. Oğlu Qubad şu anda başbakan yardımcılığı görevini sürdürmektedir. Celal Talabani’nin diğer oğlu Bafel, Doğal Kaynaklar Bakanlığı danışmanı olarak, Erbil’de bulunan Kürt Bölgesel Yönetimi ile yakın bir şekilde çalışmaktadır.
Her iki aile de çok sayıda yerel şirketlere sahiptir ve İngiltere ve ABD’deki güçlü politikacılar ile yakın bağlantıları bulunmaktadır. Bütün Talabaniler aslında, aynı zamanda Birleşik Krallık vatandaşıdırlar ve çifte vatandaşlık haklarının tadını çıkarmaktadırlar. Barzaniler ise hem Birleşik Krallık hem de ABD’de büyük sayıda mülke sahiptirler. Başkanın oğlu Masrour Barzani, McLean, Virginia’da milyonlarca dolar değerinde bir malikâneye sahiptir.
Bu iki aile ve onları temsil eden politik partiler, enerji endüstrisi dâhil iş anlaşmaları yapmak için birbirleri ile rekabet etmektedirler. Burada, Irak Kürdistanı’ndaki her petrol anlaşmasının iki aileden bir tanesiyle bağlantılı olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Bu tür suiistimaller ise ne yazık ki direkt olarak burada yaşayan ortalama insanlara yansımaktadır.
‘Bütün politikacılar toprak, para ve iktidar için birbirleri ile savaşmaktadırlar. Eğer Kürt partileri birbirleri ile anlaşamazlar ise nasıl ilerleyebiliriz ki? diye sormakta 32 yaşında olan ve Erbil yakınlarındaki bir kasabada öğretmenlik yapan Garmina Asi. ‘‘Eğer bu şekilde devam ederse sonumuz diktatörlük olacak. Hükümet halkın parasını çalma ve insanların haklarını ellerinden alma gibi bazı şeyleri çoktandır yapmaktadır’’ diye sözlerini sürdürmektedir.
Barzani ailesi 2006 yılında Hawrami’yi Doğal Kaynaklar Bakanlığına getiren ilk ailedir. Yaptıklarına bakılınca kendisinden beklenenleri boşa çıkarmadığı kesindir. Hawrami deneyimli biridir, politikaları belirlemekle yetinmez, aynı zamanda bir Birleşik Krallık mühendislik ve servis şirketinin de sahibidir. Gulf Keystone Petroleum şirketine de danışmanlık hizmeti vermektedir. Firmanın 2004 yılında Londra pazarına kayıt olmasına yardımcı olur.
Hawrami göreve başlar başlamaz vakit kaybetmeksizin uluslararası petrol sözleşmeleri vasıtasıyla Irak Kürdistanı’nın sınırlarını genişletme faaliyetlerine başlar. ABD’de yaptığı görüşmeler bu işte ona çok yardımcı olur. Gulf Keystone Petroleum yöneticisi Adnan Sammaria ile olan ilişkisi de bu faaliyetlerinde ona oldukça yardımcı olur. Sammaria, Irak merkezi petrol otoritesinin dâhili çalışma yöntemlerini çok iyi bilmektedir. Merkezi hükümete ait Irak Petroleum Şirketinde geçmişte jeolog olarak görev yapmıştır. Petrolün nereden çıkacağını çok iyi bilmektedir. Bu bilgi Hawrami’nin, merkezi hükümet tarafından keşfedilen, fakat daha önce uluslararası petrol şirketlerine sunulmayan bölgelere, iş birliği yaptığı petrol şirketlerini yönlendirmesini sağlar. Sammaria en sonunda Irak Kürdistanı bölgesinin Gulf Keystone ülke yöneticiliğine getirilmiştir.
Hawrami geçmişte ve halen Kürt hükümetinde görev yapan petrol sözleşmelerinin nasıl yapılacağını bilen tek kişidir. Bütün görüşmelere liderlik etmiştir. Hawrami ustaca her bir sözleşmenin maddelerini belirlemiş ve şirketlere elektronik posta mesajları ile göndermiştir. Kürt parlamentosundaki petrol ve gaz komitesinden Shaban’a göre Hawrami, çoğunlukla görüşmeleri tek başına yürütmektedir, bunun anlamı da yapılan petrol sözleşmelerinde bakanlığın mali statüsünü veya sözleşme maddelerini çok az kişinin biliyor olmasıdır.
Khatteeb’in ifade ettiğine göre; Kürt hükümetinin kendi maliye bakanının dahi bölgedeki petrol ve gaz statüsü hakkında bilgisi yoktur.
GlobalPost Investigations, birçok kez Hawrami ile görüşme talebinde bulunmasına rağmen bu çabalarında başarılı olamamıştır. Hawrami, ayarlanan bir görüşmeden son dakikada kaçmıştır.
Omed isimli ofis yöneticisi olduğu düşünülen bir adam ‘Bakanlık ricanızı yeniden değerlendirecek’’ şeklinde herkes tarafından çok iyi bilinen cevabı vermiştir. Ve ‘‘Biliyorum bu hikâye sizin açınızdan çok önemli ama bizim açımızdan hiçbir önemi yok’’ şeklinde sözlerini sürdürmüştür.
Eski bir memur, petrol bakanlığındaki yolsuzluk ve rüşvet çarkının bariz bir şekilde nasıl yapıldığını ve ne kadar tahripkâr seviyelere ulaştığını GlobalPost Investigations’a anlatmıştır.
Anlattıklarına göre, petrol sözleşmelerinin sonuna eklenen belirlenmemiş kar payları ve mahalli inşaat kar payları, sözde kapasite geliştirme bonusları adı altında direkt olarak Talabani ve Barzani aile üyelerinin offshore hesaplarına gitmiştir. Bu tür bonuslar, Irak Kürdistanı’nda imzalanan sözleşmelerin çoğunun ayrılmaz bir parçasıdırlar.
Örnek vermek gerekirse; Kanada merkezli Western Zagros Limited şirketi, Irak Kürdistanı hükümetine 40 milyon dolar kapasite geliştirme bonus ödemesi yapmıştır. Bu ödeme, şirket ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi arasında imzalanan sözleşmede görülmektedir. Western Zagros Limited şirketi, sözleşmenin yürürlüğe girmesinden sonra 30 gün içinde hükümete 5 milyon dolar ödeme yapmıştır. 14 ay boyunca hükümete aylık 2,5 milyon dolar tutarında ödeme yapılmıştır. Western Zagros şirketi bu kapasite geliştirme bonus ödemesini iki kez yapmıştır.
Western Zagros Limited şirket CEO’su Simon Hatfield, Londra tahkim mahkemesine verdiği ifadede; ‘‘Bu bölgede karşılık beklemeden kimse kimseye yardım etmez. Başkalarını düşünmek gibi bir şey yoktur, kişisel kazanç en önemli motivasyondur’’ sözlerine yer vermiştir.
‘‘Güçlü kişiliklerin değil, Kürt halkının yararına olan petrol sözleşmeleri imzalamalıyız.’’ Delshad Shaban Kürt Parlamentosu Petrol ve Gaz Komitesi İkinci Başkanı.
Hükümete verilen bu bonuslar genellikle halka açıklanmamakta ve kesinlikle hiçbir kamu kurumuna aktarılmamaktadır.
Khatteeb, sadece son 18 aydır bakanlığın aylık raporlarını web sitesinde yayımlamaya başladığını ifade etmekte ve raporların çoğunun iyi hazırlanmamış ve eksik olduklarını ve çok önemli bilgileri içermediklerini ifade etmektedir.
Ancak kötü Hollywood senaryolarında rastlanabilecek bir örnek olayda, Hawrami ve Irak’taki en ünlü şirketlerden bir tanesinin üst düzey yetkilisi ile Birleşik Arap Emirliği merkezli bir petrol ve gaz şirketi arasındaki elektronik posta yazışmalarında, BAE merkezli şirketin Doğal Kaynaklar Bakanlığına, sözleşmenin yürürlüğe girmesinden bir hafta önce 12 adet zırhlı spor aracı gönderdiği ortaya çıkmıştır.
Mearsk, bakanlığa gönderilecek araçların ayrıntılarını ve araçların Irak Kürdistanı’na nasıl ulaştırılacağını gösteren nakliye dokümanlarını Hawrami’ye göndermiştir. Şirket, Doğal Kaynaklar Bakanlığı ve o zamanlar Irak Kürdistanı başbakanı olan Nechevin Barzani’nin taleplerine uygun olarak araçları, nakliye konteynerleri içinde Türk sınırına göndermiştir.
Alınan komisyonlar kişisel zenginliği artırma yöntemlerinden sadece bir tanesidir. Diğer bir yöntem ise gizli bilgileri kullanarak yapılan illegal ticarettir.
Hawrami, hiç şüphesiz hangi şirketlerin hisselerini satmayı düşündüğü, hangilerinin mali açıdan sıkıntıda olduğu ve hangi petrol kuyularında en fazla veya en az petrol üretimi yapıldığı konularında ayrıntılı bilgilere sahiptir. SEC tarafından elde edilen ve GlobalPost Investigations ile paylaşılan elektronik posta yazışmaları, Hawrami’nin bu bilgileri tamamen kendi yararına kullandığını ve HSBC ve JP Morgan bankerleri ile hisse alışverişi yaptığını ortaya çıkarmıştır.
Hatta bir olayda Hawrami, Irak Kürdistanı’ndaki büyük bir petrol şirketinin başka bir şirket tarafından satın alınacağını öğrenmesi sonrasında hisse senedi alım ve satış işlemi yapmıştır.
Londra Borsası düzenleyici organı olan Finansal Hizmetler Otoritesi 2008 yılında, Heritage Oil şirketine kişisel olarak bir petrol arama ruhsatı vermesi sonrasında, Hawrami’nin hisse alımı gerçekleştirdiği iddiaları üzerine, hakkında bir soruşturma başlatmıştır. Hawrami alım satım işlemleri için yetkili olduğunu ve elde edilen kârların hükümete aktarıldığını iddia etmiştir. Fakat SEC, bu ticarette milyonların kayıp olduğunu ifade etmektedir.
2008 yılı Ekim ayında Norveç Borsası, Irak Kürdistanı’nda faaliyet gösteren DNO petrol şirketini illegal ticaret nedeniyle incelemeye almıştır. DNO, 43 milyon dolar değerindeki hissesini, 30 milyon dolara bilinmeyen bir müşteriye satmıştır. Sonradan alıcının, DNO borsa bildirisinde de belirtildiği gibi, Türkiye’den Genel Enerji şirketi olduğu ortaya çıkmıştır. Bu alım satım işleminde Hawrami, aracı olarak çalışmıştır. DNO şirketinin bölgedeki faaliyetleri askıya alınmış, fakat Hawrami hiçbir zaman cezalandırılmamıştır.
Shaban, ‘‘Güçlü kişilerin değil, Kürt halkının yararına olan petrol sözleşmeleri imzalamalıyız’’ açıklamasını yapmaktadır.
Üst düzey Kürt yetkililer arasındaki rüşvet ve yolsuzluk, daha alt kademelerdeki hükümet çalışanlarının yanı sıra bütün topluma da sirayet etmiş durumdadır. Aslında küçük ölçekli rüşvet, burada günlük hayatın ayrılmaz bir unsuru haline gelmiştir ve çok az insan bunun yanlış olduğunu düşünmektedir. Rüşvet birçoklarına göre gerekli bir şeydir.
Neredeyse bütün hükümet kademeleri ve özel sektörün bazı kesimlerinde insanlar, sahte para ile ticaret, hastalara gereksiz ilaç yazmak veya uluslararası petrol şirketlerinden bağış kabul etmeyi doğal görmektedirler. Ahlaksızlık anlamına gelse de insanlar bir çözüm bulma konusunda ümitsiz bir haldedirler. Irak Kürdistanı’nda, hükümet yolsuzluklarına karşı savaşan kamuya mal olmuş en tanınmış savaşçılar dahi bir şekilde hükümet dolandırıcılığının derinliklerine çekilmiş durumdadırlar.
Shaban, birçok insanın yolsuzluğun gerekli olduğunu düşündüğünü ifade etmektedir. Başbakan Mesut Barzani’nin bir toplantıya katıldığını ve onlara geçmişte petrol endüstrisinde yolsuzluk yapılmış olabileceğini, fakat neler olduğuna bakıldığında, bütün yapılanların Kürdistan’ı korumak adına yapıldığını açıklamaktadır.
Yolsuzlukla savaştıklarını iddia edenler arasında dahi bu düşünce tarzı oldukça yaygındır.
Sherko Jawdat, Irak Kürdistanı’nda kanun yapıcı rolündedir. Bir zamanlar toplum tarafından yolsuzluk yapan yetkililer ile savaşan bir kahraman olarak görülmektedir. Fakat aylardır İran sınırı yakınlarında bir yerde inzivaya çekilmiştir, artık adı lekelenmiş durumdadır. Jawdat, genellikle hükümet yetkilileri ile yaptığı özel görüşmelerden elde ettiği özel bilgileri bir petrol holdingine aktarmakla suçlanmaktadır.
Crescent Petroleum adlı şirket, Doğal Kaynaklar Bakanlığına 11 milyon dolar tutarındaki gecikmiş ödemeler nedeniyle dava açmıştır. Jawdat davalarına yardımcı olmak maksadıyla şirkete bilgi, karşılık olarak da aile üyelerinden birinin işe alınmasını sağlamaktadır.
Yerel gazeteciler Jawdat’ın faaliyetlerini ortaya çıkarırlar ve birkaç yıl öncesine kadar hükümet reformcusu ve yolsuzluk savcısı olarak anılan ünü bir anda ortadan kalkar. Kamuoyunun gözünde itibarı sıfırlanır ve o da bir zamanlar kınadığı yetkililer arasına dâhil olur. Sonrasında olaylar Jawdat açısından daha da kötüleşir. Haziran ayında Doğal Kaynaklar Bakanlığı, onun bakanlığın petrol gelirlerini çaldığı yönündeki yalan iddiaları nedeniyle hakkında dava açar.
Süleymaniye’deki evinde GlobalPost Investigations’a anlattıklarına göre, bu durumu herkes bilmektedir. Departman hiçbir zaman bağımsız bir organizasyon tarafından kontrol edilmemiş ve aklanmamıştır. Ve bilgiler doğrulanmadığı ve profesyonelce kontrol edilmediği sürece doğru kararların verilmesi mümkün değildir.
Jawdat son aylarda birkaç basın açıklaması yapmıştır, fakat Doğal Kaynaklar Bakanlığı ile arasındaki davanın hangi yönde geliştiği bilinmemektedir.
Yolsuzluk ve rüşvet ülkenin her yerine ve her sektöre yayılmış durumdadır. Erbil kentinde bulunan bir hastanede hastalar acil servise kabul edilmek veya daha çabuk hizmet edilmek için hemşirelere rüşvet ödemek zorundadırlar. Havalimanlarında kaybolan bagajlar, sadece havalimanı çalışanlarına rüşvet ödendikten sonra alınabilmektedir.
Diğer bir örnekte, hükümet ISIS terör örgütüne karşı yürütülen savaşta yakınlarını kaybedenlere para yardımı yapmaktadır. Bazı aileler bu yardımı alabilmek için sahte iddialarda bulunmaktadırlar.
Maliye bakanlığına danışmanlık yapan Kürt ekonomist Mohammad Goran’a göre, bu iddiaların doğruluğunu gerçekten takip eden kimse olmadığından, insanlar bu yola başvurmakta ve istediklerini almaktadırlar.
Birkaç yıl süresince bu yolsuzluklar yerel ekonomiyi o kadar az etkilemiştir ki kimse fark edememiştir.
Goran’ın ifadesine göre, Irak Kürdistanı’nda 2007 ve 2010 yılları arasında gayri safi yurt içi hâsıla neredeyse %7 oranında artmıştır. Emlak ve turizm sektörlerine yapılan direkt dış yatırımlar artmış ve petrol ile doğal gaz sektörlerinde büyük bir patlama yaşanmıştır.
Goran ‘‘Kimliğimiz petrol oldu’’ diye ifade ediyor düşüncelerini. ‘‘Fakat petrol sektörünün büyümesi o kadar hızlıydı ki ayak uyduramadık’’ diye sözlerini sürdürüyor. ‘‘Ülkeye giren paranın tamamını izlemeyi başaramadık ve şimdi sonuçlarını görüyoruz’’ diye sözlerini tamamlıyor.
2014 yılı yaz aylarında ISIS terör örgütüne karşı savaş başladığında, Kürt ordusu oldukça tartışmalı bir statüsü olan Kerkük kentindeki petrol kuyularını ele geçirmiş ve bu kuyulardan elde edilen petrol gelirlerine el koyularak, Bağdat hükümetinden izin alınmadan bütün bölgeye ihraç edilmeye başlanmıştır. Bu bir anlamda, Amerikalıların on yıl önce onay verdikleri strateji ile aynıdır. Tepki olarak Bağdat yönetimi, Irak anayasasına göre Kürtlerin hakkı olan, federal bütçedeki Kürt Bölgesel Yönetiminin %17’lik payını göndermeyi durdurmuştur.
O andan sonra petrol fiyatları büyük bir hızla düşmeye başlamış ve bir ara varil fiyatı 24 dolara kadar gerilemiştir. 2015 yılına kadar ekonomik büyüme hızı 2,5’e düşmüştür. Şu anda Irak Kürdistanı’ndaki işsizlik oranı %14’den fazladır.
Bağdat’taki merkezi hükümetten gelen nakit akışı da olmadığından IKBY para kaybetmiştir. Irak Kürdistanı’nın en üst düzeydeki aileleri ve sadık yetkililer zenginleşmeye devam ederken memurlara aylar boyunca maaş ödemeleri yapılamamış ve birçoğu memuriyet görevinden ayrılmak veya ek iş bulmak zorunda kalmıştır.
Irak Kürdistanı’nın petrol gelirlerinden faydalananlar ile başkent Erbil’in fiziksel örtüsünde dahi görülemeyenler arsındaki ayırım iyice keskin bir hale gelmiş durumdadır.
Erbil kentinin yirmi mil kuzeyinde, uluslararası havalimanının yakınlarında kristal avizelerle süslü 50 katlı apartman dairelerinde yaşayanlar ile bu lüks binaların çöplerini toplayanların arasındaki uçurum çok derindir. Apartmanlarda, uluslararası petrol tüccarları ve yüklenicilerin yanı sıra bölgedeki petrol pazarı ile yakın bağlantıları olan hükümet çalışanları yaşamaktadırlar. Apartmanların hemen yanında, uluslararası tüccarlar ve iş adamlarını ağırlayan lüks Divan Oteli bulunmaktadır. Bu otelin bir gecelik ücreti 300 dolardan daha fazladır. Binanın arka tarafında, geçici olarak inşa edilen bir mülteci kampı ise yiyecek yardımlarının yetersiz olduğunu söyleyen 300 Yezidi aileyi barındırmaktadır.
Caddenin aşağısında, aşırı kalabalık sınıflarda çocuklar oturacak bir yer bulmak için kavga etmekteler. Öğretmen sayısı oldukça azalmış durumdadır. İnsanlar ATM’lerin önünde kuyrukta bekliyorlar, çünkü yüklenen paraların ancak birkaç günlük olduğunu biliyorlar. Erkekler kentin ana caddelerinden bir tanesinde, inşaat firmalarının bir günlük çalışma için kendilerini kiralaması ümidiyle yol kenarında çömelerek beklemektedirler.
Kentin merkezinde yer alan kalenin etrafında altın satıcıları düzinelerce kolye, küpe ve bileziklerin bulunduğu cam dolaplarının başında müşteri bekliyorlar. Altın satıcılarından bir tanesi, sinirli bir tavırla cam dolaptaki mallarını düzenlerken, işlerin bir yıldan beri oldukça durgun olduğunu ve karlarının %20 oranında düştüğünü anlatıyor.
Petrol endüstrisindeki rüşvet ve yolsuzluk ile ekonomik çöküş etkilerini, belki de en fazla ülkede hükümet tarafından işletilen hastanelerde hissettirmektedir.
Dr. Shakhawan Diyazee, Erbil kentinde bulunan en büyük hastanenin yöneticiliğini yapmakta ve oldukça zengin bir aileden gelmekte. Divan Otel yanındaki lüks bir apartmanda yaşayan Diyazee, kızını İran sınırı yakınında tanınmış bir liseye gönderiyor ve onu üniversite eğitimi için Londra’ya göndermeyi planlıyor.
Kent merkezindeki Rizgary Hastanesindeki ofisinde, masasında deri bir koltukta oturmakta. Üzerinde, Londra’dan aldığını söylediği düğmeli bir gömlek ve ayakkabılar var. Ayaklarını masanın üzerine uzatıyor, cebinden bir çakmak çıkararak sigarasını yakıyor. ‘‘Kimseye söyleme, burada sigara içmemiz yasak’’ diyor.
Anlattıklarına göre, oldukça zengin bir aileden gelmekte ve ekonomik kriz onu hiç etkilememiş durumda. Geçmişe dönme ve bazı şeyleri değiştirebilme fırsatı olsaydı asla doktor olmayacağını, fakat hayata yeniden başlamak için oldukça yaşlı olduğunu anlatıyor. Kızı hala genç ve önünde daha iyi bir gelecek şansı var.
Doktor Diyazee, mahalli ekonomideki çöküşün hastaneyi nasıl olumsuz etkilediğini anlatıyor. Hastaneyi çekip çevirmesi için tahsis edilen ödenek aylık sadece 13.000 dolar. Geçtiğimiz ay, ameliyathaneye çıkan asansörün bozulduğunu ve onu tamir ettirmek için para olmadığını açıklıyor. Bütün Irak Kürdistanı’nda, sadece tek bir radyoloji cihazı mevcut olduğunu ve hastaneyi işletebilmek için yeterli ödeneğin olmadığını anlatıyor.
Diyazee, 1,700 çalışandan sorumlu. Çalışanlarının çoğunluğunun iki yakalarını bir araya getirebilmek için iki veya üç işte çalıştıklarını, çünkü başka işlerden daha fazla para kazanabildiklerini anlatıyor. İşinin, çalışanları kontrol ve disipline sokmak, yani onlara bağırmak olduğunu, fakat işini oldukça zorlaştırsa da ilave para kazanmak maksadıyla ek işlerde çalışmaları nedeniyle onları suçlayamayacağını ifade ediyor.
Rizgary Hastanesinde, Diyazee gibi üst düzey doktorlar, ayda sadece 500 dolar kazanabiliyorlar. Geçmişteki iyi zamanlarda ise aylık kazançlarının 2.500 dolar civarında olduğunu ifade ediyor. Daha alt kademedeki doktorların aylık kazançları çok daha düşük ve sadece 200 dolar civarında.
2014 yılından günümüze kadar, binlerce doktorun Erbil kentini terk ettiklerini ve şimdi Avrupa’da mesleklerini icra ettiklerini anlatıyor. Kenti terk etmeyen doktorlar saat 13.00’de hastanelerden ayrılarak, gece saat 21.00’e kadar özel ve daha lüks kliniklerinde çalışıyorlar. Bazıları da taksi şoförlüğü veya polislik yapıyorlar.
Bütün bunların sonucu olarak hastalar acı çekmekteler. Diyazee, bölgedeki bir radyoterapi cihazının arızalı olduğunu ve onarılması için ödenek olmadığını anlatıyor. Radyoterapi cihazından faydalanabilmek için beklenmesi gereken süre neredeyse bir aya ulaşmış durumda.
Rizgary, Erbil kentindeki en büyük hastane, fakat duvarları neredeyse dağılmak üzereler. Hastanenin bazı bölümlerinde duvarlarda delikler oluşmuş. Giriş katındaki acil servis bölümü hastalarla dolup taşmış durumda. Düzinelerce insan koridorlarda ekmek parçaları ve hurma yiyerek, bir doktor veya hemşire ile konuşabilmek için sıralarını beklemekteler. Yeterli uzman olmaması nedeniyle acil servis bölümü, ameliyat gerekmeyen bütün hastaların ayıklanma yeri olarak görülüyor. Hastanede, Erbil kentinde bulunan tek kan laboratuvarı da yer almakta.
Doktorların tamamı ek işlerini yapmak üzere ayrıldıklarından, öğlenin ilk saatlerinden itibaren Rizgary Hastanesinin ameliyathane katı oldukça sakin durumda. Ameliyathanenin zemini kirli bezler ve kanlı sargı bezleri ile dolu durumda.
Doktor Diyazee, bazen Londra’ya gitmeyi ve orada kalmayı düşündüğünü anlatıyor. Orada çok daha fazla fırsat olduğunu, fakat büyük ailesinin onun desteğine ihtiyacı olduğunu anlatıyor.
Irak Kürdistanı’nda hüküm süren kriz sadece buraya özgü değil. Irak Kürdistanı halkı da dünyanın her yerinde olduğu gibi, kendi topraklarındaki doğal kaynaklara sahip olmaları gerekirken, bunların zengin petrol ve doğal gaz şirketleri ile yolsuzluğa batmış kendi hükümetleri tarafından ellerinden alınışına tanıklık ettiler. Bütün bu insanlar ‘‘DOĞAL KAYNAK LANETİ’’ olarak adlandırılan sürecin kurbanı oldular. Bu süreç, dünyanın her yerinde sürekli tekrarlanan bir süreçtir. Doğal kaynak zengini ülkelerin halkı, ne yazık ki bir zamanlar Amerikalı iş adamı George Soros’un da ifade ettiği gibi kendi kaynaklarından faydalanamazlar.
Kolombiya Uluslararası ve Kamu İlişkileri Okulundan Profesör Jenik Radon, petrol ve doğal gaz anlaşmalarındaki görüşme sürecinin Doğal Kaynak Laneti’nin tam merkezinde yer aldığını ifade etmektedir. Bu merkez, tam olarak Hawrami ve ondan öncekilerin işgal ettiği yerdir.
‘‘Doğal Kaynak Lanetinden Kaçış’’ isimli kitabında Radon, petrol bulunduğundan bahsedilmesi dahi hemen hemen bütün ülkelerde bir zenginlik rüyasını ateşlemekte ve bu ulusal zenginlik rüyası genellikle petrol ve doğal gaz anlaşma görüşmelerini etkilemektedir. Paraya bir an önce kavuşabilmek maksadıyla hükümetler, uzun vadede petrol şirketlerinin çıkarlarına hizmet edecek şekilde genellikle büyük indirimler yapmaktadırlar. Irak Kürdistanı’nda, Hawrami’nin gelişi öncesinde hükümet, petrol şirketlerine büyük vergi indirimleri uygulamış ve onların faaliyetlerini gözetim dışı bırakmıştır.
Rüşvet ve yolsuzluk da hiç şüphesiz doğal kaynak lanetinin gerçekleşmesine katkıda bulunmaktadır. Örnek olarak Nijerya’ya bakıldığında, bu ülke Afrika’daki en büyük petrol üreticisi ülkelerinden bir tanesidir ve dünyada ham petrol üretiminde onuncu sıradadır. Irak Kürdistanı’nda olduğu gibi Nijerya’da da petrol, ülke ekonomisinin geniş bir bölümünü oluşturmaktadır. 1970’li yıllarda Nijerya dünyadaki en zengin ilk 50 ülke arasındadır. Şimdi ise dünyanın en fakir 25 ülkesi arasında yer almaktadır.
Nijerya’nın çöküşüne neden olan en büyük faktörlerden bir tanesi; hükümetlerin battığı yolsuzluk ve petrol sözleşme görüşmelerinin şeffaf bir şekilde yapılmamasıdır. Yüz binlerce varil petrol her gün karaborsada satılmakta ve bu satışlardan elde edilen kârlar Nijerya yetkililerinin ceplerine gitmektedir.
Nijerya hükümetlerinin yolsuzlukları nedeniyle fakirleşen ve haklarından mahrum bırakılan Nijerya halkı defalarca isyan girişiminde bulunmuş ve bu durum terör organizasyonlarının ülkede zemin bulmasına neden olmuştur.
Doğal Kaynak Laneti dünyanın her yerinde ülkeleri etkilemiştir. Bu ülkeler arasında Angola, Çad, Venezüella, Libya, Gine, Botswana, Peru, Şili ve diğerleri sayılabilir. Ve şimdi bu ülkeler arasına Irak Kürdistanı da eklenmiştir.
Bugün Irak Kürdistanı’nda ISIS terör örgütüne karşı savaş halen devam etmektedir. Evlerinden ayrılmak zorunda kalan binlerce Kürt her gün kamplara sığınmaktadır. Petrol fiyatları az da olsa yükselse de halâ varili 50 dolar civarındadır. Bağdat merkezi hükümeti hala Kürtlere ulusal bütçeden paylarını vermemektedir.
Yakın gelecekte bir çıkış yolu bulmak için çabalayanlar dahi ekonomik bağımsızlıktan ümitlerini kesmiş durumdalar.
Amerikalılar Irak’a geldiklerinde bize, yapacakları petrol yatırımları sayesinde hepimizin malikânelerde yaşayacağımızı söylediler. Bize bu şekilde yaşayacağımızı söylemediler. Eski Petrol Çalışanı Ahmed Qussai.
Irak Kürdistanı maliye bakan yardımcısı Fazil Nabi, Kürdistan Bölgesel Yönetiminin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için ayda bir milyar dolardan daha fazla paraya ihtiyacı olduğunu anlatmaktadır. Nabi’ye göre, ISIS ile savaş başlamadan önceki fonlara nazaran ancak %40 ile idare ettiklerini ve önceliklerinin insanlara maaşlarının ödenmesi olduğunu ifade ediyor.
Bir zamanlar güzel günlerin habercisi olan petrol endüstrisi çökmekte. Bazı petrol kuyuları kurumuş ve uluslararası petrol şirketleri rüşvet ve yolsuzluk nedeniyle ülkeyi terk etmeye başlamış durumdalar. 2015 yılında Birleşik Krallık kayıtlı Afren şirketi, Barda Rash petrol kuyusunda artık petrol kalmadığı açıklamasını yapmıştır. Bir İrlanda şirketi olan Petroceltic International ve Amerika’dan Hess Corporation şirketleri, Dinarta sözleşmesinden çekildiklerini açıklamışlardır. Chevron şirketi, petrol arama çalışmalarını bitirmeden Rovi petrol sahasından çekildiğini açıklamıştır.
Bu şirketlerin üst düzey yöneticileri yaptıkları açıklamalarda, Doğal Kaynaklar Bakanlığının, sözleşmelerinde yaptıkları manipülatif değişikliklerle, kendilerini Irak Kürdistanı’ndan ayrılmaya zorladığını iddia etmektedirler.
Petrol fiyatlarındaki düşüşe katlanabilen daha büyük şirketler terk edilen kuyular verilmektedir. Al-Khatteeb’e göre; şimdi bu şirketler dahi, Irak Kürdistanı’nda kalmanın ekonomik zorluklarına ve en azından Doğal Kaynaklar Bakanlığı ile olan işlerindeki problemlere katlanmakta güçlük çekmektedirler.
Gulf Keystone Petroleum şirketi 2015 yılı açıklamasında, düşük petrol fiyatları ile birlikte Kürt hükümetinin yapmadığı ödemelerin şirkette, Irak Kürdistanı’nda kalmayla ilgili büyük maddi belirsizlikler ve endişeler yarattığı uyarısında bulunmuştur.
İlk günlerde Hawrami’nin önemli ortaklarından olan Gulf Keystone Petroleum şirketi dahi hükümetin üretilen petrolün parasını ödememesi nedeniyle büyük bir hayal kırıklığı içindedir. Hükümetin arka arkaya ödemesi gereken paraları ödememesi sonrasında Gulf Stone yönetim kurulu üyeleri, diğer şirketlerin yaptıkları gibi tahkime gitme veya alacaklarının yeniden yapılandırılması için başka yollar aramak hakkında karar vermek zorunda kalmışlardır. Yönetim kurulu üyeleri ikinci seçeneği tercih etmişler ve alacaklarının yeniden yapılandırılmasını kabul etmişlerdir. Aralık ayı başında Gulf Keystone şirketine, Eylül ayı petrol üretiminin karşılığı olarak 15 milyon dolar para ödenmiştir. Şirketin Irak Kürdistanı hükümetinden daha sayısız alacağı bulunmaktadır.
Crescent Group’a ait Dana Gas şirketi, bu yılın başlarında yapılmayan ödemeler nedeniyle Kürdistan Bölgesel Yönetimi aleyhine Londra’da açtığı davada 2 milyar dolar kazanmıştır.
Doğal Kaynaklar bakanlığı, 2004 yılından günümüze kadar elde edilen petrol gelirlerine ne olduğunu belirlemek maksadıyla danışmanlık firması Deloitte’yi kiralamıştır. Bu olumlu bir işarettir, fakat henüz bu süreç başlamamış durumdadır.
Bütün bunlar olup biterken Iraklı Kürtler acı çekmeye devam etmekte ve öfkeleri giderek büyümektedir.
Ahmed Qussai, 42 yaşında eski bir petrol sektörü işçisidir. Şimdi ailesi ile birlikte, Makhmur kenti yakınlarında bir mülteci kampında yaşamını sürdürmektedir. Ahmed, bütün hayatının petrol işinde geçtiğini anlatmakta. Neden olduğu felaketler yüzünden ISIS terör örgütüne karşı büyük bir nefret duymakta, fakat elde edilen petrol gelirlerini halk ile paylaşma sözü veren ve verdiği sözü yerine getirmeyen hükümete karşı da büyük bir öfke duymakta. Ona göre hükümetler, petrol gelirlerinin halka yansıtılması için çok az şey yaptılar.
“Hükümet petrolü çıkardı ve yerel halk ile çalışmadı’’ diye açıklıyor.
“Amerikalılar Irak’a geldiğinde, yapacakları petrol yatırımları sayesinde, bize hepimizin malikânelerde yaşayacağımızı söylediler.’’ Bahçede bir köşede ayaklarını bir su hortumu ile yıkamakta olan çocuklarını göstererek; ‘‘Bize böyle yaşayacağımızı söylemediler’’ diye sözlerini tamamlıyor.
Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve yazıda ifade edilen düşünceler tamamen Sayın Erin Banco’ya aittir. Yazının çevrilmesi çevirenin yazarın fikirlerini paylaştığı anlamına gelmemektedir.
Öncelikle, böylesine kapsamlı bir yazıyı kaleme aldığı için Sayın Erin Banco’yu tebrik ederek başlamak istiyorum. Petrol şirketleri ve gözlerini para hırsı bürümüş, doymak bilmeyen soysuz ve rüşvet batağına batmış, pislik içindeki politikacıların, kendi çıkarları uğruna bir halkı nasıl perişan ettiklerini çok güzel ve akıcı bir dille kaleme almış.
Kerkük petrol sahası, Irak’ın kuzeydoğusunda yer alan ve 1927 yılında Turkish Petroleum tarafından bulunmuş, 1934 yılında petrol üretimine başlanmış ve 1972 yılında tamamen millileştirilmiştir. 2014 yılında Kürdistan Bölgesel Yönetimi kontrolüne geçen bölgeden çıkarılan ham petrol, günde yaklaşık olarak 150.000 varillik bir kapasite ile Ceyhan limanına bir boru hattı vasıtasıyla iletilmektedir.
26 Şubat 2017 tarihinde Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ve beraberindeki heyet İstanbul Havalimanına inerler. Barzani Türkiye’yi birçok kez ziyaret etmiştir. Fakat ilk defa IKBY bayrağı Türk semalarında Türk bayrağının yanında dalgalanır. Hem havalimanında hem de Başbakan Binali Yıldırım ile olan görüşmesinde.
Eleştiriler ağırdır. Başbakan Binali Yıldırım ise bayrağın asılmasını savunur. Savunur ama aynı bayrak Barzani’nin Recep Tayyip Erdoğan ile olan görüşmesinde nedense Türk semalarında görülmez.
Kerkük Eyaleti mahalli meclisi 28 Mart 2017 günü bir araya gelir, 16 Arap ve Türkmen üye oturumda yoktur. Oturuma katılan 25 Kürt üye oybirliği ile bir karar alırlar; IKBY bayrağı Irak bayrağı ile birlikte resmi binalarda göndere çekilecektir. 1 Nisan 2017 günü Irak parlamentosu bu kararı reddeder, oylama öncesinde Kürt üyeler parlamentoyu terk etmiştir.
Türk Dışişleri Bakanlığı da bir açıklama yapar: “IKBY bayrağının vilayetteki tüm resmi dairelerde Irak bayrağıyla birlikte asılmasına ilişkin kararın kabul edilmesini doğru bulmuyor ve endişeyle karşılıyoruz. Vilayet Meclisi’nin Türkmen ve Arap üyelerinin boykot ettikleri oylamada alınan kararı doğrudan Kerkük’ün ihtilaflı statüsüyle ilgili ve Irak anayasasına aykırı tek taraflı bir tasarruf olarak değerlendiriyoruz. Farklı kimliklere mensup Irak vatandaşlarının ortak varlığı olan Kerkük’ün statüsüyle ilgili tek taraflı adımlarda ısrarcı olunması uzlaşı, diyalog ve anayasal süreçlere bağlılık kavramlarına zarar verecektir. Bu tür yaklaşımlar, ülkede kalıcı güvenlik ve istikrar çabalarını da olumsuz etkileyecektir. Irak’ın geçmekte olduğu kritik süreçte ilgili tüm tarafların sağduyu, sorumluluk ve itidal içinde hareket etmesi gerekmektedir.”
Barzani kendisini ziyaret ederken IKBY bayrağını astırmayan Erdoğan, Kerkük’te mili bayrağın dışında ikinci bir bayrağın asılmasını “bölücülük” olarak tanımlar. Zonguldak’ta konuşan Erdoğan, Irak Kürt Bölgesel Yönetimine seslenir; “Hemen o bayraklarınızı indirin, yoksa bedeli ağır olur” der.
Daha önce yaptığı açıklamada; ‘‘Bugünlerde bir bayrak hikâyesidir, gidiyor. Irak anayasasına göre, Kuzey Kürdistan Bölgesel Yönetimi özerk bir yapıdır. Parlamentosu vardır, başbakanı, bakanları, ayrı bayrağı vardır. Dünyada da bu şekilde tanınır. Sanki yeni bir teamülmüş, yeni bir uygulamaymış gibi bunu gündeme getirmenin iyi niyetle izahı mümkün değildir. Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğüne sonuna kadar saygı duyar. Irak anayasasının gereği neyse ona da saygı duyar. Bizim bunun dışında başkaca bir diplomatik teamül geliştirmek, buna göre yeni usuller ortaya koymak gibi bir uygulamamız olmadı, olamaz” diyen Binali Yıldırım bu sefer: “KERKÜK TÜRKMEN YURDUDUR”. Irak Kuzey Bölgesel Kürt yönetimi durup dururken kendi bayraklarını çektiler. Bu yanlış bir şey. Bu Irak anayasasına aykırıdır. Kerkük Türkmen yurdudur. Arapların, Türkmenlerin itirazına rağmen bu kararı aldılar. Irak merkezi yönetimi bunu tanımıyoruz dedi’’ açıklamasını yapar.
Yurt dışındaki düşünce kuruluşları ise, Türkiye’nin de artık istikrarlı ve daha otonom bir Kürdistan’ın gerekliliğini anlama noktasına geldiğinden bahsetmektedirler. Almanya’dan sonra en fazla dış satım yapılan yerin Irak Kürdistan’ı olduğu ve giderek çok daha fazla petrolün buradan alındığı iddia edilmektedir. Ve sıkı durun; yavaş yavaş oluşturulacak bağımsız bir Kürdistan’a Türkiye’nin karşı çıkmayacağı öne sürülmektedir.
Açıklamalar şöyle: ‘‘Türkiye, Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına olan itirazından; kendi iç politikalarından, enerji ihtiyacı, ekonomik zorunluluklarından ve Irak ile Suriye’de giderek artan belirsizliklerden kaynaklanan nedenlerden ötürü vaz geçmiştir.’’
‘‘Sivil Türk hükümeti, geçmişte askerlerin hâkim olduğu rejimler gibi Türkiyeli Kürtleri artık bir tehdit olarak görmemektedir. Kürt liderler de bağımsızlık yerine otonom bir Kürt bölgesi talep etmektedirler. Bu gelişmeler nedeniyle Ankara, bağımsız bir Irak Kürdistanı’nın kendi Kürt nüfusu içinde ayrılıkçı akımları körükleyeceği korkusunu artık bırakmış durumdadır.’’
RAND Raporuna göre; ‘‘Türkiye, Haziran 2015 seçimlerinde Kürtlerin hâkim olduğu bir partinin başarı kazanarak, iktidardaki partinin çoğunluğu kaybetmesine neden olması sonrasında geri adım atmıştır.’’ Türkiye’nin bölgeye yaptığı yatırımlar nedeniyle Irak Kürdistan’ı giderek artan oranda önemli bir ekonomik ortak konumuna gelmiştir. Türkiye’nin büyüyen ekonomisi petrol ve doğal gaza ihtiyaç duymaktadır. Güney sınırında istikrarlı bir Kürdistan Türkiye’nin yararınadır ve Türkiye Bağdat’taki Şiilerin hâkim olduğu hükümete güvenmemektedir.’’
RAND raporunda bağımsız Kürdistan devletinin aniden ilan edilmemesi, yavaş ve dikkatli hareket edildiği takdirde Türkiye’nin buna hiçbir itirazının olmayacağı, hatta bu durumun Türkiye’ye çok büyük ekonomik ve politik avantajlar sağlayacağı iddia edilmektedir.
Bakmayın Türkiye’de IKBY bayrağı astırıp da şimdi açıklama üstüne açıklama yapan yetkililere. Onlarda bu kadar petrol ve para olduktan sonra, yakında bağımsızlık ilanını da ‘‘ağır eleştiriler ve ciddi endişeler’’ ile geçiştiririz. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Binali Yıldırım’ın dediği gibi, Kürtler bayrağı durup dururken çekmediler ki.
Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
https://gpinvestigations.pri.org/the-curse-of-oil-in-iraqi-kurdistan-1c9a9a18efd1
GlobalPost Investigations GlobalPost bir ABD online sayısal gazetecilik firmasıdır. 12 Ocak 2009 tarihinde kurulan sayısal gazete, uluslararası haberler üzerine odaklanmıştır. Philip S. Balboni ve Charles M. Sennott tarafından kurulan gazete, görevini ‘‘uluslararası haberleri sayısal çağ için yeniden tanımlamak’’ olarak ifade etmektedir. Dünyanın her yerinde görev yapan toplam 64 muhabiri bulunmaktadır. 2015 yılında WGBH tarafından satın alınmıştır.
Yazar: Erin Banco son iki yıldır International Business Times Orta Doğu muhabirliği görevini yapmaktadır. Son yıllarda İslami Devlet terör örgütünün Irak ve Suriye’de yükselişi ve savaşın sıradan insanlar üzerindeki etkileri ile ilgili yazılar kaleme almaktadır. Avrupa’ya kaçmak zorunda kalan çocukların peşlerinden giderek onların sığınacak evler bulmalarına yardımcı olmuştur. 2017 yılında çalışmalarını Irak ve bu ülkedeki rüşvet ve yolsuzluğun ülkenin yerel ekonomisinin nasıl çöküşüne neden olduğu üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmıştır.
Türkiye ve Kahire’de bağımsız yazar olarak çalıştıktan sonra IBT (Institute of Business and Technology)’ye gitmiştir. University of Wisconsin- Madison gazetecilik ve Afrika edebiyatı ve dilleri bölümlerini 2011 yılında Arapça olarak bitiren Banco, yüksek lisans derecesini, insan hakları ve uluslararası medya üzerinde çalıştığı Columbia’s School of International and Public Affairs’den almıştır.
UW-Madison’daki çalışmaları esnasında yerleşke editörü, multimedya koordinatörü ve ülkedeki altıncı en büyük günlük öğrenci gazetesi olan The Daily Cardinal için TV programcılığı görevlerini yerine getirmiştir. Madison Commons eğitim editörlüğü görevini de yürüten Banco, 2010 yılında USA TODAY soruşturma bölümünde stajyer olarak görev almıştır.
Erin Banco aynı zamanda ABD senkronize paten takımının da eski bir sporcusudur. Spora olan tutkusu ve web tasarımı öğrenme arzusu nedeniyle ‘‘Get It Called’’ adlı eğitim esaslı sosyal network sitesini kurmuştur. Bu alandaki çalışmalarını görmek için http://www.getitcalled.com/ sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Erin Banco’nun gazeteciliğe olan ilgisi, Arapça öğrenmek ve İslam dininin gelişimini incelemek için üç yılını geçirdiği UW-Madison eğitimine dayanmaktadır. Kuzey Afrika’da meydana gelen politik kaymalar ve halk devrimleri hakkında derinlemesine analizler yapmak ve bizzat olay yerinden haber yapmak ilgi alanları arasındadır.
Çeviren: Ercan Caner Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Kara Harp Okulunu 1985 yılında tamamlayan, yüksek lisans derecesini 2012 yılında Gazi Üniversitesi’nden Avrupa Birliği – Türkiye İlişkileri alanında alan Caner, halen Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında Haliç Üniversitesi’nde doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir. Bir yazılım firmasında proje yöneticisi ve havacılık projeleri alan uzmanı olarak çalışan Caner, Asliye Ceza Mahkemelerinde ‘‘Havacılık Bilirkişiliği’’ alanında pilot ve bakım uzmanlığı görevini de yürütmektedir. İleri Mühendislik ve Tasarım alanında ‘‘Smart Mentor’’ unvanı da olan Caner, havacılık, savunma, teknoloji, güncel haber ve güncel politika hakkındaki yazı ve çevirilerini academia.edu ve sunsavunma.net sitelerinde paylaşmaktadır. Caner evli ve iki çocuk babasıdır. İngilizce bilen ve Fransızca okuyabilen Caner’in İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 40 yılı kapsayan Türk Silahlı Kuvvetleri, Birleşmiş Milletler, NATO ve savunma sektör deneyimlerine sahiptir. ercancaner@gmail.com