Yazan: Osman Başıbüyük, Sun Savunma.Net, 28 Ağustos 2017
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun zaaflarından faydalanarak CHP ile yürüttüğü siyasi mücadele stratejisinden bir önceki yazımızda bahsetmiştik. Kılıçdaroğlu’nun bir proje kapsamında CHP’nin başına getirildiği bir gerçektir. CHP’nin Kılıçdaroğlu operasyonu ile nerelere savrulduğu konusunu daha dikkatli incelemek gerek. Ama önce ülkemiz üzerine oynanan istikrarsızlaştırma oyunundan biraz bahsedelim.
Türkiye uzun yıllardır emperyalizmin hedefindedir. Yugoslavya parçalanırken benzer bir kaderi Türkiye’nin de paylaşması planlanmıştı. Bunun için kurgulanan ayrılıkçı Kürt Hareketi (PKK), emperyalizmin bu emeline ulaşması için yeterli gelmedi. Şu durumda Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, mümkünse bölmek için PKK’nın yarattığı etnik fay hattına, bir de mezhep fay hattının eklenmesi gerekti.
15 yıldır iktidarda olan AKP Hükümetlerinin Sünni İslam temelinde izlediği politikalar, sadece kendi yandaşlarına menfaat sağlayıp diğerlerini yok sayması, toplumun bazı kesimlerinin kendilerini dışlanmış olarak hissetmesine neden oldu. Kendisini dışlanmış olarak hisseden en önemli kesim Aleviler. Laiklikten uzaklaşan AKP, Alevileri kimlik arayışına ve kendilerini savunmak için siyasi birlik oluşturmaya yönlendirdi. İşte bu noktada “Dersimli Kemal” kimliği ile CHP’yi iktidar alternatifi olmaktan uzak tutmak maksadıyla yapılan Gladyo operasyonu zamanla farklı bir boyuta taşınmaya başladı.
Kılıçdaroğlu etrafında toplanan Aleviler inancına sahip siyasetçiler, yavaş yavaş partide etkin olmaya başladı. Gezi ayaklanmasında dışa yansıdığı şekliyle Aleviler, kendilerini ötekileştirilmiş hissettiklerinden hem siyasi hem de sokak mücadelesinde daha aktif hale geldiler. Onların bu aktifliği ve birbirlerini tutmaları her CHP kurultayında kendini biraz daha gösterdi. Sonuçta Kılıçdaroğlu 8 seçim kaybetmesine rağmen her kurultaydan zaferle çıktı. Bundan sonrakinde de bir şey değişmeyecektir. Bu siyasi geçeklikle bağdaşmayan sonuç, Alevilerin parti yönetimi kaybetmemek için yaptıkları mecburi tercihin eseridir.
Cumhuriyet gazetesi eski yazarı Işık Kansu, CHP’de yıllarca genel başkan danışmanı olarak çalışmış siyaset bilimci Prof. H. Bülent Kahraman gibi birçok aydın, CHP’nin artık bir Alevi partisine dönüştüğünü iddia etmektedir. Bu iddialardaki gerçeklik payının ne olduğunu okuyuculara bırakalım. CHP’deki bu yöndeki değişimin gerçek sorumlusunun laiklikten uzaklaşarak Sünni İslam eksenli politikalar izleyen AKP olduğunun altını çizdikten sonra bu yeni CHP’nin Türkiye’deki siyasal yapıyı nasıl etkileyeceğini tahmin etmeye çalışalım.
T.C. Devletinin kurulmasından, 1950’de Demokrat Parti iktidarına kadar geçen tek parti yönetiminde CHP, imparatorluk artığı bir halkı, ulus devlet anlayışı ile yeniden örgütlemek için tepeden inme politikalar izlemiştir. Bu politikalar, sadece devletin eski sahipleri Sünni kökenli tarikatları değil, Alevi-Bektaşi kökenli tarikatları da derinden etkilemiştir. Yeni devlet yapısı mezhep ve etnik temeldeki sosyolojik yapılanmaları yok saymış, istinasız hepsini ezmiştir. Her ne kadar Aleviler yeni devletin laik yapısı ile kendilerini bir nebze olsun güvencede hissetseler de Dersim İsyanın bastırılmasında uygulanan yöntemler, yıllar yılı abartılarak Alevilerin bilinçaltında bir yer edinmiştir. Son 20 yıldır dış merkezlerden yapılan, Atatürk’ün Dersim’de Alevileri katlettiği söylemi, önce yurtdışındaki Türkler üzerinde etkili olmaya başlamış, başta Almanya olmak üzere yurt dışındaki Alevi Kültür Derneklerinde bu propagandanın etkisiyle vatandaşlarımız Türk bayrağı ve Atatürk portresinden uzaklaşmaya başlamıştır. Bu süreçte kendini T.C. Devleti tarafından dışlanmış hisseden Aleviler ile Kürtler arasında yakınlaşma teşvik edilmiş ve bu sayede Alevi Kültür Derneklerinin kontrolü Almanya’da PKK’nın eline geçmiştir. Bu dernekler yaptıkları gösterilerde Türk Bayrağı ve Atatürk resmi kullanmamaktadır. Bu propagandanın etkileri kendisini Türkiye’de de göstermeye başlamıştır.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin liderlik koltuğuna oturmasıyla parti ciddi bir değişim sürecine girmiş, bu değişim sürecini yaşarken her seçim döneminde, Onur Öymen, İsa Gök, Nur Serter, Emine Ülker Tarhan, Dilek Akagün Yılmaz, Refik Eryılmaz, Süheyl Batum, Birgül Ayman Güler gibi daha ismi burada sayılamayan CHP’nin kuruluş ideolojisine bağlı birçok milletvekili tasfiye edilmiştir. Bu tasfiyeleri sadece tepeden inme bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun yaptığı düşünülmemelidir. CHP’nin dönüşüm sürecinde oluşan delege yapısı, Atatürkçüleri partide istememektedir.
Gölge CIA olarak bilinen Stratfor belgelerinde TR 705 koduyla “Kürt haber kaynağı” olarak geçen, Diyarbakır Barosu eski başkanı, PKK’lıların resmi avukatlığını yapmış, şimdi ise CHP Milletvekili olan Sezgin Tanrıkulu gibi şahısların Atatürk’ün partisini işgal etmesi, CHP’nin eksen kaymasını hızlandırmaktadır. Erdoğan, PKK açılımı politikasından vazgeçtikten sonra ayrılıkçı Kürt hareketiyle sert bir mücadeleye girmiştir. Bu mücadele, CHP’deki Tanrıkulu gibi şahısların etkisiyle, kendisini ezilmiş olarak gören Alevi ve Kürtleri birbirine daha da yaklaştırmaktadır. Almanya Alevi Kültür derneklerinde yaşanan süreç Türkiye’de tekrar edecek gibi bir görüntü oluşmaktadır. CHP çatısı altında, devletle mücadele eden, Alevi-Kürt ittifakı oluşturma yönünde yapılmak istenilen bir dış projenin ilk emareleri kendisini Adalet Yürüyüşünde göstermiştir.
Başkanlık sistemiyle siyasal yapı büyük ihtimalle iki partili sisteme evrilecektir. Bu süreçte HDP’nin, CHP ile bütünleşmeye mecbur kalması, Alevi-Kürt ittifakını kaçınılmaz kılacaktır. İngiltere’de bir toplantıya katılan Tanrıklu’nun yanında Gürsel Tekin olduğu halde, PYD’nin terör örgütü olmadığını savunması, Kılıçdaroğlu’nun Güneydoğu’daki operasyonlar için bir grup akademisyenin yayınladığı bildiriye “bildiri olumludur” demesi, CHP’deki bu yöndeki gidişin ciddi göstergeleridir.
Bir ülkede siyaset, ekonomik temelli ideolojiler yerine etnik ve mezhep gibi kimlikler üzerinden yapılıyorsa o ülkenin istikrarsızlaşması hatta iç savaşa sürüklenmesi önlenemez. Komşularımız Irak ve Suriye’yi iç savaşa sürükleyen, Batı’nın demokrasi adına dayattığı kimlik siyasetidir. Bu acı sonun ülkemizde de yaşanmaması için mutlaka ana muhalefet partisi CHP’nin kimlik siyasetinden vaz geçmesi, kendisini düştüğü bu açmazdan kurtarması gerekmektedir. Peki, bu iş o kadar kolay mı?
Alevilerin geçmişten bu yana yoğun olarak CHP’ye oy verdikleri bilinen bir gerçektir. CHP’nin Alevi partisine dönüştüğü yönde bir eleştiri yapıldığında, Alevi kesimden; “Ne yapacak Alevi yurttaşlar; CHP’ye oy verecekler ama CHP’de temsil edilmeyecekler mi? CHP’ye oy verecekler ama il başkanı olmayacaklar mı? CHP’ye oy verecekler ama CHP’de milletvekili olamayacaklar mı? CHP’ye oy verecekler ama CHP’nin merkez yönetiminde yer almayacaklar mı? Hiçbir zaman Aleviler CHP’de yönetici konumuna yükselemedi; hep yönetilen ve yönlendirilen konumunda kaldılar. İlk defa Kılıçdaroğlu’yla birlikte Aleviler, yönetilen konumundan yöneten konumuna yükseldiler. İnsanların kimlikleri ve inançları üzerinden siyaset yapmak gericiliktir…” benzeri haklı tepkiler alınması kaçınılmazdır. CHP’nin 35. Kongresinden sonra ortaya çıkan yönetimin bu anlayışa sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Bu anlayıştaki bir yönetim ve delege yapısıyla CHP’yi tekrar Atatürkçü çizgiye oturtmak mümkün değildir. Bu sebepten gelecek kurultaylara bel bağlamak, Kılıçdaroğlu’nun 2018’de yapılacak kurultay ile devrileceğini hayal etmek boşunadır. Kılıçdaroğlu gitse bile partideki bu zihniyet değişmeyecektir. Çünkü AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye’de kimlik ve inançlar üzerinde ayrıştırma politikası egemen hale gelmiştir. Erdoğan’ın daha önceki seçim kampanyalarında Kılıçdaroğlu’nun “Kürtlüğü ve Aleviliğini” menfi propaganda malzemesi olarak kullanması, hatta Kılıçdaroğlu’na Alevi diyerek yuhalatması, Alevileri sahip olduklarını bırakmamak için her türlü mücadeleye yöneltecektir.
Bu süreçte CHP bir açmaza saplanmış durumdadır. CHP’nin tabanını, şehirli, yüksek gelir grubuna ait, iyi eğitimli kimseler oluşturmaktadır. Alevi partisine dönüşüp HDP çizgisine yanaşan CHP’de, Kılıçdaroğlu veya onun benzerleri yeni oluşan yönetim ve delege yapısıyla her zaman için kurultay kazanabilirler, ancak hiçbir zaman seçim kazanamayacaklardır. Hele CHP’nin Alevi partisi olduğu inancı yaygınlaşırsa CHP’nin ilk seçimde oy oranının %20’lerin altına düşme ihtimali çok yüksektir. En önemlisi artık Atatürkçü, cumhuriyetçi, devletçi, ulusalcı/milliyetçi taban, CHP’nin artık kendisini temsil ettiğini düşünmemeye başlamıştır. Bu durum Aleviler için de iyi değildir. Kendilerini mezhep mücadelesine sürükleyerek yıpratacaktır. CHP, bu oy potansiyeli ve çalkantılı yapısıyla Erdoğan’ın Başkanlığını önleyemez. MHP’nin durumu zaten ortadadır. Devlet Bahçeli, Erdoğan Başkan olana kadar, MHP’nin başından gitmemeye yemin etmiş gibidir! Fakat bu konuda milliyetçi taban bir çıkış yolu bulmuş gibi gözüküyor.
Meral Akşener’in yakında kuruluşunu resmen açıklayacağı parti, MHP’nin tabanını kendi çatısı altından toplayacaktır. Milliyetçi taban, Gladyo operasyonuyla içi boşaltılmış, düzeni bozulmuş partisi yerine, tabana dayanan yeni bir partiyle siyasi hayata geri dönmektedir. Kamuoyunda büyük bir heyecan ve beklenti yaratan bu hamle, en çok Erdoğan’ı korkutmuştur. Çünkü Erdoğan, siyasi hayatında ilk defa merkez sağdan ödünç aldığı oyları kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.
Kılıçdaroğlu önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmayacağını açıklamıştır. Diğer siyasi partilerle ortak bir aday çıkartma peşindedir. Yani; “ben bu işi kotaramam, benim yerime sen yap” diyecek bir emanetçi aramaktadır. Millet şimdiye kadar bir emanetçiye oy vermemiştir; bundan sonra da vermeyecektir. Yeni bir Ekmeleddin vakasının yaşanması Erdoğan’a başkanlık yolunu açar. Çünkü başkanlık seçiminin en zayıf halkası Kılıçdaroğlu kendi seçmenini bile tutamayacaktır.
Eğer CHP, Erdoğan’ın Başkan olmasını istemiyorsa önünde sadece 2 seçenek durmaktadır: 1) En kolay olan seçenek, Kılıçdaroğlu’nun kendi isteğiyle partinin önünden çekilmesidir. 2) Zor seçenek, milliyetçi tabanın Akşener liderliğinde yaptığının bir benzerini Cumhuriyetçi tabanın yapmasıdır. Ancak CHP’nin bölünmesi anlamına gelecek bu ikinci seçeneği hayata geçirebilecek güçte liderlik özelliklerine sahip birden fazla güçlü karakterin olmaması bu ihtimali güçleştirmektedir.
AKP bir proje partiydi. Ayağı tökezlediğinde FETÖ eliyle önü açıldı; bu şekilde iktidarı muhafaza etmesi sağlandı. Bugün AKP, FETÖ’ye yol vererek yaptırdığı Ergenekon ve Balyoz türevi operasyonlarla tasfiye ettiği ulusalcı/milliyetçiler ile aynı konuma gelip, Avrasya seçeneğinden bahsetmeye başlayınca kendisini iktidara getiren Batılı güçlerle yolları ayrıldı. Bu sefer kendisi FETÖ’nün hedefi oldu. Şimdi onu devirmek isteyen bu gladyo yapılanmasıyla mücadele ediyor. Bu sefer de halk FETÖ ile mücadele ettiği için onu destekliyor. Bir başka deyişle FETÖ sayesinde ayakta kalıyordu, şimdi FETÖ yüzünden iktidarını sürdürüyor. Darbe sonrası FETÖ’nün gerçek yüzünün ortaya çıkması herkeste büyük bir korku yarattı. Fakat FETÖ tehlikesinin azalmasıyla doğru orantılı olarak Erdoğan’ın da desteği azalacaktır. Çünkü FETÖ ve geleceğin FETÖ örgütlenmelerini başımıza kimin sardığını bu millet görmektedir. Darbe davalarının karara bağlanması sonun başlangıcı olacaktır.
AKP artık düşüş trendine girmiştir. Bu noktadaki en büyük problem AKP’nin yerini dolduracak bir alternatifin olmamasıdır. CHP, Kılıçdaroğlu ile başarısızlığa mahkûm edilmiş bir partidir. Kimlik partisine dönüşen CHP’nin iktidar olma potansiyeli mevcut haliyle yoktur. CHP’nin bu açmazdan kurtulması ve millete bir umut olması için yukarıda sözü edilen 2 seçenekten birini vakit kaybetmeden uygulaması gerekmektedir.
Bu durumda Meral Akşener ile birlikte CHP’nin yeni lideri, ülke siyasetinde yeni bir rüzgâr yaratacak, gladyo eliyle düzenlenen suni muhalefet aslını bulacak, yaratılan bu rüzgâr büyük ihtimalle Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini engelleyecektir. Böylece ikinci turda halkın üzerinde uzlaşabileceği lideri kendisinin seçmesi için bir imkân doğmuş olacaktır.
Erdoğan hepsini al stratejisiyle bu yolun kapısını açarak bir fırsat tanımıştır. Bu fırsatı kullanmak veya tepmek veya bir başka ifadeyle, Türkiye’yi kimlik siyasetinden kurtarmak veya mahkûm etmek Kılıçdaroğlu’nun elindedir.
Osman Başıbüyük
2016’nın Ekim ayında “Millî Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı” görevine atanan Büyükelçi Basat ÖZTÜRK, kendisi gibi Dışişleri Bakanlığı Personeli olan Ali Emre ÖZEN’i Millî Savunma Bakanlığı’na (MSB) transfer etmiştir. MSB Uluslararası Güvenlik İşleri Daire Başkanı Ali Emre ÖZEN, Wikileaks belgelerine göre, kamuoyunda “Gölge CIA” olarak da bilinen, ABD merkezli özel istihbarat kuruluşu “STRATFOR”un Türkiye’deki haber kaynaklarından birisidir. Kodu ise “TR 737″dir.