Yazar: Doug Bandow, Forbes, 27 Temmuz 2016
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 15 Aralık 2017
Türkiye’nin kısa demokrasi dönemi artık sona yaklaşıyor. Recep Tayyip Erdoğan ile Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) 2002 yılındaki yükselişleri, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan askeri laik cumhuriyetin çöküşünün habercisi olmuştur. Son başarısız darbe de Kemalizm’in yerini kısa bir süreliğine alan yarı liberal demokrasiyi ortadan kaldırmıştır.
NATO’nun kendisi büyük bir tarihi hatadır, Ankara’nın NATO üyeliği ise çok daha büyük bir yanılgıdır. Soğuk Savaş döneminin Birleşik Devletler liderliğindeki en önemli askeri ittifakı olan NATO’nun, Avrupalılar İkinci Dünya Savaşının yaralarını sardıklarında ve özellikle de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) dağılması sonrasında ortadan kalkması gerekirdi. Bugün gelinen noktada ise Türkiye, ABD ve Avrupa’nın güvenliğini baltalamaktadır. Ankara tek partili otoriter bir yönetim şekline doğru yaklaştıkça, NATO üyeliği giderek daha yersiz bir hale gelmektedir. Medeni bir ayrılık bütün taraflar için en uygun çözümdür.
İstanbul belediye başkanlığı sırasında İslami bir şiiri herkesin gözleri önünde okuduğu için hapsedilen Erdoğan, Türkiye’nin onlarca yıldır beklediği reformcu lider olarak göreve başlamıştır. Erdoğan, ordunun kışlalarında kaldığı, daha demokratik ve açık bir toplum ümit eden liberaller tarafından da desteklenmiştir. Avrupalılar Erdoğan’ı, Türkiye’yi Avrupa Birliğine sokacak adam olarak görmüşlerdir.
O da en azından, AKP’nin 2011 yılında arka arkaya kazandığı üçüncü seçime kadar öyle davranmış ve kendisinden beklentileri boşa çıkarmamıştır. Sonrasında ise, şüphe götürmez bir şekilde otoriter bir yöne doğru gitmeye başlamıştır. Türkiye’nin ekonomisini canlandıran Erdoğan’ın, AKP yetkililerinin siyasetin yanı sıra ekonomide de istediklerini yapma hakkına sahip olduklarına inandığı görülmektedir. Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan kendisine, geçmişin sultanlarına uygun 1100 odalı resmi bir rezidans yaptırmıştır.
Üst düzey yetkililerin şüpheli mali varlıkları hakkında çok fazla soru soran polis ve savcıların görev yerleri değiştirilmiştir. Türk ordusunun subayları ve diğerleri, uydurulmuş delillere dayanan fantastik suçlardan mahkûm edilmişlerdir. Gazetecilik riskli bir meslek haline gelmiş ve rekor sayıda gazete editörü ve muhabir hapse atılmış veya işlerinden kovulmuştur. Bütün medya şirketleri ele geçirilirken, İnternet kurumlarına da baskı uygulanmıştır.
Bir lise öğrencisi ve eski bir güzellik kraliçesi dâhil cumhurbaşkanını eleştirenler hakkında kovuşturma açılmıştır. Bir mahkeme, Erdoğan’ı, ‘‘Yüzüklerin Efendisi’’ filmindeki ‘‘Gollum’’ karakteri ile karşılaştırmanın ceza gerektiren bir suç olduğu yönünde karar vermiştir. Washington Institute kuruluşundan ünlü Soner Çağaptay’a göre Erdoğan, genellikle kendisine karşı bir komplo gerekçesiyle rakiplerine zulmetme ve dava açma rekoru kırmıştır.
Erdoğan bunun yanı sıra, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile yapılan ateşkesi bozarak, barışı da engelleyen politikalar benimsemiştir. Böyle yaparak Ankara’nın Kürt ayrılıkçılar ile olan şiddetli savaşını yeniden ateşlemiş ve Türk milliyetçilerinin coşkulu desteklerini kazanmıştır. Ankara aynı zamanda, sonunda bir iç savaşa dönüşen, Kürtlerin Suriye’deki isteklerine de karşı çıkmıştır. Erdoğan, bazı bölgeleri ele geçiren ve esir düşen yerel halkı korkutan İslami Devlet terör örgütüne barınma sağlarken, Birleşik Devletleri dahi Assad hükümetine karşı yürüttüğü çatışmanın içine çekmeye teşebbüs etmiştir.
Geçtiğimiz sonbaharda, Erdoğan hükümeti, çok kısa bir süre Türk hava sahasını ihlal eden bir Rus hava aracını düşürmüştür. Rusya, Erdoğan’ın aksine ihtiyatlı hareket etmiş, fakat ikinci bir olayın yaşanması durumunda çok daha sert bir tepki ile tehdit etmiştir. Ankara’nın bu hareketi ister Türkiye’nin desteklediği isyancılara yapılan Rus saldırılarına karşı bir tepki, ister hava sahasını sıkı bir şekilde koruma arzusu veya NATO’yu Suriye savaşının içine çekmek olsun, yapılan saldırı sorumsuz bir harekettir ve çok tehlikelidir. İttifak Erdoğan’ı, daha fazla provokasyonlara karşı uyararak tepki göstermiştir.
Ankara son zamanlarda, Rusya ile olan ilişkilerini normalleştirerek sebep olduğu uluslararası zararı onarmaya başlamış olsa da ülke içinde uyguladığı baskıları, başarısız darbe girişimi sonrasında iki kat artırmıştır. Hükümetin, tekrar böyle bir askeri harekete yeltenebilecekleri hedef alması için elinde iyi bir neden bulunmaktadır, fakat rejim, ülke genelinde başlattığı baskılara mazeret olarak darbeyi, Nazilerin gerçekleştirdiği ‘‘Reichstag Yangını’’ gibi kullanmıştır. Türkiye’nin tek liberal partisi olan ve çoğunlukla Kürtlerden oluşan Halkın Demokrasi Partisine göre; Erdoğan tarafından yürütülen kampanya, hükümet için bütün muhalefeti tasfiye etmek ve demokratik haklar ile özgürlükleri sınırlandırmak için bir araç ve fırsattır. Geniş kapsamlı tasfiyeler belli ki çok önceden hazırlanmıştır.
Rejim, desteksiz bir iddia ile sürgünde yaşayan yaşlı bir adam için hiç de mümkün görülmeyen, geçmişte Erdoğan’ın müttefiki olan imam Fethullah Gülen’in darbeyi planladığını öne sürmüştür. Aslına bakılırsa, daha darbe devam ederken ve henüz hiçbir soruşturma yapılmadan, Erdoğan dini lideri darbe yapmakla suçlamıştır. Ordu uzun yıllar, Gülenciler dâhil dışarıdan gelen sızmalara karşı direnç göstermiştir. Gülen, ancak Erdoğan hükümeti silahlı kuvvetlerin bağımsızlığını yok ettikten sonra ordu içinde zemin kazanabilmiştir. Görünen o ki Gülenci ve laik subaylar ortak bir düşmana karşı birleşmişlerdir.
Ancak, darbenin hemen ertesi günü yaklaşık 2800 hâkim görevlerinden uzaklaştırılmış ve takip eden günlerde, akademisyenler, polisler, valiler, kaymakamlar, içişleri, maliye ve eğitim bürokratları, cumhurbaşkanlığı görevlileri, okul öğretmenleri ve yöneticilerini kapsayan en az 50,000 devlet yetkilisi ve çalışanı açığa alınmış veya görevlerinden uzaklaştırılmıştır. İşten atılanların bir kısmı, AKP tarafından bu görevlere atanmışlardır. Rejim, kabin görevlileri dâhil Türk Havayollarından dahi 350 kişiyi işten atmıştır. Bütün bunların nedeni, 1999 yılından beri Pennsylvania’da kırsal alanda sürgünde yaşayan 77 yaşındaki imam Gülen’e olan bağlantılarıdır.
Bunun da ötesinde, darbe girişiminden henüz bir hafta geçmişken hükümet, 1229 dernek ve vakıf, 1043 okul, 35 sağlık kurumu, 19 işçi grubu ve 15 üniversite dâhil birçok özel kurumun kontrolünü eline almıştır. Gazetecilerin basın kartlarını iptal ederek çalışmalarını engellemiş ve birçok bağımsız haber sitesini kapatmıştır. Bağlantı ve ilişkiye dayanan suçlamalar resmi politika haline gelmiş ve hedef alınanlar, rejim tarafından Gülencilere ait olmak, bağlantıları olmak veya iletişimde olmak ile suçlanmışlardır.
Darbe nedeniyle, siyasetin tasfiye hareketine giriştiği ordunun komuta kademesi başbakan ve milli savunma bakanı ile birlikte görülürken. Foto: Deutsche Welle
Rejimin eğitime olan saldırısı ise özellikle çok yaygın ve kapsamlı olmuştur. Hükümet, özel kurumlar dâhil bütün Türk üniversitelerinden 1577 dekanın istifa etmesini talep etmiş, bütün üniversite profesörlerinin dış gezilerini iptal etmelerini emretmiş, 15,200 kamu idarecisi ve öğretmeni açığa almış ve 21,000 özel öğretmenin lisanlarını geri alarak çalışmalarına engel olmuştur. Eğitim bakanlığından bir yetkili, Gülen’i kastederek bunların çoğunun terörist faaliyetlerle bağlantıları olduğu yönünde gizli bilgiler nedeniyle tasfiye edildiklerini açıklamıştır. Bu binlerce insanın darbe girişiminde yer almadıkları aşikârdır. Binlerce insana yapılan muameleler, Erdoğan hükümetinin giderek artan otoriter tutumuna muhalefet edenlerin elimine edilmelerinde kararlı olunduğunun bir göstergesidir.
Erdoğan’ın kafasında tam olarak ne planladığı bilinmemektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin resmi olarak askıya alınması ve olağanüstü hal dayatması sadece geçici olabilir, pratikte ise hiç de sona ereceklermiş gibi görünmemektedir. Erdoğan demokrasi, hukukun üstünlüğü ile halkının hakları ve özgürlüklerini koruma yönünde hareket ettiğini iddia etmektedir, fakat aksine bütün bunları yıllardır çok açık bir şekilde ihlal etmektedir. Şimdi ise durum daha da kötüleşecek gibidir.
Erdoğan, muhalefet zayıflatıldığından, eleştiriler susturulduğundan ve hükümet üzerindeki baskılar ortadan kalktığından şimdi çok daha fazla cesaretlenmiş bir durumdadır. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, sadakatsizlikle suçlanan on binlerce insanın suçlu olup olmadıklarını değerlendirmek maksadıyla, hükümetin komiteler kurulmasına onay vereceğini ifade etmiştir. Bu öneri, kitlesel adaletsizliklere neden olan ve sosyal gelişmeyi ortadan kaldıran Maoist Çin ve İslamcı İran’ın uyguladığı şiddetli tasfiye hareketlerinin aynısıdır.
Türkiye giderek daha derin bir baskı ve çatışmanın içine sürüklendikçe NATO için değeri de giderek çok daha fazla kaybolmaktadır.
Erdoğan ve AKP’ye en fazla karşı çıkanların cezalandırıldıkları yönündeki bir düşünce, bunların yanı sıra olası tek muhalefetin şiddet haline gelmesi riskini de taşımaktadır. Darbeden çok daha önce dahi İslami Devlet terörü ve Kürt mukavemeti artmaya başlamıştır. Bugün ise Türkiye’nin perişan hale gelmiş ordusunun, bu düşmanlar ile savaşma yeteneği olukça azalmış durumdadır.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Rusya görüşmesinden sonra Brüksel’de bulunan NATO karargâhında basın toplantısı esnasında görülürken. 13 Temmuz 2016 Foto: John Thys/AFP/Getty Images
Türkiye giderek daha derin bir baskı ve çatışmanın içine sürüklendikçe, NATO için değeri çok daha fazla kaybolmaktadır. Şüphesiz Ankara’yı savunanlar da vardır. Örneğin Transatlantik Güvenlik İnisiyatifinden Robbie Gramer, Türkiye’nin NATO’dan çıkmaya zorlanması durumunda; IŞİD terör örgütüne karşı koalisyon, Türkiye’deki stratejik seviyede önemli Amerika ve NATO üsleri, NATO’nun Rusya’ya karşı duruşu ve Avrupa Birliği mülteci anlaşmasının tamamının riske gireceğini ileri sürmektedir. Ve Gramer, ittifakın karşı karşıya olduğu tehditler göz önüne alındığında, NATO’nun bunlardan herhangi bir tanesini riske atmaya cesaret edemeyeceğini iddia etmektedir.
Ancak Gramer Türkiye’nin jeopolitik değerine aşırı bir önem vermektedir. Ankara’nın 1952 yılında NATO’ya üye olması tamamen Soğuk Savaş nedeniyledir. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı tarih sahnesinden çekilmiş durumdadırlar ve artık Avrupa için bir tehdit teşkil etmemektedirler. Vladimir Putin ile de değişen bir durum yoktur: Moskova’nın, bırakın Atlantik Okyanusunu, Balkanlar’a dahi saldırmasında en küçük bir çıkarı olduğuna dair herhangi bir kanıt yoktur. Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna’ya olan sert ve şiddetli tepkisi, Sovyet İmparatorluğunu yeniden yaratmak için bir saldırıdan ziyade, yayılan ve genişleyen NATO’ya karşı bir savunma hamlesidir. Ortada Türkiye’nin savaşabileceği yeni bir Rus tehdidi bulunmamaktadır.
Aslında Ankara, Birleşik Devletlerin güvenliği aşısından hiç işe yaramaz bir durumdadır. Amerika açısından bakıldığında, NATO dahi faydalı bir araçtan ziyade ağır bir yüktür. Avrupalılar şimdi artık, çok daha zayıf olan Rusya’dan gelebilecek bir saldırının yanı sıra, Kuzey Afrika ve Orta Doğudaki çatışmalardan kaynaklanan zorluklara da kendi başlarına karşı koyma yeteneğine sahiptirler. Yaşlı kıta, Birleşik Devletlerin müdahale edeceğini bildiğinden kendi güvenliği için daha fazla para harcamayı reddetmektedir.
‘‘NATO Türkiye’den Kurtarılmalıdır’’ başlıklı makaleden alıntıdır. İllüstrasyon NATO’nun üye ülke Türkiye ile olan zor durumunu yansıtmaktadır. İllüstrasyon: Greg Groesch/The Washington Times.
Türkiye’nin Washington açısından temel askeri değeri, gerçekte NATO’nun bir parçası olarak, Ankara’nın kontrolünde olsa da ülkenin güneyinde yer alan İncirlik hava üssüdür. Bunun da ötesinde Erdoğan hükümetinin iş birliği de garanti değildir. Irak’ı işgalinde Birleşik Devletleri desteklememiş ve başlangıçta İslami Devlet üzerine yapılacak saldırıları da engellemiştir. Türkiye aynı zamanda boğazları da kontrolü altında tutmaktadır ve ABD’nin sınırlı çıkarlarına karşın, Kara Denizde Rus faaliyetlerini sınırlandırmada bağımsız çıkarları bulunmaktadır. Son olarak Ankara, rutin bir şekilde dost NATO üyesi Yunanistan’ın hava sahasını ihlal etmekte ve Türk işgali nedeniyle 41 yıl önce bölünen Kıbrıs adasında da asker bulundurmaya devam etmektedir.
İyimser bir yaklaşım, böylesine uzun bir sürenin açıklanmasına yetmez. İttifakın Türkiye’nin davranışları üzerinde çok az etkisinin olduğu açıkça ortadadır. Erdoğan’ın gönlünü alabilmek ümidiyle Tufts’da bulunan Fletcher School dekanı ve eski NATO komutanı James Stavridis, bu tutum Amerika’nın çıkarlarına aykırı olsa da Birleşik Devletlerin NATO’yu Türk mevziilerini destekleme mekanizması olarak kullanması gerektiğini öne sürmektedir. Washington’un Amerika’nın temel çıkarlarını feda etmesi durumunda dahi Ankara’nın daha esnek olacağına inanmak için ortada hiçbir neden yoktur.
Bunun da ötesinde Ankara, muhtemelen ittifak üyeliği için de uygun değildir. Büyük oranda kendi yarattığı çatışmaların ortasında kalmış durumdadır. Hükümetin, büyük Kürt azınlığının isteklerini reddetmesi, suçlu, bir NATO üyesi olmasa, ittifakın müdahalesini gerektiren, 1980 ve 1990’lı yıllarda sıra dışı acımasız bir askeri mücadeleye dönüşmüştür: 4,000 köy tahrip edilmiş, 30,000 kadar insan öldürülmüş ve üç milyon insan da yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda kalmıştır.
Erdoğan hükümeti, Erdoğan’ın geçen yıl siyasi amaçları uğruna fırlatıp attığı ateşkesi sağladığı için, dış dünyanın beğenisini kazanmıştır. Şimdi ise çatışma yeniden alevlenmektedir. Ankara geçenlerde, kendi özerk bölgelerini oluşturan Suriye Kürtlerini de kapsayacak şekilde askeri gayretlerini genişletmiştir.
Türkiye-Suriye sınırı yakınlarında, bir Türk F-16 savaş jeti tarafından vurulduktan sonra yanarak düşen SU-34 modeli Rus savaş uçağı. Putin olayı ‘‘Arkadan Bıçaklama’’ olarak nitelendirmiştir. 21 Kasım 2015. Foto: AFP
Türkiye ayrıca, Suriye’de çatışmayı ve ülke içinde de terörizmi körüklemiştir. İç savaşın başlarında Erdoğan hükümeti, Suriye Devlet Başkanı Bashar al-Assad’ın iktidardan uzaklaştırılmasını desteklemiş ve Birleşik Devletleri dahi bu korkunç karmaşanın içine sürüklemeye teşebbüs etmiştir. Amerika’yı çatışmanın içine çekme hedefi, başka türlü açıklanamayacak olan Rus uçağını düşürmesinin nedeni olabilir. Eğer Moskova karşılık vermiş olsaydı, NATO kendisini bir savaşın içinde bulabilirdi.
Türkiye bütün bunlara ilave olarak, İslami Devlet terör örgütünün, geri tepmesi çok kötü olan bir kararla, sınır geçiş faaliyetlerine göz yumarak, gelişmesine yardım etmiştir. Zaten artan sayıdaki terörist saldırılardan sorumlu olan İslami Devlet terör örgütü, kurduğu halifeliğin yıkılması sonrasında Türkiye’de yeniden bir araya gelme teşebbüsünde bulunabilir. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi durumunda, terör örgütünün bulunduğu yerden söküp atılması hiç de kolay olmayabilir.
Türkiye bütün bunlara ilave olarak, artık yeni üyeler için ittifaka giriş şartları olan demokrasi ve insan hakları standartlarını da karşılamamaktadır. Aslında zamanın Dışişleri Bakanı John Kerry, darbe sonrasında Ankara’yı, ittifakın demokrasiye saygı gereksinimlerinden uzaklaşmaması yönünde uyarmıştır. NATO, geçmişte bu tür küçük kusurları göz ardı edebilirken günümüzde otoriterliğe böylesine kayışın kabul edilmesi çok daha zordur.
Özellikle de Erdoğan, yıllar önce yazılan bir metni harfi harfine takip ediyor görülürken bunu kabullenmek imkansızdır. İktidara gelmesi öncesinde demokrasiyi tanımlayan Recep Tayyip Erdoğan; ‘‘Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz’’ ifadelerini kullanmıştır. Ne yazık ki bu durak otoriterliğe dönüşmüş durumdadır.
Bunun da ötesinde Türkiye’deki rejim giderek Batı dünyası ile arasına bir mesafe koymaktadır. Zamanın Çalışma Bakanı Süleyman Soylu darbe nedeniyle Amerika’yı suçlarken, AKP Milletvekili Aydın Ünal da ABD’li askerlerin Türk üniformaları giyerek darbeye katıldıklarını iddia etmiştir. Türkiye’nin ABD Büyükelçisi Serdar Kılıç ise Amerika’nın darbeye katılmasıyla ilgili bir soruya sadece ‘‘Ümit ederim katılmamıştır’’ sözleriyle yanıt vermiştir.
Rejim, Birleşik Devletleri Gülen’e ev sahipliği yapmakla da suçlamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbeye katılanlara sığınma imkânı sağlayan bütün devletlerin Türkiye ile savaşta olduklarını ifade etmiştir. Başbakan Binali Yıldırım ise Washington’un, Gülen’i Ankara’nın insafına aceleyle terk etmeden önce, suçlu olduğunu kanıtlayan delilleri talep etmesinin, iki ulusun dostluklarının sorgulanmasına neden olduğunu iddia etmiştir. Bu ilişkinin açık bir şekilde hukukun üstünlüğü ilkesini içermediği ortadadır.
NATO, darbe sonrası Türkiye’de tutuklanan asker sayısından da az, silah altında sadece 2080 askeri olan Karadağ gibi ülkeleri de bünyesine dahil etmekle iyice komik bir parodiye dönüşmüş durumdadır. Bununla birlikte; Podgorica en azından zararsızdır ve hayali ‘‘Duchy of Grand Fenwick’’ romanındaki ‘‘Kükreyen Fare’’ gibidir. Türkiye ise aksine giderek bir güvenlik kara deliğine dönüşmektedir.
Ankara’nın siyasi yetersizlikleri giderek daha da ortaya çıkmaktadır. Soğuk Savaş döneminde Washington, acımasız ve gaddar diktatörlerin iktidara gelmelerini desteklemiştir. Fakat artık böyle bir dünya yoktur. Günümüzde Ankara’da Putinizmin gelişmesi, Amerika’ya telafi olarak hiçbir güvenlik faydası sağlamayan korkunç bir utançtır. Ve bunun bedeli de giderek artacaktır.
Birleşik Devletler, değişen durumlara uyacak şekilde yaklaşımlarını değiştirmek zorundadır. Türkiye’nin NATO üyeliği artık Amerika ve Avrupa’nın çıkarlarına hizmet etmemektedir.
Çevirenin Notları: Bu makale ilk kez Forbes Online sitesinde, 27 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanmıştır. Makale aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve ifade edilen görüşler yazar ve yayımcıya aittir. Yazının çevrilmesi Sun Savunma Net ve çevirenin yazıda ifade edilen düşünceleri paylaştığı anlamına gelmemektedir.
Yazının orijinal metnine aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
Invite Turkey To Leave NATO: Ankara Shares Few Values Or Interests With The West
Turkey’s brief democratic moment is ending. The rise of Recep Tayyip Erdogan and the Development and Justice Party (AKP) in 2002 signaled the collapse of the militarized secular republic created by Mustafa Kemal Ataturk. The recent failed coup killed the semi-liberal democracy that briefly replaced Kemalism.