Yazar: Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 30 Ocak 2018
Ülkemizin güvenliği için çok önemli olan Afrin’e düzenlenen Zeytin Dalı Operasyonu devam ederken yanlış anlaşılmalara sebep olan bir Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tartışması başladı. Türkiye bir savaşın içindedir. Tek vücut olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) arkasında durmazsak, gelecek günler bizim için pek parlak olmayacaktır.
Suriye’de iç savaş başlar başlamaz ÖSO, 2011 yılında Türkiye ve ABD’nin desteğiyle, Suriye ordusundan ayrılan askerler tarafından kuruldu. Örgütün ilk komuta merkezi Türkiye’nin Hatay ili olarak ilan edilmişti, tepkiler üzerine merkezin Şam’a taşındığı açıklamaları yapıldı.
ÖSO’nun kuruluşundan kısa bir süre sonra örgütün savaşçılarının cihatçı örgüt El-Nusra’nın saflarına katıldığı haberleri basında yer almıştı. Takip eden süreçte 2014 yılında ABD, Türkiye ve ÖSO arasında bir eğit-donat anlaşması yapılarak Kırşehir’de kurulan kamplarda ÖSO’ya eğitim verilmeye başlandı. Ne yazık ki burada yetiştirilen elemanlar da cihatçı gruplara katıldılar.
Anlaşılacağı üzeri ABD, zamanında ÖSO’yu Suriye’de harita çizmek için kullandığı IŞİD’e silah, mühimmat ve eleman aktarmak için bir paravan olarak kullandı. Bu mekanizmada muhtemeldir ki Türkiye’nin de önemli payı vardır. AKP Hükümetlerinin Suriye konusunda yaptığı hataları 2012 yılından bu yana defalarca yazdık. Artık bu yanlışları hatırlatmanın bir anlamı yok. Önemli olan bundan sonra hata yapmamaktır.
Türkiye’nin kontrolünde kurulan ÖSO, zamanla Vahabi-Selefi grupların kontrolüne geçti. Bugün ise tekrar Türkiye’nin saflarına döndüğünü görüyoruz. Aslında tek parça, bütün bir ÖSO’dan da söz etmek mümkün değildir. ÖSO’yu oluşturan gruplar bir oraya bir buraya sürekli savrulmaktadır. Peki neden? Bu mekanizmayı anlayamazsak bu günkü kısır tartışmayı çözemeyiz.
Uzun süren bir iç savaşta ülke ekonomisi çöker. İnsanlar hayatta kalmak için paralı asker olmak zorunda kalırlar. Siyasi görüşlerine göre o ülkede çıkarı olan dış güçlerin istemeden de olsa vekâlet savaşçısı haline gelirler. Bu bir zorunluluktur. Çünkü açlık zordur. Çöken ekonomide iş bulmak imkansızdır. Aynı zamanda bir gruba dâhil olmadan güvende olamazsınız. İşte bu mekanizmada Suriye içerisindeki çeşitli gruplar parayı veren, maaşı ödeyenlerin yanına geçerek sürekli saf değiştirebilmektedir.
Türkiye’nin, Suriye rejimini devirme politikası izlediği dönemde, Körfez ülkeleri ve ABD’nin, IŞİD’e aktardığı maddi kaynak ve sağladığı silah mühimmat desteği daha çok olduğundan, IŞİD birdenbire büyümüş Türkiye’nin kontrolündeki gruplar da oraya kaymıştır.
IŞİD’i oluşturan asıl güç Suriye insanıydı, ama onlara komuta edenler, yabancı savaşçılar yoluyla parayı veren ülkelerdi. ABD, IŞİD’i harita çizmek için kullandı. Bu konuyu defalarca yazdık ama önemine binaen bir kere daha hatırlatalım. Mekanizma şöyle işliyordu:
Önce IŞİD bir Arap veya Türkmen şehrine saldırıyor, yaptığı katliamlarla halkı göçe zorluyordu. Halkın bir kısmı bölgeden uzaklaşıyor bu esnada Koalisyon uçakları devreye giriyor; IŞİD’i yok etmek adına şehir, köy ve kasabaları bombalıyordu. Bu bombalamalar halkı korkutarak asıl göçü sağlıyordu. IŞİD’ten temizlenen, aynı zamanda halkını kaybetmiş yerleşim yerlerine PYD/PKK yerleşiyor, daha sonra da bölgeyi terk etmeyen, geride kalan yerel halkın köylerini, evlerini yakarak, katliamlar yaparak göçü tamamlıyordu. Böylece bölge PYD/PKK kantonlarına hazır hale getirilmiş oldu. PYD/PKK’nın bu katliamları Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar tarafından resmen kayıt altına alınmıştır. PYD/PKK, bu yaptığı yanlışın acısını çok fena çekecektir. İlerleyen bölümlerde anlatacağız.
AKP Hükümeti, PYD/PKK kantonlarıyla karşılaşınca, Misak-ı Millîyi hayata geçirmek, Osmanlı hinterlandını yeniden kontrol altına almak hayaliyle dâhil olduğu bu tuzağın farkına vardı ve ani bir politika değişikliğine giderek, Rusya ve İran ile iş birliği yapmaya başladı. Bu aşamada Fırat Kalkanı operasyonu ile El-Bab’a girerek terör koridorunu kesti. Türkiye’nin taraf değiştirmesi, IŞİD’in kaderini değiştirdi. Fırat Kalkanı operasyonunda IŞİD’le savaşan TSK, Rusya ile beraber örgütün belinin kırılmasını sağladı. Türk ve Rus tehdidi altında IŞİD’in zayıflaması üzerine, Suriyeli muhalif gruplar tekrar ÖSO saflarına geri dönmeye başladı. IŞİD adı unutturulurken yerine El-Kaide kullanılmaya başlandı.
Aslında Türkiye Fırat Kalkanı operasyonunu da ÖSO ile birlikte yapmıştı. Bu operasyonda Türkiye 70’in üzerinde şehit verirken ÖSO 600’dan fazla şehit verdi. Zeytin Dalı operasyonunda da bu tablo pek değişmeyecektir.
Bu noktada birileri çıkar da “…Ordu ÖSO’nun arkasına neden gizlenir, hangi gerekçe ile gizlenir? Biz bundan rahatsızız. Ordu’nun başarısı ÖSO’ya devredilemez. Ordu ile ÖSO’nun birlikte anılmasını, ben içime sindiremiyorum, ağrıma gidiyor. Koskoca Türkiye’nin Ordusu ikinci planda, ÖSO birinci planda… Bu ülkenin birliği bütünlüğü açısından önemliyse, bunu kendi silahlı kuvvetlerinizle yaparsınız…” gibi laflar ederse, sokaktaki vatandaş bu açıklamayı “Zeytin Dalı operasyonu müddetince verilecek olası yüzlerce şehidin tamamını biz verelim” şeklinde anlar. Bu söylem, politik açıdan edene büyük zarar verecek çok büyük bir hatadır. ÖSO, Suriye’de bizim adımıza Mehmetçiğin yükünü hafifletmek için savaşıyor.
Açıkça ifade etmek gerekirse; bugün Suriye’de PYD/PKK ve IŞİD ya da El-Kaide, ABD, İsrail ve Körfez ülkelerinin, ÖSO ise Türkiye’nin vekâlet savaşçısıdır. Kendi toprağını savunan Esad yönetimi ise Rusya ve İran’ın bir çeşit vekâlet savaşçısı konumuna düşmüştür.
Bu tabloda ABD ile birlikte hareket eden aktörlerin Suriye’nin bölünmesini ve bölgede 2. İsrail’in kurulmasını, bu amaç gerçekleşene kadar da iç savaşın devam etmesini istediği açıktır. Dolayısıyla Suriye meselesine çözüm bulma potansiyeli olan diğer aktörlerdir. O halde Türkiye, Rusya, İran ve Suriye yönetiminin iş birliği yapması bir zorunluluktur. Bu konuyu açıklamadan önce bir noktaya geri dönelim.
ABD’nin PYD/PKK’ya 4 bin tırdan fazla silah ve mühimmat vermesi, arkasından PYD/PKK’nın kurduğu kantonları savunmak için 30 bin kişilik sınır güvenlik gücü kuracağını açıklaması ve bu gelişmelerle eş zamanlı olarak İran’da renkli devrimin fitilinin ateşlenmeye çalışılması, Türkiye’yi panikletti. Ankara, sıranın kendisine geldiğini bütün açıklığıyla gördü. Bu çerçevede Afrin’e yapılan operasyon bir zorunluluk olarak gündeme geldi. Artık ABD ile stratejik ortaklık masalının sonuna gelinmişti. Ankara, sıra kendisine gelmeden çatışmayı kendi toprakları yerine, Suriye’de kabul etmek için hamle yaptı. Açıktan ABD’ye meydan okumaya başladı.
Zeytin Dalı operasyonu ABD’nin tahminlerinin aksine başarıyla devam ediyor. Hiç kimse bu operasyonun birkaç hafta içinde biteceğini zannetmesin. Silahlı mücadele en az iki ay daha devam edecektir. Bununla birlikte Afrin’de sivil yönetimin kurulması altı aydan fazla zaman alır. Fakat görünen, operasyonun Türkiye’nin planladığı şekilde devam ettiğidir. Bu sayede Türkiye’nin özgüveni yerine geldi. Bu özgüvenle Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Afrin’den sonra Menbiç’i bize söz verildiği şekilde teröristlerden arındıracağız, kimse bundan rahatsız olmasın. Sonra Irak sınırına kadar hiçbir terörist bırakmayana kadar bu mücadelemizi sürdüreceğiz” şeklinde bir açıklamada bulundu. İşte bu açıklama birilerini panikletti.
Bu açıklama, Kürt kantonlarının bitirileceği anlamına geliyor. Bir başka deyişle Erdoğan, bölgede PYD/PKK’nın silahlı gücünün yok edileceğini söylüyor. PYD/PKK’nin silahlı gücünün kırılması, bölgeden zorla göç ettirilen Suriye halkına geri dönüş kapısını aralayacaktır. Bölgeye dönen Suriye vatandaşlarının güvenliğini de haliyle ÖSO sağlayacaktır. Fırat Kalkanı operasyonu sonrasında Türkiye bu modelin örneğini Cerablus’da gösterdi. ÖSO korumasındaki bölgeye 100 bin Suriyeli geri döndü. Zeytin Dalı operasyonundan sonra da bu model tekrar edecek. Buraya kadar pek sorun gözükmüyor. Ancak Menbiç ve daha önemlisi TSK, Fırat’ın doğusuna müdahale ettiğinde dananın kuyruğu orada kopacak. O bölgede PYD/PKK, %10 civarında Kürt nüfusu olmasına rağmen bir devlet kurma hayaliyle emperyalizmin maşası olarak bölge halkının bir kısmını katletti, topraklarına, mallarına-mülklerine el koydu. Bölge halkı geri döndüğünde bunun intikamını alması kaçınılmazdır. Nasıl ki Ermeniler 1. Dünya Savaşında emperyalizme uşaklık ederek Doğu Anadolu’da yaşayan Türk ve Kürt Müslümanları katlederek kendilerine homojen bir yurt yaratmaya çalıştılarsa, bugün de PYD/PKK, Suriye’de benzer hataya düşerek emperyalizme maşalık etmiştir. Kaderleri de Ermenilerden pek farklı olmayacaktır. Bu kaderi yaşamamak için Türkiye’ye muhtaç duruma düşmüştür. Er ya da geç kaçınılmaz olarak yaşanacak bu kaderi ancak Türkiye değiştirebilir.
İşte bu tehlike ufukta belirdiği için birileri Türkiye’de ÖSO tartışmasını başlattı. Evet ÖSO tehlikelidir. Ama kimin için?
Bu noktada bizim açımızdan bir tehlikenin altını çizerek bu faslı noktalayalım. ÖSO’nun içine sızmış cihatçı gruplar olabilir. Veya bazı gruplar yeniden taraf değiştirebilir. Afrin’i teslim ettiğimiz gruplardan birisi tutar da IŞİD bayrağı açarsa bu hamle Türkiye’yi çok zor durumda bırakır. Biz teröristlerden temizlediğimiz toprakları Vahabi-Selefi kökenli cihatçı gruplara bırakarak yeni bir problemle karşı karşıya kalmak istemeyiz. Bu açıdan Ankara’nın ÖSO içindeki gruplara çok dikkat etmesi, içlerine cihatçıların sızmasına müsaade etmemesi ve özellikle Suriye kökenli olmayan yabancı savaşçıları kesinlikle ÖSO’dan uzak tutması gerekmektedir.
Şimdi gelelim Suriye sorununa kalıcı bir çözüm bulma meselesine. Daha önce bu hedefe ulaşmak için Rusya, Türkiye, İran ve Suriye yönetiminin iş birliği yapmasının bir zorunluluk olduğunu söylemiştik. Bu konuyu biraz açalım.
ÖSO kuruluş bildirisinde amacını; “Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın temsil ettiği rejimi devirmek” olarak açıklamıştı. Eğer ÖSO’nun bu amacı hala devam ediyorsa bu amaç şu an iş birliği içinde olduğumuz Rusya ve İran tarafından da bir tehdit olarak algılanacaktır ve algılanmaktadır. Bu algının ortadan kaldırılması kalıcı iş birliğinin önünü açacak en önemli husustur.
Türkiye’nin güvenliği Suriye’nin toprak bütünlüğünden geçmektedir. Esad rejiminin devam eden varlığı bir gerçekliktir. Artık bu gerçeği kabul etmek gerekir. Esad olmasa bile Esad’ın temsil ettiği sosyolojik yapı bir başka liderle varlığını devam ettirecek ve Suriye’nin geleceğinde en belirleyici rolü oynayacaktır. Suriye’nin toprak bütünlüğünü Esad rejimini yok farz ederek veya onu devirmeye çalışarak sağlayamayız. Bu istikamette çalışmak iç savışı uzatarak Suriye’yi parçalamaktan başka bir işe yaramayacaktır. O halde Suriye’de çözüme yönelik bir adım atmak istiyorsak, yapmamız gereken ilk iş, Esad yönetimiyle doğrudan temasa geçmek olmalıdır. Esad yönetimi ile iş birliği gerçekleştirilebilirse, bölge üzerindeki emperyalist plan çok daha kolay bozulacaktır. Bu iş birliğinin olası faydalarını tek tek sıralayalım:
Mehmetçiğin ayağına taş değmesin diyerek bu uzun makaleyi sonlandıralım.