Yazar: Naci Beştepe, Sun Savunma Net, 15 Mart 2018
28 Şubat davasının son duruşması 13 Mart günü yapıldı.
Mahkeme Başkanı’nın açıklamasına göre önemli bir gelişme olmazsa 13 Nisan’da karar açıklanacak.
Duruşmayı akşam saat 21 30’da bitiren başkan omuzlarından tonlarca yük atmış gibiydi.
Mutluydu, rahatlamıştı.
Bana kalırsa salondan çıktığı anda attığından kat kat fazlasını yüklendi omuzlarına.
Duruşma sırasında Av. Erol Aras, Başbakan’ın konuşmasına değinerek mahkemenin baskı altında olduğunu ifade etti.
Başkan çok sert bir tonda, “ Bize kimse baskı yapamaz. Kimse etkileyemez. Burası bağımsız Türk mahkemesi!” diye gürledi.
Avukat Aras bu yanıta memnun oldu.
Gördüğüm kadarıyla bazı sanıklar da aynı duyguyu paylaştı.
Bense, yakın geçmişe döndüm. Ergenekon, Balyoz vb. davalarına gittim. “Biz Türk milleti adına karar veren bağımsız mahkemeyiz. Kimseden emir almayız” diyen yargıçları anımsadım. Şimdi tutuklu veya firardalar.
Sahne tanıdık geldi.
Dilerim netice de benzemez.
Özel yetkili mahkemeler kalktıktan sonra teşkil edilen 5. ACM heyeti üç kez değişti.
Hem de zorunlu gerekçeler yokken.
Yeni heyet duruşmaların çoğunda yoktu.
Tutanakları okuyorlar elbette ama yine de önemli bir eksikliktir.
Savcı, mütalaasında FETÖ’cü Mustafa Bilgili’nin iddianamesini aynen ileri sürdü.
Böylece, kovuşturma aşamasında gerek bilirkişi raporları ile gerekse tanık ve sanık ifadeleri ile iddiaların çürütülmesini görmezden geldi.
Güven sarstı.
Sanık ve avukatların iddianameye yönelik tenkitlerine karşı kendini tutamayıp müdahale etti.
İlk defa bir savcının duruşma sırasında izinsiz konuştuğuna tanık oldum.
İddianame, askerlerin zor ve şiddet yoluyla hükümeti devirdiği savı üzerin oturtulmuştu.
Devrin başbakanı rahmetli Erbakan, Cumhurbaşkanı Demirel, “Bu darbedir “ diyen Tansu Çiller ile hükümet üyesi ve milletvekillerinin neredeyse hepsinin zorlama olmadığını açıklamaları bu savı zora soktu.
Mahkeme, elinde kalan iki konu üzerine abandı.
Birincisi; şiddet ve zor unsuru olarak tek tutamak, tankların Sincan’dan yürütülmesiydi.
Sanıklar, tankların planlı bir tatbikat için yürütüldüğünü kanıtladılar.
Yargıcın şüphesi bu kez tatbikat gününün öne alınmasına kaydı.
Tarih değişikliğinin komuta kademesinin yetkisinde olduğu açıklandı.
Kaldı ki, tanklar üç gün sonra da yürütülse değişen bir şey olmayacak yine “Darbe yaparım haaa!” diye yürütüldüğü söylenecekti.
Mahkemenin diğer çabası, kamuoyunun ve özellikle medyanın sanal ejderhası Batı Çalışma Grubu (BÇG)’nun yasal olup olmadığını ortaya koymaktı.
BÇG’nin yasallığı benzer örneklerle ve Gnkur. Karargâhının çalışma yöntemleri anlatılarak açıklandı.
Yani dava çöktü.
Zaten FETÖ’cülerin kumpasıydı.
Davada yüzlerce mağdur ve müşteki kabul edildi.
Türban yüzünden okuyamadığını iddia edenler çoğunluktaydı.
İşin ilginci o dönemde daha çocuk yaşta olanlar (Cumhurbaşkanı’nın kızları gibi) hayli fazlaydı.
Benzer şekilde o dönemde irtica nedeniyle TSK’dan ilişiği kesilenler veya memuriyetten atılanlar az değildi.
Sebep olarak askerleri görüyorlardı.
Oysa Eski Başbakan Mesut Yılmaz konuyu o kadar güzel bağladı ki; “ Türbanı biz siyasiler yasakladık. Askerlerin ne alakası var!” diyerek.
Davanın darbe davası olduğunu unutan mahkemeye de uyarıydı aslında.
Şimdi yargı sınav verecek.
Göreceğiz, mahkeme baskı altında kalmış mı, kalmamış mı?
Emir almış mı, almamış mı?
Bu davada en hafifinden ceza çıkması bile adaletsizlik olur.
Çünkü 28 Şubat sürecinde yaşananların askeri darbe ile uzaktan yakından ilişkisi olmadığı gün gibi ortadadır.
Eğer mahkeme ceza verip “Biz baskı altında kalmadık, hukuki ve vicdani bir karar verdik” derse, kumpasçı yargıçlarının kulakları çınlar.
Haydi bağımsız ve tarafsız Türk yargısı.
Sınavı geç.
Kimsenin kin ve intikam duygusunun; siyasi veya ideolojik anlayışının aleti olma. Baskıya boyun eğme.
Türk milleti adına karar ver. Milletin yargısı ol.