Yazı ve Fotoğraf: Olay Salcan, 3 Haziran 2018
Çin gezimin bugünkü bölümünde görmeyi hep hayal ettiğim bir yeri ziyaret edeceğim. Son derece önemli bir tarihi buluntu. Bulunduğu zaman kendisinden çok söz edilmiş ve dünyanın büyük ilgisini çekmiş tarihi bir mekan. Şu anda bile bu ilgi, aynı hızla devam ediyor. Terracotta Savaşçıları ve Atları’na gidiyorum. Bu müzeye ulaştığımda, giriş biletlerimi hemen alıp bir an evvel bu heykelleri görmek için ileriye doğru atılıyorum. Ancak ilerlemem hiç de hızlı olmuyor. Yoğun bir ziyaretçi kütlesi bana engel oluyor. Yapabileceğimin en güzeli, sabırla biraz beklemek. Ben de bunu yapıyorum.
Terracotta Savaşcıları ve Atları’nın sergilendiği yer aslında bir açık hava müzesi gibi. Çünkü bunlar bulundukları yerde sergileniyorlar. Birer çok büyük hangar gibi, üzerleri ve yanları örtülerek dışarı ile temasları kesilmiş. Böylece de doğal olaylardan korunmuşlar. Hangarlar içerisinde çalışma alanları da yapılmış ve burada heykeller ile uğraşan kişileri de görmek mümkün.
İlk içeriye girdiğimizde hayallerimin gerçekleşmesinin verdiği tatlı duygunun tüm vücuduma yayılmaya başladığını hissediyorum. Yani birkaç dakika hiç birşey yapmadan öylesine kalıyorum. Bu süre, herhalde gözlerimden başlayan bu muhteşem görüntünün, ilk önce beyne ve oradan da parmak uçlarıma kadar ulaşması için geçen zaman olmalı. İzahı zor. Bunu anlayabilmek için, orada bu askerlere bakar olmak ve bu anı yaşamak gerekir.
Kendime gelir gelmez karşımdaki bu muhteşem askerleri “merhaba asker” diyerek asker selamı ile selamlıyorum. Karşılığında duyduğum tok ve güçlü “sağol” sesi bölgeyi inletiyor. Evet bunlar topraktan, ancak canlı gibiler ve bunlarla karşılaşınca sanki bunları yaşıyorum.
Müze üç hangardan oluşuyor. Birinci hangarda savaşçıların sağ kanadı, ikincisinde sol kanadı ve üçüncüde de karargah bulunuyor. Tüm bu savaşçı ve atlarına yüksekten bakılıyor ve etrafında yapılan bir gezi yolu ile de yanlarına yaklaşmadan uzaktan seyredebilmek imkanı var. Benim ile heykeller arasındaki mesafe uzak olmadığı için rahatlıkla görebiliyorum.
Heykeller, asıl adı Ying Zheng olan ve ilk Çin İmparatoru manasına gelen Qin Shi Huang için yaptırılmış. 2800 yıllık bir geçmişi var. Yapılan heykellerin sayısının, yaklaşık olarak 7000 savaşcı, 130 tahta savaş arabası, 500 yük atı olduğu tahmin ediliyor. Bunlardan yer üstüne 20 at arabası, 100 savaş arabası ve 2000’e yakın savaşçı çıkarılmış. Çalışmalar halen devam ediyor.
Sol kanadın olduğu bölümde, ön safda soldan sağa doğru üç sıra asker ve başlarında subayları dizilmişler. Belli ki bunlar, en önde savaşacak savaşçılar. Sonra arkalarında dörderli yürüyüş kolu halinde dizilmiş okçular, piyadeler ve savaş arabaları ile motorize savaşçılar geliyor. Bunlar oniki yürüyüş koluna ayrılmış. Aralarında bölmeler var. Bu şekilde yerleştirilmiş olmalarının açıklamasının; savaşa ve imparatorlarının vereceği her emre hazır bir şekilde, toplantı alanında imparatorlarını bekleyen askerlerin toplu düzeni olabileceği şeklinde değerlendiriyorum. Belki de yanılıyorum. Ama gerçek olan, görüntünün muhteşemliği. Heykeller, bire bir boyutlarında, zırhlarını giymiş ve savaşa hazır savaşçılar. Bu askerler başlarında generalleri, subayları, piyadeleri, okçuları ve motorize askerleri ile tam bir ordu. Kıyafet ve teçhizatları ile savaşa tam hazır vaziyetteler. Hücum diye bağırmamak için kendimi zor tutuyorum.
İnsanı etkileyen bu görüntünün yanında, heykellerin yüzlerinin birbirine benzememesi karşısında da hayrete düşüyorum. Tüm heykellerin yüzleri ve yüzlerindeki ifadeler birbirinden farklı. Bunun böyle olabilmesi için uzun bir zamana ihtiyaç duyulması kaçınılmaz. Ayrıca bu kadar çok birbirine benzemeyen heykelleri birkaç heykeltraşın yapması da imkansız gibi. Öyleyse ortaya çıkan bu muhteşem çalışmanın, birkaç kişiye değil, çok sanatkara mal edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bir kısım heykelleri olduğu gibi ortaya çıkaramadıklarını görüyorum. Hatta bazıları, tamamen tahrip olmuş. Bir toprak yığını halindeler. Heykellerin tamamının bedeni ile başının ayrı ayrı yapıldığının farkına varıyorum. Bu sonuca ulaşmamın nedeni, bazılarının başlarının olmaması. Başlarının, ayrıca yapılıp daha sonra vücuda monte edildiği her haliyle belli oluyor. Bu hangarda, ortaya çıkarılan heykeller üzerinde hala çalışmalar yapan sanatkarları görüyorum.
Sağ kanadı teşkil eden savaşçıların olduğu hangara geçiyorum. Bu hangarda görülecek fazla bir şey yok. Çünkü ortada açığa çıkarılmış savaşçılar yok. Ancak cam içerisinde korumaya alınmış savaşçılar var. Bunlar biraz daha farklı. Bir kısmı ayakta, bir kısmı ise oturarak ok atar pozisyonu almışlar. Diğerleri hep ayakta idiler. Gerçekte tüm savaşçıların renklendilirmiş olduklarını, ancak, ortaya çıkarılmaları esnasında hava ile temas etmelerinden sonra renklerini kaybettiklerini, ilk bulundukları zaman çekilmiş olan resimlerinin halka sergilenmesinden anlıyorum. Renkli kalabilmeleri halinde, tüm bu savaşçı ve atlarının renkli görüntüsünü hayal etmeye çalışıyorum. Herhalde şu anda gördüğümüz muhteşem manzara, daha da muhteşem olurdu.
Üçüncü hangardayım. Burası karargahın olduğu yer. İlk iki hangarda gördüklerimden çok farklı. Burada askerler meskun bir mahalde, bir esasa göre yerleştirilmiş durumdalar. Bu meskun mahallin girişi, kapıları ve çalışma odalarını çağrıştıran bölmeler var. Bazı bölmelerde toplantı halinde olduklarını betimleyen bir hava verilmiş. Ancak hepsi zırhlı ve silahlı, yani savaşa hazır vaziyetteler.
Tüm savaşçı ve atları topraktan yapılmış ve fırınlarda pişirilmiş. Savaşçıların yüzlerinde hiçbir korku ifadesi yok. Bunun yerine sadakat, cesaret, bağlılık, kararlılık var. Her türlü şartta imparatorlarına kayıtsız, şartsız itaat edeceklerini ve onun için hayatlarını tereddütsüz feda edebileceklerini hissedebiliyorum.
Bu muhteşem savaşçılara ben de “hoşça kal asker” diyerek bir asker selamı ile ayrılıyorum. Arkamızdan duyduğumu sandığım “sağol” sesi tarihin derinliklerinden gelirmişcesine yankılanıyor.
Hoşça kalın.