Yazar: Romain Gubert, Le Point, 29 Mayıs 2018
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 5 Haziran 2018
Güzel bir şenlik düzenlenmiş. Yağmura rağmen binlerce insan gelmiş. O gün, İstanbul Bakırköy’de bir basketbol salonu (Sinan Erdem Spor Kompleksi) bir sinemaya dönüştürülmüş durumda. Reisin hayat hikâyesini anlatan kısa filmin başlamasını beklerken, herkes ellerindeki bayraklar ve flamaları sallıyor. Kulağa hoş gelen bir müzik, salona kurulan dev ekranda görünen efsanevi reise eşlik ediyor. İstanbul’un gözde sokaklarında geçen çocukluk yılları, eşiyle ilk kez karşılaşması ve çocuklarının dünyaya gelişlerini gösteren film kareleri ekranda görünüyor. On beş yıldır Türkiye’yi yöneten Erdoğan’ın hayatının her evresi, kalabalığın sevinç haykırışları ile selamlanıyor. Hiçbir şey unutulmamış. Ne futbola olan düşkünlüğü, ne hapishanede geçirdiği günler ne de Batıya karşı yüksek perdeden bağırarak atıp tutmaları.
Ekrandaki görüntülerde Erdoğan kadınlara, yaşlı erkeklere ve çocuklara sarılıyor. Sonra kuvvetli bir ses duyuluyor. ‘‘bütün dünyanın ezilenlerini koruyor’’, ‘‘adım adım büyük Türkiye’yi inşa ediyor’’, ‘‘o bir demokratik reformcu’’. Sonra salonun ışıkları yanıyor. Salondaki kalabalık bir rock yıldızı edasıyla salona giren Erdoğan’ın, aynı anda ekrana yansıtılan üç devasa portresini de görüyor. İstanbul’un her semtine ayrı ayrı selamlarını gönderiyor. Sonra konuşmasına başlıyor. Türklerin cumhurbaşkanlığı seçiminde neden ona ve partisi AKP’ye oy vermesi gerektiğini açıklıyor. ‘‘Önümüzdeki yeni dönemde Türkiye çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkacak. Türkiye uluslararası sahnede güçlü bir yer işgal etmelidir’’.
Tuhaf bir seçim kampanyası sürüyor. Erdoğan’ın önemli rakiplerinden Selahattin Demirtaş hapishanede. Olağanüstü Hâl, on kişiden fazla insanın bir araya gelmesine izin vermiyor. Medya ifadelerini kontrol etmek zorunda: cumhurbaşkanına karşı yapılan en küçük bir eleştiri dahi hakaret olarak kabul edilebilir ve hapishanede birkaç ay geçirmeye neden olabilir. Polis sosyal ağları izleme altına almış durumda. Polis ayrıca, 2016 yılı yazındaki darbe girişimi sonrasında görevden alınan 150.000 devlet memurunu da takip ediyor. İnsan haklarını savunan sayısız sivil toplum örgütü lideri ‘‘terör örgütü ile irtibatı olmakla’’ suçlanıyor.
Basketbol salonunda Erdoğan şimdiden iktidara gelişini kutluyor. Birkaç hafta içinde eğer bir sürpriz olmazsa, anayasa referandumu ile geçirmeyi başardığı reformlar sayesinde bütün yetkileri elinde toplayacak. Büyük beklentiler içindeki Erdoğan, zaferini taraftarları, onu kral yapan İstanbul’un bu popüler bölgelerinin sakinleri ile birlikte kutluyor. Buralar, bir tekne kaptanının oğlu olan Erdoğan’ın, gençliğini dini okul ve futbol sahaları arasında geçirdiği yerler. Erdoğan, dini okul ve futbol sayesinde eşi görülmemiş bir siyasi performans gösterdi ve seçmenlerinin de desteği ile ülkede otokratik bir rejim inşa etti.
Daha henüz 20 yaşında, akıl hocası Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisinde (İslamcı parti) gençlik kolu başkanlığına geldiğinde, Türk elitlerinin geleneksel kodlarında olmayan, aşamalı bir şekilde uygulamaya koyduğu bir yenilik; Erdoğan, sempatizan aramak için camilere gitmek yerine, sokaktaki insan gibi konuşarak kahvelere gitmenin gerektiğini çok hızlı bir şekilde anladı. Erdoğan’ın görüşlerinin kaynağı kesinlikle dindir, fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün, yüz yıldan daha fazla bir süre önce laikliği getirdiği Türkiye gibi bir ülkede, dinin seçim kazanmak için yeterli olmayacağını çok iyi bilmektedir.
İlk seçim zaferi olan İstanbul belediye başkanlığını ele geçirmeye başladığında söylemlerini de seçmenlerinin somut kaygılarına uyarlamaya başlar. Kendisinden önceki iki belediye başkanı yolsuzluk nedeniyle mi düşmüştür? Ceplerine milyonları dolduranları alenen suçlar ve çöp toplama sistemi, elektrik ve su şebekelerinin süratle iyileştirilmesini içeren büyük bir temizlik sözü verir.
«Liberalizm». Her etapta konuşmasını biraz daha genişletir. İslamcı popülist söylemler orta sınıfları kendisine çekmek için yeterli değildir. Onun gerçek bir programa ihtiyacı vardır. Bir mitingde ‘‘Minareler süngümüz, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker’’ şiirini okuduğu için 1997 yılında hapishanede dört ay kaldıktan sonra stratejisini değiştirmeye karar verdi. ‘‘Demokrasi’’, ‘‘vatandaşların eşitliği’’ ve ‘‘ekonomik liberalizmi’’ savunmaya başlar. 2003 yılında Erdoğan başbakan olmuştur.
Abdüllatif Şener, ‘‘reformcu’’ programını tasarladığı AKP, Adalet ve Kalkınma Partisinin kurucularından bir tanesidir. 2002 ve 2007 yılları arasında çoğunlukla başbakan yardımcılığı görevini yürütmüştür. ‘‘O zamanlar akla dahi gelmeyen şeyleri gerçekleştirdik: ordu bizi engellemeden iktidara geldik. Çoğunluğumuz içinde, bütün eğilimler temsil ediliyordu. İslami muhafazakârlar, ülkeyi modernleştirmek isteyen reformcular, milliyetçiler, her eğilimden insanlar partinin bünyesinde bir araya gelmişlerdi.
O zamanlar hükümetin iki numaralı adamı olan, ekonomi ve reformlardan sorumlu olan Şener, yavaş yavaş Erdoğan’ın kişisel projesini anlamaya başlar. ‘‘Müthiş bir egosu vardı ve yoluna çıkmamamızın iyi olacağını bizlere hissettirmişti. Her yere kendi adamlarını yerleştirdi. Özelleştirmeler için uluslararası ihaleler açmayı önerdim. O ise işleri akrabalarına vermeyi istedi. Artık telefonlarıma cevap vermiyordu. O zaman, onda siyasi tüccar refleksleri olduğunu ve sadece kendi çıkarı için anlık seçim başarıları tarafından motive edildiğini anladım. Gemiyi terk etmeye karar verdim, çünkü patronluk taslayan tavırlara kayışı hiç hoşuma gitmemişti.’’
Şener çok büyük bir bedel öder, yönetimden ayrıldığı andan bugüne kadar geçen zamanda, bir ekonomi profesörü olarak üniversiteye geri dönmek ister, fakat eleştirilerini asla affetmeyen birinin hedef tahtasında çoktan yerini almıştır. ‘‘Telefonum dinleniyordu, çocuklarım büyük Türk firmalarında iş bulamadılar, sanki bütün aile toplumdan dışlanmış gibiydik.’’
Sultanın gözü ve kulağı her zaman seçmenlerinin üzerindedir. Tabanının altından kaydığını ve yoldan çıktığını hissettiği anlarda derhal İslami muhafazakar saldırılara geçer. Her kadının en az üç çocuk yapmasını isteyen Erdoğan; ‘‘Kürtaj bir suçtur’’ diyordu. Dinsel okulların açılmasını teşvik eder, camilerin sayısı hızla artar ve mantar gibi çoğalırlar (Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı ülke genelindeki cami sayısında 2005-2015 yılları arasında 8,985 artış olmuştur). Geçmişte yasaklanan başörtüsü artık üniversitelere, kamu binalarına geri dönmüştür. Alkol satışları çok ciddi bir şekilde kontrol altına alınır. Ve İslam şehitleri ulusal kahraman statüsüne yükseltilirler. Bunun yanı sıra, çok cömert biçimde sosyal yardımlar yapılmakta ve yoksul bölgeler desteklenmektedir.
Gelişen ekonomi (her yıl %7 ile %8 büyüme oranı) tarafından finanse edilen çok pahalı program bugün artık ekonomi uzmanlarını endişelendirmektedir. Kamu borçları inanılmaz ölçüde fırlamış ve enflasyon patlamıştır. İşsizlik, ülkenin her yerinde yaygındır. Ve artık birçok insan, Türk ekonomisinin yakında batacağı hakkında konuşmaktadır.
Ulusal gurur. Herkese Türkiye’nin mutlak hâkimi olduğunu göstermek için sayısız firavun projelerini başlatır. Ankara’daki yeni başkanlık sarayının 1150 adet odası vardır ve 200.000 metrekarelik bir alan (Versailles sarayından dört kat daha büyük) üzerine inşa edilmiştir. Sarayın inşaat maliyeti yarım milyar avrodur. Yüz milyonlarca avroya inşa edilen üçüncü boğaz köprüsü dünyanın en yüksek köprüleri arasına girecektir. Ve öldüğü zaman, İstanbul’un yüksek tepelerinden Çamlıca’ya inşa edilen titanikvari bir cami onun mezarına ev sahipliği yapacaktır.
Onu sadece bir megaloman olarak nitelendirmek büyük bir hata olur. Erdoğan ulusal gururu pohpohlamakta ve bütün Türklere kendisinin ‘‘yeni Türkiye’sinin’’ uçuk bir fikir olmadığını kanıtlamak istemektedir. Aynı strateji ile son yıllarda büyük kutlamalarla kutladığı tarihsel olayların sayısını giderek artırmaktadır.
Erdoğan’ın bu büyük projesine bağlı olmayanlar seslerini kesmeleri gerektiğini çok çabuk anladılar. 2013 yılında, İstanbul’un göbeğinde, Taksim Meydanının hemen yanında, kentte kalan birkaç yeşil alandan bir tanesi olan Gezi Parkı, ülkede birkaç hafta süren protestoların merkezi haline gelir. Sultanın paranoyası giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkarken isyan giderek daha da çok kana bulanır. O her yerde bir tehdit görmektedir. Erdoğan’ın düşmanlarının listesi her geçen gün büyümektedir. Erdoğan kendisini yakın hissettiği, orduya karşı koyan eski cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın limonata ile öldürüldüğüne inanmaktadır. Bu nedenle, yemeden önce yemeklerini başkalarına tattırmaktadır.
Psikolojisi, 2013 yılı sonlarına doğru büyük bir yolsuzluk skandalı, birkaç bakan ve aralarında oğlu Bilal’in de olduğu akrabalarından bazılarını vurduğunda büyük bir dönüş gösterir. Erdoğan, bu darbenin iki üç milyon üyesi olan Gülenci şebekeden geldiğini çok bilmektedir. Bankalarda, orduda ve iş dünyasında bağlantıları olan bu cemaat ona iktidarı ele geçirmesinde yardım etmiştir. Onun etkisini haber yapan birkaç gazete mahkeme kararları ile kapatılır. Binlerce Türkün telefonları dinlendi. Cemaat şimdi Erdoğan’a saldırdığından üyelerini birer birer ekarte eder.
2016 yazındaki tuhaf başarısız darbe ona, otoriter rejimini oluşturmasında yardım edenleri yenilgiye uğratma fırsatı verir. Bazı üst düzey subaylar tarafından organize edilen bu oldukça düzensiz darbe girişimi süratle etkisiz hale getirilir. İki yüz altmış iki yaşamını kaybeder. Türk lider kendi halkı tarafından kurtarılır. Fakat baskılar muazzamdır. Cadı avı çok büyüktür. Sultan, müttefiki Amerikalılardan cemaatin lideri Fethullah Gülen’i ülke dışına çıkarmalarını talep eder. Birkaç hafta içinde 50.000 kişinin pasaportlarına el koyulur ve ordu, kamu, eğitim ve adalet sisteminden 150.000 kişi işten atılır. Düzinelerce gazeteci hapishanelere gönderilir. Türk lider, ‘‘eğer halk isterse’’ ölüm cezasını geri getirebileceğini de ifade eder.
Kars Milletvekili Ayhan Bilgen, Kürtlerin haklarını savunan solcu bir parti olan HDP’nin (Halkların Demokratik Partisi) yöneticilerinden bir tanesidir. Geçenlerde birkaç hafta hapishanede yatmıştır. ‘‘Bugün ülkede güvenilir seçim yapmak imkânsızdır. Başkan adayımız Selahattin Demirtaş hapishanededir. Basın susturulmuştur. Bizler vatan hainleri olarak görülmekteyiz. Ve ağır ihanetle suçlanma korkusu nedeniyle Suriye’de yürütülen askeri operasyonlar hakkında konuşma hakkımız bulunmamaktadır. Demokratik haklarımız elimizden alındı.’’
Tasfiyeler. Sivil Toplum Örgütleri de tasfiyelerden nasiplerini alırlar. Bir insan hakları kuruluşu olan İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) Başkanı Teray Salman; ‘‘Üyelerimizin çoğu hapishanelere atıldılar. İktidara yakın basın organları tarafından, Batının paralı casusları olarak lanse edildiler. Ana düşünce, bütün muhalifleri gözden düşürmek ve korku oluşturmaktır.’’
Tasfiyeler, AKP içinde onu eleştirme cesaretini gösteren son yol arkadaşlarına da dokunur. Fatma Bostan, başörtüsünü savunan, partinin kurucu üyelerinden ve 2016 yılına kadar partinin en önemli kişilerinden bir tanesidir. Üniversitedeki işini kaybetmeden önce Kürt bölgelerinde barış için bir dilekçe imzaladığı için dışlanır. ‘‘AKP’yi kuran ve bir gün eleştirenlerin tamamı partiden uzaklaştırılır veya kendileri ayrılır.
Fakat bazıları boyun eğmeyi kabul etmezler. 1990’lı yıllarda Eski Dışişleri Bakanı Meral Akşener, seçimlerde Erdoğan’ın karşısına çıkmaya karar verir; ‘‘Çünkü ülkenin itibarı ve geleceği söz konusuydu.’’ Akşener, seçimler nedeniyle herkesin siperdeki konumunu koruduğunu doğruluyor. Fakat Erdoğan demokrasi oyununda kendi rakiplerini de kendisi seçmeyi arzu ederdi. Adaylığımın onu çok öfkelendirdiğini biliyorum, çünkü bir kadın, eski bir bakan ona karşı çıkma cesaretini gösterdi.’’
Erdoğan’ın diktatörlüğe kayışı artık sadece Türkleri endişelendirmiyor. Şantaj, üst perdeden bağırarak konuşmalar, tehditler… Son birkaç yıldan beri Türkiye giderek daha fazla sayıda Avrupalı ve Amerikalıyı korkutmaktadır. Onların ‘‘müttefiki’’ (Türkiye bir NATO üyesidir ve Avrupa Birliğine tam üyelik sürecindedir) olan Türkiye stratejik ve ekonomik olarak Batının ihtiyaç duyduğu bir ülkedir.
Batılılar ile ‘‘reis’’ arasında her şey bir balayı gibi başlamıştır. Erdoğan devletin başına geldiğinde açılım hamlelerini artırmıştır. En reform yanlısı danışmanları tarafından yönlendirilen Erdoğan, 1999 yılında başlayan Avrupa Birliği üyeliği sürecini hızlandırmıştır. Çeşitli sözler verir. Ölüm cezasını kaldırır ve özellikle Kürtler için okullarda anadilleri ile eğitim yapmalarına izin verme gibi reformları artırır.
Avrupalılar onun cazibesine kapılmış durumdadır. Bu yeni Türk lider, çok daha İslamcı ve milliyetçi olsa da kesinlikle modern ve çekici bir muhataptır. Brüksel’de alkışlanır ve entegrasyona giden yolda Türkiye’ye yapılan mali yardımlar (2020 yılına kadar yılda 1 milyar avro) önemli ölçüde artırılır.
Fakat nişan çok çabuk atılır. Türkler günümüzde, kendilerini gemiye aldıkları için Avrupalıları suçlamaktadır. Kıbrıs’ın 2004 yılında birleşme anlaşmasını reddetmesi Türkiye’nin AB üyeliğinde ilk duraklamadır. Erdoğan mitinglerinde artık verdikleri sözleri tutmadıklarını iddia ettiği Avrupalı liderleri suçlamakta ve onları İslamofobi nedeniyle halklarının, 80 milyon nüfusu olan bir ülke ile bütünleşmeyi asla kabul etmeyen düşüncelerine boyun eğmekle eleştirmektedir.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 2016 yılındaki istifası, ayrılış ve kopuşun simgesidir. On yıldır Brüksel ile somut görüşmeleri yürüten odur.
İki yıldır savaş artık açık bir hale gelmiştir. Bu bilek güreşinde kazanan taraf Erdoğan olmuştur. Kendisine çok ihtiyacı olan Avrupa’ya bir hediye vermemeyi seçmiştir. Ve kendi lehine olarak Avrupalıların zayıflığını kullanır. Hollanda, 2017 yılı Mart ayında Avrupa topraklarında seçim kampanyası yapmak isteyen iki Türk bakanı geri çevirir: diplomasinin başındaki bakan Mevlüt Çavuşoğlu’nu taşıyan uçağın Rotterdam’a inmesine izin verilmez ve çalışma arkadaşı Aile bakanı da eskort eşliğinde Almanya sınırına kadar geri götürülür. Hollanda polisi, birkaç yüz Türk protestocuyu dağıtmak için köpek ve tazyikli su kullanır. Bütün bunlar Recep Tayyip Erdoğan için ‘‘Kutsal Ekmek’’ gibidir, fırsatı kaçırmaz ve derhal; ‘‘Naziliğin sona erdiğini sanmıştım, fakat yanılmışım. Nazilik hâlâ Batıda çok yaygın. Gerçek yüzlerini gösterdiler’’ açıklamasını yapmıştır.
Almanya ile de sönmeye yüz tutan ateş alevlenir. Ünlü iş gücü yaklaşık olarak 3 milyondur. Almanya, yurt dışında yaşayan Türklerin en fazla sayıda bulunduğu ülkedir. Almanya’da yaşayan yaklaşık olarak 1,2 milyon Türk, Alman vatandaşıdır ve Almanya seçimlerinde oy kullanma hakları vardır. Angela Merkel işte bu nedenle, bu durumu bilen ve kullanan ve Almanya siyasi hayatı üzerinde yorum yapmakta asla tereddüt etmeyen Erdoğan’ın şantaj ve provokasyonlarına karşı özellikle hassastır. 2017 yılı Eylül ayında, Almanya milletvekili seçimlerinin hemen öncesinde Angela Merkel ve Martin Schulz arasındaki bir televizyon düellosunda Erdoğan, Almanya’nın iki büyük partisinin liderini de faşist ve Nazi yöntemleri uygulamakla suçlar. Geçtiğimiz yaz, o zamanlar Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’i de; boksörlerde görülen bir şiddet patlaması ile; ‘‘Sen kimsin ki Türkiye cumhurbaşkanı hakkında konuşuyorsun? Haddini bil! Bize ders vermeye kalkıyor… Sen kaç yıldır siyasetin içindesin? Sen kaç yaşındasın?’’ sözleri ile aşağılar.
Fransa da nasibini alır. Erdoğan laik cumhuriyetlere saldırmayı çok sevmektedir. Bu tür davranışlarının seçmenlerinin gözünde prim yapacağını çok iyi bilmektedir. Birkaç gün önce, Fransa’da Yahudi aleyhtarlığına karşı, Nicholas Sarkozy dâhil 300 kişi tarafından imzalanan ve Kuran’ın Yahudilerle ilgili bazı ayetlerinin çıkarılmasını talep eden manifesto ile dalga geçmiştir.
Konuşmasından alıntılar: ‘‘Siz kimsiniz de bizim kutsalımıza saldırıyorsunuz? Biz sizin ne denli aşağılık olduğunuzu biliyoruz. Bunu zaten her yerde yaptınız. Yeni tanımadık sizi. Ne kadar yapsanız da biz sizin kutsallarınıza saldırmayacağız. Çünkü biz sizler gibi aşağılık değiliz. Acaba ömürlerinde kendi kitapları İncil’i, Tevrat’ı, Zebur’u hiç okumuşlar mıdır? Okusalar herhalde İncil’in de yasaklanmasını isterler. Bu bildiriye imza atanlar aptaldır, 21’nci yüzyılın barbarlarıdır. Bunlar DAEŞ’in Batı versiyonudur’’.
Emmanuel Macron da Suriye politikası ve DAEŞ ile savaşan Kürtlere direkt yardım ve askeri desteği nedeniyle Erdoğan’ın eleştirilerden nasibini alır; ‘‘Teröristlerle yatıp kalkanlar, hatta onları saraylarında ağırlayanlar hatalarını er geç anlayacaklardır.’’
Erdoğan’ın bu çıkışları ile karşılaşan Avrupalılar adeta felç olmuş gibidirler. Türkiye’ye çok ihtiyaçları vardır. 2016 yılı Mart ayında, Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Avrupalı ortakları ile görüşerek onlara, Türkiye’de yaşayan 4 milyon Suriyeliyi kontrol altına alarak, Avrupa’ya göndermeme karşılığında, Türkiye’ye birkaç milyar avro verilmesini kapsayan bir anlaşmayı empoze eder.
Erdoğan bunu çok iyi bilmektedir ve hemen tehdit etmekte hiç tereddüt etmez. Birkaç ay önce Avrupa parlamentosunun Türkiye’ye yaptırım yönünde oy kullanması sonrasında yine çok kızmış ve ‘‘50, 000 mülteci kapılarınıza dayandığında, Türkiye sınırları açarsa ne yapacağız? diye sızlanmaya başladınız. ‘‘Şunu çok iyi bilin, eğer daha ileri giderseniz sınırlar açılacaktır. Şunu iyi bilin ki ne ben ne de ülkem boş tehditlerden korkmamaktadır’’ ifadelerini kullanmıştır.
Amerikalılar da baş belası bu NATO müttefikiyle ne yapacaklarını bilmemektedir. Bölgede bir rol oynamaya devam edebilmek için Türkiye’ye ihtiyaçları vardır. Utanç verici durumlar, Erdoğan’ın sık sık sözlerini yumuşatmasını istediği Donald Trump’ın Beyaz Eve gelmesi ile de başlamamıştır.
Avrupalılar gibi Amerikalılar da aynı şekilde sultanın çekiciliğine kapılmaya başlamıştır. 2008 yılında Türkiye, Barack Obama’nın ziyaret ettiği ilk Müslüman ülke olmuş ve Obama, Türkiye’nin bölge liderliği rolünü oynamasını destekleyerek iki ülke arasındaki ortaklık modelini övmüştür. Türkiye, ne de olsa Washington tarafından hayal edilen bölgedeki modernliğe ve istikrara sahip olan bir ülkedir. Fakat Türkiye ile ABD arasındaki iyi ilişkiler Suriye savaşı ve Arap devrimleri nedeniyle paramparça olur.
Amerikalıların ellerinde ne yazık ki Türkiye’ye herhangi bir baskı uygulama imkânları yoktur. Bölgede faaliyetlerini devam ettirmek ve İslami Devlet terör örgütüne karşı savaşı sürdürmek için Türk askeri üslerine ihtiyaçları bulunmaktadır. 2016 yılı Temmuz ayında, darbe gecesi ve sonrasındaki 24 saat boyunca Türk hava sahası bütün askeri uçuşlara kapatılır. İncirlik üssünün Türk komutanı (o da darbeye katılmıştır) tutuklanır. Sonuç olarak, Koalisyon Hava Kuvvetleri uçamaz ve yerde kalırlar. Bu uyarıyı Amerikalılar çok iyi anlamıştır. Ona saygılı davranmaları gerektiğini eski müttefiklerine iyice anlatabilmek için Erdoğan, Türkiye’nin can düşmanı Bashar al-Assad’ı destekliyor olsa da yönünü son zamanlarda Vladimir Putin’e döndürür.
Abant İzzet Baysal Üniversite’sinden Uluslararası İlişkiler Profesörü Veysel Ayhan, milletvekili seçimlerinde AKP’den adaydır. Ankara’nın yeni bir semtinde inşaat halindeki bir camiye bakan ofisinde, akıl hocasının bütün yaptıklarını istisnasız olarak savunmaktadır. Ona göre; Avrupalılar ve Amerikalılar Erdoğan’a güçlü olduğu için saygı duymaktadır. Bu durum Türkler için de geçerlidir. ‘‘Ülkemizin istikrarı sağlamak için bir lidere ihtiyacı var, parlamenter sistemin iyi tarafları var, fakat Türkiye’de, içinde bulunduğumuz dönemde bu gereksiz siyasi mücadelelere izin veremeyiz. Güçlü bir lider, güçlü bir ülke demektir. Batılılar Erdoğan’ın kaprislerine katlanmak zorundadır. Başka söze gerek yok. Oyunu kazanan Erdoğan’dır. O çok güçlüdür. ■
Çevirenin Notları: Le Point dergisinde Romain Gubert tarafından kaleme alınan yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Yazının çevrilerek paylaşılması Sun Savunma Net ve çevirenin yazıda ifade edilen ve ileri sürülen iddiaları paylaştığı anlamına gelmemektedir.
Sun Savunma Net sitesi, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında ‘‘Diktatör’’ nitelendirmesi yaparak, sorumsuz ve düşmanca bir yaklaşımla bu yazıyı kaleme alan Romain Gubert ve yayıncı kuruluş Le Point’i kınamaktadır.
Le Point dergisi kapağında sorulan soruya Prof. İhsan Süreyya Sırma’nın verdiği cevaba aynen katılıyorum: ‘‘Yaşama hakkının sadece sizin anladığınız şekilde olmadığını anlayacağınız zamana kadar…’’
Basının görevi haberciliktir, algı oluşturmak değil!
Turquie : Erdogan, le dictateur
C’est une belle fête. Malgré la pluie, ils sont des milliers. Ce jour-là, le stade de basket de Bakirköy, à Istanbul, s’est transformé en salle de cinéma. Chacun agite un drapeau ou un fanion en attendant le début du film. Une musique grandiloquente rythme la légende du reis diffusée sur écran géant.