Yine bir seçim öncesi ve Erdoğan düşmanı Stanley Weiss’ten yeni bir Erdoğan karşıtı yazı. Sırada Daniel Pipes, Michael Rubin ve Leela Jacinto var.
Yazar: Stanley A. Weiss, Medium, 6 Aralık 2018
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 1 Ocak 2019
LONDRA –Takvim yaprakları 1941 yılını gösteriyordu ve Sam Amca kendisine yeni bir dost edinmişti.
Bu yeni dostun adı Joe Amca’ydı. Sam Amca ve Joe Amca aynı hedefleri paylaşıyorlardı. Sam Amca Nazileri yenmeye kararlıydı, Joe Amca da öyle. Sam Amca, Avrupa topraklarında sürmekte olan savaşta çok büyük fedakârlıklar gösteriyordu. Joe Amcanın da ondan hiç aşağı kalır yanı yoktu. Sam Amca, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni dünya düzenini belirlemek için yeteri kadar güçlüydü. Joe Amca da öyle.
Sadece çok küçük bir problem vardı, Joe Amca, ülkesindeki katı yönetimiyle kitlesel tutuklama ve infazlar uygulayan Sovyet diktatörü Joseph Stalin’den başkası değildi. Fakat diktatör Stalin, Nazilere karşı savaşmak için müttefiklerin saflarına katıldığında, ortak neden ve dava arkadaşlığı Amerikalıların çok geçmeden Stalin’in zalimliğini görmezlikten gelmelerine ve Hitler Almanya’sı ile bir saldırmazlık paktı imzaladığını unutmasına yol açtı. Franklin D. Roosevelt (FDR), Stalin’i Joe Amca olarak adlandıran ilk Amerikan başkanıydı. Hollywood, seri halinde Stalin yanlısı filmler yapmaya başladı. Birleşik Devletler Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan ve gülen bir Rus askerini gösteren bir propaganda posterinin üzerinde; ‘‘Bu adam sizin dostunuz’’ ifadeleri yer alıyordu.
Sam ile Joe amcaların arasındaki dostluk ruhu, hepimizin çok iyi bildiği gibi uzun sürmedi. Amerikalılar savaş bittikten sonra Stalin’in ne kadar zalim ve acımasız bir cani olduğunu yeniden keşfettiler. Stalin örneğinden alınan çok önemli bir ders vardı: sırf ortak bir düşmanınız var diye geçici bir müttefikin yaptığı kötülükleri görmezden gelmenin size hiçbir faydası olmuyordu.
Günümüzde de Amerikalılar, geçmişte alınan bu dersi unuttukları için yeniden çok büyük bir tehlike içindedirler. Bu sefer Joe Amcamız; Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ortak düşmanımız da uzun süreden beri Amerika’nın müttefiki olan Suudi Arabistan’dır. Taktiksel olarak basına sızdırılan bilgiler ve kamuoyu karşısındaki yapmacık tavırları ile ülkesinde demokrasiyi baskı altına alan ve dünyadaki bütün ülkelerden daha fazla gazetecinin hapse atılmasına neden olan Erdoğan, kendisini vahşice öldürülen Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı için adalet savaşçısı şampiyonu gibi göstermeyi başarmıştır.
Suudi rejimini sürekli olarak eleştiren gazeteci Kaşıkçı, geçtiğimiz ay evlilik dokümanlarını almak maksadıyla gittiği İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda, nişanlısı dışarıda, kapının önünde onu boş yere beklerken acımasızca öldürülmüştür. Birleşik Devletler istihbarat yetkilileri, bu korkunç cinayetin kesinlikle Suudi veliaht prensi Mohammed bin Salman tarafından yönlendirildiğine inanmaktadır. Başkan Donald Trump ise Merkezi İstihbarat Örgütünün (CIA–Central Intelligence Agency) bulgularını dikkate almamayı sürdürmekte ve Cumhuriyetçi senatörler gizli bir CIA oturumu sonrasında Mohammed’i suçlasalar da suçu veliaht prensin üzerinden almaya çalışmaktadır. South Carolina Senatörü Lindsey Graham yaptığı açıklamada; veliaht prensten başka suçlu aramanın bilerek gerçekleri görmezden gelmek olduğunu ifade ederek doğrudan Mohammed’i suçlamıştır. Senato Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Tennessee Senatörü Bob Corker de yaptığı açıklamada, herhangi bir jürinin sadece 30 dakika içinde veliaht prensi mahkûm edeceğini dile getirmiştir. Amerikalı senatörler tarafından yapılan bu sert eleştiriler, Erdoğan’ın geçtiğimiz ay Washington Post gazetesinde yayınlanan ve ‘‘Hiç kimse bir NATO müttefikinin topraklarında bir daha böyle bir suç işlemeye cüret etmemelidir. Bu uyarıyı dikkate almayanlar çok ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır’’ ifadelerinin yer aldığı makale sonrasında yapılmıştır.
Erdoğan’ın Kaşıkçı davasına yaklaşımındaki gerçek ise politik kariyeri boyunca defalarca yaptığı gibi düşmanlarının altını oymak ve kendi konumunu güçlendirmek için bir dış güç istismarı yapmak olmuştur. Erdoğan aslında, gücünü artırmak için sürekli olarak şekil değiştiren ve bunu yaparken de gerçek kimliği olan İslami otokratlıktan devamlı olarak sapan, Türkiye’nin demokrasisini dramatik, belki de ölümcül bir şekilde zayıflatan biridir. Amerikalılar haklı olarak, Kaşıkçı cinayeti nedeniyle Suudi Arabistan’ın cezalandırılması üzerine odaklanırken, Erdoğan’ın kamuoyu önündeki adalet savunucusu pozları, onun ne kadar tehlikeli biri olduğu gerçeğini unutturmamalıdır. Bu adam bizim dostumuz değildir.
Türkiye’nin bir zamanlar Müslüman dünyası için model olarak lanse edilen laik demokrasisi, Erdoğan’ın başbakan olarak iktidara ilk kez geldiği 2003 yılına kadar, yaklaşık olarak doksan yıl sürmüştür. Fakat bu demokrasi iki büyük zayıflıktan oldukça acı çekmiştir. Bunlardan birincisi; bu demokrasinin 20’nci yüzyıl boyunca istikrarı sağlamak ve Türkiye’nin laikliğini korumak maksadıyla dört kez askeri darbe yapan Türk ordusu tarafından korunmasıdır. İkincisi ise cami ile devletin ayrılmasını güçlü bir şekilde savunan Türkiye’nin siyasi elitleri ile ihmal edildiklerini ve geride bırakıldıklarını düşünen daha düşük gelirli ve dini muhafazakârlar arasında giderek büyüyen ayırım olmuştur.
Erdoğan bu memnuniyetsiz seçmenleri, Türkiye’nin temel demokratik kurumlarına güvenmeyen ve onları birer birer ortadan kaldırırken kendisini destekleyen ateşli bir siyasi tabana dönüştürmeyi başarmıştır.
Erdoğan işe, Türkiye’nin sözde Avrupa Birliğine katılma görüşmelerini, birliğe giriş için bir gereksinme olan; ordunun gücünü zayıflatan reformları uygulamaya koyarak başlamıştır. Sonrasında, ordunun içinde kendisini iktidardan indirmek isteyen gizli derin devlet olduğunu iddia ettiği bir grubun üzerine gitmiş ve yüzlerce asker ve devlet memurunu tasfiye etmiştir.
Erdoğan, ona atamalarda daha geniş yetkiler veren anayasal değişiklikler yönünde oy kullanan tabanının yardımıyla, yargı sistemini İslamcı destekçileri ile doldurmuştur. Son olarak da Erdoğan, muhalif yazıların bir elit komplosunun yansıması olduğu düşüncesini desteleyerek, yüksek sesle ve sürekli olarak kamuoyu önünde basını yerden yere vurmuş ve dost olmayan medya organlarına cezalar uygulayarak gazete sahiplerini kendisine sadık olanlar ile değiştirmiştir.
Kısaca ifade etmek gerekirse; Trump’ın otokratik Tweeter mesajlarında hayal ettiklerinin tamamını Erdoğan gerçekleştirmeyi başarmıştır. Yaptığı hamleler, ona geniş yeni yetkiler vererek Türkiye’nin ilk icracı cumhurbaşkanı olmasını sağlayan geçen yıl yapılan anaya referandumundaki zaferiyle sonuçlanmıştır.
İktidarda geçirdiği 15 yıldan fazla sürede Erdoğan, hiçbir modern Türk liderin yapamadığını başarmış ve ülkenin kendi demokratik dinamik ve süreçlerini kullanarak, Türkiye’yi laik bir demokrasiden İslamcı bir otokrasiye dönüştürmüştür. Bütün politik kariyeri boyunca Erdoğan, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Amerikalı George Soros dâhil birçok kişiyle ile olan kavgalarını kullanarak ihtiyaç duyduğu halk desteğini sarkasında tutmayı başarmıştır.
Suudi Arabistan, Kaşıkçı cinayeti sonrasında onun uydurduğu son ahlak istismarıdır. Bu olay Erdoğan’ın üç temel hedefini gerçekleştirmesini sağlamaktadır. Bunlardan birincisi; Suudi veliaht prensin zayıflatılması ve izole edilmesidir. İkinci olarak Amerikalı rahip Andrew Brunson’un tutuklanması nedeniyle dibe vuran imajının Birleşik Devletler’de yeniden yükselmesini sağlamıştır. Son olarak da Suudi yanlısı Trump yönetimi nezdinde yeniden eski itibarını kazanmasında ona yardımcı olmaktadır. Haberlere göre Beyaz Ev yetkilileri, onun Riyad üzerindeki baskısını azaltmak maksadıyla, Erdoğan’ın 2016 askeri darbesi ve terör kışkırtıcılığı dâhil her şeyden sorumlu tuttuğu, ılımlı imam Fethullah Gülen’i Türkiye’ye iade etme seçeneğinin sonuçlarının neler olabileceğini dahi değerlendirmektedir.
Suudi Arabistan ve veliaht prensin yaptıklarından dolayı Erdoğan’ın bir müttefik olduğunu düşünmek ve ona ‘‘The Washington Post’’ gibi basın platformlarında fırsatçı görüşlerini dile getirmesi için imkân sağlamak çok büyük bir hatadır. Suudi Arabistan cezalandırılmalı ve kınanmalı, fakat Erdoğan’a da bu süreçte dur denmelidir.
Özellikle aynı şeyleri desteklediğimiz ve savunduğumuz insanların en iyi yanlarını görmeyi arzulamak bizim karakter yapımızda vardır. Fakat Rus diktatör Josef Stalin, Nazilere karşı savaştı diye diktatörlüğünden hiçbir şey kaybetmemiştir. Erdoğan’ın da gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinde bizim öfkemizi paylaşıyor olması, onun bizimle aynı değerleri paylaştığı anlamına gelmemelidir.
Bu adam bizim dostumuz değildir.
Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve yazar Weiss’in görüşlerini yansıtmaktadır. Yazının çevrilerek paylaşılması Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin yazıda ifade edilen görüş ve iddiaları paylaştığı anlamına gelmemektedir.
Stanley de bizim dostumuz değildir. Neden mi? Daha önce yazdığı ve Sun Savunma Net sitesi tarafından çevrilerek yayınlanan ‘‘Muhteşem Erdoğan’ın Megalomanisi’’, ‘‘Erdoğan’ın Türkiye’sini NATO’dan Atma Zamanı Geldi’’ ve ‘‘Filipinler’in Trump’ı Başkan Rodrigo Duterte’’ başlıklı yazılarını okumanızı öneririm.
Her ne kadar öyle olmadığını iddia etse de Daniel Pipes de azılı bir Türk ve Erdoğan düşmanıdır. Pipes efendinin Sun Savunma Net sitesinde çevrilerek paylaşılan ‘‘Erdoğan Muamması’’, ‘‘İki kabadayı, Putin ve Erdoğan, Arkadaşlığı Deniyorlar’’, ‘‘Çarşaf Yasaklansın Haşema Serbest Bırakılsın, ‘‘İslamcılığa Karşı Savaş Henüz Başlamadı’’, ‘‘Türkiye’nin Erdoğan’ı Kumar Oynadı ve Kaybetti’’, ‘‘Arap Seks Turizmi’’ ve ‘‘NATO’yu Türkiye’den Kurtarmak’’ başlıklı yazıları, onun Türkiye, Türkler ve Erdoğan hakkındaki düşünce ve yaklaşımları hakkında ip uçları verebilir.
Michael Rubin de ünlü bir Türkiye ve Erdoğan düşmanıdır. ‘‘Recep Tayyip Erdoğan bir suçludur ve ona suçlu gibi davranılmalıdır’’ ve ‘‘SADAT Erdoğan’ın Devrim Muhafızları mı?’’ başlıklı kin dolu yazılarını Sun Savunma Net sitesinden okuyabilirsiniz.
‘‘Dişi Rubin’’ adını verdiğim Leela Jacinto’nun ‘‘Darbe Sonrası Tasfiyeler ve Erdoğan’ın Yeni Özel Ordusu’’ başlıklı yazısını okuyarak yazar hakkında bir fikir edinebilirsiniz.
Orijinal metne aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
Erdoğan is Not Our Friend – Stanley Weiss – Medium
LONDON - In 1941, Uncle Sam made a new friend. His name was Uncle Joe. Uncle Sam and Uncle Joe shared the same goals. Uncle Sam was determined to beat the Nazis; so was Uncle Joe. Uncle Sam was making huge sacrifices on the battlefields of Europe. So was Uncle Joe.