savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
35,3408
EURO
36,7409
ALTIN
2.963,40
BIST
9.900,36
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
6°C
Ankara
6°C
Açık
Salı Açık
7°C
Çarşamba Açık
8°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
7°C
Cuma Az Bulutlu
8°C

Ah Nerede? Vah Nerede? Nerde Unuttum Vicdanımı Acaba?

Ah Nerede? Vah Nerede? Nerde Unuttum Vicdanımı Acaba?

Ah Nerede? Vah Nerede?
Nerde Unuttum Vicdanımı Acaba?

 

Tuğba Şölen ÖZER, Sun Savunma Net, 7 Aralık 2018

 

Foto: Vicdan Konvoyu

 

Sev Kardeşim, Oh Olsun, Zengin Oğlan Fakir Kız, Ateş Parçası… İkinci kelimeden itibaren dudağınızın kenarındaki oynamayı görür gibiyim. Bir döneme damgasını vuran ve DNA’mıza kazınmış Yeşilçam klasiklerinden bir kaçı. Oyuncular, mekân ve kostümler birbirinden farklı olsa da konular ortak. Zengin bir ailenin oğlu, sosyo-ekonomik yapısı farklı bir aileden gelen ama dünyalar güzeli bir kıza görür görmez âşık olur. Gelin görün ki; ya zengin ailenin itirazı ya da oğlanın şıp sevdiliği yüzünden kalbi kırılan genç kızın hikâyesidir anlatılan. Yer yer güldüren, yer yer hüzünlendiren olaylar zinciri sonunda, genç adam ya da ailesi yaptıkları hatayı anlayıp kızın gönlünü alır. Ve en sevilen kısım, yani mutlu son ile film son bulur.

İster rahatsız sinema, ister kadife salon koltuğu olsun kalkarken tüm yüzler gülüyordur. Çitlenen çekirdek kabukları, genç kızın gözyaşları ile senkronize düşen inci tanelerini sildiğimiz kâğıt mendiller çöpe atılırken, akıllarda kalan tek şey mutluluğa yelken açan film kahramanlarının yüzlerindeki tebessüm ve dilimize pelesenk olan filmin bitiş müziğidir.

Peki, Hülya Koçyiğit, Hale Soygazi, Filiz Akın, Türkan Şoray isimleri yerine Münevver Karabulut, Şule Çet, Nazlı Sinem Köseoğlu desek… Ya da Tarık Akan, Cüneyt Arkın, Kartal Tibet yerine Cem Garipoğlu, Çağatay Aksu, Mahmut Emre Paksoy ve Can Paksoy desek… Şimdi ise yüzünüzdeki tebessümün yerini kızgın, öfkeli ve haksızlığa uğramış insanlarda oluşan bir yüz ifadesine bıraktığını görür gibiyim. Nedir sizdeki bu duygu değişimin nedeni? Film ile gerçek hayat arasındaki acı fark olabilir mi?

Ne Ferah Kural (Nazlı Sinem Erköseoğlu’nun acılı annesi), Mürüvvet Sim kadar mutlu ne de İsmail Çet (Şule Çet ‘in acılı babası), Nubar Terziyan kadar coşkulu maalesef. Bu defa mutlu son ile bitmeyen hikâyeler dinliyoruz. Ve hikâyeye Behiye Aksoy’un ya da Nesrin Sipahi’nin şarkıları yerine acılı anne ve babaların feryatları eşlik ediyor. Zira dilimizde kalan son çitlenen çekirdeğin gevrek tadı değil, içimizden yükselen ateşin boğazımıza attığı düğüm. Niçin mutluluk gözyaşları, yerini feryada bırakır benim memleketimde? Nedendir gencecik fidanların, zengin aile çocuklarının üç kuruşluk zevklerine heder edilişi?

Denetimli serbestlik, delil yetersizliği, tutuksuz yargılama, tecavüz ya da cinayet diyemeyen Adli Tıp raporları gibi safsatalarla, geçiştirilmeye çalışılan evlat acısı mıh gibi çakıldı ana-babaların yüreğine. Üniversite cübbesi ya da bembeyaz gelinlik yerine kefenlere sarılan evladına mı yansın, acısı ile alay eder gibi sürekli bakiye yetersiz mesajı veren adaletsizliğe mi sövsün?

Kimdir bu vicdanını cüzdanının içinde saklayan ahlak yoksunları? Ne hakla genç kızlarımızın pespembe hayallerini, kendi kirli elleriyle karaya çalarlar? Halihazırda evlatları sıcacık yataklarında uyuyup, güne umutla uyanan ana-babaların ciğeri hiç mi yanmamaktadır? Ahlak, adalet, vicdan gibi insanı insan yapan duyguların eksilmesine yol açan bu hastalığın tedavisi için de İsviçreli bilim insanlarının insafına mı kalınmıştır? Ar-Ge, Ür-Ge’ye verilen önem artık biraz da Ah-Ge’ye mi verilmelidir?

Ey yerde bulduğu ekmeği öpüp başına koyan, komşusu açken tok yatamayan, âşık olduğu insana kaçan, eşinin ayakkabısının içine para koyan, yanan evinde kalan kedisi için kendini tehlikeye atan, “Sensiz dünya malı neyleyim dostum” diyen neslin evlatları! Evlatlarımız canice katlediliyor. Tuvalet kâğıdı rulosundaki çap genişliği, tamir edilmeyen üst geçidin yürüyen merdiveni, klipte oynayan yağlı güreşçilerin itibarsızlaştırılması için yapılan basın açıklamaları, protesto gösterileri, atılan tweetler mevzu bahis evlatlarımız olunca niçin üç maymunu oynamaktadır? Hâlbuki frekans aralığı kaç desibel olursa olsun, sesi her dem açık bir vicdan ve biyolojik yaşına değil, gönül yaşına bağlı gitgide daha berrak gören bir gönül gözüdür ihtiyacımız olan. Uyanın ey sağ elinin yaptığı yardımı sol elinden gizleyen neslin evlatları. Uyanın ki, ninnilerle uyutup, bin bir emekle büyüttüğümüz kır çiçeklerimiz, kan çiçeklerine dönmesin.

Bölük bölük olmuş çaylar, dereler,
Hiçbiri denize varabilmezmiş,
Duvarın dibinde bir yaralı gül,
Gülleri solduran gülebilmezmiş…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.