savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,2863
EURO
37,0253
ALTIN
3.028,14
BIST
8.908,47
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
18°C
Ankara
18°C
Açık
Cumartesi Açık
18°C
Pazar Açık
19°C
Pazartesi Açık
19°C
Salı Parçalı Bulutlu
18°C

Aklım Almıyor!

Aklım Almıyor!

Aklım Almıyor!

 

Özlem Uzun Çoban, Sun Savunma Net, 08 Ağustos 2021

 

 

Saksıda bitki yetiştirenler bilir, açan çiçek dalda yetişen yaprak, doğadan ayrı düşmüş şehir insanına teselli olur bir nebze…

Yoksa sizde benim gibi ağaçla, çiçekle dahası nefes alan her şeyle konuşanlardan mısınız?

Geçen sene tatil dönüşü evime döndüğümde karşılaştığım manzara hiç de iç açıcı değildi, son kalan iki saksı çiçeğim büyük olan diğer saksının ardına sığınmış sanki kollarını yalvarırcasına bir diğerini korumaya almış gibiydi.

Eee… haliyle evden dört ay uzak kalmak, arada, sırada kızımın gelip sulayıp dönmesi istediğim sonucu vermemişti…

Çiçeklerimle konuşmadan su verdiği aşikârdı.

Yaz, kış, kum fırtına demeden çiçekleriyle, yeşili ile ruhumu güzelleştiren halinden eser yoktu.

Öncelikle özür dileyerek, tatilde neler yaptığımı, ne çok eğlendiğimi onları ne de çok özlediğimi anlatırken kuruyan dallarını bir bir temizlemeye başladım. Ağacımsı gövdesinin hastalıklı kısımlarını kesince geriye hiç bir hayat belirtisi olmayan odunumsu bir halde kaldı…

O gün atabilirdim, fakat atmadım, özenerek baktım, her sabah konuştum okşadım, bir müddet inatlaştıktan sonra ufak, ufak kıpırdanmaya başladı sürgün verdi…

Mikro ölçekli yaşatma istencim, istencimiz makro bir doğayı koruma sevdasına dönüşmez ise, yakın gelecekte yeşil görmek için küçük saksı mutluluklarıyla mı yetinmek zorunda kalacağımız düşüncesi günlerce beynim de hâkim oldu.

Çocukluğumuza, çocuklarımıza, torunlarımıza ne diyeceğiz diye düşündüm!

Ağaçla doğayla nefes alan tüm canlılarla, evsiz kalan bir baykuş yavrusuyla, kurtla, kuşla uyumlu yaşamayı başaramadık mı diyeceğiz!

 

Dünyanın ekolojik dengesiyle olan güç mücadelemiz, hiç bitmedi mi diyeceğiz!

Yoksa ülkemizde betonlaşan zihin ve kalplerin, doğa ve ağaca karşı başlattığı amansız, planlı kıyım ve talana sadece üzüntüyle mi tanıklık edeceğiz!

Ülkelerin medeniyet düzeyi maalesef yaptığı yolların uzunluğuyla değil, doğaya olan uyumu ve saygısıyla ölçülürken beton yığınlarını mı alkışlamaya devam edeceğiz!

Ülkemizin doğal ve kültürel mirası olan başta zeytin, meşe, çam, ıhlamur, ağaçlarını binlerce endemik bitkiyi bu kıyımdan korumak için aklı başında insanların imza kampanyaları, ayaklanmaları, maden alanını basmaları, tüm bu çabalarını, eylemsel bir şekil ile korumak zorunda kalmaya çalışmaları kolay içselleştirilecek bir durum mudur?

Bıraksak ta inadına öyle uzun yaşayacak olan zeytin ağaçlarının bir değil kaç ailenin geçim kaynağı olacağı gibi, üç dört kuşağın hikâyesine tanıklık etmesinde kimin ne gibi bir zararı olabilir?

Kendi çocukluk anılarımı şöyle bir yokladığımda düşünüyorum da 1970’li yıllarda Karadeniz de deniz kenarında çekilen ve yeşilin her tonunu barındıran o fotoğrafları, hangi anılarda gizleyip, gelecek kuşaklara aktaracağız!

 

Aklım almıyor!

Ankara yıllarımda, şarkılar eşliğinde fidan dikme etkinliklerinde oysa ne de çok dost kazanmıştık…

Artık bu etkinlikler neden yok?

Şimdi doğa bağırıyor!

“Mahkûm olduğunuz karanlık, şehir hayatlarında nefes alamayacak hale geleceksiniz ” diye.

Bunca zaman hoyratlığımızı gizleyen ve affeden toprak ana, eteğindeki taşları dökmeye başladı bile!

Kesilirken, yanarken susan ağaçların haykırışının sesi, gelecek kuşaklara sesini elbet duyuracak.

Bilimsel çalışmalar, insanların aksine bitkilerin birbirleriyle iletişim içinde olduğunu, nefes alan bir canlı olarak etrafa mesajlar verdiğini, sadece kendilerini değil, etrafındaki tüm canlıları korumaya aldığını kanıtlamışken, köklerinden yayılan kimyasallar ile akrabalarını tanırken biz insanoğlu nasıl bu kadar canileşebiliyoruz?

 

Aynı saksıda bulunan kardeş bitki türleri, topraktaki mineral ve suyu bencilce paylaşmazken normalde salacağı kökü kontrol edebiliyorken, doğada az güneşli yere ekilen bir bitki “kardeşlerinin” yanına ekildiği zaman, normalinden daha az yapraklanıp, dallanıp yanındakilere gölge yapmaz, bir anlamda güneşi paylaşırken insanoğlu hiç mi utanmıyor?

Kesilen ağaçlar ciğerlerimiz…

Eksilen insanlığımız ve çalınan geleceğimiz.

Tüketmeye, talana, kıyıma inat yine ellerimizle bu gidişi telafi edemez miyiz.?

Bir zamanlar ananemden gerçek bir olay dinlemiştim;

Hani derler ya teşbihte hata olmasın köpek insanı değil de insan köpeği ısırınca haber olurmuş misali, bende bu olayı dinleyince çok etkilenmiştim doğrusu…

“Evli bir çift devamlı kavga edermiş.

Bir gün artık boşanmaya karar vermişler ama bir büyüğü hakem kılarak.

Çağırmışlar…

Bu büyük elinde bir küçük fidanla gelmiş ve bu ikilinin bahçesine dikivermiş. ”sabah bu fidan kurumuş olursa boşanın. Ama yeşermişse boşanmak yok evliliğe devam” demiş.

Gecenin bir yarısında koca elinde bir tas su… fidana koşuyor. Aman kurumasın. Ama fidanın yanına geldiğinde altının ıslak olduğunu görüyor. Eşi ondan önce davranıp gizlice fidanı sulamış. Gözleri yaşarıyor. Gidip eşine sarılıyor ve boşanmaktan vazgeçiyorlar.”

Tüm farklılıklarına rağmen fidanı sulamaya karar veren bu ailenin dört yaşında bir oğlu varmış.

Yani fidanları!

Çocuklarımız da bizlerin fidanları değil mi?

Ağaçların kök saldığı, toprağın rızası olmadan sökülmemesini hayat meselesi yapacak, çevre bilinci olan çocuklar ve nesiller yetiştirelim, vefalı ağaçlar gölgesinde yaşanan dostluklar biriktirelim.

Kendimizi kötü hissettiğimiz bir günde, kollarımızın kavrayabileceği bir ağacın gövdesine sarılalım minnetle.

Kapatıp gözlerimizi, toprağa basalım, o eşsiz kokuyu içimize çekelim..

Sadece doğa hesapsızca üstümüze gölge olmayı bilir…

Hafif bir rüzgâr eser belki o an hışırdayan yaprakların bize anlatacağı daha iyi bir insanlık dersi vardır kim bilir!

Sevgilerimle…

BU ALANA REKLAM VEREBİLİRSİNİZI
ETİKETLER: , ,
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.