AZRAİL GÖREVE BARRA[i] BE DENKTAŞ BARRA!
‘‘Biz iki devlet arasında görüşme istiyoruz. Erdoğan’ın “toplumlararası görüşmeler” ifadesi tam bir cehalet göstergesidir. Türkiye açısından önemli olan adada iki devletin kabulüdür. Sayın Erdoğan ise toplumlararası görüşmelerden bahsediyor. Bu tam bir cehalet örneğidir.’’
Ercan Caner, Sun Savunma Net, 25 Haziran 2024
Annan Planı-Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için hazırladığı ve müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde GKRY ve KKTC’nde referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulur. Rum halkının %75.83’ü Planı reddederken, Kıbrıs Türk tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen %64.91 çoğunlukla Annan Planına “evet” der.
Rum tarafının Plan’ı büyük bir çoğunlukla reddetmesinde GKRY lideri Papadopulos’un 07 Nisan 2004 tarihindeki halka seslenişinde Rum halkını “güçlü bir hayır” demeye çağırması ve Rum liderliğinin devlet eliyle sürdürdüğü “hayır kampanyası” da önemli bir etki yapmıştır. Sonuçta, Rum toplumunun reddi karşısında, BM ve AB dâhil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı geçersiz hale gelmiştir.
Referandumlar sonucunda Ada’da yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Referandumun ardından başta BM, AB gibi uluslararası kuruluşlar ile ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerden Kıbrıs Türk tarafının tutumunu destekleyen, Rum tarafının planı reddetmesinden üzüntü duyulduğunu beyan eden ve Kıbrıs Türk tarafının izolasyonunun artık devam edemeyeceğini vurgulayan açıklamalar gelmiştir. Bu konuda bazı adımlar atılmışsa da bugün itibariyle gelinen noktada Kıbrıs Türklerinin yıllarca maruz kaldıkları izolasyonun kırılması sağlanamamıştır.
Günümüzde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, hâlâ sadece Türkiye tarafından tanınmaktadır. AKP iktidarı Filistin’in bazı ülkeler tarafından tanınmasından duyduğu memnuniyeti ifade ederken KKTC’nin tanınması gerektiğinden de bahsetmektedir.
Açıklamalarda ayrıca, eşsiz bir fırsatın kaçırıldığına da dikkat çekilmiştir. Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nin 26 Nisan 2004 tarihinde Lüksemburg’da gerçekleştirilen toplantısı sırasında Kıbrıs konusunda alınan kararda, Konsey, Kıbrıs Türk toplumunun izolasyonunun sona erdirilmesine kararlı olduğunu ifade etmiş ve bu amaçla Komisyon’u kapsamlı tedbirler almaya davet etmiştir.
Ayrıca, Kuzey’e 259 milyon Euro’luk bir yardımda bulunulması da kararlaştırılmıştır. AB Konseyi’nin 26 Nisan tarihli kararı çerçevesinde hazırlanan iki tüzük (mali yardım tüzüğü ile doğrudan ticaret tüzüğü) GKRY’nin engellemeleri nedeniyle o dönemde kabul edilememiştir.
Kıbrıs Cumhuriyeti –AB Üyeliği
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 01 Mayıs 2004 tarihinde, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ne tam üye olmuştur. Türkiye tarafında aynı gün yapılan açıklamada, AB’ne katılacak olan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil etmeye yetkili olmadıkları, eşit statüye sahip Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs Adası’nın tamamı üzerinde yetki veya egemenliklerinin bulunmadığı, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıs Türklerine zorla empoze edilemeyeceği, kendi anayasal düzenleri altında ve kendi sınırları içerisinde örgütlenmiş bulunan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil eden yasal hükümet olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir.
Açıklamada ayrıca, Kıbrıs Türklerinin, kendi ülke sınırları ve anayasal düzenleri içerisinde örgütlenmiş bir halk olarak, hükümet etme yetkisini ve egemenliklerini kullanmakta oldukları, bu çerçevede Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaya devam edeceği ve Güney Kıbrıs’ın AB’ne girişinin Türkiye’nin 1960 Anlaşmalarına dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerine hiçbir şekilde haleldar edemeyeceği ifade edilmiştir.
Havuzlu villa (solda) ve Avrupa Birliği vatandaşı olma hayalleri ile ülkelerinin kurucu lideri için: ‘‘AZRAİL GÖREVE, BARRA BE DENKTAŞ BARRA!’’ sloganı atan Kıbrıslıların düzenledikleri YES BE ANNEM mitingi.
Annan Planı Türk tarihinde örneği görülmemiş bir ihanet planıydı. Tarihimizde ilk kez Türk kanıyla elde edilen jeopolitik bir zaferden iktidar partisinin iradesiyle ve Yes Be Annem sloganıyla vaz geçtiğimiz bir sonuca sürükleniyorduk. Rumlar arsızlık etmeseydi bugün KKTC yoktu. Bugün adada ikinci donanma etkisi yaratan askeri varlığımız yoktu. Bu süreçte adadan askeri varlığımızın çekilmesini dönemin Dışişleri yüksek bürokrasisi ile bizzat Genelkurmay Başkanının onaylaması akıl tutulmasından öteydi. Böyle bir durumun benzerini Osmanlı temsilcilerinin Sevr’i 10 Ağustos 1920’de imzalamasında yaşamıştık.
Kıbrıs Gerçeği ve Annan Planı & MHP AR-GE Merkezi
Acı tecrübelerin millî hafızamıza kazındığı uzun ve köklü bir geçmişi olan Kıbrıs meselesine ilişkin Annan Planı çerçevesinde yapılan tartışmalar, Türk kamuoyunun en önemli gündem maddelerinden birisi olmaya devam etmektedir. Türk milletinin “millî bir dava” olarak sahiplendiği Kıbrıs’a ilişkin gelişmelerin zaman zaman bir psikolojik savaş manzarası arz eden medya anaforu aracılığıyla Türk toplumuna “millî bir yük” olarak takdim edilmeye çalışıldığına ibretle şahit olmaktayız. Siyasî iktidarın “ver kurtulcu” tezlere göz kırpan tavır ve üslubu, Türkiye’yi başka alanlarda da sıkıntıya sokan çok başlı görüntüyle de birleştiğinde ülkemiz ve geleceğimiz açısından telafisi mümkün olmayan sıkıntılara yol açacak hataların yapılabileceği kritik bir yol ayrımında olduğumuz görülmektedir.
Hayal tacirliği yaparak, her ne surette olursa olsun sunulan planın kabulü yoluyla AB üzerinden büyük bir ekonomik refaha kavuşulacağı vaadinde bulunanlar, ekonomik gerçekler karşısında tek kelime bile etmemektedirler. Annan Planı olduğu gibi kabul edilmesi halinde Türk tarafına yalnızca konut yapımı için 776 milyon dolar maliyet, millî gelir açısından da % 20 kayıp getireceği hesaplanmaktadır.
1571 yılında Venediklilerden alınan ve 307 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Kıbrıs’ın yönetimi 1878 yılında, hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğunda kalmak kaydıyla, İngiltere’ye devredilmiştir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin ayrı saflarda yer almasının da bir sonucu olarak, İngiltere 1914’te tek taraflı bir kararla adayı ilhak etmiştir. Türkiye Ada üzerindeki İngiliz egemenliğini Lozan Antlaşmasıyla 1923’te tanımıştır.
Plana göre verimli topraklarının yaklaşık % 65’ini Rum tarafına devredecek olan Türk kesimi bu durumda tarım gelirlerinin 1/3’ünü kaybedecektir. Tarımda 2001 yılı fiyatlarıyla 41.5 milyon dolar kayıp yaşanacak, bu kayba bağlı olarak da ticaret, ithalat, taşımacılık, bankacılık ve imalat sanayisindeki kayıplarla bu rakam 127 milyon dolara ulaşacaktır. Rum tarafına devredilecek topraklarda kapanacak 1350 işyeri dolayısıyla yaklaşık 13 bin kişi işsiz kalacaktır.
Güzelyurt ve Lefke bölgelerinde yaklaşık altmış bin Türk evlerini terk etmek zorunda kalacak, Kıbrıs Türk kesimi tarafından yaklaşık 15 bin yeni konut yapılması gerekecek, bunun için de 776 milyon dolarlık kaynağa ihtiyaç duyulacaktır.34 Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözülmesiyle adaya kaynak aktarmaktan kurtulacağını söyleyenler, Annan Planı’nın hayata geçirilmesiyle Türkiye’nin şu anda aktardığının üç misli kaynak tahsis etmesi gerektiği gerçeğini kamuoyundan gizlemektedirler.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Şubat ayı sonunda adayı ziyaret ederek taraflara sunduğu üçüncü değişiklik paketinin de, Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının temel hassasiyetlerini yeterince karşılamadığı görülmektedir. 3. Annan Planı’nda “parça devlet” kavramı yerini “oluşturucu devlet”e bırakmış; ancak planın felsefesinde ve temel mekanizmalarında kurucu ortaklığı içerecek şekilde yeniden düzenlemeye gidilmemiştir. Bu çerçevede, Kıbrıs Türk Halkı’nı büyük maddî, manevî ve siyasî sıkıntılara sokacak olan “göçmen hareketliliği” makul ve uygulanabilir bir seviyeye çekilmemiştir. Buna rağmen, lobici unsurların devreye girerek açtıkları kampanyalar ve AKP Genel Başkanı’nın “çözüme çok yaklaştık” demeçleri ortalığı kaplamıştır.
Bütün bu gerçekler ortadayken Annan Planı’na ilişkin olarak ülkemizde ve Kuzey Kıbrıs’ta Rauf Denktaş’ın bir hedef haline getirilmeye çalışılması, bir kısım medya mensubu ile siyasî iktidarın sergilediği tavırların, yukarıda sayılan sebepler yüzünden zaten sıkışan müzakere pozisyonumuzu iyice zora sokmaktan başka bir işe yaramadığı açıkça görülmektedir. Annan Planı’nı her gözden geçiriliş aşamasında bulunmaz çözüm fırsatı olarak algılayıp takdim eden ve bu çerçevede Denktaş’ın tutarlı ve kararlı misyonunu zaafa uğratan AKP yönetimi ve lobici unsurların, aslında Kıbrıs’ta kalıcı ve adil bir çözümden uzak olduğu, meselenin boyutlarını kavramadan oldu-bittiye getirmek istedikleri ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak, Annan Planı’nın yeni şekliyle de ciddî bir müzakere ve değerlendirmeye konu olması gerekmektedir.
İktidara geldiği andan itibaren dış politika alanında özellikle AB ve ABD karşısında sergilediği teslimiyetçi tavırlarla dikkat çeken AKP iktidarı, millî çıkarlardan taviz vermek pahasına Avrupa ve ABD nezdinde kabul görmeyi içerde eksikliğini hissettiği “meşruiyet” açısından gerekli sayan bir anlayışın tezahürleri olarak nitelenebilecek tutum ve davranışları ard arda sergilemeye devam etmektedir.
AKP iktidarının Kıbrıs meselesine bakışında, Batı karşısındaki aşağılık kompleksinin oluşturduğu zihin bulanıklığının yanı sıra, iç siyasete yönelik hesaplar da belirleyici olmuştur. AKP yanlısı gazetecilerin hükümete akıl hocalığı yapma kabilinden verdikleri Kıbrıs meselesinde izlenecek teslimiyetçi bir tavrın kendilerine gerçek iktidarın yolunu açacağı öğütleriyle AKP siyasî elitinin davranışları birbirleriyle örtüşmektedir. “Devlet ile hesaplaşma”nın Kıbrıs’ta ve biran önce “çözüm”e ulaşmakla kolaylaşacağını öğütleyen Batıcı-küreselleşmeci ve AB’ci lobilerin faaliyetlerinin AKP iktidarının Kıbrıs politikalarının oluşumunda etkili olduğu gözlenmektedir.
Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel: ‘‘Biz iki devlet arasında görüşme istiyoruz. Erdoğan’ın “toplumlararası görüşmeler” ifadesi tam bir cehalet göstergesidir. Türkiye açısından önemli olan adada iki devletin kabulüdür. Sayın Erdoğan ise toplumlararası görüşmelerden bahsediyor. Bu tam bir cehalet örneğidir. Biz toplumlararası görüşmeler değil iki devlet arasında görüşme diyoruz’’
Kıbrıs meselesini artık “millî dava” olarak değil, “millî yük” ve “ayak bağı” olarak algılayan AKP iktidarının, seçmenden teslimiyetçi Kıbrıs politikaları için destek de almamış olmasına rağmen seçimlerden hemen sonra gözle görülür hale gelen tavır değişikliği çok düşündürücüdür.
Bu çerçevede dikkat çeken bir başka husus, Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının temsilcilerinin, AB yönetiminin uluslararası âdil bir anlaşma zemininin olmazsa olmazı olan tarafların eşitliği ve eşit şartlarda müzakere gibi ilkeleri Rum tarafı lehine dinamitleyen tavırlarını sorgulamak yerine, kameraların önünde Denktaş’ı eleştirmeye çalışmalarıdır. Bu çirkin tavır, Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan’da büyük sempati toplamış ve alkış almıştır. Gerçekten de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti toprakları üzerinde Rauf Denktaş’ı hain ilân eden ve dayatılan çözüme tartışmasız evet diyen bir miting yapılması, Tayyip Erdoğan’ın Rauf Denktaş karşıtı beyanları ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin itirazsız gerçekleşmesi, Rum halkını ve yönetimini son yıllarda en çok memnun eden gelişmeler olmuştur.
Bugünkü AKP iktidarı ve yönetimi de, bu tür bir farkındalık ve duyarlılık içinde değildir. Bilakis, “millî dava alerjileri” dikkati çekmekte, AB yönetimi karşısında teslimiyetçi bir anlayış ortaya koymaktadır. 58. Hükümet döneminde, AB’nin dayatmacı politika ve söylemlerini makul karşılayan ve bu çerçevede AB yönetimine taahhütlerde bulunmayı dış politikanın omurgası haline getiren bir yaklaşım sergilenmektedir. AKP yönetimi ve iktidarının Kıbrıs’ta “çözümsüzlük çözüm değildir” söylemiyle tarihin ışığını kararttığının, yeni bir adaletsizliğe çanak tuttuğunun farkında olmaması, çok üzücü, düşündürücü ve tehlikeli bir gidişatın habercisidir. Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs Türk halkının millî varlığını ve haklarını garanti altına almaya yönelik duyarlı çabaların “çözümsüzlük” olarak takdimi, RumYunan ittifakının elini güçlendirmekten başka bir sonuç doğurmamaktadır. Böyle bir dış politika, ne AKP yönetimine, ne de Türkiye’ye gerçekte hiçbir fayda sağlamayacağına göre, biran önce millî ve onurlu bir yönetim anlayışını sahiplenmeleri gerekmektedir. Son olarak, Kıbrıs’ta soykırım yapan değil, soykırıma maruz bırakılan ve bugün de çözüm arayan tarafın Kıbrıs Türk toplumu olduğunun, buna karşılık Rum tarafının Kıbrıs’a tamamen hakim olma emelleri bulunduğunun dikkate alınması gerekir. AKP iktidarının, Kıbrıs meselesine ve çözüm sürecine “AB gözlüğüyle” değil, bu temel noktaların ışığında millî bir gözlükle bakması zorunludur.
HİÇ ALDIRMADIM – Aralık 2006 – HÜRRİYET GAZETESİ
KKTC eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, 40 yıldır iktidara gelen her hükümetle, işbirliği yapmanın görevi olduğuna dikkati çekerek, “Hiçbir hükümet, ‘Bozguncudur, uzlaşmaz ve Kıbrıs meselesini aleni engelleyen adamdır’ diye açıkça Türk milletine beni şikâyet etmemiştir. Çünkü Türk hükümetiyle ve devletiyle birlikte yürüdük. Sayın Erdoğan, ABD’liler, İngilizler ve Rumlar gibi beni ‘uzlaşmaz’ olarak tanımlamıştır. Hiç aldırmadım, gücenmedim. Kendisine sevgim ve saygım devam ediyor” diye konuştu.
Denktaş konuşmasını şöyle tamamladı: “Şimdi, AB tarafından kandırıldığını söylüyor. Sayın Talat, Rumlar tarafından kandırıldığını söylüyor. ABD, İngiltere, BM temsilcisi Rumlar tarafından kandırıldıklarını söylüyorlar. Ben kandırılmadım. Herhalde bu suç değildir. Ancak şimdi, ‘Meseleyi halledeceğim’ diye adım adım, parça parça taviz vermek suretiyle tümünü kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyayız. Görevimizi yerine getiriyoruz gücenmesinler.”
[i] Çekip git, defol veya tahta direk anlamında kullanılan argo kelimedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanına BARRA diyen ve Annan Planı’na % 64,91 oranında EVET oyu veren Kıbrıs halkına dilimiz döndüğünce Kıbrıs lehçesi ile seslenelim. ‘‘STEKKA İLE DÖVÜLMESİ GEREKEN MANAMU KIBRISLILAR! DENKTAŞ GİBİ MISMIL BİR İNSANA BARRA DİYEN DİTSİROLAR, ÇOK EDEPSİZ ÇIKTINIZ. HAÇAN DA DÖNDÜNÜZ? DÜŞÜNMEK İÇİN GEREKLİ OLAN GAN BU LAFLARI EDERKEN KAFANIZDA DEĞİL DE BAŞKA BİR YERİNİZDE Mİ TOPLANDIYDI YOKSA ZİVANİYA MI İÇTİYDİNİZ? HASBA ÇIKARASINIZ!