savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,2096
EURO
36,7752
ALTIN
2.933,26
BIST
8.862,32
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
14°C
Ankara
14°C
Açık
Perşembe Açık
15°C
Cuma Açık
14°C
Cumartesi Çok Bulutlu
13°C
Pazar Parçalı Bulutlu
15°C

ARAP BAHARI VE ERDOĞAN

ARAP BAHARI VE ERDOĞAN
A+
A-

ARAP BAHARI VE ERDOĞAN

Yazar: David L. Phillips, An Uncertain Ally: Turkey Under Erdogan’s Dictatorship

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 6 Ocak 2018

Yazar David L. Phillips tarafından kaleme alınan ‘‘An Uncertain Ally: Turkey Under Erdogan’s Dictatorship’’ başlıklı kitabın Amazon sitesine koyulan tanıtım yazısında: ‘‘Recep Tayyip Erdoğan iktidarında Türkiye’nin bir diktatörlüğe dönüştüğü, İslamcı ajandaya katkı sağladığı, insan haklarını ihlal ettiği, basının ifade özgürlüğünü sınırladığı ve Kürtlere karşı bir savaş yürüttüğü ifade edilmektedir. Türkiye tarihsel olarak jeopolitik açıdan önemli bir ülke olsa da Avrupa’ya aykırı ve Birleşik Devletlerin belirsiz bir müttefiki haline gelmiş bir ülkedir.

Arap Baharı

Arap Baharı hareketi, 2010 ile 2012 yıllarında Kuzey Afrika ve Arap ülkelerine yayılır. İnsanlar demokrasi ve uzun süredir iktidara yapışan diktatörlerin gitmesi talepleri ile ayaklanırlar. Türkiye’nin, laik demokrasi ile İslami değerleri harmonize etmekteki ünü göz önüne alındığında, AKP Kuzey Afrika ve Arap dünyası için bir model statüsündedir. Erdoğan kendisini hareketin lideri olarak görmektedir. Fakat Arap Baharına karşı tepkisi dengesiz ve prensipten uzaktır. Türkiye’nin, yakın siyasi, güvenlik ve ticari ilişkileri olduğu despotlarla bağlantısını sürdürürken bir yandan da reformlar lehinde konuşmalar yapar. Türkiye, mevcut durum ile Müslüman Kardeşler arasında sıkışmış durumdadır. Her ikisi de demokratik değildir. Bunun da ötesinde Türkiye, kendi insan hakları uygulamaları göz önüne alındığında bölgede özgürlüklerin güvenilir bir şampiyonu olarak anılacak bir durumda da değildir.

Tunus Baharı ve Erdoğan

Arap Baharı, bir sokak satıcısının, arabasına uygulanan sınırlamaları protesto etmek maksadıyla kendisini ateşe vermesiyle Tunus’ta başlamıştır. Tunuslu bir sokak satıcısının kendisini feda etmesi, söndürülmesi güç bir ateş gibi hızla yayılır ve 2010 yılı Aralık ayında yaygın sokak gösterilerinin başlamasına neden olur.

Tunus Cumhurbaşkanı Zine al-Abidine Ben Ali’yi istifaya zorlayan halk gösterilerinde, yaklaşık olarak 300 insan hayatını kaybeder. Ben Ali, 2011 yılı Ocak ayında, 23 yıllık iktidarı sonrasında istifa eder. Erdoğan, Ben Ali’nin kaderi hakkında suskunluğunu muhafaza eder. Erdoğan ile Ben Ali arasında benzerlikler vardır. Erdoğan, Ben Ali’nin sürgün ve mahkûmiyetini desteklemenin bumerang etkisi yapmasından ve Türkleri de hesap sorma arayışlarına itmesinden korkmaktadır. Orta Doğu siyasetinde en önemli öncelik istikrardır. Erdoğan da benzer şekilde Türkiye’de otoritesini korumak için istikrarı öne çıkarmaktadır.

Arap Baharını yakan ilk kıvılcım – Kendisini ateşe veren Mohamed Bouazizi

Kökleri Müslüman kardeşler olan Ennahda Partisi, 2011 yılı Ekim ayında yapılan Tunus’un demokratik parlamenter seçimlerini kazanır. Ennahda’nın kurucularından olan Rashid al-Gannouchi, AKP’yi model olarak işaret etse de Cumhurbaşkanı Moncef Marzouki, İslami idareyi reddeden çok daha modern bir adamdır. Tunus sonunda, ülkenin İslami kültürünü ilerici özgürlükler ile harmanlayan liberal bir anayasaya 2014 yılında kavuşur. Anayasa İslam’ı devletin dini olarak kabul ederken bireysel haklar, grup hakları, kadın ve erkeklere eşit haklar, din özgürlüğü ve bağımsız bir yargı sistemini de ön planda tutmaktadır. Anayasa, Türkiye’nin 1982 tarihli askeri anayasasından çok daha ilericidir. Tunus ceza kanununda ifade özgürlüğünü susturmak için kullanılabilecek gerici yasa maddeleri yoktur.



Ennahda partisinin İslami kanadı, Tunus için AKP’nin izlediği yolu savunmaktadır. Bununla birlikte Ennahda liderliğinin başka düşünceleri vardır. Ennahda, İslamcı etiketini reddeder ve ‘‘Müslüman Demokratlar’’ kişiliğini kucaklar. Partinin liderleri, dini faaliyetler yerine politikaya bağlı olduklarını ilan ederler. Partinin yaklaşımı, AKP’nin 2002 yılında iktidara geldiğindeki gibidir. Tunus, anayasa vasıtası ile bir kontrol ve denge sisteminin yanı sıra, sivil toplum liderleri 2015 yılında Nobel Barış Ödülünü kazanan Ulusal Diyalog Dörtlüsünü oluşturur.

Libya Baharı ve Erdoğan

Tunus’tan sonra Arap Baharından etkilenen ikinci ülke Libya’dır. Türkiye’nin Libya’daki olaylara tepkisi de kararsız ve değişkendir. Türkiye’nin Libya ile derin ekonomik ilişkileri bulunmaktadır. En az otuz bin Türk işçisi Libya hükümeti tarafından finanse edilen 1,5 milyar dolar değerindeki inşaat işlerinde çalışmaktadır. Muammer Kaddafi’nin devrilmesi durumunda yaklaşık olarak 15 milyar dolar değerindeki sözleşmeler kaybedilecektir.

Muammer Kaddafi

Erdoğan ve Kaddafi arasında, ikili ilişkileri daha da karmaşıklaştıran yakın bir kişisel yakınlık da vardır. 1 Aralık 2010 tarihinde Erdoğan, Kaddafi Uluslararası İnsan Hakları Ödülünü kabul etmiştir. Bu ödül, Kaddafi’nin ülke içindeki siyasi muhaliflerine baskıyı yoğunlaştırdığı bir dönemde verilmiştir. Türk sivil toplum grupları Erdoğan’ı ödülü geri vermesi konusunda uyarmışlardır.

Libyalı reform yanlıları Erdoğan’ın Kaddafi’yi desteklemesi nedeniyle hayal kırıklığına uğramışlardır. Recep Tayyip Erdoğan, Libyalı isyancılara silah ambargosunu yürürlüğe koyduğunda, Bingazi’de devrimciler Türk bayrağını yırtmış ve Türk konsolosluğuna saldırmıştır. Kuzey Atlantik Konseyi, Libya’da giderek artan ölümcül şiddet sarmalına gösterilecek tepkiyi görüşmek üzere bir araya gelir. Erdoğan, NATO’nun Libya’ya müdahalesinin söz konusu olmadığını öne sürer ve saçma olarak nitelendirir. Erdoğan’ın tutumu kısmen kişisel kırgınlığından kaynaklanmaktadır. Uluslararası toplum üyeleri Paris’te Libya’daki politik geçiş dönemini görüşmek için toplanmış, fakat Erdoğan davet edilmemiştir. Erdoğan’ın dışarıda bırakılmasına tepkisi, Türkiye’nin bölgesel süper güç pozisyonunun daha da zayıflatmıştır.

Erdoğan seçeneklerini açık tutmak istemektedir. Fakat İngiltere ve Fransa Libya hava savunma sistemlerini bombalamaya başladığında Erdoğan gönülsüz bir şekilde katılımın isteğe bağlı olduğu koalisyona katılır. 3 Mayıs 2011 tarihinde, her zamanki retoriğine sarılır, kan dökülmesini kınar ve Kaddafi’ye, ülkesinin geleceği için iktidarı bırakması çağrısını yapar. Türkiye, Libya’ya Türk vatandaşlarının tahliyesi için bir firkateyn ve Bingazi’de yaralananların tedavisi için bir hastane gemisi gönderir. Nihayet NATO komutanlığını hava aracı ve gemi katkıları ile desteklemektedir.

Misurata’daki şiddet dramatik bir şekilde tırmanırken Erdoğan yönünü değiştirir. Türkiye’deki genel seçimlere bir ay vardır ve Erdoğan halk tarafında görülmek istemektedir. Erdoğan’ın ani değişikliği Türkiye’nin Libyalılar ile birlikte olduğunu göstermek açısından çok geç kalmış bir hamledir. Türkiye’nin Kaddafi sonrası Libya’da etkisi çoktan bir kenara itilmiş durumdadır. Türkiye’nin İslamcı grupları desteklemesi Libyalılar arasındaki uzlaşmayı da baltalamış ve ülkedeki iç savaşın uzamasına neden olmuştur.

Bir zamanlar bölgede istikrarın sembolü olan Libya, Batının sözde insani müdahalesi sonrasında çökmeye devam etmekte ve insanlar köle olarak çalıştırılırken, toplumda tecavüz ve insan kaçakçılığı giderek artmaktadır. Libya’da devam eden savaşın, gelecekte çok daha büyük acılara neden olacağı da aşikârdır. Libya’da yaşananlar ile ilgili Sun Savunma Net sitesinde 17 Nisan 2017 tarihinde yayımlanan ‘‘Şeytani Diktatörden Kurtarılan Son Ülke Libya’da Aleni Esir Ticareti Yapılıyor’’ başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.

Mısır Baharı ve Erdoğan

Libya’nın aksine Erdoğan’ın Mısır’daki politik geçişe desteği çok süratli olmuştur. Erdoğan ile Devlet Başkanı Hosni Mubarak arasındaki ilişkiler gergindir. Mubarak, Erdoğan’ın Arap sokağına girme çabalarını dikkatli bir şekilde izlemektedir. Türkiye’nin, Kahire’nin sorumluluğunda olan Gazze ile Filistin Otoritesi ve Hamas arasındaki uzlaşmayı içeren diplomatik dosyalara el atmasına da öfkelenmiştir. Kahire’nin Tahrir Meydanında protestolar arttığında Mubarak’ı istifaya davet eden ilk dünya lideri Erdoğan olmuştur.

Müslüman Kardeşler başkanı Mohamed Morsi, 2012 yılı Haziran ayında Mısır devlet başkanlığına seçilir. Türkiye Morsi’yi memnuniyetle karşılar, yaklaşık olarak 2 milyar dolar yardım sözü verir. Morsi halkın sadece %52’sinin katıldığı bir seçimde başkan seçilmiştir. Mubarak’ı destekleyenler ile uzlaşmada veya etkin yönetimde başarısız olur. İlericiler ve Mubarak’ı destekleyenler, Morsi’nin Müslüman Kardeşler ve onun İslamcı ideolojilerine son derece bağlı olduğuna inanmaktadırlar. Morsi, yargı sistemini bypass ederek, İslamcılığı ön plana çıkaran yeni bir anayasayı destekleyerek yürütme yetkilerini güçlendirmek istemektedir. Ölümcül sokak savaşları Morsi’yi 2012 yılı Kasım ayında anayasa taslağını geri çekmeye zorlar. Morsi’nin iktidardaki ilk günlerinden itibaren Mısır ordusu, onun devlet başkanlığı görevinden uzaklaştırılması maksadıyla komplo hazırlıklarına başlamıştır. Morsi ancak bir yılın üzerinde bir zaman iktidarda kalabilir.

Mohamed Morsi

Morsi’nin görevden alınmasını haklı göstermek maksadıyla Mısır ordusu 30 Haziran 2013 tarihinde gösteriler düzenletir. General Abdel Fattah el-Sisi, Morsi’nin 1 Temmuz günü istifa etmesini talep eder. İki gün sonra Sisi onun tutuklanmasını emreder. Sonra, Müslüman Kardeşler örgütü üzerine sistematik bir baskı uygulamasını başlatır. Binlerce muhalif öldürülür ve on binlercesi tutuklanır. Morsi ve Müslüman Kardeşler örgütü mensubu 100’den fazla sanık, casusluktan halkı kışkırtmaya uzanan suçlardan mahkûm edilirler. Morsi ölüm cezasına çarptırılır.

Bazıları Morsi’nin iktidardan uzaklaştırılmasını demokrasinin zaferi olarak sunarken Erdoğan bunu ‘‘kabul edilemez bir darbe’’ olarak tanımlar. Erdoğan uluslararası toplumu da kınamaktadır: ‘‘Birleşmiş Milletlerin yanı sıra demokratik ülkeler, Mısır’da seçilmiş bir devlet başkanının iktidardan uzaklaştırılmasını ve tercihlerini korumak isteyen binlerce masum insanın öldürülmesi gibi olayları seyretmekten başka bir şey yapmadı. Ve darbeyi gerçekleştiren kişiye meşruiyet verdiler’’ açıklamasını yapar. Türkiye ile Mısır arasındaki ikili ilişkiler çöker. Diplomatik bir öfke ile Türkiye Mısır ordusunu gaddarlıkla suçlar. Karşılık olarak Mısır da Ermeni Soykırımını tanıyabileceğini söyler.

Erdoğan kaderinin Morsi ile bağlantılı olduğuna inanmaktadır. Mısır’da sokak protestoları başladığı anlarda liberal ve laik Türkler de Gezi Parkı ve ülkenin 60 kentinde toplanarak reform ve Erdoğan iktidarının hesap vermesini talep etmektedir. Erdoğan, Morsi ve kendisini kurtarmak için bir Batı komplosu hikâyesine sarılır. İsrail’i darbeyi planlamakla suçlar. Türkiye, Kahire’deki büyükelçisini geri çağırır. Tel Aviv ve Şam’daki büyükelçiler de geri çağrılmıştır.

Türkiye’nin Arap Baharı hareketine karşı tepkisi dengesizdir. Erdoğan, İslamcıları desteklemek ve Türkiye’nin ticari ve güvenlik çıkarları olan ülkelerdeki diktatörlere sadık kalmak arasında kararsızdır. Yaklaşımı prensipten yoksundur. Dar ve ileriyi göremeyen mezhepsel bir çıkara dayanmaktadır. Türkiye, Şii muhaliflerin iktidardaki Suudi destekli monarşilere karşı ayaklandığı Yemen ve Bahreyn’deki olaylara neredeyse hiç tepki göstermez. Arap Baharı hareketine karşı tutarlı ve prensiplerden uzak yaklaşımı, Türkiye’yi Arap Ülkelerinden uzaklaştırır. Mısır’da yaşananlar ile ilgili Sun Savunma Net sitesinde 8 Şubat 2017 tarihinde yayımlanan ‘‘Mısır’ın ilk seçilmiş başkanı Morsi’nin ölüm cezasıyla sonlanan öyküsü’’ başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz.

Suriye de başka bir muammadır. Suriye devriminin başladığı 15 Mart 2011 tarihinde Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkiler çok iyidir. Erdoğan, Bashar al-Assad’ın süratle iktidardan düşeceğini ve Müslüman Kardeşlerin iktidarı alacağını ümit etmektedir. Demokrasiyi desteklemek, Türkiye’nin gündemini ilerletecek ve PKK ile olan savaşına yardım edecek Sünni Arapların desteklenmesi anlamına gelmektedir. Bir kez daha Türkiye’nin varsayımları yanlıştır. Suriye, Erdoğan’ın Waterloo’su olan büyük bir bataklıktır.

Çevirenin Notları: Yazı, David L. Phillips tarafından kaleme alınan ‘‘An Uncertain Ally: Turkey Under Erdogan’s Dictatorship’’ adlı kitabın ‘‘Arab Spring’’ başlıklı bölümünün çevirisidir ve aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Yazıda ifade edilen düşünceler sayın yazara aittir.

 

BU ALANA REKLAM VEREBİLİRSİNİZI
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.