Avustralya’nın bir soykırım geçmişi var, fakat beyaz adam hâkim olduğu sürece kimse bunu öğrenemeyecek. Gerçeği öğrenmek istiyorsak tarih ve arkeolojiyi sömürge zincirlerinden kurtarmalıyız.
Yazar: Lowanna Gibson, The Guardian, 25 Şubat 2019
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 10 Mart 2019
Çocukken tarihi severdim. Indiana Jones gibi süper havalı bir arkeolog olmak hep rüyalarıma girerdi. Tarih güzel bir şeydir, çünkü kendimiz hakkında gerçekleri öğrenmemizi sağlar; bazı şeyleri neden ve nasıl yaptığımızı düşündürür ve ümit ederim ki hatalarımızdan ders almamızı da sağlar. Bununla birlikte tarihin, özellikle de yerli halklarla ilgili tarihin öğretilme şekli oldukça tartışmalı bir alandır. Yerli halkla ilgili tarihin öğretilme ve yorumlanma şeklinin, gerçeklerin ortaya çıkarılmasında olumsuz etkilerinin olduğunu ve bu etkilerin de sürmeye devam edeceğini rahatlıkla ifade edebilirim.
Yerli halkın tarihi yüzyıllar boyunca orantısız bir şekilde tarihçiler, çeşitli yorumcular ve politikacılardan oluşan beyaz adam tarafından kurgulanmış ve yorumlanmıştır. Örneğin, yerli halklara karşı uygulanan vahşetle ilgili makaleler hep beyaz adam tarafından kaleme alınmış, fakat bu makalelerde kasten soykırım niyeti olmadığı ileri sürülerek ve inkâr edilerek, nedense daima soykırımın gerçekleşmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Soykırım genellikle ‘‘soykırım uygulama niyeti olmaması’’ ve yasalarla düzenlenen bir politika olmaması temellerine dayandırılarak inkâr edilmektedir. Bununla birlikte, beyaz adamın gelmesi sonrasında Avustralya’da yaşananlar soykırım tanımı ile tamamen örtüşmektedir.
Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesine göre; ulusal, etnik, ırksal ve dini bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri soykırım suçunu oluşturmaktadır:
Tarih olarak bize anlatıların çoğu beyaz Avustralya tarafından aklanarak temize çıkarılmış yorumlardır. Kaptan James Cook ve Amiral Arthur Phillip’in Avustralya’ya soykırım niyetiyle gelmediğine yönelik kanıtlar olsa da bu gerçeği göz ardı etmek gerçekten saçma ve aptalcadır. Ne de olsa bu ikili bütün Avustralya tarihindeki tek liderler değildir. Neredeyse ‘‘istemeden’’ bir insan ırkının tamamını ortadan kaldırmak imkânsızdır.
Çalınan Nesil’e kasıtlı bir soykırım uygulandığı gün gibi ortadadır. Yerli halkın çocuklarının, ailelerinden kasten ve zorla uzaklaştırılmalarının soykırım olarak nitelendirilemeyeceği söylense de yapılanlar kesinlikle yasal tanımın kapsamına girmektedir. Bazıları, yerli halkı korumak maksadıyla 1915 yılında yürürlüğe giren Aborijinlerin Korunması Yasası nedeniyle beyaz adamın soykırım niyetinin olmadığını ileri sürebilir, fakat yasanın temeli asimilasyonu hedeflemektedir ve uygulamaya koyulan değişikliklerle, yerli halk tamamen asimile edilemese de çocukları ellerinden alınmıştır.
(ÇN: Yasanın yürürlüğe giriş tarihi 1909’dur. 1915 yılında yapılan değişiklikler hükümete yerli çocukları ailelerinin elinden istediği zaman ve sebeple alma yetkisi vermiştir. Hükümet tarafından bütün Avustralya genelinde uygulanan aşağıda ifade edilen değişiklik Çalınan Nesil kavramının doğmasına neden olmuştur).
‘‘Kurul, gerekli inceleme sonrasında çocuğun ahlaki ve fiziksel iyiliği açısından faydalı olacağına ikna olması durumunda, her Aborijin çocuğun tam kontrol ve velayetini alabilir. Kurul bunun sonucu olarak, böyle bir çocuğu ailesinden alarak en iyi olduğunu düşündüğü kontrol ve bakıma tabi tutar.’’
Yasadaki değişiklik sayesinde yerli halka ait çocuklar ailelerinin ellerinden alınır ve bebekler, Bomaderry’de bulunan United Aborigines Mission Home (Birleşik Aborijinler Misyon Evi), erkek çocuklar Kempsey yakınlarındaki Aboriginal Boys Training Home (Aborijin Çocuklar Eğitim Evi) ve kız çocuklar da Cootamundra Girls Home (Cootamundra Kızlar Evi) merkezlerine gönderilirler.
Beyaz Avustralya ‘‘Yerli Halk’’ probleminin çözülmesini istemiştir. Problemin çözülme şekli de bütün bir ırkı ortadan kaldırmak için çocukların bilerek ve zorla ailelerinden alınması olmuştur. Soykırım uygulamalarının mevzuatta açıkça belirtilmesine gerek yoktu, fakat Avustralya olayında soykırım hükümet tarafından onaylanmıştı.
Yasa değişikliğinin çerçevesine bakıldığında niyet apaçık ortadadır. Bu kanıtlar sunulduktan sonra dahi insanlar, hâlâ aslında niyetin iyi olduğunu ileri sürebilirler. Bu insanlar hâlâ haksızdır. İyi niyetle olması durumunda dahi bu sadece, yerli halk problemi olmasaydı hayatları çok daha kolaylaşacak olan yerli olmayan insanlar için geçerlidir.
Tarihçiler hükümetin bazen yerli halka karşı işlenen cinayetleri durdurmaya teşebbüs ettiğini ileri sürmektedirler. Örneğin, Myall Creek Katliamında verilen karar, hükümetin yerli halka karşı işlenen cinayetleri durdurma teşebbüslerinin bir kanıtı olarak gösterilmektedir. Ama ben, yerli halktan birini öldürmenin, günümüz dünyasında trafik kurallarını ihlal etmek suçuna denk geldiğini iddia ediyorum.
İnsanların yerli halkın ölümünden sorumlu tutularak cezalandırıldıkları ilk örnek de olsa Myall Creek Katliamına katılan 11 kişiden sadece yedisi, ancak ikinci yargılama sonucunda suçlu bulunmuş ve asılarak idam edilmişlerdir. İlk yargılama sonucunda katliam suçunu işleyen 11 adam, sadece 15 dakikalık bir müzakere sonrasında suçsuz bulunmuştur. Jüri üyelerinden bir tanesi adamların suçlu olduğunu bilse de siyah bir insanı öldürdüğü için bir beyaz adamın asılmasını görmek istememiştir. Katiller sadece ‘‘Charley’’ adlı çocuğun cinayetinden suçlu bulunmuştur. Kanıt, Myall Creek Katliamının faillerini mahkûm etmenin ne kadar zor olduğunu ortaya koymaktadır.
Olayın meydana geldiği tarihte 50 kadar aborijin bir sığır çobanının daveti üzerine Myall Creek İstasyonuna taşınmıştır. İçlerinden on tanesi silahlı bir grup adamın Myall Creek İstasyonuna gitmeyi planladığını duyduklarında, 50 kilometre uzaklıktaki komşu bir istasyonda çalışmaktadır. Mümkün olabildiğince hızlı geri dönerler, fakat vardıklarında her şey bitmiştir.
John Fleming liderliğindeki sığır çobanları, geride kalan Aborijinlerin bulunduğu Myall Creek İstasyonu yakınlarındaki kulübelere giderler. Silahsız aborijinlerin ellerini bağlarlar ve onları hemen batıdaki bir tepeye götürürler, sadece iki çocuk kaçmayı başarır. Beyaz adam, kulübelerinden 800 metre uzaklıkta silahsız ve savunmasız aborijinleri öldürene kadar kesip biçer. Kafalarını keserler ve başsız bedenleri düştükleri yerde bırakırlar, sonra da bir kamp kurarak içmeye başlarlar.
Bir kadın, kesilen boğazından kan fışkırarak koşmaktadır, sonra hâlâ canlıyken bebeği ile birlikte ateşe atılarak yakılır.
Geç vakitlerde erkekler olay yerine gelir ve onlara uzaklaşmaları söylenir, çaresiz Aborijinler karanlığın içinde kaybolurlar. Katiller iki gün sonra geri döner ve kurbanlarının cesetlerini yakarlar.
Olay sonrası on şüpheli yakalanır ve 300 kilometre uzaklıktaki Sydney kentine götürülürler, liderleri John Fleming kaçmayı başarmıştır.
Jüri üyelerinden bir tanesinin 18 Aralık 1838 tarihinde yaptığı açıklama aşağıdadır:
‘‘Siyahları maymunlar olarak görüyorum ve yeryüzünden ne kadar çabuk yok olurlarsa o kadar iyidir. Bir siyahı öldürdüğü için asla beyaz bir adamın asılmasını görmek istemem.’’
Sonra, 1928 yılında bilinen son büyük katliam gerçekleşir. Hiç kimse cinayetle suçlanmaz, yargılama dahi yapılmaz, sadece küçük bir mahkeme soruşturmasıyla olay kapatılır. Mahkeme soruşturmasında, cinayetleri işleyenlerin kendilerini savunma maksatlı hareket ettikleri sonucuna varılmıştır. Bazı beyaz tarihçiler için bu olay da hükümetin yerli halka karşı işlenen cinayetleri durdurma teşebbüslerinden bir tanesidir, fakat bir Aborijin açısından bakıldığında benim farklı bir yorumum var.
Geçtiğimiz ay Başbakan Scott Morrison, Kaptan James Cook’un Endeavour ile yaptığı seyahati yeniden canlandırmayı düşündüğü 6,7 milyon dolarlık bir planını açıklamıştır. Beyaz bir erkek olarak Başbakan Morrison, Kaptan Cook hakkında diğer beyaz erkekler tarafından kaleme alınmış çok güzel hikâyeler okumuş olmalı, bununla birlikte Pasifik adalarında yaşayan birçok insan Kaptan Cook’ın bir sahtekâr olduğuna inanmaktadır. Hatta bu sahtekârın karısından bulaşmayan frengiden öldüğü, adamlarının hastalık yaydığı ve çocuklara dahi tecavüz ettikleri ileri sürülmektedir.
Maori halkından Tina Ngata ilk ağızdan anlatılanlar üzerinde çalışmış ve bunlara büyük ihtimalle nesiller arasında aktarılan bilgilerden etkilenen kendi yorumlarını da eklemiştir. Ngata’nın yazdıklarını ilk okuduğumda onu sorguladığımı fark ettim, fakat birden, insanların burada yerli halka yaptıklarının tam da bu olduğunu anladım. Toplumun içinde o kadar kökleşmişti ki yerli halkın söylediklerini dikkate almak ve ailelerin birbirlerine aktardıkları tarihsel bilgiler yerine, beyaz tarihçiler tarafından kaleme alınan ilk ağızdan anlatılanlara en fazla değer vermeliydik.
Bir arkeoloji öğrencisi olarak, diğer beyaz adamlar tarafından yazılan materyalleri kullanan beyaz adamlar tarafından eğitiliyorum. Sömürgecilik zihniyetinden kurtulmaları gerektiğinden; antropoloji, arkeoloji ve tarih gibi disiplinleri sorgulamak zorundayız. Nihayetinde, bu temel disiplinlerin en ön saflarında toplumu kendi bakış açılarına göre yorumlayan beyaz adamlar bulunmaktadır. Bir insanın tarihi önyargısız ve tarafsız olarak yorumlayabileceğine inanmak gülünçtür. Yerli halkın tarihini yorumlarken o halkın sesini dâhil etmemek, tarihin yanlış kaydedilmesine ve sürekli başarısız politikalara neden olacaktır.
Çevirenin Notları: Yazar Lowanna Gibson Sydney Teknoloji Üniversitesinde hukuk yüksek lisans öğrencisidir. Gibson, Sydney Üniversitesi Arkeoloji/Antropoloji dalında lisansüstü eğitim gören Kamilaroi halkı mensubu bir kadındır.
Sayın yazar tarafından kaleme alınan makale aslına sadık kalınarak çevrilmiş, bazı fotoğraflar ve ilave bilgiler italik harfler ve çevirenin notu olarak ilave edilmiştir. Yazını orijinal metnine aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
Australia has a genocidal history but we won’t learn while it’s dominated by white men | Lowanna Gibson
We need to decolonise history and archaeology if we want to know the truth