savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,1841
EURO
36,8151
ALTIN
2.920,41
BIST
8.862,32
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
14°C
Ankara
14°C
Açık
Perşembe Açık
16°C
Cuma Açık
14°C
Cumartesi Çok Bulutlu
13°C
Pazar Az Bulutlu
14°C

Bir Güvenlik Ortağı Olarak Türkiye

Bir Güvenlik Ortağı Olarak Türkiye

Bir Güvenlik Ortağı Olarak Türkiye

 

Yazar: F. Stephen Larrabee, RAND PROJECT AIR FORCE, 2008

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 5 Eylül 2018

 


F. Stephen Larrabee tarafından 2008 yılında kaleme alınan ve ilk cümlesi: ‘‘Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünün (NATO) kurulduğu 1949 yılından beri Amerika’nın Türkiye ile olan güvenlik ortaklığı, her iki tarafın da değer verdiği stratejik bir varlık olarak görülmüştür. Fakat günümüzde, Büyük Orta Doğu, Türk güvenlik politikaları ve Türk toplumundaki eğilimlerin, iki ülke arasındaki ortaklığın temelini oluşturan çıkarların müşterekliğini erozyona uğrattığı görülmektedir. Henüz teyit edilmemiş olsa da bu eğilimler, Türkiye’deki ABD etkinliğini zayıflatabilir ve Orta Doğu’daki istikrarsızlığı artırabilir’’ ile başlayan ‘‘Birleşik Devletler Güvenlik Ortağı Olarak Türkiye- Turkey as a U.S. Security Partner’’ adlı raporun ‘‘Birleşik Devletler için Öneriler’’ kısmı çevrilerek aşağıda sunulmuştur.

 

Birleşik Devletler için Öneriler

Türkiye gelecekte çok daha az tahmin edilebilir ve zor bir müttefik olacaktır. Bir taraftan Birleşik Devletler ile olan iyi ilişkilerini sürdürmek isterken, öte taraftan Kürt meselesi, İran’ın nükleer hırsları ve Lübnan krizinin olumsuz etkileri nedeniyle Türkiye’nin çok daha ağır bir şekilde Orta Doğu’ya çekilmesi muhtemeldir. Sonuç olarak, Türkiye’nin Batı kimliği ile Orta Doğu’ya yönelimi arasındaki gerilimin büyüme olasılığı bulunmaktadır. Bunun yanı sıra son on yılda kendini gösteren ABD ve Türk çıkarları arasındaki uyuşmazlıkların artması da muhtemeldir.

 

Orta Doğu’daki artan değeri ve önemi göz önüne alındığında; Türkiye’nin başta İncirlik olmak üzere, askeri üslerin bölgedeki savaş operasyonlarında kullanılması konusunda gelecekte daha da isteksiz davranması muhtemeldir. Cumhurbaşkanı Özal’ın, Körfez Harbi esnasında Birleşik Devletlere İncirlik Hava Üssünü muharebe görevleri için kullanma izni vermesi, bir kuraldan öte sadece bir istisnadır. O zamandan beri Türkiye, Birleşik Devletlerin İncirlik Hava Üssünü Orta Doğu’daki muharebe operasyonları için kullanmasını giderek sınırlamıştır. Birleşik Devletler bu nedenle, Türk üslerini, özellikle de İncirlik’i, Körfez ve Orta Doğu’da icra edeceği muharebe operasyonları için bir toplanma bölgesi olarak kullanabileceğine güvenmemelidir.

Bunun da ötesinde Türk güvenliği açısından Kürt meselesinin önemi göz önüne alındığında; Türkiye’nin, her ikisi de Türkiye’nin bağımsız bir Kürt devletinin ortaya çıkmasını engelleme yönündeki arzusunu paylaşan İran ve Suriye ile iyi ilişkilerini sürdürmesi için çok güçlü nedenleri bulunmaktadır. Türkiye’nin İran ile giderek büyüyen enerji bağlantıları, bu özel ilişkideki çıkarlarını sağlamlaştırmıştır. Bu nedenle Türkiye’nin, ABD’nin İran ve Suriye’yi izole etme veya her iki ülkedeki rejimleri devirme yönündeki çabalarını desteklemesi pek olası değildir. Aksine Ankara’nın, İran ve Suriye ile bağlantıyı hedefleyen politikalardan yana olması ve Birleşik Devletleri her iki ülkeyle de diyalog başlatması yönünde teşvik etmesi muhtemeldir.

Türkiye bunun yanı sıra, Ankara’nın Körfez Bölgesi ve Orta Doğu’da bir nükleer savaşın fitilini ateşleyebilecek olan nükleer silahlara sahip bir İran da istememektedir. Burada, Türkiye ile Birleşik Devletlerin çıkarları örtüşmektedir. Türkiye’nin, İran’ın nükleer silahlara sahip olma yönündeki olası arzusu hakkındaki endişeleri, İran devletinin Uluslararası Atom Enerji Ajansı düzenlemelerine uymasına yönelik görüşmelerin çıkmaza girmesi veya çökmesi durumunda artacaktır. Bu durum, özellikle füze savunması alanında olmak üzere, ABD ile Türkiye işbirliği için yeni fırsatlar ortaya çıkaracaktır.

 

Bununla birlikte, Birleşik Devletler ile Türkiye arasındaki en önemli potansiyel fikir ayrılığının, PKK terör örgütünün kuzey Irak’ta bulunan sığınaklarından düzenlediği terör saldırılarının nasıl ele alınacağı hususunda olması muhtemeldir. Son birkaç yılda PKK terör örgütü tarafından öldürülen Türk güvenlik personel sayısı dramatik bir şekilde artmıştır.  Türkiye’nin PKK terör örgütüne karşı tek taraflı askeri faaliyete geçmesi yönünde, başta Türk Silahlı Kuvvetlerinden olmak üzere iç baskı giderek artmaktadır. AKP’nin 22 Temmuz 2007 milletvekili seçimlerindeki büyük başarısı, siyasi açıdan Erdoğan’ın elini güçlendirmiş ve ona diplomatik açıdan bir nefes alma fırsatı vermiştir. Fakat PKK terör örgütünün seçim sonrasında saldırılarını yoğunlaştırması durumunda Erdoğan, terör örgütüne karşı tek taraflı askeri faaliyete geçmesi yönünde yeniden artan iç baskılara maruz kalabilir.

 

Türk yetkililer, Birleşik Devletlerin Irak stratejisinin nasıl gelişeceğini çok yakından izliyor olacaktır. Ankara, daha büyük mezhep çatışmalarına yol açacağı ve başta İran ve Suriye ve hatta Suudi Arabistan’ı da içine çekebileceği endişeleriyle, ABD birliklerinin Irak topraklarından acele bir çekilmesini görmek istememektedir. Bununla birlikte Türkiye,  bazı ABD’li yetkililerin savunduğu; kuzey Irak’taki artan ABD birlik sayısına da şiddetle karşı çıkmaktadır. Türk yetkililer böyle bir hamlenin, Türkiye’nin Birleşik Devletler ile ilişkilerini keskin bir şekilde azaltacağı ve ABD- Türkiye ilişkilerindeki gerginlikleri daha da kötüleştireceği uyarısını yapmıştır.

Kısaca Birleşik Devletler, özellikle Orta Doğu’da olmak üzere, çıkarları her zaman Birleşik Devletlerin çıkarları ile örtüşmeyen çok daha bağımsız fikirli ve iddialı bir Türkiye’ye katlanmaya alışmak zorundadır. Özellikle Kürt meselesi yeni ayrılıklara neden olabilir. Birleşik Devletler’in bu meseleyi nasıl ele alacağı, Türklerin gözünde muhtemelen, ABD-Türkiye ittifakının değerinin çok önemli bir sınavı olacaktır. Birleşik Devletler, PKK hakkında Türk endişelerini daha kararlı bir şekilde dikkate almaz ise, ABD-Türkiye ilişkilerinin daha da kötüye gitme ve şimdiden güçlü olan Amerikan aleyhtarlığının giderek artma olasılıkları bulunmaktadır.

Birleşik Devletler bunun yanı sıra, bazı ABD’li yetkililerin alışkanlık haline getirdiği gibi, Türkiye’yi Orta Doğu’daki Müslüman ülkeler için bir model olarak tanımlamaktan da kaçınmalıdır. Türkiye’nin bu şekilde tanımlanması, Türkiye’nin Batı ile bağlarını zayıflatacağından ve Türk siyasetinde İslam’ın rolünü güçlendireceğinden korkan, başta Batılılaşmış elitler ve ordu olmak üzere birçok Türkü rahatsız etmektedir. Bunun yanı sıra Türkiye’nin bir model ülke olma fikri, Türkiye’yi bölgede eski bir sömürgeci olarak gören Orta Doğu’daki Arap devletleri arasında da olumlu bir yankı yapmamaktadır.

 

Türk toplumunun modernleşmesi de ABD politikasının uygulanmasında çok önemli zorluklar yaratacaktır. Türkiye’de son birkaç on yıldır yaşanan demokratikleşme süreci,  bazıları İslamcı olan yeni grupların siyasi arenaya girmesi için fırsatlar yaratmış ve geleneksel Kemalist elitlerin Türk dış politikasını yönlendirme ve yönetme kabiliyetini zayıflatmıştır. Günümüzde Türkiye’deki siyasi çekişmeler 20 veya 30 yıl öncesine nazaran çok daha açık ve farklıdır. Bunun yanı sıra siyasi arenaya yeni politik güçler ve aktörler girdikçe,  laikler ve İslamcılar arasındaki gerilimin de artma ve çok daha büyük dâhili çatışmalar ile siyasi kutuplaşmaya yol açma olasılığı bulunmaktadır.

Türkiye politik liderlik açısından da önemli bir değişiklikle karşı karşıyadır. Soğuk Savaş döneminde Türk politikasını yöneten Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit gibi liderler siyasi arenadan silinip gitmektedir. Birleşik Devletlerdeki politika yapıcıları, dünya görüşleri hem ABD’den hem de kendilerinden öncekilerden çok daha farklı olan yeni nesil Türk politikacılarla iletişime geçmek zorunda kalacaklardır.

 

Son olarak; Türk ordusunun rolü de değişmektedir. Son 70 yıl içinde ordu, perde arkasında güçlü bir siyasi rol oynayarak ve demokrasi ile laiklik tehlikeye girdiğinde müdahale ederek ‘‘Türk demokrasisinin koruyucusu’’ olarak hareket etmiştir. Son on yılda yapılan demokratik reformlar, özelikle de Erdoğan hükümetinin uygulamaya koydukları, ordunun siyasete burnunu sokma gücünü azaltmıştır.

Bununla birlikte, Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın 27 Nisan 2007 tarihinde yayınladığı gece yarısı muhtırasında altı çizildiği gibi ordu kendisini Türkiye’deki laik düzenin en büyük koruyucusu olarak görmeyi sürdürmektedir. Ordunun, Avrupa Birliği üyeliğinin gerektirdiği gibi önemli ölçüde zayıflatılmış siyasi bir rolü kabul edip etmeyeceği henüz yanıtlanmamış bir sorudur ve önümüzdeki on yıl içinde de Türkiye’nin siyasi evrimini etkileyen kritik meselelerden bir tanesi olmaya adaydır.

Çevirenin Notları: ‘‘Birleşik Devletler Güvenlik Ortağı Olarak Türkiye- Turkey as a U.S. Security Partner’’ adlı raporun ‘‘Birleşik Devletler için Öneriler’’ kısmı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Raporda ifade edilen ve ileri sürülen görüşler yazar F. Stephen Larrabee ve RAND yayın kuruluşunun görüşlerini yansıtmaktadır. Raporun çevrilmesi ve paylaşılması Sun Savunma Net ve çevirenin aynı görüşleri paylaştığı anlamına gelmemektedir.

 

Rapordan Alıntılar

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerindeki gerginliklerin ABD-Türkiye ilişkilerini etkilemesi muhtemeldir. Geçmişte Avrupa Birliği ile ilişkileri kötüleştiğinde Türkiye daima yönünü Birleşik Devletlere döndürebilirdi. Fakat bu seçenek artık yok. Onlarca yıldır ilk kez Türkiye’nin hem Washington hem de Brüksel ile ilişkileri aynı anda gerilmiş durumdadır. Birleşik Devletler ve Avrupa Birliği ile ilişkilerin aynı anda bozulması, Türkiye’de saldırılara açık olma duygusu ve milliyetçiliği artırmıştır. Türkiye giderek artan bir oranda, artık geleneksel müttefiklerine güvenemeyeceğini ve kendi kaynaklarına dayanması gerektiğini hissetmektedir.

 

 

Soğuk Savaş esnasında Türkiye tam 24 Sovyet tümenini bağlamış ve Sovyetler Birliğinin Akdeniz ve Orta Doğu’ya doğru yayılmasının önünde engel vazifesi görmüştür. Soğuk Savaşın bitmesi sonrasında Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya ile Orta Doğu arasındaki bağlantı noktasında yer alan Türkiye’nin, Birleşik Devletler açısından stratejik önemi azalmamıştır. Bu bölgelerin üçünde de Birleşik Devletlerin çıkarları için Türk işbirliği gerekli ve önemlidir.

 

Türkiye nükleer silahlara sahip bir İran istemese de nükleer silahlara sahip İran’ı yaşamsal bir tehdit olarak da algılamamaktadır. Ankara, İran’ın nükleer silahlara sahip olmasının Körfez bölgesinde istikrarsızlığı artırmasından ve Türkiye’yi kendi savunma karşı tedbirlerini almaya zorlamasından korkmaktadır. Türkiye’nin İran’ın nükleer tehdidine karşı koyabilmesi için üç alternatifi bulunmaktadır:

  • Füze savunma sistemleri alanında ABD ve İsrail ile işbirliğini geliştirmek,
  • Başta orta menzilli füzeler olmak üzere kendi konvansiyonel kabiliyetlerini geliştirmek ve
  • Kendi nükleer imkân ve kabiliyetini geliştirmektir.

 

Bu seçeneklerden sonuncusu başvurulacak son çare olabilir ve sadece Türkiye’nin güvenliği ciddi şekilde tehdit altında olduğunda başvurulabilir. Fakat Türkiye’nin Washington ve Brüksel ile ilişkilerinin bozulması ve ülkede artan milliyetçilik göz önüne alındığında bu seçenek asla göz ardı edilmemelidir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.