Berk ÖZER, USMER Yürütme Kurulu Üyesi, Sun Savunma Net, 23 Aralık 2018
Suriye İç Savaşı başladığı günden bu güne, taraf tutmanın, müdahil olmanın, ne kadar yanlış olduğunu ve komşuda yaşanacak en ufak bir yangının bile bize de sıçrayacağını, sonuçlarından bizim de zarar göreceğimizi söylemiştik. Bu süreç içerisinde keşke uyardığımız konular, başından itibaren dikkatle dinlenilip, aksiyonlar alınsaydı. Belki de bugün çok daha farklı bir durum ortaya konmuş olabilirdi. Sürecin içerisindeki değişkenler ve yapılan yanlışlıklarla birlikte, yine de uyarılarımızı devam ettirmeye ve olması gerekenleri paylaşarak, olacaklara ışık tutmaya devam edeceğiz. Şimdi sizleri bugünümüze ışık tutan yazılarımızdan, sadece birkaç tanesinin, sonuç kısımlarına götüreceğim.
İlk olarak tarih 08 Kasım 2018: “Türkiye’nin, tüm bu ahval ve şeraitten çıkması için atması gereken ve jeopolitiğin dayattığı en önemli adım, komşumuz Suriye ile masaya oturmaktır. Astana’nın dört ortağı, kendi aralarında artık doğrudan iletişimi sağlayarak; Irak Yönetimi’ni de bu konularda ikna etmeli ve çözüm için Fırat’ın doğusuna yönelmelidir. Fırat’ın doğusundaki çözümün kalıcı adı iki yıldır üzerine basa basa belirttiğimiz gibi: “Batı Asya İttifakı” dır. ABD’nin ve İsrail’in bölgedeki uzantıları olan PKK, PYD, YPG, YPJ, SDG, PEJAK adı ne olursa olsun; Batı Asya İttifakı ile bölgenin çözüme kavuşacağı ortam sağlanmalı ve medeniyetin beşiği olan bu topraklar, emperyalizm ve onun terörist uzantılarından kalıcı olarak temizlenmelidir.”
İkinci olarak tarih 03 Ekim 2018: “Fırat‘ın doğusundaki çözümün kalıcı olabilmesi ve bölge ülkelerinin güvenliği için, Irak Merkezi Hükümeti, Şam Yönetimi ve tabi İran’la birlikte hareket edilip, kırk yıldan fazla süredir başımıza bela edilen terör illetini bölge ülkeleri ile birlikte bitirmektir. Bu fırsat kaçırılmamalı, ABD’nin PKK’ya zaman kazandırma taktiklerine itibar edilmemelidir. ABD‘nin ve İsrail‘in bölgedeki uzantılarının (PKK, PYD, SDG adı her ne olursa olsun) kökü kurutulmalı, Batı Asya İttifakı ile bölgenin çözüme kavuşacağı ortam sağlanmalı ve medeniyetin beşiği olan bu topraklar, emperyalizm ve onun taşeron uzantılarından kalıcı olarak temizlenmelidir.”
Üçüncü örneğimiz tarih 04 Nisan 2018: “Batı Asya İttifakı için Türkiye ve Suriye ile işbirliğinin başlatılması gerekmektedir. Liderler zirvesinden sonra, resmi temaslarla, iki ülke arasındaki iş birliğinin temellerinin atılması, hem bölge ülkeleri hem de dünyanın geleceği için çok önemli bir adımdır. Bu çerçevenin daha da genişletilmesi adına, önümüzdeki diplomatik temaslara, Suriye ve Irak’ın da katılımının sağlanması faydalı olacaktır. Suriye’nin sosyal ve siyasi alandaki geleceğini belirlemek üzere, önümüzdeki dönemde bir seçim yapılması öngörülmektedir. Suriye hükümeti ile işbirliği çerçevesinde, Türkiye’deki mültecilerin de ülkelerine dönmelerinin sağlanması, güvenli bölgelere yerleştirilmesi, temel ihtiyaçlarının karşılanması ve yapılacak olan seçimlerde sandığa giderek vatandaşlık haklarını kullanmaları sağlanması hususunda Suriye Hükümeti’ne destek verilmelidir.”
Yine örneklerden biri tarih 13 Aralık 2017: “Türk dış politikasının realist normlara döndüğü ve güçlendiği, gerçek dostları ile buluştuğu, Batı Asya halklarının önünün açıldığı bir dönemde Trump’ın Kudüs çıkışının etkisi ve sonuçları bölge açısından çok ağır olacaktır. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere ısrarla tekrarlamak da fayda görüyorum. Hariri’nin istifasını Suudi Arabistan’da açıklaması ile başlayan sürecin adı: “ABD, Ortadoğu’da kaybetmiştir. Ancak Ortadoğu’dan giderken ayrılırken geri de bir yıkım bırakmak istiyor.” dır. Bu adı verdiğimiz andan itibaren anlatmaya çalıştıklarımızın doğruluğunu; yaşananlar ve ABD’nin atmış olduğu adımlar ispat etmiştir. Trump’ın Kudüs çıkışı ikinci 11 Eylül olarak değerlendirilebilir. Ancak bu sefer ABD, Ortadoğu’dan geri çekilirken (cephe gerisine) çekildiği yerleri cepheleştirme ve silah satarak maliyetlerini azaltmanın derdindedir. Çünkü ABD ekonomisi artık buna dayanamıyor. Suriye ve Irak’tan ayrılan binlerce Daeş’li terörist unsurlar bir sonraki operasyon yerlerine intikal ettirildi ve uyuyan hücreler olarak beklemektedirler. Bunların yakın zamanda Libya’da, Mısır’da, Cezayir’de, Çad’da ve tabi ki Kudüs’te ve Afganistan’da nasıl uyandırılacağını hep birlikte göreceğiz. Kuzey Afrika’da ve Kudüs’te uyandırılacak olan hücreler ile Avrupa güneyden kuşatılmaya çalışılacaktır. Bu sürecin Atlantik sistemini ikiye bölecek olan bir Avrupa Ordusunun kurulması ile sonuçlanması muhtemeldir.”
Örneklerden biri daha tarihi 01 Aralık 2017: “2030 vizyonunu gerçekleştirmek üzere mevcut bürokratlar tasfiye edilmeye başlandı ve yerlerine genç teknokratlar atandı. Bu süreç sonunda haziran ayında ABD müttefiki Prens Muhammed Bin Nayef, veliaht prenslikten azledildi ve yerine Abu Dabi emiri Prens Muhammed bin Zayed’in desteklediği, çok güçlü Moskova ve Washington bağlantıları olan Prens Muhammed Bin Salman getirildi. Suudi Arabistan’da prenslerin ve bürokratların gözaltına alınmasını basit bir yolsuzluk operasyonu gibi algılamak doğru olmaz. Bu “Veliaht Prens Darbesini” anlamak için öncelikle girişte ABD’nin iç siyasetinde yaşananların adını koymak, ondan sonra Suudi Arabistan’ın iç politikasına bakmak gerekir. Suudi Arabistan’da olanlar, ABD derin devleti ile Amerikan Hükümeti arasında yaşanan iktidar mücadelesinin bir sonucudur. Daha da derine inersek aslında Avrasya-Atlantik mücadelesine ABD penceresinden bakmaktır. Dünyadaki derin politikaya baktığımız zaman Suudi Arabistan’da yaşanan olayların aslında bir benzeri yakın zamanda Irak’ta yaşandı. ABD artık bu ülkeleri sömürü düzeni ile yönetmeyecek bunun yerine bu ülkelerle olan ilişkilerini diyalog halinde ve çözüm odaklı sürdürecektir. Çünkü çözüm yerine sorunlar devam ederse Prens Muhammed Bin Salman’ın vizyoner programı tehlikeye düşecektir. ABD, Ortadoğu’daki nüfuz alanını terk etmek zorunda kaldığı sırada ve Avrasya bloku Batı Asya’da zaferler kazanırken dünyada bu sıralar adından söz ettirmeyen bir ülke Avrasya bloku içerisinde 1945 Yalta Konferansı öncesindeki gücüne geri mi dönüyor?”
Son örneğimizin tarihi 03 Aralık 2018: Eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin röportajımızdan. Pekin, “İngiltere’de sizin de söylediğiniz gibi Chatham House denilen bir yer var. Burası bir think thank (düşünce) kuruluşu ve İngiliz derin devletine hizmet eden bir yerdir. Dünyadaki birçok hazırlık buralarda yapılmaktadır. Oralarda bu işler kotarılır. Orası daha önceden beri birçok olaya yön veren bir merkezdir. ABD’de bulunan şuandaki yönetim bu işlerden ve Ortadoğu’dan İngilizleri dışlıyor. İngiltere’de bu dışlanmayı kabul etmeyerek, Türkiye ile birlikte bu işi kotarmaya çalışıyor. Çünkü Türkiye’ye yardımcı oluyor maskesi altında böyle bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu işten esasında amacı, bölgede söz sahibi olmak istemesidir. Bunu şuanda Türkiye üzerinden yapmayı deniyorlar. Tabi bugün ABD’de iki sistem vardır. Birincisi Trump’ın sistemi yani ulusalcılar, diğeri ise küresel sistemdir. Ulusal sistem olan Trump, İngiltere’yi dışlıyor; ancak küresel finans çevreleri İngiltere ile birlikte hareket ediyorlar. Bu küreselciler, Türkiye’yi de yanlarına almak istiyorlar. Kaşıkçı olayında da İngiltere hep Türkiye’nin yanında yer aldı. Bunun bir anlamı olması gerekiyor. Küresel finans çevresi, İngiltere ile işbirliği yapıyor.”
Yukarıda, yazdığımız yazıların sadece az bir kısmından, bazı bölümler paylaştık. Gelinen noktada Türkiye ve Suriye’nin, jeopolitiğin bir zorunluluğu olarak masaya oturmaktan başka çarelerinin kalmadığı çok açık bir şekilde ortadayken, Dış İşleri Bakanı’ndan gelen “Demokratik seçimleri kazanması halinde, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile birlikte çalışmayı düşünebiliriz. ” açıklamaları da önümüzdeki sürecin nasıl olacağının ipuçlarını bize vermektedir. Bu açıklamaların üzerinden çok kısa bir zaman geçmişti ki, Trump’ın Orta Doğu danışmanlarından biri, gazetecilerden gelen bir soru üzerine, Trump ve Erdoğan’ın sık sık görüştüklerini söyledi. Cuma günkü telefon görüşmesinde ABD Başkanı’nın asker çekecekleri konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bilgi verdiği belirtildi. Danışman, ABD’nin Suriye’de iç savaşı bitirmek için değil, IŞİD’i yenmek için bulunduğunu söyledi. IŞİD’in yenildiğini belirten yetkili, bu nedenle ABD askerlerinin Suriye’den çekileceğini ifade etti. Daha sonrasında da beklenen açıklama ABD Başkanı Trump’tan geldi: “Suriye’de IŞID için vardık. IŞID bittiğine göre Suriye’de kalmamızın bir nedeni kalmadı.” açıklaması yaptı. Bunun üzerine ABD yönetimi, derhal askerlerin geri çekilmesi emrini vererek, eve dönüş faaliyetlerini başlattı.
ABD’nin Suriye’den birliklerini çekeceğine yönelik açıklamaya “şüpheyle” yaklaştıklarını belirten Rusya Federasyon Konseyi Savunma ve Güvenlik Komitesi Başkan Yardımcısı Klintseviç, “ABD’nin Suriye’den tümüyle çekileceğine inanmıyoruz. ABD, özel kuvvetlerini ve hava güçlerini Suriye’de bırakacaktır.” diye konuştu. Klintseviç, Suriye’deki çok sayıda militanın ABD tarafından Afganistan’a sevk edildiğini belirterek, “Demek ki Afganistan artık ana hedef olacak. Bunun yanı sıra Afganistan üzerinden Orta Asya’yı da etkilemek isteyeceklerdir.” ifadesini kullandı. Rusya’nın Suriye’deki birliklerinin geleceğine ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Klintseviç, “Rusya da Şam’la yaptığı anlaşmalar doğrultusunda Suriye’de kalmaya devam edecek. Eğer Amerikalılar Suriye’den çıkarsa, Suriye’deki terörizmi 6 ayda bitiririz.” dedi. Bunun üzerine bir yanıt olarak Reuters‘e açıklama yapan üst düzey Amerikalı yetkililer, “Trump’ın askerleri çekme kararı, hava saldırılarının da son bulacağını işaret ediyor.” değerlendirmelerini yaptılar. Bu açıklamalara bir yanıt olarak ABD müesses nizamını temsilen bir açıklama da Pentagon’dan geldi. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Sean Robertson, ABD’nin Suriye‘deki hava saldırılarını durdurma iddialarına ilişkin, “ABD kuvvetleri orada olduğu sürece kuvvetlerimize destek için hava ve top saldırılarına devam edeceğiz. Gelecekteki operasyonlar için spekülasyon yapmayacağız.” açıklamasında bulundu.
Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın kaybolmasıyla ilgili gelişmeleri “Rusya’yı kimyasal saldırı yapmakla suçlayıp yaptırım uygulayanlar, gazetecinin öldürüldüğünü söyleyip Suudi Arabistan’a yaptırım uygulamıyorlar. Böyle olaylarda eşit bir yaklaşım geliştirmemiz gerekiyor. Söz konusu şahıs elit Suudi çevrenin bir üyesiydi. Kendisi belirli güç sahibi çevrelerle bağlantılıydı. Olanları yorumlamak biraz güç ve gerçekte ne olduğunu bilmiyoruz. Olaya ilişkin soruşturma tamamlanmadan Riyad ile ilişkilerimizi neden bozalım?” şeklinde değerlendiren Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin; ABD’nin Suriye’den çekilme kararına ilişkin, “ABD, Afganistan’da kaç yıl oldu? 17 yıldır oradalar ve neredeyse her yıl güçlerini oradan çekeceklerini söylüyorlar. Hâlâ oradalar. Şu ana kadar Amerikan güçlerinin Suriye’den çekildiğine dair bir işaret görmedim ama bunun mümkün olabileceğini zannediyorum. Trump ile DAEŞ’in (IŞİD) yenildiği konusunda hemfikirim. DAEŞ yenildi; ancak yeniden toparlanması riski var. ABD’nin Suriye’deki varlığı gereksizdir.” yorumunda bulundu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kardeşim dediği Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir, geçtiğimiz günlerde Suriye Devlet Başkanı Esad’ı ziyaret etti. İkili arasında samimi bir sohbet basına yansıdı. Yine geçtiğimiz günlerde G20 zirvesinde Putin ile Muhammed Bin Salman arasındaki samimiyet ve imalı selamlaşma dünya kamuoyunda uzun süre konuşuldu. Bunlara Kasım 2017 yılından bir ek yapmak istersek: İstanbul’da düzenlenen Türkiye-Körfez Savunma Güvenlik Forumu’nda İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Seyid Kazım Sajjadpour “Çatışmalar sürekli devam ediyor. Bunun nedeni, ülkelerin silahlanmasına devam etmesini sağlamak ve hegemonya oluşturmak. Bu bölge için iyi mi? İşbirliği yapmalı ve durumu kontrol altına almalıyız. Tabi ki bu işbirliğinin bir önkoşulu var. Bu önkoşul diğer tarafı kabul etmek ve çoklu oyuncuların varlığını kabul etmektir. Bu işbirliğinin reddi, çatışmaların kaynağıdır. Türkiye ile çok kapsamlı işbirliğimiz ve ikili ilişkilerimiz var. İşbirliğimiz yalnız Türkiye ve İran için yararlı olmakla kalmadı aynı zamanda nerede uygulamaya geçtiyse bölgeye faydası oldu. Tabii bazı konularda bölgesel olarak anlaşmazlıklarımız da var. Ama ilişkimiz çok boyutlu olduğu için bazı anlaşmazlıkları yönetebildik. Bence İran ve Türkiye işbirliği bölgedeki çatışmaları çevreledikçe bölge daha güvenli olacaktır. Bu iki oyuncunun da ötesinde Ortadoğu, Batı Asya ve Kuzey Afrika’da dört bölgesel oyuncu bir arada çalışsa daha iyi olacak. Bölgesel oyuncuların işbirliği bölgeye faydalı olacaktır” dedi. Seyid Kazım Sajjadpour, konuşması sonrası Amerika’nın Sesi muhabirine Türkiye ve İran’la işbirliği yapması gereken diğer iki bölge oyuncusunun “Suudi Arabistan ve Mısır” olduğunu söyledi.
Tüm bu olguları ortaya koyduğumuzda önümüzdeki dönemde, bölgenin en önemli çözüm yolu olarak görülen Batı Asya İttifakı’nda Rusya ve Türkiye, İran ile Suudi Arabistan’ı yakınlaştırır mı? Türkiye ve Mısır, Rusya’nın gayretleriyle yeniden sıcak temas sağlar mı? Sudan Devlet Başkanı, Türkiye ve Suriye arasında arabulucu rolü oynar mı? Türkiye ve İran, Katar ve Suudi Arabistan’ı yeniden uzlaştırabilirler mi? Karadeniz’deki tehdidi farkeden Türkiye, Gürcistan’ın NATO’ya girmesini veto eder mi? Irak ve Suriye’nin desteğinin alınmasının çok önemli olduğu, Türkiye için bir beka sorunu haline gelen Fırat’ın doğusuna yönelik harekâtlar başlar mı? Peki, tüm bu sorulara verilen yanıtlar “Evet” ise ABD, bu bölgede kalabilir mi?
Kaynakça: Yukarıda tarihleri verilen yazılar, değişik zamanlarda Odatv, Aydınlık ve Sunsavunma’da yayınlanmış yazılardır.