Sayın Başkan, Değerli Devlet ve Hükümet Başkanları,
Sayın Genel Sekreter,
Kıymetli Delegeler,
Sizleri şahsım ve milletim adına en kalbi duygularımla selamlıyorum. Birleşmiş Milletler 76. Genel Kurulu’nun ülkelerimiz ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum. İki yıl sonra tekrar Genel Kurul’da bulunmaktan ve siz değerli dostlarıma hitap etmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Geride bıraktığımız yaklaşık iki yılda tüm insanlık olarak gerçekten sancılı günler geçirdik. Son asrın en büyük sağlık krizi olarak nitelenen Covid-19 salgınında aralarında dostlarımızın, yakınlarımızın, sevdiklerimizin de olduğu 4,6 milyon insanı kaybettik. Gösterilen onca çabaya ve aşılamada alınan mesafeye rağmen salgının olumsuz etkilerinin halen devam ettiğini görüyoruz. Birleşmiş Milletler 76. Genel Kurulu’nu da işte böyle bir atmosferde gerçekleştiriyoruz. Burada vereceğimiz dayanışma ve işbirliği mesajlarının salgınla mücadeleyi desteklemenin yanı sıra zor günler yaşayan milyarlarca insanın umutlarını artıracağına da inanıyorum.
Genel Kurulumuzun uluslararası toplumun meselelerinde çözüme daha etkin katkı sağlaması için güçlendirilmesi gerekiyor. Bu doğrultuda verimli çalışmalar yapan 75. Genel Kurul Başkanı Sayın Volkan Bozkır’a şükranlarımı sunuyorum. 76. Genel Kurul Başkanlığını üstlenen Sayın Abdulla Shahid’in devraldığı bayrağı çok daha yukarılara taşıyacağına inanıyorum.
Türkiye olarak Genel Kurul’un faaliyetlerini en verimli şekilde icra etmesi için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeyi sürdüreceğiz. Bu vesileyle Birleşmiş Milletler Genel Kurul özellikle sekreterliği görevini bir kez daha üstlenen Sayın Gutteres’i tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.
Bu yılki Genel Kurul’un “Umutla Dayanıklılığı İnşa Etmek” temasıyla düzenlenmesi fevkalade isabetlidir. Öncelikle acı da olsa bir gerçeği ifade etmek istiyorum; insanlık olarak bize büyük bir aile olduğumuzu tekrar hatırlatan bu salgında ne yazık ki küresel dayanışma açısından iyi bir imtihan verilemedi. Bilhassa az gelişmiş ülkeler ve yoksul toplum kesimleri salgın karşısında adeta kaderlerine terk edildi. Dünya genelindeki can kaybının yüksekliğinde küresel sistemin artık çözüm yerine sorun çıkaran, sorunları derinleştiren, sorunları çözümsüzlüğe mahkûm eden çarpık yapısının da payı bulunuyor. Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği, on milyonlarca insanın virüsün pençesinde kıvrandığı bir dönemde aşı milliyetçiliğinin farklı yöntemlerle halen sürdürülüyor olması insanlık adına yüz kızartıcıdır. Özellikle bu salgını küresel bir felaketin üstesinden ancak uluslararası iş birliği ve dayanışmayla gelinebileceği açıktır. Tüm ülkeler bu salgından kurtulmadan herhangi bir ülkenin tek başına güvenle hayatını sürdürmesi mümkün değildir. Genel Kurulda ortaya çıkacak iradenin bu hakikatin anlaşılması bakımından bir dönüm noktası olmasını temenni ediyoruz.
Salgın döneminde küresel iş birliğinin önemi yanında tıp biliminin ulaştığı yüksek seviyeyi de görme imkânı bulduk. Dünya Sağlık Örgütü tarafından onaylanan ilk aşının Almanya’da yaşayan Türk kökenli iki bilim insanı tarafından geliştirilmesinden gurur duyduk. Türkiye olarak insanı yaşat ki, devlet yaşasın inancıyla ilk günden itibaren elimizdeki imkânları dost ve kardeşlerimizle paylaşmaya çalıştık. Bir taraftan vatandaşlarımıza en iyi sağlık hizmetini sunarken, diğer taraftan da 159 ülke ve 12 uluslararası kuruluşa tıbbi yardım gönderdik. Bu vesileyle yerli aşımız Türkovac’ı yakın zamanda milletimizle birlikte tüm insanlığın istifadesine sunacağımızı buradan ifade etmek istiyorum.
Dünya Sağlık Örgütü’nün güçlendirilmesi ve salgınlara karşı sözleşme hazırlanması girişimlerini destekliyoruz. Kamu sağlığının korunmasıyla sosyal ve ekonomik hayatın devamı arasında makul bir denge kurulması gerektiğini de özellikle vurguluyoruz.
Değerli Delegeler,
Yaşadığımız hadiseler bize bazı gerçekleri tekrar tekrar hatırlatmaktadır. Sevinçlerimiz gibi hüzünlerimiz, acılarımız gibi başarılarımız, sorunlarımız gibi çözümlerimiz de ortaktır. Ben yaptım oldu, bu mantıkla hareket edildiğinde bunun faturasını sadece belli başlı ülkeler değil, tüm insanlık ödemektedir. Sahadaki gerçekleri ve sosyal dokuyu dikkate almayan dayatmacı yöntemlerle meselelere çözüm üretilemeyeceği en son Afganistan’da hem de çok acı bir şekilde görülmüştür. Afganistan halkı 40 seneden fazladır süren istikrarsızlık ve çatışmaların sonuçlarıyla baş başa bırakılmıştır. Siyasi süreçten bağımsız olarak Afganistan’ın uluslararası camianın yardımına ve dayanışmasına ihtiyacı bulunuyor. Ülkede bir an önce barış, istikrar ve güvenliğin tesis edilerek, Afgan halkının huzura kavuşmasını temenni ediyoruz. Türkiye olarak bu zor günlerinde Afgan halkına karşı kardeşlik görevimizi yerine getirmeyi sürdüreceğiz.
Suriye’de tüm dünyanın gözlerinin önünde yüz binlerce kişinin ölümüne, milyonlarca kişinin yerlerinden edilmesine neden olan insani dram 10. yılını geride bıraktı. Ülkemiz bir yandan 4 milyona yakın Suriyeliye kucak açarken, bölgeyi kana ve gözyaşına boğan terör örgütlerine karşı da sahada mücadele etmektedir. DEAŞ’la göğüs göğse çarpışan ve bu terör örgütünü hezimete uğratan tek NATO müttefikiyiz. Yine sahadaki varlığımızla PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantılarının işlediği katliam ve etnik temizlik faaliyetlerinin önüne biz geçtik. Şehitler verme pahasına yürüttüğümüz çabalar sonucunda güvenli hale getirdiğimiz bölgelere şu ana kadar 462 bin Suriyelinin gönüllü olarak geri dönüşünü sağladık. Aynı şekilde İdlib’deki varlığımız sayesinde milyonlarca insanın hem canını kurtardık, hem yerinden edilmesini önledik.
Uluslararası toplum bir 10 yıl daha Suriye krizinin devam etmesine izin veremez. Soruna Suriye halkının beklentilerini karşılayacak şekilde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 Sayılı Kararı temelinde siyasi bir çözüm bulunması için daha güçlü bir irade ortaya konulması gerekiyor. Suriye’nin kuzeybatısına Türkiye üzerinden ulaştırılan Birleşmiş Milletler insani yardım mekanizmasının 12 ay süreyle uzatılmış olmasını memnuniyetle karşılıyoruz. Bu konuda sergilenen uzlaşmacı yaklaşımın siyasi sürecin ilerletilmesi ve sığınmacıların gönüllü, güvenli ve onurlu şekilde geri dönüşlerinin sağlanması için de ortaya konulmasını temenni ediyoruz.
Bölgedeki terör örgütleri arasında ayrım yapılmasının, bunların taşeron olarak kullanılmasının kabul edilemez olduğunu huzurlarınızda tekrar ifade etmek istiyorum.
Son 10 yılda dünyanın özellikle farklı ülkelerinde yaşanan terör eylemleri, terörün sadece bizim değil tüm insanlığın ortak düşmanı olduğunu göstermiştir. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve milli güvenliğimizi tehdit eden terör örgütleriyle mücadelemiz kararlılıkla sürecektir.
Ülkemizde Suriyeliler dışında da sayıları 1 milyonu aşan çeşitli statülerde göçmen vardır. Afganistan’daki gelişmeler sebebiyle son dönemde bu ülkeden göç akını ihtimaliyle karşı karşıyayız. Suriye krizinde insanlık onurunu kurtaran bir ülke olarak artık yeni göç dalgalarını karşılamaya ne imkânımız, ne de tahammülümüz vardır. Adil yük ve sorumluluk paylaşımı temelinde tüm paydaşların bu konuda üzerine düşeni yapmasının vakti çoktan gelmiştir. Artık 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni ve uluslararası insani hukuku aşındıranlara karşı somut bir tavır ortaya konulmalıdır.
Değerli Delegeler,
Libya’da uluslararası meşruiyete verdiğimiz güçlü destek sayesinde ateşkes tesis edilmiş, ardından da Başkanlık Konseyi ve Milli Birlik Hükümeti kurulmuştur. Milli Birlik Hükümeti’nin kamu hizmetlerinin sağlanması, tüm kurumların birleştirilmesi ve seçimlerin zamanlıca düzenlenmesi çabalarına destek vermeye devam edeceğiz. Uluslararası topluma Libya’nın tüm bölgelerini temsil eden meşru hükümetin yanında durulması çağrımı tekrarlıyorum.
Bölgemizde istikrarsızlığı körükleyen, barış ve güvenliği tehdit eden en önemli sorunlardan biri de İsrail-Filistin ihtilafıdır. Filistin halkına yönelik zulüm sürdükçe, Ortadoğu’nun kalıcı barış ve istikrara kavuşması mümkün değildir. Bunun için işgal, ilhak ve yasa dışı yerleşim politikalarına mutlaka ve derhal son verilmelidir. Kudüs’ün 1947 tarihli Birleşmiş Milletler kararına dayanan uluslararası statüsüne, Harem-i Şerif’in mahremiyetine ve Filistin halkının haklarına yönelik ihlallere karşı durmayı sürdüreceğiz. Barış süreci ve iki devletli çözüm vizyonu daha fazla gecikmeksizin yeniden canlandırılmalıdır. 1967 temelinde özellikle Başkenti Kudüs olan bağımsız ve coğrafi bütünlüğe sahip bir Filistin Devleti’nin kurulması öncelikli hedeflerimiz arasında yerini koruyor.
Kafkasya’daki istikrar bakımından yakın dönemde önemli adımlar atılmıştır. Azerbaycan meşru müdafaa hakkını kullanarak, Güvenlik Konseyi’nin yıllardır uygulanmayan kararlarına konu olan öz topraklarındaki işgali sona erdirmiştir. Bu gelişme bölgede kalıcı barış adına yeni fırsat pencerelerinin açılmasına da imkân sağlamıştır. Tarafların atacağı her olumlu adımı destekleme kararındayız.
İlhakını tanımadığımız Kırım dâhil, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin korunmasına önem veriyoruz.
Çin’in toprak bütünlüğü perspektifinde Müslüman Uygur Türkleri’nin temel haklarının korunması hususunda daha çok çaba gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Keşmir’de 74 yıldır süregelen sorunun taraflar arasında diyalog yoluyla ve ilgili Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde çözülmesinden yana olan tavrımızı sürdürüyoruz.
Bangladeş ve Myanmar’daki kamplarda zor şartlarda yaşayan Rohingya Müslümanlarını anavatanlarına güvenli, gönüllü, onurlu ve kalıcı şekilde geri dönüşlerinin sağlanmasına da destek veriyoruz.
Kıbrıs meselesinde adil, kalıcı ve sürdürülebilir çözüm ancak sonuç odaklı gerçekçi bir yaklaşımla mümkündür. Birleşmiş Milletler’in eşit olarak kabul ettiği Ada’daki iki halktan birinin lideri sizlere hitap edebilirken, diğer liderin bu platformda sesini duyuramaması adil değildir. Çözüm için Ada’nın asli unsuru olan Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün tescil edilmesi gerekiyor. Kıbrıs Türk halkının ortaya koyduğu yeni çözüm vizyonunu destekliyoruz. Buradan uluslararası topluma Kıbrıs Türklerinin görüşlerini açık fikirlilikle ve önyargısız bir şekilde değerlendirme çağırısında bulunuyorum.
Doğu Akdeniz’deki sükûnet ortamının devamı ortak çıkarımızdır. Deniz yetki alanlarının paylaşımına ilişkin sorunların uluslararası hukuk ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde çözülmesini temenni ediyoruz. Bunun için öncelikle Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip Türkiye’yi bölge yok sayan anlayıştan vazgeçilmesi şarttır. Diyalog ve iş birliği için bölgedeki tüm aktörlerin yer alacağı Doğu Akdeniz konferansı düzenlenmesi, bu öneri hala masadadır.
Benzer şekilde Ege Denizi’ndeki sorunların da yine ikili diyalog çözülmesi gerektiğine inanıyoruz.
Avrupa Birliği’ne üyelik sürecindeki kararlılığımızı da sürdürüyoruz.
Afrika’yla yüzyıllara dayanan köklü bağlarımızdan aldığımız güçle, bugün de Kıtayla ve Afrika Birliği’yle dayanışma içindeyiz. Bu anlayışla 3. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi’nin önümüzdeki dönemde Türkiye’de yapılması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Yeniden Asya girişimimizle de Türkiye’nin Avrupa ile Asya arasındaki birleştirici konumunu pekiştiriyoruz. Aynı şekilde Latin Amerika ve Karayipler Bölgesi’yle ikili ve çok taraflı platformlarda ilişkilerimizi geliştirmeye büyük önem veriyoruz.
Türkiye, herkes için daha güvenli, huzurlu, müreffeh, hakkaniyetli bir dünya yolunda atılan her adımın yanında olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecektir.
Değerli Delegeler,
Dünya, üzerindeki milyonlarca canlı türüne kucak açarken, bu cömertliğinin karşılığında bizden sadece tabiatın dengesine saygı duymamızı istiyor. İnsanoğlu tarih boyunca sürdürdüğü gelişme ve kalkınma arayışında dünyanın bize sunduğu kaynakları maalesef hoyratça kullanmıştır. Asırlardır devam eden bu sürecin sonunda tabiatın kendi dengesi dışında tamamen insanoğlunun yol açtığı tehditlerle karşı karşıya bulunuyoruz. İklim değişikliği, hava kirliliği, su ve gıda güvenliği, biyoçeşitliliğin kaybı gibi başlıklar altında toplayabileceğimiz sorunlar insanlığın geleceğini belirsizliğe atacak boyuta ulaşmıştır.
Bu başlıklardan iklim değişikliği çevre sorunu olmadın ötesinde telafi imkânsız sonuçlara yol açması bakımından üzerinde özellikle durulması gereken bir konudur. Sanayi öncesi döneme kıyasla yüzde 50 artış gösteren karbondioksit, metan, azot, oksit gibi sera gazları dünyamızın adeta ateşini yükseltiyor. Nitekim bir süredir dünyanın her tarafında sanayi öncesi döneme göre 1,1 santigrat derece artış gösteren sıcaklığın yol açtığı afetler yaşanıyor. Asya ve Avrupa’da seller, Amerika’da kasırgalar, Afrika’da kuraklık, Akdeniz çağında yangınlar, Grolland’ın zirvesinde yağmur, çöllere kar yağması gibi alışık olmadığımız hadiselerle karşılaşıyoruz. Bu afetler çevreye ve ekosisteme verdiği zararlar yanında, insanların can ve mal güvenliğini de tehdit ediyor. Pek çok yerde insanları toplu olarak başka yerlere gitmeye, göç etmeye hazırlanıyor. Hâlbuki dünya henüz Suriye ve Afganistan gibi çatışma kaynaklı kriz bölgelerinin yol açtığı mülteci meselesine çözüm bulamadı. Böyle bir dönemde kuraklık, gıda sıkıntısı, hava olayları gibi bu tür sebeplere dayalı yüzlerce milyonluk göçlerle nasıl baş edileceği meçhuldür.
İklim değişikliğinin en büyük etkisi, büyük şehirlerin merkezinde yaşayan nüfuslar üzerinde görülecektir. Mesela içinde bulunduğumuz New York şehri sadece iki hafta arayla maruz kaldığı dev kasırgaların yol açtığı ve her biri ancak 500 yılda bir görülebilen yağışlar yüzünden zor günler geçirmiştir. Avrupa’nın batısını etkileyen yağışların sebep olduğu yıkımlar hala onarılamamıştır. Türkiye olarak bu konuda en hızlı ve etkin çözümler üreten ülke olmamıza rağmen biz de oldukça sıkıntılı günler yaşadık.
Dünyadaki altyapının önemli bir bölümü son iki asrın ürünüdür. İklim değişikliğinin yol açtığı değişimleri bu altyapıyla karşılayabilmek mümkün değildir. Küresel sıcaklık artışının devam etmesi, dolayısıyla daha yoğun yağışların gelecek olması hepimizi yeni arayışlara yöneltmelidir. Mesela şehir planlamalarının artık iklim değişikliğinin yol açtığı sonuçlar göz önünde bulundurularak yapılması zorunlu hale gelmiştir. En önemli karbon yutak alanları arasında yer alan ormanların bir yandan arazi kullanımıyla, diğer yandan yangınlarla yok olmaya yüz tutması, dünyamızı bekleyen bir diğer tehlikedir.
Sıcaklık artışının etkilediği bir diğer alan da denizlerimizdir. Genleşen su ve eriyen buzullar deniz seviyelerini son bir asırda 20 santim yükseltmiştir. Bu rakam dünyanın son 3 bin yılındaki en hızlı artışı ifade ediyor. Şayet etkin önlemler alınmaz ve sera gazı emisyonları artmayı sürdürürse yüzyılımızın sonunda deniz seviyelerinin 1 metreden fazla yükselmesi bekleniyor. Böyle bir yükseliş kıyı şehirlerinin ve ada devletlerinin önemli bölümünün haritalardan silinmesi demektir. Tabii bu durum beraberinde yeni ve devasa kitlelerden oluşan göç dalgalarını da getirecektir.
Dikkatinizi çekmek istiyorum; saydığım tüm bu sorunlar sadece sıcaklıktaki 1,1 santigratlık artışla ortaya çıkmıştır. Bu artış 1,5 santigrada, 2 santigrada ve daha fazlasına yükseldiğinde nelerle karşılaşabileceğimizin takdirini sizlere bırakıyorum.
Değerli Delegeler,
İşte tüm bu gelişmeler üzerine dünya devletleri olarak iklim değişikliğiyle mücadele için 2015 yılında bir araya gelerek Paris İklim Anlaşması konusunda mutabık kaldık. Anlaşmanın hedefi, yüzyılın ortasına kadar küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlı tutmaktır. Ancak gidişat tedbir alınmadığı takdirde bunun çok da mümkün olmadığına işaret ediyor. Bunun için öncelikle ve en çok da iklim değişikliğine yol açan sorunların ortaya çıkmasında tarihi sorumluluğu olan ülkelerin elini taşın altına koyması şarttır. Koronavirüs salgının önüne geliştirilen aşılarla geçmek belki mümkün olabilecek. Ama iklim değişikliği konusunda böyle bir laboratuvar çözümü bulunabilmesi söz konusu değildir. İşte bunun için her fırsatta dile getirdiğimiz dünya beşten büyüktür, tespitini iklim değişikliği hususunda da tekrarlıyorum. Tabiata, havamıza, suyumuza, toprağımıza, yeryüzüne kim en çok zararı verdiyse, doğal kaynakları kim vahşice sömürdüyse, iklim değişikliğiyle mücadeleye en büyük katkıyı da onlar yapmalıdır. Geçmişten farklı olarak bu defa kimsenin ben güçlüyüm, fatura ödemem deme hakkı yoktur. Çünkü iklim değişikliği insanoğluna oldukça adil davranıyor. Avrupalı-Asyalı, Amerikalı-Afrikalı, zengin-fakir farkı dinlemeden herkese aynı muameleyi yapıyor. Hepimize düşen görev; bu tehdit karşısında hakkaniyete dayalı bir yük paylaşımıyla tedbirlerimizi almak, yükümlülüklerimizi süratle yerine getirmektir. Türkiye olarak bu anlayışla hareket ediyoruz.
Paris İklim Anlaşması’na ilk imza atan ülkelerden biriyiz, ancak yükümlülüklerle ilgili adaletsizlikler sebebiyle henüz bu anlaşmayı yürürlüğe koymamıştık. Son dönemde bu çerçevede kaydedilen mesafenin ardından aldığımız kararı buradan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan tüm dünyaya duyurmak istiyorum; Paris İklim Anlaşması’nı atılacak yapıcı adımlara uygun şekilde ve ulusal katkı beyanımız çerçevesinde önümüzdeki ay Meclis’imizin onayına sunmayı planlıyoruz. Glasgow’da yapılacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’ndan önce karbon nötr bu hedefin anlaşmanın onay aşamasını tamamlamayı düşünüyoruz. Yatırım, üretim, istihdam politikalarımızda köklü değişikliğe yol açacak bu süreci 2053 vizyonumuzun ana unsurlarından biri olarak kabul ediyoruz.
Tabii iklim değişikliğiyle ilgili başka adımlarımız da var. Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı’na uyum için gereken eylem planını hazırlayarak geçtiğimiz aylarda devreye aldık. Eşim Emine Erdoğan’ın öncülüğünde yürütülen Sıfır Atık Projesi’yle geri kazanım oranımızı 3 yılda 9 puan artırdık. Orman varlığımızı 20,8 milyon hektardan yaklaşık 23 milyon hektara yükselterek yutak alanlarımızı çoğalttık. Yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretiminde kurulu gücümüz içindeki payını yüzde 53’e çıkardık. Sanayimizi temiz üretim faaliyetlerine uygun şekilde yapılandıracak adımları zaten uzunca bir süredir teşvik ediyoruz. Bu çalışmaları gereken finansman desteğini alarak daha ileriye taşıma konusunda kararlıyız. Küresel hiçbir soruna, krize, çağrıya kayıtsız kalmayan Türkiye, iklim değişikliği ve çevrenin korunması hususlarında da üzerine düşenleri yapacaktır.
Sözlerime son verirken, karşı karşıya kaldığımız zorluklara rağmen daha adil bir dünyanın mümkün olduğuna dair inancımızı tekrarlamak istiyorum. Birleşmiş Milletler’i bu doğrultuda tüm insanlığı ilgilendiren meselelerin çözümü için yegâne platform olarak görmeyi sürdürüyoruz.
İçinde bulunduğumuz binanın hemen karşısında yer alan ve açılışını dün yaptığımız yeni Türkevi Binamız da, Birleşmiş Milletler sistemine olan güvenimizin bir ifadesidir. Dünyadaki en büyük beş diplomatik ağdan birine sahip bir ülke olarak geniş bir coğrafyada vicdanlı ve adil çözümler için sahada ve masada güçlü şekilde varlık gösteriyoruz. Barış, istikrar, refah ve mutluluk içinde bir dünyayı beraberce inşa edebiliriz.
Hepinizi şahsım, milletim adına bir kez daha selamlıyor, 76. Genel Kurul çalışmalarının başarıyla geçmesini temenni ediyorum.
Kalın sağlıcakla.
https://www.tccb.gov.tr/konusmalar/353/130649/bm-76-genel-kurulu-nda-yaptiklari-konusma