Müyesser Yıldız, Sincan 3 Nolu L Tipi Cezaevi 08 Temmuz 2020
25 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ikinci yılını geride bıraktık.
25 Haziran’da Erdoğan’ın gazetesi Sabah’ta, Zübeyde Yalçın imzalı “Türkiye’nin önü iki yılda açıldı” başlıklı bir haber yayımlandı. Haberde yeni sistemin iki yılda Türkiye’nin gücüne güç kattığı, Erdoğan’ın liderliğinde ekonomiden sağlığa, sanayiden dış politikaya büyük adımlar atıldığı anlatılıyordu.
Demokratik adımlar alt başlığında, “Son iki yıl içinde Türkiye 15 Temmuz darbe girişiminin izlerini silmeye çalışırken bir taraftan da demokratikleşmeye ilişkin adımları hayata geçirmeye çalıştı. Dünyanın dört bir yanında yardımı ihtiyacı olanlara elini uzattı.” deniliyordu.
İnsan cezaevinde daha yoğun ve dikkatli düşünüyor. Düşündüm, aklıma iki yılda attıkları tek bir “demokratik” adım gelmedi.
Aynı gün diğer bazı gazetelerde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun şu sözleri yer alıyordu:
“Belediye başkanlarımızın elini kolunu bağlayarak çalışamaz duruma getirmek istiyorlar. Yargı aracılığıyla belediyelerimize kumpas kuruyorlar; amaçları rantı almak.”
Yine o günkü gazetelerde Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi TBMM eski Başkanı Bülent Arınç’ın, “Sayın Cumhurbaşkanımız MHP ile olan ittifaka çok önem veriyor ve bu ittifaka zarar verecek söylemlerden herkesin kaçınmasını istiyor. Bu bizim için de bir talimat. O yüzden içimizden ne düşünürsek düşünelim bunu dışarıda söylemek imkânından mahrumuz.” açıklaması vardı.
Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yeni sistemle ilgili olarak “Cumhuriyet tarihimizin en büyük sistem reformu kök salmış, maksat hâsıl olmuştur.” şeklindeki değerlendirmesini de aktarıp konumuza gelelim.
Kadının Adı ve İstanbul Sözleşmesi
AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in, “Türkiye’de AKP’den önce kadın kelimesinin adı yoktu.” demesinden hemen sonra, kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nin iptali gündeme geldi.
İktidar medyasının uzun süredir aleyhinde yayın yaptığı bu sözleşme nedir? “Körün fili tarifi” misali, kim neresinden tutuyor?
Kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nce 2011’de İstanbul’da imzaya açılan ve şu ana kadar 35 ülke parlamentosunun onayladığı sözleşmeyi TBMM de Kasım 2012’de kabul etti.
Kadına şiddet konusunda bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşme niteliğinde olduğundan çoğunluk bu yönüyle sahiplenip destekliyor.
AKP’liler ise aile yapımızı sarstığı, “LGBT gibi marjinal unsurları koruduğu” gerekçesiyle bu sözleşmenin iptalini istiyor.
İngilizcesini Bile Okumuş Ama Onaylamış
AKP MYK ve il başkanları toplantısında Erdoğan’ın kurmaylarına, “Çalışıp gözden geçirin, halk istiyorsa kaldırın. Halkın talebi kaldırılması yönündeyse buna göre bir karar verilsin. Halk ne derse o olur.” dediği bildirildi.
Aynı gün televizyonlara çıkan AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş da kelimesi kelimesine şunları anlattı:
“Ben İstanbul Sözleşmesi’ni defaatle okumuş, İngilizcesini de okumuş, üzerinde çalışmış birisi olarak söylüyorum. İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması gerçekten yanlıştı. 2011 yılına İstanbul’da imzalandı. Ve Türkiye bunu, 2012’nin Kasım ayında bunu parlamentodan geçirerek yasalaştırdı. İmzalayan ülke sayısı 2014’te 10 ülkeye çıkınca İstanbul Sözleşmesi uluslararası bir metin haline getirildi. Bu metnin içinde dikkat çekmemiz gereken ve bizimle uyuşmayan iki tane önemli husus var. Bunlardan birisi toplumsal cinsiyet meselesi. Bir de cinsel yönelim tercihi. Başka şeyler de var ama bu iki mesele, demin konuştuğumuz çerçevede, LGBT ve marjinal unsurların ekmeğine yağ sürecek kavramlar oldu. Onların arkasına sığınarak faaliyet yapacakları kavramlar oldu.
2018’de de Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun bir alt komisyonu olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını denetleyecek bir alt komisyon oluşturuldu. Yine sözleşmenin içinde yer alan ‘sözde namus, gelenek, örf adet gibi konularla mücadele etmek hükümetlerin görevidir’ gibi kavram geçiyor. Bunlar asla kabul edilebilir hususlar değildir. Birtakım aile değerlerinde zedelenmelerin ortaya çıkması tek başına İstanbul Sözleşmesi’nden kaynaklanan bir şey değildir. Burada iki yanlışın içine düşmemek lazım. İstanbul Sözleşmesi yanlış bir şeydir, bunu çok açık söylüyorum.
‘İstanbul Sözleşmesi olmazsa kadına karşı şiddet artar’ tezi de yanlış bir tezdir.”
Kurtulmuş, sözleşmenin iptaline ilişkin soruyu da şöyle cevapladı:
“Tabii ki, yani siyaset şöyle bir şey değil, siyaset yukarıda bir alan ve halk ne düşünüyor bununla ilgilenmeyen bir alan değil. Halkımızda böyle büyük bir beklenti varken AK Parti olarak biz buna bigâne kalmayız. Nasıl usulünü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa, aynı şekilde usulü yerine getirilerek bu sözleşmeden çıkılır.”
Kurtulmuş’un bu açıklamasına ilk tepki CHP Genel Başkan Yardımcısı Lale Karabıyık’tan geldi. Karabıyık, “İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek, kadınlara karşı şiddete ve kadın cinayetlerine göz yummak demektir.” dedi.
İYİ Parti Başkanı Meral Akşener de “Kadına şiddetle ilgili ilk genelgeyi yazan kişiyim ben… Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini doğru bulmuyorum. Metnin tamamını okumuş biri olarak söylüyorum bunu.”değerlendirmesini yaptı.
Yeni Sistemin Övüncüydü
Ben ise Numan Kurtulmuş’a, “Madem İngilizcesini bile okudunuz ve asla kabul edilemez kavramlar olduğunu gördünüz, imzalanırken niye itiraz etmediniz? Haydi itiraz etmediniz/edemediniz, Meclis’te niye onayladınız?” diye sormayıp meseleye başka bir açıdan yaklaşmak istiyorum.
Sözleşme 2011’de imzalanmış, 2012’de onaylanmış… Ulusal ve uluslararası her platformda bu sözleşmeyi imzalamakla övünülmüş… Bu kadar sürede “sakıncaları” asla anlaşılamamış…
Ve 2018’de AKP’nin Cumhurbaşkanlığı yani yeni sistemin seçim bildirgesine (sayfa 94) kadını korumanın referansı olarak konmuş… Anlayacağınız, halktan bunun için de oy istenmiş; halk da bu icraatı onaylayıp Erdoğan’ı seçmiş.
Şimdi, bunun iptali aynı zamanda sistemin iki yılda “error” verdiğinin göstergesi olmayacak mı?
Sadece bu mu?
O bildirgede belediyelerin mali yönden güçlendirileceği yazıyordu. Muhalif belediyelere yapılanlar ortada.
Yine bildirgede sivil toplum örgütlerinin güçlendirileceği vaadi vardı. İşte; barolarla başlayan böl-parçala süreci…
Özetle, öve öve bitiremedikleri, “kök saldı” dedikleri sistemi bizatihi kendileri “revize” ediyor, açıktan deliyor; farkında mıyız?
Sincan’dan Silivri’deki Barış Pehlivan’a, Hülya Kılınç’a, Murat Ağırel’e ve açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…