Yazan: Ercan Caner, 01 Eylül 2016, Ankara-Türkiye
15 Temmuz 2016 günü, özellikle TSK içerisinde bilinçli bir şekilde yıllardır korunup kollanan Fettullah taraftarı askeri personel tarafından başlatılan, halkın demokrasiye olan bağlılığı ve darbecilere karşı kararlı tutumu, askeri komuta kontrol mekanizmasının çoğunun desteğinden yoksun olması ve ordu içindeki vatansever askerlerin direnişi ile emniyet güçlerinin kararlılığı sayesinde başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişimi sonrasında Türkiye’yi çok zor günler bekliyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başarısız olacağı başından itibaren belli olan ve dış unsurlar tarafından planlanan bu darbe girişimi sonrasında, konumu gereği birleştirici bir rol oynamak yerine, yine çatışmacı ve uzlaşmaz tarafını öne çıkararak ortamı germe yolunu seçmiştir. Başarısız darbe girişimini, silahlı kuvvetlerin yanı sıra devletin bütün kurumlarındaki Fettullah yanlılarını temizlemek ve intikam almak için bir fırsat olarak gören ve bu fırsatı da en iyi şekilde değerlendiren Erdoğan, Fettullah taraftarı olduklarını iddia ettiği binlerce asker, yargı üyesi ve devlet memurunu tasfiye etmiştir.
Türkiye’nin halen karşı karşıya olduğu sorunlara baktığımızda:
gibi sorunlar başta gelmektedir.
Yıllardır sürdürülen ayrıştırıcı politikalar nedeniyle yitirilen TOPLUMSAL BARIŞ, 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşmasından günümüze neredeyse 60 yıl geçmesine rağmen hala girilemeyen AVRUPA BİRLİĞİ, yıllardır ülkeyi yöneten iktidarın kuvvetler ayrılığı ilkesini göz ardı ederek ve defalarca müdahale ederek yok ettiği BAĞIMSIZ YARGI, milli gelire oranı % 58’e ulaşan 411,5 milyar tutarındaki BRÜT DIŞ BORÇ diğer önemli sorunlarımız arasında sayılabilir.
ABD Başkanı tarafından yapılan ‘‘zorla yönetilen azınlık’’ nitelendirmesinin, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Türkiye’nin 14 Temmuz 2016 Türkiye’si olmadığını vurgulayarak ‘‘Hükümet de PKK da mevcut durumu yeniden değerlendirmeli. Çözüm sürecine geri dönülmeli. Daha cesur bir siyaset, söylem, eylem ortaya koyabilmeli. Bu fırsat kaçmamalı.’’ şeklindeki açıklaması ile aynı döneme gelmesi gerçekten manidardır.
Türk Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk eğitim uçuşunda
Yunan Savunma Bakanı Panos Kammenos, daha üç ay öncesinde bir basın konferansında Türk tarafının hava sahası ihlalleriyle ilgili olarak muhabirin sorduğu bir soruya yanıt verirken şöyle demiştir:
‘‘Bu tür davranışların kolaylıkla bir kazaya neden olabileceğini çünkü milli hava sahası ihlalinin bir hava savaşına dönüşme ihtimali olduğunu ve böylesine yüksek süratlerde Ege Denizi üzerinde bir kaza yaşanabileceğini ifade ettim. Biz şüphesiz ülkemizin milli egemenliğini savunmayı bırakmayacağız ve askeri kuralların gerektirdiği gibi haklarımızı savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.’’ Kammenos bu ifadeleri kullanırken; geçtiğimiz günlerde Yunanistan Genelkurmay Başkanı Evangelos Apostolakis’in adeta bir ‘‘GÖVDE GÖSTERİSİ’’ yaparak Türk hava sahasını ihlal etmesi ve adalarımız üzerinde uçması da asla tesadüf değildir. Bu gövde gösterisinin şubat 2015 ayı içerisinde o zamanki Türk Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk’ün Yunan adalarına 6 deniz mili mesafede yaptığı uçuşun bir misillemesi olduğu kabul edilebilir. Ama bu olayın üzerinden yaklaşık olarak 18 ay geçtikten sonra bu misillemenin zamanlaması gerçekten çok ilginçtir. Türkiye ve diğer NATO üyesi ülkelerin karasuları sınırını 6 deniz mili olarak kabul etmesine rağmen Yunanistan, tek taraflı olarak hava sahası sınırlarını 10 deniz miline ( 19 km) çıkarmıştır. Atina Yunan kıyılarına 0-10 deniz mili içerisindeki yetkisiz uçuşları “Hava Sahası İhlali” olarak kabul etmektedir.
Türkiye ile Yunanistan arasında kapalı bir deniz statüsünde olan Ege Denizinde binlerce irili ufaklı ada mevcuttur. Her iki ülkenin de karasuları sınırları halen 6 deniz milidir. Hava sahası, karasuları üzerinde kalan alan olmasına rağmen, Yunanistan teamüllere aykırı olarak hava sahası sınırının tek taraflı olarak 10 deniz mili olduğunu iddia etmektedir. Mevcut 6 deniz mili genişliğindeki karasuları ile Ege Denizinin yarısı açık deniz statüsündedir.
NATO, Avrupa Birliği ve son yıllarda Vahabiler tarafından en iyi ihraç malı olarak görülen ve son darbe girişimi sonrasında etkisiz hale getirilerek savaşma gücü önemli ölçüde ortadan kaldırılan Türk Silahlı Kuvvetleri, bir de ‘‘vekâlet savaşı’’ olarak tanımlanabilecek SURİYE SAVAŞI belasına bulaştırılmıştır. Kürtlerin Fırat nehrinin batısına geçmesini istemeyen Türk hükümeti, ‘‘Fırat Kalkanı’’ olarak adlandırdığı ve Özgür Suriye Ordusu mensupları ile birlikte yürüttüğü bir operasyon başlatmıştır. Suriye satranç tahtasındaki dış ve iç güçler ile durumun karmaşıklığı göz önüne alındığında, Türkiye’yi zor günlerin beklediği açıktır. İçte ayrılıkçı terör örgütü PKK ile mücadele eden ve uzun bir süredir IŞİD terör örgütünün acımasız ve vahşi canlı bomba eylemlerine maruz kalan Türkiye’nin, başarısız darbe girişimi sonrası ordu ve emniyet güçlerinin düştüğü durum da dikkate alındığında, Suriye bataklığına bulaşması mantıklı değildir. Millet hayatının tehlikede olmadığı bir anda savaşa girmek cinayettir ve bu savaşın çok uzun süreli etkilerinin olması kaçınılmaz olacaktır.
Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir”.
Mustafa Kemal Atatürk
ABD savaş uçakları ile desteklenen Türk askerinin, kimin vekalet savaşını yürüttüğü apaçık ortadadır. Suriye’de aslında olan, IŞİD’e karşı ABD tarafından başlatılan yeni hava harekatına, Türkiye’nin kara unsurları ile destek sağlamasıdır. Türk birliklerinin Suriye’deki varlığı, ABD tarafından desteklenen ve IŞİD’e karşı savaşan Suriyeli Kürtlerle çatışma riskini oldukça artırmıştır. Suriye’nin kuzeyindeki Türkiye sınırına bitişik topraklarda otonom bir devlet kurmak isteyen Suriyeli Kürtlerin lideri Salih Müslim, Twitter hesabından, Türkiye’nin Suriye’de bir bataklığa girdiğini ve eninde sonunda IŞİD terör örgütü gibi yenilmeye mahkum olduğunu yazmıştır. yazdı.
ABD Başkan Yardımcısı Biden, darbe girişimi sonrasında Türkiye’ye yaptığı ziyaret esnasında ‘‘Kürtlerin Fırat’ın doğusuna çekilmeleri gerektiğini ve buna uymadıkları takdirde bir daha asla ABD desteğini alamayacaklarını’’ ifade etmiştir. Kürtler açısından ABD’nin bu tutum ve yaklaşımı diğer bir ihanettir. Türkiye’nin Suriye’de kalmaya devam etmesi durumunda gerilla faaliyetlerine maruz kalması kaçınılmaz olacaktır. İlişkilerini yeni düzelttiği Rusya’nın desteği nedeniyle Türkiye’nin hiç bir zaman rejim kuvvetleri ile karşı karşıya gelme olasılığı bulunmamaktadır. Türkiye’de intihar saldırısı türünde eylemlerin sayısının artması da kesindir. Aslında Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi; Türkiye, IŞİD terör örgütünü destekleyenler, Kürtler ve Suriyeliler açısından iyi bir hareket tarzı kesinlikle değildir.
Ege Denizi – Yunan Gölüne dönüşecek mi?
Hamle yapabilme kabiliyetini yitiren Türkiye, bölünme, Ege Denizindeki haklarından vazgeçme ve Kıbrıs’ı tamamen kaybetme tehlikeleri ile karşı karşıyadır. ‘‘Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların, yenilmesi imkânsız teminatıdır.” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün ordusu ne yazık ki artık yoktur ve ülkemiz güvencesiz bir durumdadır.
IŞİD terör örgütüne karşı, Türkiye’nin ulusal ve sınır güvenliğini garanti altına almak için başlattığı Fırat Kalkanı Harekatı’na paralel olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün raporunda belirtilen içteki IŞİD hücrelerinin üzerine de kararlılıkla gidilmelidir. Ulusal ve sınır güvenliğimizi sağlamanın yegâne çözümü budur. Suriye’deki ‘‘vekalet savaştan’’ en az zararla kurtulmak hedefimiz olmalıdır. Kısıtlı operasyon dahi Türkiye’nin kararlılığını göstermek için yeterlidir.
Yukarıda sözü edilen diğer sorunları bertaraf etmenin yolu da içte birlik ve beraberlik, demokrasiye saygı ve ulusal bir politika yürütmektir.
Kıbrıs’ta mevcut sınırlar
Ege Denizinde kaybedilen hakları Kıbrıs meselesinin de karşı tarafın isteklerine uygun olarak çözülmesi takip edecektir. Toprak verilmesi ve anlaşmalardan doğan garantörlük haklarından vazgeçilmesini içeren maddeler ve özellikle iki tarafın ‘‘1960 garanti rejiminin, olduğu şekliyle devam edemeyeceği, Kıbrıslı Türklerin güvenliğini garanti edecek ancak Kıbrıslı Rumlar için tehdit oluşturmayacak bir mekanizma olması gerektiği’’ ilkesinde anlaştıklarının iddia edilmesi düşündürücüdür. Kıbrıslı Rumlar için tehdit olarak görülen Türk Ordusunun Kıbrıs’tan çıkarılması an meselesidir.
Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir”.
NATO, Avrupa Birliği ve son yıllarda Vahabiler tarafından en iyi ihraç malı olarak görülen ve son darbe girişimi sonrasında etkisiz hale getirilerek savaşma gücü önemli ölçüde ortadan kaldırılan Türk Silahlı Kuvvetleri, bir de ‘‘vekâlet savaşı’’ olarak tanımlanabilecek SURİYE SAVAŞI belasına bulaştırılmıştır. Kürtlerin Fırat nehrinin batısına geçmesini istemeyen Türk hükümeti ‘‘Fırat Kalkanı’’ olarak adlandırdığı ve Özgür Suriye Ordusu mensupları ile birlikte yürüttüğü bir operasyon başlatmıştır. Suriye satranç tahtasındaki dış ve iç güçler ile durumun karmaşıklığı göz önüne alındığında Türkiye’yi zor günlerin beklediği açıktır.
İçte ayrılıkçı terör örgütü PKK ile mücadele eden ve uzun bir süredir IŞİD terör örgütünün acımasız ve vahşi canlı bomba eylemlerine maruz kalan Türkiye’nin, başarısız darbe girişimi sonrasında ordu ve emniyet güçlerinin düştüğü durum da dikkate alındığında, Suriye bataklığına bulaşması mantıklı değildir. Millet hayatının tehlikede olmadığı bir anda savaşa girmek cinayettir ve bu savaşın çok uzun süreli etkilerinin olması kaçınılmazdır. ABD savaş uçakları ile desteklenen Türk askerinin kimin vekalet savaşını yürüttüğü apaçık ortadadır.
Suriye’de aslında olan, IŞİD’e karşı ABD tarafından başlatılan yeni hava harekatına, Türkiye’nin kara unsurları ile destek sağlamasıdır. Türk birliklerinin Suriye’deki varlığı, ABD tarafından desteklenen ve IŞİD’e karşı savaşan Suriyeli Kürtlerle çatışma riskini oldukça artırmıştır. Suriye’nin kuzeyindeki Türkiye sınırına bitişik topraklarda otonom bir devlet kurmak isteyen Suriyeli Kürtlerin lideri Salih Müslim, Twitter hesabından, Türkiye’nin Suriye’de bir bataklığa girdiğini ve eninde sonunda IŞİD terör örgütü gibi yenilmeye mahkum olduğunu yazmıştır.
Erdoğan – Ellerindeki paçavra bayrak değil, bunların İslam’la alakası yoktur, bunlar Müslüman falan değildir. Kelime-i Tevhid’in yazıldığına bakmayın.
ABD Başkan Yardımcısı Biden, darbe girişimi sonrasında Türkiye’ye yaptığı ziyaret esnasında ‘‘Kürtlerin Fırat’ın doğusuna çekilmeleri gerektiğini ve buna uymadıkları takdirde bir daha asla ABD desteğini alamayacaklarını’’ ifade etmiştir. Kürtler açısından ABD’nin bu tutum ve yaklaşımı diğer bir ihanettir. Türkiye’nin Suriye’de kalmaya devam etmesi durumunda gerilla faaliyetlerine maruz kalması kaçınılmazdır. İlişkilerini yeni düzelttiği Rusya’nın desteği nedeniyle Türkiye’nin hiç bir zaman rejim kuvvetleri ile karşı karşıya gelme olasılığı bulunmamaktadır. Türkiye’de intihar saldırısı türünde eylemlerin sayısının artması da kesindir. Aslında Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi; Türkiye, IŞİD terör örgütünü destekleyenler, Kürtler ve Suriyeliler açısından kesinlikle iyi bir hareket tarzı değildir.
Suriye topraklarında mevcut durum
Hamle yapabilme kabiliyetini yitiren Türkiye bölünme, Ege Denizindeki haklarından vazgeçme ve Kıbrıs’ı tamamen kaybetme tehlikeleri ile karşı karşıyadır. ‘‘Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız güvencesidir’’ diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün ordusu ne yazık ki artık yoktur ve ülkemiz güvencesiz bir durumdadır.
IŞİd terör örgütüne karşı, Türkiye’nin ulusal ve sınır güvenliğini garanti altına almak için başlattığı Fırat Kalkanı Harekatına paralel olarak, Emniyet Genel Müdürlüğünün raporunda belirtilen içteki IŞİD hücreleri üzerine de kararlılıkla gidilmelidir. Ulusal ve sınır güvenliğimizi sağlamanın yegane çözümü budur. Suriye’deki ‘‘vekalet savaşından’’ en az zararla kurtulmak hedefimiz olmalıdır. Kısıtlı operasyon dahi Türkiye’nin kararlılığını göstermek için yeterlidir.
Yukarıda sözü edilen diğer sorunları bertaraf etmenin yolu da içte birlik ve beraberlik, demokrasiye saygı ve ulusal bir politika yürütmektir. Aksi takdirde bütün problemler için çözümler, emperyalistlerin istek ve yönlendirmeleri doğrultusunda zorla Türkiye’ye dikte ettirilecektir.
YAZAN: Ercan caner Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin yanı sıra, uçak ve helikopter lisanslarına sahiptir. Yüksek lisans derecesini Avrupa Birliği-Türkiye İlişkileri alanında Gazi Üniversitesi’nden alan ve Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında doktora tez çalışmalarını halen Haliç Üniversitesinde sürdüren Caner’in İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. 36 yılı kapsayan Türk Silahlı Kuvvetleri, Birleşmiş Milletler ve NATO deneyimlerine sahiptir. Üç yıldır savunma sektöründe havacılık alan uzmanı olarak çalışmaktadır. Yazı ve çevirilerini http://sunsavunma.net/ ve https://independent.academia.edu/ECaner sitelerinde paylaşmaktadır.
E-mail:ercancaner@gmail.com,
Twitter: @ercancaner1963