Özellikle soğuk savaş döneminde, savunma stratejisini ön plana çıkaran ve kuzeyden gelecek muhtemel bir tehlikeye karşı savunma planları içerisinde olan Türkiye’nin değişen dünya konjonktüründe tehdit değerlendirmelerini gözden geçirmesi ve “caydırıcılık, topyekûn savunma, ileri cephe savunması” gibi stratejileri benimsemesi kaçınılmazdır.
Fatih Bengi, Sun Savunma Net, 09 Nisan 2021
Doğu Akdeniz’de son on yılda keşfedilen doğalgaz ve petrol rezervleri bölgeyi son derece cazip bir hale getirmiştir. Bölge devletleri, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), İngiltere ve Avrupa Birliği (AB) bu kaynaklardan en fazla pay almak ve Doğu Akdeniz’in stratejik konumuna sahip olmak için rekabet etmektedir. Doğu Akdeniz’deki egemenlik mücadelesi, enerji nakil hatlarının üzerinde olması ve enerji kaynaklarına sahip olması Orta Doğu ve Afrika’ya hâkimiyeti nedeniyle uluslararası bir nitelik halini almıştır. Kıbrıs da bölgenin merkezinde olması dolayısıyla bu rekabetten doğrudan etkilenen ülkeler arasındadır. Ancak Kıbrıs’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olarak bölünmüş siyasi yapısının yanı sıra KKTC’nin hukuksal olarak tanınmaması, GKRY’nin AB üyeliği; enerji ve haklar konusundaki egemenlik mücadelesinde, sürecin KKTC aleyhine işlemesine sebep olmuştur. Kıbrıs ile jeolojik, tarihî, beşerî, iktisadî ve siyasî bağlara sahip olan Türkiye ise, bölgede aktif bir devlet olarak faaliyet göstermektedir. Kıbrıs adasında, KKTC’de ve Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler; Türkiye’nin güvenliğini birinci derecede etkilerken; bölgede gücü elinde tutmak isteyen küresel aktörlerin faaliyetleri ise süreci çetrefilli bir duruma sokmuştur.
Jeolojik dönemin ikinci ve üçüncü zamanlarında bir çöküntü neticesinde Mersin-İskenderun bölgesinden ayrılıp bir ada haline gelen Kıbrıs, Anadolu’nun doğal bir uzantısıdır. Dördüncü zaman başlarında adanın İskenderun körfezi istikametinde Toros sistemi ile bağlı olduğuna dair deliller vardır. Kıbrıs adası, Türkiye için önemlidir. Kıbrıs’ın, Türkiye için önemi her şeyden önce sahip olduğu köklü tarihsel bağlara ve adada yaşayan Türk nüfusuna dayanır. Osmanlı Devleti topraklarına 1571 yılında giren Kıbrıs, 1923 yılına kadar 352 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında Millî Mücadele’nin kazanılması ile imzalanan 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın 20. Maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti, İngiltere’nin 05 Kasım 1914 tarihli Kıbrıs ilhakını tanıdığını bildirmiştir. Dönemin şartları ve yeni kurulan devletin içerdeki sorunlarını halletmesi zorunluluğu dolayısıyla, Lozan’da Kıbrıs konusunda ısrarcı olunamamıştır. Ancak bu, Kıbrıs’tan vazgeçildiği anlamına gelmemektedir. Rumlar Kıbrıs Türklerini 1960’da kurulan ortaklık devletinden dışlamak, Yunanistan ile birleşme (Enosis) yolunu açmak için 1963’te tek taraflı olarak anayasayı feshedince Kıbrıs uluslararası toplumun gündemine oturdu ve Türkiye için Kıbrıs “milli bir dava” niteliğini aldı.
Kıbrıs Barış Harekâtı-1974. Kaynak: Assembly of Turkish American Associations.
Rumlar hedeflerine ulaşabilmek için Yunanistan ile birlikte 1974’e kadar Kıbrıs Türklerine saldırı, baskı ve zulmü artırdı. Adadaki BM askerlerinin çatışmayı durduramaması ve Rumların Kıbrıslı Türkleri imha politikalarına devam etmeleri sonucunda, Türkiye garantör devlet olmanın getirdiği yasal hakkını kullanarak, 20 Temmuz 1974 yılında adaya barış harekâtını düzenledi ve başarılı olan harekât sonucunda mevcut sınırlar çizildi. 1974 Barış Harekâtı sonrasında Yunanistan tepki olarak NATO’nun askeri kanadından çekilirken; ABD, 1975’ten itibaren Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başlamıştır. Türkiye bu karara karşılık olarak, tüm Türk-Amerikan ortak savunma tesislerinin Türk silahlı kuvvetlerinin tam kontrolü ne devredildiğini ilan etmiş, Karamürsel, Sinop, Diyarbakır ve Belbaşı’ndaki Amerikan istihbarat merkezlerinin faaliyetlerini durdurmuş, sadece İncirlik üssünün NATO amaçları için kullanılacağını ilan etmiştir. Ancak, ABD’nin Ortadoğu’da İran’ı kaybetmek üzere olduğu bir zamanda Türkiye topraklarında Amerikan üs ve faaliyetlerinin durdurulmuş olması, ABD’yi bölgede zayıflattığı için, ABD 1978 yılında ambargoyu kaldırmıştır. Akabinde Türkiye, ABD üslerinin faaliyetlerine yeniden izin vermiştir. Kıbrıslı Türkler, yeşil hattın kuzeyinde ayrı yaşamaları sonucu, 1975’te “Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ve 15 Kasım 1983’te “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ilan etmişlerdir. Aslında Kıbrıs’taki taraflar arasındaki müzakereler Haziran 1968’de Beyrut’ta başlamıştır. Çoğunlukla Kıbrıs’ta yürütülen müzakereler, zaman zaman çözümü kolaylaştıracağı düşüncesiyle farklı ülkelerde de yapılmıştır. Kıbrıs müzakerelerinde zaman zaman kısır döneme girilse de görüşmeler 53 yıldır aralıksız sürmüştür.
Kaynak: Cypriot.org.uk
Birçok lider, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri, diplomat ve uluslararası temsilci eskiten Kıbrıs müzakerelerinde, farklı model ve çözüm önerileri gündeme gelirken, denenmeyen ve konuşulmayan neredeyse hiçbir yöntem kalmamıştır. Yönetim ve güç paylaşımı, Avrupa Birliği, ekonomi, mülkiyet, güvenlik ve garantiler ile toprak düzenlemeleri başlıkları iki tarafın genel olarak müzakere ettiği konular arasında yer almıştır. Müzakereler, yerleşik BM parametreleri olan iki toplumlu, iki kesimli, siyasi eşitliğe dayalı ve iki kurucu devleti olan federal bir çözüme ulaşma öngörüsüyle yürütülmüştür. Müzakere sürecinde, Kıbrıs Türk tarafı BM’nin çözüm önerilerine yapıcı olarak yaklaşırken, Rum tarafı uzlaşmaz tavrını sürdürerek anlaşmaya yanaşmamış ve Kıbrıslı Türklerle ortak bir geleceği paylaşmayı reddetmiştir. Bu sebeple geçen 53 yılda “iki toplumlu, iki kesimli ve siyasi eşitliğe dayalı federal çözüm modeli” tarafları ortak bir metin üzerinde buluşturamadı. KKTC’nin Kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş, 53 yıl süren müzakerelerin 36 yılında Kıbrıs Türk toplumu adına masada oturan isim oldu. Denktaş’ın ardından Liderler ve BM Genel Sekreterleri değişse de müzakerelerde bir sonuca varılamadı.
Angelos Anastasiou tarafından kaleme alınan ve Cyprus Mail web sitesinde 14 Aralık 2013 tarihinde yayınlanan ‘‘S-300’ler test edildi’’ başlıklı yazıdan alıntıdır. Kaynak: Cyprus Mail
1997’de GKRY’nin, Sovyetlerden S-300 füzeleri alma girişimi, gerginliği artıran diğer bir unsurdur. Türkiye’nin hava gücüne karşı olan füzeler, savunma sistemiyle sınırlı olmayıp, Türkiye’nin güney bölgelerini vuracak kapasiteye sahipti. Bu bağlamda Yunanistan’ın ve GKRY’nin “Ortak Savunma Doktrini’’ çerçevesinde Türkiye’yi denizden çevreleme girişiminin, Yunanistan anakarasından başlayan Girit-Rodos hava üsleriyle devam eden ekseninin Kıbrıs ayağı olarak düşünüldüğünde Türkiye açısından dikkate değer bir tehdit unsuru olabilecektir. GKRY’nin adadaki Türk askerinin çekilmesine yönelik koz olarak kullandığı bu silahlar, ABD’nin baskısı sonucu GKRY yerine Girit’e yerleştirilmiştir
BM Genel Sekreteri Annan, 2002’de “Annan Planı” olarak da bilinen “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” belgesini ortaya koydu. 24 Nisan 2004’te iki tarafta referanduma sunuldu. Rum halkının yüzde 75,83’ü planı reddederken, Kıbrıs Türk tarafı yüzde 64,91 çoğunlukla plana “evet” dedi.
Buna karşın referandumun hemen sonrasında 01 Mayıs 2004’te Rum yönetimi, Ada’daki diğer ortak yok sayılarak “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ye tam üye yapıldı. Türkiye, GKRY’nin AB üyelik sürecine yönelik olarak, AB’nin 1960 Antlaşmalarının hukuksallığı yok saydığını, ‘fait accomplis’ (oldu-bitti) durumu yaratarak adadaki bölünmüşlüğü sürekli hale getirdiğini belirtmiştir. Bu durumda KKTC ile Türkiye’nin bütünleşmesinin kaçınılmaz olacağına dair mesajlar vermekten geri kalmamıştır.
İsviçre’nin Crans Montana kentinde 28 Haziran 2017’de Garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de katılımıyla yaklaşık 10 gün süren bir konferans yapıldı. Üçüncü gününde Crans Montana’ya gelen Genel Sekreter Guterres, toprak, siyasi eşitlik, mülkiyet, eşdeğer muamele ile güvenlik ve garantiler üzerinde bir öneride bulundu. İki taraf beş konu başlığında, garantör ülkeler ise güvenlik ve garantiler başlıkları altında önerilerini sundu. Rum tarafı her defasında çeşitli sebeplerle BM önerilerinin de bulunduğu çözüme yönelik her türlü teklifi reddetti ya da kabul edilmesi mümkün olmayan ön şartlar ortaya koydu. Kıbrıs Rum tarafının, Ada’da “sıfır asker – sıfır garanti” tutumunu sürdürmesi nedeniyle konferans başarısızlıkla sonuçlandı. Böylelikle Türk tarafının konferanstaki yapıcı rolüne rağmen, Rum tarafının uzlaşmaz tavrı nedeniyle bir sonuca varılamadı. Kasım 2019’da BM Genel Sekreteri Guterres ara buluculuğunda Akıncı ile Anastasiadis arasında üçlü gayri resmi görüşme yapılsa da Kıbrıs müzakerelerinde yeni bir gelişme olmadı.
Lefkoşa’da bir Türk tankı. Kaynak: The New York Times
Kıbrıs, Avrupa Birliği sürecini devam ettirmek isteyen Türkiye’nin önüne koyulan klasik sorunlardan biri olmaya devam etmektedir. Rum kesiminin dönem başkanlığı sırasında Türkiye ile AB ilişkilerinin durma noktasına geldiği bilinmektedir. Bu noktada AB’nin yanlı tutumunun da eleştirilmesi gerekmektedir. Özellikle Yunanistan’ın yaptığı baskı ve yönlendirmeler sonucunda adada çözümsüzlüğü isteyen tarafın Türk tarafı olduğu imajı hâkim kılınmak istenmektedir. Yunanistan’ın Kıbrıs sorununun çözümü konusunda ileri sürdüğü politika çerçevesi ile AB’nin Kıbrıs sorunu karşısındaki politika stratejisi arasında aynı ifadelerin varlığı dikkat çekmektedir. AB’nin bu tip konularda Rum tarafını sürekli haklı bulması, Rumları daha katı şekilde çözümsüzlük dayatmasına itmektedir.
Doğu Akdeniz’in en büyük, Akdeniz’in ise üçüncü büyük adası olan Kıbrıs; Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Yunanistan ve Libya’nın ortasında yer almaktadır. Doğu Akdeniz’de bulunan ada aslında tüm Akdeniz’in jeopolitiğinde yadsınamaz bir stratejik öneme sahiptir. Zira adanın stratejik önemi gerçekte Akdeniz’in stratejik değerinden gelir. Akdeniz’in bugün günlük gemi trafiği günde yaklaşık 4000 gemidir. Bu aslında tüm dünya gemi trafiğinin hemen hemen yarısıdır. Akdeniz’deki bu günlük 4000 geminin de yarısından çoğunu tankerler oluşturmaktadır. NATO’nun choke-point diye adlandırdığı düğüm noktalarından en hayatileri Akdeniz’de yer alır; Cebelitarık Boğazı, Sicilya Kanalı, Türk Boğazları ve Süveyş Kanalı. Bu dar deniz geçitlerini de kullanan ve enerji gereksinimi nedeniyle her geçen gün artan yoğun gemi trafiği, doğal olarak Akdeniz’i stratejik yönden daha da önemli bir duruma getirmiştir.
Kıbrıs adasına komşu ülkelerden en yakın ülke 65 km ile Türkiye, Kıbrıs adasına en uzak Ülke ise 965 km ile Yunanistan’dır. Kıbrıs adası Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkaslardaki enerji kaynaklarının dış dünyaya açılımı ve Karadeniz, Cebelitarık ve Süveyş Kanalı üzerinden işleyen deniz ticaretini kontrol edebilen stratejik bir noktadadır. Ada, aynı zamanda Ortadoğu’ ya müdahalede bir sıçrama noktası ve ileri karakol niteliği taşımaktadır. Akdeniz’ in tamamını, Avrupa’yı, Ortadoğu’yu ve çevresindeki ülkeleri etkilemesi nedeniyle güç odaklarının ve adanın durumundan doğrudan etkilenen ülkelerin kontrol altında bulundurmak istediği bir konumdadır. Son zamanlarda ortaya çıkan çevresinde bulundurduğu petrol ve doğalgaz rezervlerinden ötürü de ayrı bir stratejik öneme kavuşmuştur. Ortadoğu petrol havzası, Bakü-Ceyhan hattı ve Nabucco projesi hesaba katıldığında özellikle ilerleyen yıllarda adanın bu geçiş konumundan ötürü önemini daha da artıracağı anlaşılmaktadır. Ayrıca Kıbrıs’ın dünyanın şuan en yoğun ve gündemde olan çatışma alanı Ortadoğu’ya yakın olması da Kıbrıs’ın stratejik önemini artıran faktörlerdendir.
Doğu Akdeniz ve dolayısıyla Kıbrıs adası, son yıllarda keşfedilen doğalgaz ve petrol kaynakları açısından, büyük güçlerin rekabet alanı haline gelmiş olsa da Türkiye için kaynakları olsun ya da olmasın her daim değerli ve önemli olmuştur. Kıbrıs’ın güvenliği stratejik açıdan özellikle Türkiye açısından son derece önemlidir. Mustafa Kemal Atatürk “Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır, Kıbrıs’a dikkat ediniz, bu ada bizim için önemlidir” demiştir. Ortadoğu’ya yakınlığı, bir atlama taşı ve dünya ticaret, petrol ulaşımı ve Asya ile Avrupa’yı birbirinden ayıran Boğazlar ile Asya ve Afrika’yı birbirinden ayıran Süveyş Kanalı bölgesinde Hazar, Aden ve Hürmüz su yollarının arasındaki konumuyla önemli bir üs olan Kıbrıs için eski İngiliz Başbakanlarından Disraeli de “Batı Asya’nın anahtarı” olarak bahseder. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada şu kesindir ki “Kıbrıs’ı ihmal eden bir ülkenin küresel ve bölgesel politikalarda etkin olabilmesi mümkün değildir. Adanın Türkiye için önemini şu başlıklar altında belirtilebilir.
Keşfedilen yeni hidrokarbon kaynaklarıyla birlikte Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ı çevreleyen alanda, dört önemli enerji sahası ortaya çıkmıştır: Afrodit: Kıbrıs Adası’nın güneyindeki saha, Leviathan: Kıbrıs Adası ile İsrail arasında (Afrodit’in güneydoğusunda) kalan saha, Nil: Kıbrıs Adası ile Mısır arasında kalan saha, Herodot: Kıbrıs Adası ile Girit Adası’nın güneydoğusunda kalan sahadır.
Kaynak: TEKMOR Monitor
Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS-US Geological Survey) tarafından yayınlanan raporda, Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Leviathan Havzasında 3,45 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğunun tahmin edildiği belirtilmektedir. Nil Delta Havzasında ise yaklaşık 1,8 milyar varil petrol; 6,3 trilyon metreküp doğalgaz ve 6 milyar varil sıvı doğalgaz rezervi olduğunun tahmin edildiği, Kıbrıs Adası’nın çevresinde ise 8 milyar varil olduğu söylenen petrol rezervinin yaklaşık değerinin 400 milyar dolar olduğu açıklanmıştır. Ayrıca “Herodot” olarak adlandırılan Girit’in güney ve güneydoğusundaki alanda biri 1,5; diğeri 2 trilyon metreküp olmak üzere toplam 3,5 trilyon metreküplük doğalgaz bulunmaktadır. Bu bağlamda; Doğu Akdeniz’de yaklaşık olarak toplam değeri 1,5 trilyon dolar olan 30 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon yatakları bulunduğu değerlendirilmektedir. Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama çalışmalarında yaşanan gerginlikler sebebiyle AB, İsrail, GKRY, Mısır, Lübnan ve ABD, Türkiye’yi devre dışı bırakarak; “Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu” oluşturmuşlardır. Doğu Akdeniz’deki ülkeler, MEB alanlarını belirlemek için ikili anlaşmalar yapmaktadırlar. Bugüne kadar GKRY, Libya, Suriye, Lübnan ve İsrail tarafından MEB ilan edilmiştir. GKRY’nin diğer ülkeler ile imzaladığı anlaşmaların, Türkiye ve KKTC’nin haklarını ihlâl etmesi nedeniyle hakkaniyete uygun değildir.
Türkiye tarafından iddia edilen Münhasır Ekonomik Bölge. Kaynak: Cyprus Mail.
1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi taraflara şerh koyma hakkı tanımadığı için Türkiye Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesini imzalamamıştır. Türkiye 1986 yılında Karadeniz için 200 mil olarak ilan ettiği MEB’i; Akdeniz için ilan etmemiştir.
GKRY, 2 Nisan 2004’te sözde Kıbrıs Cumhuriyeti adına MEB ilanında bulunmuş; 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile MEB sınırlandırma antlaşmaları imzalamıştır. 17 Aralık 2010’da Güney Kıbrıs ile İsrail arasında “Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre, her iki ülkenin Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgelerinin sınırları belirlenmiştir. Ayrıca anlaşmayla birlikte, açık denizde yapılacak petrol ve doğalgaz araştırmalarının önü açılmıştır. Rumlar, İsrail ile Akdeniz’i paylaşma anlaşması imzalamakla yetinmemişler, Türkiye’nin savaş nedeni saymasına rağmen, İsrail ortaklı bir Amerikan şirketi olan Noble Enerji’yle, Güney Kıbrıs’ın münhasır alan ilan ettiği bölgede doğalgaz-petrol arama ve sondaj işlemlerine başlamıştır. Bu şirketin platformları da İsrail üzerinden bölgeye sevk edilmiştir. Daha sonra iki ülke arasında, Noble enerji platformunun İsrail tarafından korunacağı konusunda anlaşmalar yapılmıştır. Ayrıca GKRY 2007’de 13 adet petrol arama ruhsat sahası ilan etmiştir ve bunlardan bazıları Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve muhtemel MEB’i ile kısmen örtüşmektedir. GKRY’nin 2003 tarihinde Mısır ile MEB sınırlandırma antlaşması imzalamasından sonra; Türkiye, 2 Mart 2004 tarihinde BM’ye bir nota vermiştir. Doğu Akdeniz’de özellikle 32° 16’ 18” meridyeninin batısında kalan sahalarda, MEB veya kıta sahanlığı sınırlandırmasının Türkiye’nin yerleşik uluslararası hukuktan doğan mevcut hukuki egemen haklarını ilgilendirdiğini; 32° 16› 18» meridyeninin batısında MEB ve kıta sahanlığı sınırlandırmasının bölgedeki ilgili devletler arasında hakça ilkelere dayalı antlaşmalarla gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Uluslararası hukuktan kaynaklanan bu sebeplerle, söz konusu antlaşmayı tanımadığını ve deniz yatağı, deniz yatağının altı ve üzerindeki su kitlesi dahil olmak üzere 32° 16’ 18’’meridyeninin batısında sınırlandırma sahası ile ilgili tüm hukuki haklarını saklı tuttuğunu bildirmiştir. Son olarak da bir bütün olarak Kıbrıs’ı yani Kıbrıslı Türkleri ve Kıbrıslı Rumları birlikte temsil edecek hukukî ya da fiilî tek bir otorite bulunmadığına işaret etmiştir.
Türkiye, 2006 tarihinde Akdeniz Kalkanı Harekâtına başlamıştır. 21 Eylül 2011’de Türkiye ve KKTC arasında eşit uzaklık ilkesi temelinde “Akdeniz’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırılması Hakkında Antlaşma” imzalanmıştır. Ertesi gün KKTC Bakanlar Kurulu, Kıbrıs Adası’nın güneyindeki sahalarda petrol ve doğalgaz aranması için Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na ruhsat tahsis etmiştir.
Türkiye 12 Mart 2013’te AB ve BM’ye verdiği notada 32° 16’ 18” Doğu boylamından başlayan ve Mısır-Türkiye kıyıları arasındaki ortay hattı takip eden, 28o Doğu boylamı arasında kalan alanın Türk kıta sahanlığı olduğu, 28o Doğu boylamının batısında kalan kıta sahanlığının ise ilgili ülkelerin katılımı ile yapılacak bir antlaşma ile belirleneceği bildirmiştir. 13 Kasım 2019 notası ile 28º Doğu boylamının batısında, Türk kıta sahanlığının batı sınırının ilgili adaların karasularından geçtiği ve adaların Türk kıta sahanlığını kapatamayacağını deklare etmiştir. GKRY tarafından 17 Eylül 2019’da ENI ve TOTAL firmalarıyla anlaşma imzalanmış. GKRY tarafından 2019-2020 döneminde dokuz farklı sondaj faaliyetinin hedeflendiği açıklanmıştır. GKRY’nin yanı sıra Yunanistan’ın Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarını birleştiren hayali bir hattı esas alarak Mısır ve Libya ile münhasır ekonomik bölge sınırı çizme çabaları da sürmektedir.
Türkiye, Libya ile 27 Kasım 2019’da “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat” imzalamıştır. Libya anlaşması Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasında hukuki ve siyasi açıdan önemli bir kazanımdır. 2011’de Türkiye ile KKTC arasındaki Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması’ndan sonra, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle yaptığı ikinci anlaşmadır. Türkiye İsrail ve Lübnan gibi ülkelerle de benzer anlaşmalar yapabileceğini belirtmiştir.
Doğu Akdeniz ve dolayısıyla Kıbrıs adası, stratejik önemi ve son yıllarda keşfedilen doğalgaz ve petrol kaynakları açısından, büyük güçlerin rekabet alanı haline gelmiş bu coğrafyada etkili olmak isteyen güçler, Kıbrıs adasının jeopolitik konumundan mümkün olduğunca yararlanmak istemişlerdir. Nitekim İngiltere Kıbrıs’taki askeri üslerini hala muhafaza etmektedir. Kıbrıs adası; askeri bir yığınak bölgesi, savaş uçakları için bir uçak gemisi özelliği taşımaktadır. ABD Kıbrıs’taki güvenliği, Doğu Akdeniz’ in ve kendisi için hayati öneme haiz bölgelerin güvenliğinin bir parçası olarak algılamaktadır. İngiltere garantörlük hakkını, adadaki üslerinin korunmasına yönelik bir imtiyaz olarak görmekte, çözümde de İngiliz çıkarlarının korunmasını esas almaktadır. Kıbrıs; Türkiye, Britanya, Yunanistan, Amerika ve Rusya’yı ilgilendiren ayrıca BM’nin de ilgi sahası içinde olan, NATO ve AB’nin politika saptayıcı statüsü üzerinde de etkili olduğu uluslararası bir konudur. Jeostratejinin unsurları olarak politik, askeri, sosyal ve ekonomik güçler birer tehdit vasıtası olmasının yanında coğrafi konumlar ise tehdide açık olan hedefler olarak ortaya çıkar. Süveyş Kanalı, Basra Körfezi, Kıbrıs adası bu bağlamda ilk akla gelenlerdir. ABD’ye göre Akdeniz Avrupa’nın güvenliğinin önemli bir unsurudur. Akdeniz, Atlantik, Hint Okyanusu, Basra Körfezi ve Asya Pasifik bölgesi arasında kuvvet transferi için önemli bir yoldur. Akdeniz’de, Libya, Mısır, Suriye, Irak, Filistin ve Kıbrıs gibi çatışma ve potansiyel çatışma noktaları vardır.
Akdeniz Diyaloğu Ülkeleri – Kaynak: NATO
Akdeniz’in güvenliği ile ilgili olarak NATO, 1994’te Akdeniz Diyaloğunu başlatmıştır. Diyalog, NATO üyesi olmayan yedi devletten oluşmaktadır: Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus. Akdeniz diyaloğunun amacı; bölgesel güvenlik ve istikrara katkıda bulunmak, diyalog ülkeleri arasında NATO hakkındaki yanlış anlamaları yok etmektir.
11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Ekim 2001’de, Akdeniz’deki terörist faaliyetlerin tespiti ve caydırılması odaklı ‘’Etkin Çaba Operasyonu’’ (Operation Active Endeavour) başlatılmıştır. Operasyonun amacı, Akdeniz’deki terör eylemlerini caydırmak, gemilerin kontrol ve güvenliğini sağlayarak dünya ticaret rotalarında güvenliğe yardımcı olmaktır.
Doğu Akdeniz’de, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattının 2006 yılında faaliyete geçmesinden sonra deniz ticaretinin önemli odak noktalarından biri haline gelen Doğu Akdeniz’deki deniz ulaştırma hatlarının korunması ve güvenliğinin sağlanması gerekmiştir. Bu açıdan Türk Deniz Kuvvetleri Nisan 2006 yılı itibarıyla Doğu Akdeniz’de, ’Akdeniz Kalkanı Harekâtı’’ başlatmıştır. NATO’nun ‘’Etkin Çaba Harekâtı’’ ile desteklenen Akdeniz Kalkanı Harekâtı kapsamında, Türkiye adına faaliyet gösteren araştırma gemilerini koruma ve destek sağlama, Türk deniz yetki alanlarında diğer ülkeler adına izinsiz araştırma faaliyetinde bulunan araştırma gemilerini ikaz etme ve Türk makamlarının izni olmadan yapılan araştırma faaliyetlerini engelleme, bölgedeki ticarî gemilerin tespit ve teşhisinin yapılması sağlanmaktadır. Etkin Çaba Harekâtı Operasyonu Ekim 2016’da sona ermiş ve yerine ‘Deniz Muhafızı’ (Sea Guardian) operasyonu başlatılmıştır. Deniz Muhafızı operasyonu, tüm deniz güvenliği operasyonlarını yerine getirecek daha esnek bir harekâttır.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, 06 Aralık 2016 Dışişleri Bakanları toplantısında, Kıbrıs’ta barış sağlanmadan gerçek bir NATO-AB ilişkisinin nasıl kurulacağına dair verdiği cevapta; BM’nin Kıbrıs’taki iki toplum için çözüm bulma çabalarını desteklediğini, Kıbrıs meselesi çözümlenmemiş olsa bile, NATO-AB ilişkilerinin daha ileri bir boyuta taşınarak kuvvetlendiğini, NATO ve AB’nin Ege Denizi’nde işbirliği yaptığını, şimdi de Akdeniz’de Sofya ve NATO’nun Deniz Muhafızı Operasyonu ile çalıştıklarını ve Kıbrıs meselesinin çözümlenmesini istediğini ancak bunun NATO-AB ortaklığının bir önkoşulu olmadığını belirtmiştir.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis. Fotoğraf: AMNA
Jens Stoltenberg 10 Ekim 2019’da, Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis ile yaptığı basın toplantısında; kıta sahanlığını da içerecek şekilde K.K.T.C. ve G.K.R.Y. ile ilgili anlaşmazlıkların politik uzlaşı yoluyla BM çözüm önerilerinde desteklenmesini, bunun kalıcı çözüm için tek yol olduğunu, mesele halledilmezse, bir sonraki aşama olarak NATO-AB işbirliğinin ele alınacağını, NATO-AB işbirliğinin Türkiye ve tüm AB ülkelerini de içine alacak şekilde tüm NATO müttefiklerini bir araya getirmesi açısından önemli olduğunu ifade etmiştir.
ABD için enerji güvenliğinin sağlanması ve enerji nakil hatlarının sorunsuz biçimde işlemesi son derece önemlidir. Bu bağlamda 22 Mayıs 2019’da ABD Kongresi Senato ve Temsilciler Meclisi tarafından Doğu Akdeniz’de güvenliğin ve enerji ortaklığının gelişimi için “Eastern Mediterranean Security and Energy Partnership Act of 2019” kanun tasarı görüşülmüştür. Şu konular değerlendirilmiştir: Doğu Akdeniz’deki müttefiklerin ve ortaklıkların güvenliği, ABD ve Avrupa’nın güvenliği için çok kritiktir. Yunanistan değerli bir NATO üyesi ve Doğu Akdeniz’in istikrarı için anahtardır. İsrail, ABD’nin değişmez müttefiki, önemli bir stratejik ortağı ve önemli bir NATO üyesi olmayan müttefikidir. Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de önemli bir ortaktır ve 10 Temmuz 2018’de güvenlik işbirliğini geliştirmek üzere ABD ile niyet beyanı imzalamıştır. Türk Hükümeti Rusya’dan S-400 füze savunma sistemleri almaya niyeti olduğunu bildirmiştir ve bu Türkiye’ye zorunlu yaptırım uygulamalarını başlatacaktır. ABD müttefikleri arasındaki işbirliği ve enerjinin güvenliği, gelişimi ve devamlılığı; ABD’nin ulusal güvenliğindedir. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz gelişmeleri, bölgede ve Avrupa’da ekonomik kazanımlar ile enerji güvenliğine katkı potansiyeline sahiptir, bu ise Avrupa’nın çabalarını destekleyerek onu Rusya’nın doğalgazından uzaklaştıracaktır. Doğu Akdeniz’deki enerji keşif çabaları, Hizbullah ve diğer terör örgütü tehditlerine karşı olarak güvence altına alınmalıdır. Amerikan hükümeti çok sayıda imzaladığı ikili anlaşmalarla Kıbrıs ile yakın ilişki içindedir. Amerikan makamları, Kıbrıs hükümetine ulusal güvenlik stratejisini oluşturması için yardım etmektedir ve siber güvenlik, terörle mücadele gibi konularda eğitim sağlamaktadır. 1987 ABD Silah yasağı, ABD’nin Kıbrıs’a silah satışını ve transferini sınırlamak için ve Kıbrıs’ın ‘işgal edilen’ bölgesinde yeniden birleşme çabalarının engellenmesinin önlenmesi için oluşturulmuştur. Ortaklığın izleyeceği Politika: İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında inşa edilen enerji, denizlerin güvenliği, siber güvenlik ve önemli altyapıların korunmasına yönelik üçlü diyaloğa katılımın devamı. İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki diplomatik çabaları destekleme ve bunların arasındaki derin enerji güvenliği işbirliğine katılma, bölgede enerji altyapısına yatırım yapacak özel sektörü teşvik etme. Kıbrıs’ın iki kesimli, iki toplumlu bir şekilde federal olarak yeniden birleşmesi için çaba sarf etmeye devam etme.
Kıbrıs Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Nikos Christodoulides ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, 18 Kasım 2019, Washington. Kaynak: Drew Angerer/Getty Images.
Kıbrıs’a yönelik savunma sözleşmeleri ve servislerinin ihracatı hususunda mevcut sınırlamaları kaldırmayı içeren derin güvenlik işbirliği. NATO ve AB ilişkilerini baskı unsuru olarak kullanarak, Kıbrıs sınır ve deniz güvenliğinde yatırım yapmaya teşvik etme. Bölgede Rusya’nın girişimlerini engelleyecek çabaları destekleme. Bankacılık faaliyetlerinin düzenlenmesi konusunda Kıbrıs’ı destekleme. Ayrıca ABD’nin Kıbrıs’a direkt silah satışında bulunması ya da silah transferi yapmasının, ABD’nin güvenlik çıkarlarına katkı sağlayacağı, tüm dünyada ABD’ye meydan okuyan ülkeler de dâhil olmak üzere Kıbrıs’ın savunması için diğer ülkelere olan bağımlılığını azaltacağı belirtilmiştir. BM’nin Kıbrıs çözümünü desteklemek ve Kıbrıs’ın NATO’nun Barış için Ortaklık programına katılımı; ABD’nin çıkarları olarak değerlendirilmiştir. Uluslararası askeri eğitim ile ilgili olarak Yunanistan’a 2020 mali yılı için $2.000.000 tahsis edilmesinin kararlaştırıldığı; aynı miktarın, 2020 mali yılında Kıbrıs için de gerekli olabileceği bildirilmiştir.
S-400 füze savunma sistemleri Ankara’da. Kaynak: Getty Images
F-35 uçaklarının Türkiye’ye transferinin sınırlandırılması ile ilgili olarak; F-35’lerin Türkiye’ye transferi ya da transferinin kolaylaştırılması, F-35’lerin bakım ve onarımı ile ilgili herhangi bir fikri mülkiyet ve teknik verinin transferi ile F-35 depolama tesisi inşası için hiçbir fon harcanmayacağı belirtilmiştir. Ancak; Başkan, Türk Hükümetinin S-400 füze savunma sistemlerini alma gibi bir niyeti olmadığına dair yazılı beyanını Kongre’ye sunması şartıyla, bu sayılan sınırlamalardan vazgeçilebilir. Türkiye, S-400’leri aldığı takdirde NATO bütünlüğünün tehlikeye gireceği ve ABD Silahlı Kuvvetlerinin operasyonlarının kötü bir şekilde etkileneceği ifade edilmiştir. Bu yasa teklifinde geçen maddelerden anlaşılacağı üzere, ABD bölgede Türkiye politikalarına karşı bir siyaset izlemekte; Türkiye’nin çatışma içinde olduğu Yunanistan ve GKRY’ni desteklemektedir.
Ayrıca ABD İtalya ile Stratejik Diyalog sürecini başlatırken, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminden deniz ve hava üssü talebinin dışında Ağustos 2018 tarihinde askeri ayrıcalıklarda istemiştir.
Sonuç
Türk ve dünya kamuoyunda son yıllarda sıkça vurgulanan bir görüşe göre, Kıbrıs sorunu çözümlendiği takdirde Türkiye’nin Yunanistan ve Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri düzelecektir. Oysa bu doğru bir yaklaşım değildir. Doğru olan Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlara bir çözüm bulunduğu takdirde Kıbrıs konusunun bir sorun olmaktan çıkacaktır. Bir başka deyişle, Türkiye ile Yunanistan arasında kısmen tarihten, kısmen de iki ülke arasındaki coğrafyadan kaynaklanan sorunlar çözümlenemediği takdirde, Kıbrıs’ta “çözüm” bulunsa dahi, doğu Akdeniz’de istikrar ve barış sağlanacağı düşünülürken, Ege’de ciddi sorunların önünün açılması riski daha da belirginleşecektir.
Kıbrıs adası, sahip olduğu kritik konumu ile dünya güç merkezleri arasındaki dengeyi etkileyecek şekilde, sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarının yaşandığı bir coğrafya olmuştur.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis Londra’da tokalaşırken. Fotoğraf: Dimitris Papamitsos/Eurokinissi.
KKTC’nin tanınma sorunu ve GKRY’nin Kıbrıs adasının tamamını temsilen AB üyeliği, uluslararası ilişkilerde problem olmaya devam ederken; Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji yatakları, sorunu bölgesel perspektiften küresel boyutlara taşımıştır. KKTC ile GKRY’nin tek bir devlet altında birleşmesini isteyen ABD, AB ve NATO; bu birleşimin gerçekleşmesi için KKTC ve Türkiye’ye yıllardır tecrit politikaları uygulamaktadırlar. Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin karşılaştıkları yaptırımlar, ambargolar ve tehditler bugüne kadar hiçbir tarafa fayda sağlamamıştır. Kıbrıs adasında yaşayan iki toplumun, tek bir devlet olarak birlikteliği denenmiş; sonuçta Rumların Enosis politikaları ve hukuksuz eylemleri neticesinde binlerce Türk öldürülmüştür. Tek devletli bir birleşimin çözüm olmadığını, tarih bize göstermiştir. Kıbrıs meselesinin çözümlenememesinde başat rol oynayan unsurlardan belki de en önemlisi, K.K.T.C.’nin tanınma sorunudur. Bugün gelinen noktada KKTC, tüm ambargolara ve diplomatik yalnızlığına rağmen, bağımsız ve egemen bir devlet olarak varlığını sürdürmektedir. Bu varlığın uluslararası camiada hukuksal olarak tanınması, bölgede deniz yetki alanlarının paylaşımı hususuna ve Kıbrıs meselesindeki egemenlik sorununa ışık tutacaktır. Özellikle ABD ile Avrupa; sadece KKTC’de yaşayan Türk nüfusundan dolayı bile Kıbrıs adasında yaşayan her iki toplumun, ayrı devletler olarak yararını sağlayacak ve adil paylaşım esasına dayalı çözümler üretmelidir. Bu bağlamda KKTC’nin siyasî düzeyde tanınması en kolay ve en âdil çözüm olacaktır.
Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan ve tartışmalara neden olan potansiyel ortak deniz yetki alanı sınırları. Kaynak: SOUTHFRONT
Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğal kaynakların da etkisiyle bölgedeki egemenlik mücadelesi hız kazanmıştır. Türkiye stratejik, ekonomik ve ulusal açılardan büyük çıkarlarının olduğu Kıbrıs’ta son 10 yıla kadar, Yunanistan ve GKRY ile anlaşmazlıklar yaşarken; bugün Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynakları nedeniyle birçok devletle karşı karşıya kalmıştır. Yunanistan, Mısır, İsrail, Lübnan, Suriye, İngiltere, ABD, Rusya, Fransa ve AB’nin bölgeye yoğun ilgisi söz konusudur. Özellikle ABD’nin bölgede aktif olmasının nedenleri arasında; Akdeniz’in Avrupa güvenliğinin sağlanmasında önemli bir unsur olması, bölgeler arası kuvvet transferini sağlayacak konumda olması, Filistin, Irak gibi çatışma bölgelerinde yer alması, ticaret yollarını güvence altında tutmak ve Rusya’ya karşı artan gerilim nedeniyle bölgede kontrolü elinde tutmak istemesi vardır. Diğer taraftan 11 Eylül saldırılarından sonra NATO, bölgesel güvenlik ve istikrara katkıda bulunma, politik diyaloğu güçlendirme, savunma reformları geliştirme ve terörizmle mücadeleye katkıda bulunma gibi misyonlarla Akdeniz’de etkin bir şekilde faaliyet göstermeye başlamıştır. Doğu Akdeniz’deki enerji rezervlerinin bulunması sonrasında ise görev tanımlamalarına, ulaşım yollarının ve enerji hatlarının güvenliğinin sağlanmasını da eklemiştir.
1923 yılında Lozan Antlaşmasıyla Türkiye ve Yunanistan arasında tekrar bir savaş çıkmasına sebep olabilecek faktörlerin ortadan kaldırılmasına yönelik önlemler alınmaya özen gösterilmiştir. Bunların en başında, Ege denizindeki adaların silahsızlandırılmasıdır. Bu nedenle ege denizindeki ada/ adacık ve kayalıkların silahlardan mutlaka arındırılması gerekmektedir.
Tüm bu gelişmelerin neticesinde Doğu Akdeniz’de birçok devletin dahil olduğu haksız MEB anlaşmaları, enerji nakil hatları ve Kıta Sahanlığı sorunları; Türkiye için kritik mevzular haline gelmiştir. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, Kıbrıs meselesini statik tarihsel sorunlar bağlamından çıkararak, dinamik ve rekabetçi bir düzeye taşımıştır. Bu coğrafyada Türkiye dışında kurulacak herhangi bir üstünlük; Türkiye açısından büyük risk oluşturacakken, Türkiye’nin sağlayacağı üstünlük de adeta bir kalkan görevi görecektir. Bahsi geçen hususlar çözüme kavuşturulmadığı, KKTC bağımsız bir devlet olarak tanınmadığı ve enerjide adil paylaşım sağlanmadığı sürece; Türkiye’nin ulusal güvenliği tehlikede olacaktır.
Özellikle soğuk savaş döneminde, savunma stratejisini ön plana çıkaran ve kuzeyden gelecek muhtemel bir tehlikeye karşı savunma planları içerisinde olan Türkiye’nin değişen dünya konjonktüründe tehdit değerlendirmelerini gözden geçirmesi ve “caydırıcılık, topyekûn savunma, ileri cephe savunması” gibi stratejileri benimsemesi kaçınılmazdır.