‘‘Müslüman aynı delikten iki defa ısırılmaz.’’ Recep Tayyip Erdoğan.
Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 14 Şubat 2021
Doğu Akdeniz’in bu günkü önemi, zengin doğalgaz yataklarının varlığından kaynaklanıyor. Devletlerarası mücadele, 20’nci yüzyılda petrol odaklıydı. Bu yüzyılda ise doğalgaz odaklı olacak ve oluyor. Çünkü içinde milyonlarca insanın yaşadığı metropol şehirleri doğalgaz olmadan yaşatmak mümkün değil.
Geçmişte Doğu Akdeniz’i nasıl kaybettiğimizi bilmezsek bugün nasıl kaybetmekte olduğumuzu anlayamayız. O yüzden gelin hep birlikte geçmişte yaptığımız hatalara bir göz atalım.
1571 Kıbrıs’ın Fethi
16’ncı yüzyılda İpek Yolu’nun Osmanlı topraklarından geçmesi devlete büyük gelir sağlıyordu. Çin ve Hindistan’dan yola çıkan gemiler, Mısır’ın Kızıl Deniz kıyısındaki limanlara yüklerini boşaltıyor buradan kervanlara aktarılarak yine Mısır’ın Akdeniz kıyısındaki İskenderiye Limanı’na götürülüyordu. Burada tekrar gemilere bindirilen yükler Avrupa’ya taşınıyordu.
Akdeniz ticareti, ağırlıklı olarak Venediklilerin elindeydi. Çünkü Kıbrıs, Girit ve Malta gibi adalardaki uğrak limanlarının çoğu onların kontrolündeydi. Ayrıca güçlü donanmaları, saldırılara karşı ticaret gemilerini koruyabiliyordu.
Osmanlı o dönemde gücünün zirvesindeydi. Biraz önce ismini saydığımız adaları ele geçirebilirse Akdeniz ticaretinde tekel haline gelecekti. Ticarette tekel olmak, kârı misliyle artırır. Bu maksatla Kıbrıs adasının fethine karar verildi. Bu plana Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa karşıydı. Akdeniz ticaretine tamamen hâkim olma çabasının, kendi aralarında anlaşamayan İspanya, Fransa ve Venedik’i bir araya getirerek Osmanlı’nın karşısına bir haçlı ittifakı çıkarmasından korkuyordu. Nitekim öyle de oldu.
Kıbrıs’ın fethinin tamamlandıktan iki ay sonra 7 Ekim 1571’de İnebahtı’da Osmanlı Donanması ile Haçlı Donanması karşı karşıya geldi. Haçlı Donanması, okyanuslarda harekât icra edebilen çağın modern gemilerinden oluşuyordu. Osmanlı donanması ise kıyıya yakın sularda harekât yapan küçük gemilerden müteşekkildi. Osmanlı donanmasının yapması gereken şey kaçmaktı. Fakat siyasi karar, Akdeniz hakimiyeti için savaşmak yönünde oldu. Sonuç felaketti. Donanmamızı kaybettik. Kıbrıs’ı almıştık ama deniz kontrolü karşı tarafın eline geçmişti.
İnebahtı Deniz Savaşı
2. Selim’e bu kararları aldıran baş danışmanı Jozef Nasi idi. Nasi, Portekiz’den kaçarak Osmanlı’ya sığınan bir Marrandı.[1] İlerleyen yıllarda Osmanlı Girit’i de aldı. Osmanlı’nın Akdeniz ticaretine tamamen hâkim olma çabaları, ticaret yolunun değişmesine sebep oldu. Zaten Ümit Burnu keşfedilmiş ticaret gemileri 1497’den itibaren yavaş yavaş Hindistan’a bu güzergâhtan gitmeye başlamıştı. Osmanlı’nın zorlamasıyla Avrupa’nın Çin ve Hindistan ile yaptığı ticaret, Akdeniz limanlarından Anvers ve Amsterdam gibi kuzey Avrupa limanlarına kaydı.
Buradan iki ders çıkarmamız gerekiyor:
1) Osmanlı izlediği politika ile karşısındaki ülkeleri aralarında ittifak kurmaya mecbur etti. Soruna, askeri çözüm yolu bulmaya çalıştı, savaştı ve kaybetti. Bugün Doğu Akdeniz’de verdiğimiz mücadelede karşımızda Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) yok; onları destekleyen, ABD, Fransa, Almanya, İsrail ve Mısır’dan oluşan çok güçlü bir koalisyon var. Bu manada Türkiye’nin soruna askerî açıdan çözüm bulma şansı yoktur. Ne kadar silahlanırsak silahlanalım koalisyonu parçalamadan dengeyi lehimize çevirmeyiz.
2) Bazen hepsini istemek, hepsini kaybetmekle sonuçlanır. Osmanlı Venedik gibi küçük bir Dukalığı ezip Akdeniz’in tamamına sahip olmak istemişti. Ama hepsini kaybetti. Venedik de bu mücadeleden zararlı çıktı. Pastanın büyüğünü Fransa aldı. Yeri geldiğinde paylaşmak, çatışan her iki taraf açısından da daha kârlı olabilir.
Osmanlı Devleti ilk dış borcunu 1855 yılında Ruslarla yapılan Kırım Savaşı esnasında almıştır. Parayı veren Rothschild Ailesi, karşılığında Osmanlı’nın Mısır vilayetinden aldığı vergiyi teminat olarak göstermesini istemişti. Mısır, Osmanlı’nın en önemli gelir kaynağıdır. Çünkü uzak doğu ticaretinin bir kısmı halen Mısır üzerinden Akdeniz’e ulaşmaktadır.
Kırım Harbi
Dış borç alınmasında ısrarcı olan ve Osmanlı’nın kaderini Rothschildlerle birleştirmek isteyen dönemin Sadrazamı Mustafa Reşit Paşa’dır.[2] Mustafa Reşit Paşa, Londra Büyükelçiliği sırasında, Lionel de Rothschild’in büyük nüfuzu altında bulunan İskoç Büyük Mason Locası’nda Mason olmuştur.[3] Masonluğu bilinen ilk Osmanlı devlet adamıdır. Dönme olduğu söylenmektedir.
Osmanlı Devleti, Mısır vergisini kaybedince, bu ülke üzerindeki etkinliğini de kaybetmiştir. Mısır’ın kontrolü İngiltere ve Fransa eliyle yavaş yavaş Rothschild Ailesi’ne geçmeye başlamıştır. 1859 yılında Süveyş Kanalı yapılmaya başlanmış ve inşaat 1869 yılında tamamlanmıştır. Perde arkasındaki finans kaynağı Rothschild Ailesidir. 1876 yılında da İngiltere adına Süveyş Kanalı’nı bu aile satın almıştır. Kanalın açılımıyla Akdeniz’de ticaret yeniden patlamıştır. Fakat hâlâ Mısır ve Kıbrıs Osmanlı toprağıdır. “Türkleri buralardan atmak gerekmektedir”. Bu iş nasıl olmuş şimdi ona bakalım.
Kırım Savaşı esnasında Ruslar, Sinop baskını ile donanmamızı yakmıştı. Savaşı müttefikimiz olan İngiliz ve Fransızlar sayesinde kazanmıştık. Bir dahaki sefere müttefik bulamayabilirdik. Ruslara karşı tek başımıza mücadele edecek güçte olmalıydık. Padişah Abdülaziz döneminde, yapılan “Batılı” düzenlemelerle, 750 bin kişilik güçlü bir ordu oluşturuldu. Aynı zamanda güçlü bir donanmaya da ihtiyacımız vardı. Bütün bunları yapmak için teknoloji ve para gerekiyordu. Fakat her ikisi de bizde yoktu.
İngiltere ve küresel bankerler imdadımıza yetişmişti. İngiltere, bize gemi satarak dünyanın üçüncü büyük donanmasını kurmamıza yardım etti. Donanmamız, Fransızlarınkinden bile güçlüydü. Aynı zamanda teknoloji transferi de yapılmıştı. Haliç’teki tersaneler, ciddi bakım, onarım ve imalat yeteneklerine kavuşmuş, fabrikalarımız donanmanın ihtiyaç duyduğu mühimmatları dahi üretebilir hale gelmişti. Halk silahlı kuvvetleriyle gurur duyuyor, göğsü kabarıyordu.
Bütün bunları yapabilmek için gırtlağımıza kadar borca batmıştık. Bize borç veren küresel bankerler ise hep ana gelir kaynaklarımızı teminat olarak göstermemizi istiyordu. Aldığımız borç paranın önemli kısmını üretime değil, devletin cari giderlerine ve silahlanmaya harcamıştık. Sonuçta Osmanlı Devleti, 10 Ekim 1875 tarihinde dâhili ve harici borçlarının faiz ve anapara geri ödemelerini beş sene için yarı yarıya indirdiğini ilan etti. Osmanlı ekonomisi iflas etmişti. Borçlarının faizini bile ödeyemiyordu.
Ayastefanos Rus Abidesi
Alacaklılar tabi ki boş durmadı. Her yerde isyanlar başladı. Halk demokrasi ve özgürlük istiyordu. 30 Mayıs 1876’da Padişah Abdülaziz bir darbe ile tahtan indirildi ve 23 Aralık 1876’da Meşrutiyet ilan edildi. İçeride büyük bir iktidar kavgası yaşanırken aynı yıl Rothschild Ailesi Süveyş Kanalı’nı satın almıştı. Ne büyük tesadüf öyle değil mi?
Osmanlı’nın akılsızlığı burada da kalmadı. Devletin kasası boş, borç gırtlağa dayanmış ve askere dahi maaş ödeyemez durumdayken Ruslara savaş açıldı. Bu savaşın gerekçeleri apayrı bir konu. Sonra onu da yazarız. Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında, Ruslar çok kısa sürede Yeşilköy’e kadar geldi. İstanbul düşmek üzereydi.
Osmanlı’nın uzun yıllar büyük paralar harcayarak oluşturduğu 750 bin kişilik ordu ve o muhteşem donanma hiçbir işe yaramamıştı. Çünkü ekonomik sıkıntılar toplumsal düzeni bozmuş, İmparatorluğu oluşturan halkların birlik ve beraberliğini yok etmişti. İnsanlar açtı. Para yokluğu, eldeki silahların idame ettirilmesini bile mümkün kılmamıştı. Askere doğru düzgün maaş ödenemiyordu. Yenilgi kaçınılmazdı.
İstanbul önlerine kadar gelen Rusların elinden bizi İngiltere kurtardı. Karşılığında da 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Anlaşması ile Kıbrıs’ı aldı. O sırada İngiltere’nin Başbakanı Benjamin Disraeli idi. Disraeli, Lionel de Rothschild’in yakın arkadaşıydı. Disraeli aynı zamanda Yahudi asıllı ilk İngiliz başbakanıdır. Çok geçmeden 1882 yılında da İngilizler Mısır’ı da işgal etti.
Böylece Türkler, Kıbrıs ve Mısır’dan atılarak Akdeniz’in en önemli getirisi, ticarete, Rothschild Ailesi tek başına hâkim oldu. Bütün bunları yaparken de bir kuruş para harcamamıştı. Tehdit yaratıp, borç verdi, silah sattı, büyük faiz gelirleri elde etti, bu mekanizmayla Osmanlı’nın iç işlerine müdahil oldu, içerideki ona inanmış saf etki ajanları kamuoyunu yönlendirdi ve ülkeyi savaşlara sürdü. Osmanlı battığında da yine kaybetmedi. Düyun-u Umumiye’yi getirip parasını söke söke geri aldı.
Kaynak: Sabah
Şimdi günümüze geliyoruz. Doğu Akdeniz’in bu seferki en önemli getirisi doğalgaz olacak. Bu kaynağın paylaşımında Türkiye, Yunanistan ve GKRY ile karşı karşıya getirildi. Yunanistan’a Fransa 18 adet Rafale uçağı sattı. Bu uçakların sayısı 2025 yılına kadar 40’a ulaşacak. ABD, Yunanistan’ın 84 adet F-16 uçağını bizimkilerden çok daha üstün olacak şekilde modernize ediyor. Denge, hızla Yunanistan lehine değişiyor. Anlayacağınız ciddi bir tehdit yaratıldı.
Bu tehdit ortamında Hava Kuvvetleri, değişen dengeyi yeniden kurmak için uçak satın alma arayışlarına başlamıştır bile. Deniz Kuvvetleri ise daha fazla firkateyn yapma, 2’inci amfibi hücum gemisini denize indirme, hatta uçak gemisi inşa edip üzerine F-35 koyma peşinde. Türk savunma sanayinin yakaladığı ivme halkın gururunu okşuyor. Bu arada Merkez Bankası’nın rezervi eksi (-) 37 milyar dolar. Borç gırtlağa dayanmış. AKP iktidarı devletin cari harcamalarını karşılayabilmek için sürekli borçlanıyor ve/veya varlık satıyor. Borçlarımıza karşılık Varlık Fonu’nu teminat gösteriyoruz. Borç para vererek ve varlıklarımızı satın alarak Türkiye’ye kaynak akışını sürdüren böylece kurulu tuzağın devamını sağlayan kim deriniz?
Türkiye’ye son yıllarda en çok para Katar’dan geliyor. Yazar Celal Eren Çelik, Türkiye’ye çeşitli yollarla para akışını sağlayan Katar Yatırım Otorite’sinin arkasında Rothschild Ailesi’nin olduğunu belgeleriyle yazdı.[4] Doğu Akdeniz’deki zenginlik paylaşımında ana aktörün küresel sermayenin Rothschild kanadı olduğunu anladık. Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere’de Doğu Akdeniz’de bizim müttefikimiz olarak ortaya çıkıyor. Türkiye, Yunanistan ve GKRY’nin bu oyunda birbirlerini yıpratarak kaybedecek aktörler olarak belirlendikleri çok açık. Ekonomik kriz sonucu devrilecek liderin Cumhurbaşkanı Erdoğan olacağı görülüyor.
Kaynak: Samsun Kulis Haber
Peki, her iki tarafı da; “daha fazla silah alalım, hatta uçak gemisi yapalım” diye silahlanmaya teşvik eden ve “uluslararası hukuka göre karşı tarafın burada hiçbir hakkı yoktur” diyerek askeri tırmanmayı kışkırtanlar kimlerdir acaba? Bizi Libya’ya süren Stratfor düşünce kuruluşunun arkasında hangi sermaye vardır dersiniz? Bir de bizi Rusya veya Çin’e bulaştırabilseler tezgâh tam işleyecek o zaman.
Ankara bu strateji ile devam ederse, Osmanlı’ya kurulan tezgâhın benzeri bire bir işlemeye devam edecek ve Türkiye Doğu Akdeniz’deki tüm haklarını tek kurşun atmadan küresel sermayenin şirketlerine kaptıracaktır.
1) Yunanistan ile istikşafi görüşmeler yeniden başlamıştır. Havanda su dövülmemelidir. Her iki ülke de yabancı güçleri bu işe karıştırmadan soruna çözüm bulmak zorundadır. Aksi takdirde her ikisi de kesinlikle kaybeden taraf olacaktır.
2) Daha çok uçak satın alarak daha fazla gemi yaparak bu soruna çözüm bulmak imkânsızdır. Silaha yatırılan para çöpe giden servettir. Müzakere yoluyla yeni ittifaklar kurulmalı, tehdit ortadan kaldırılarak silahlanmaya ayrılan bütçe azaltılmalıdır.
3) Türkiye ve Yunanistan, askeri, siyasi ve ekonomik alanda stratejik ortak olmalıdır. Ütopik de gelse bu iş başarılabilirse, her iki ülke için de tehdit azalacağından kaynaklar ekonomik kalkınmaya aktarılabilecek ve aynı zamanda Doğu Akdeniz ile Ege’yi kontrol eden bu ortak güç, bölge kaynaklarının paylaşımında küresel sermayeye göre daha büyük pay alacaktır.
4) Bir savaşta silah, mühimmat ve yedek parça açısından kime bağımlıysanız savaşın sonucunu da o belirler. Bu manada kendi üretmediğiniz silah, ülkeye güvenlik değil tehdit getirir. Paniğe kapılıp uçak gibi ana silah sistemlerinde kesinlikle hazır alım yapılmamalıdır.
5) İttifaklara veya verilen sözlere güvenip tedbir almamak da hiç akılcı olmaz. Bir ülke her zaman kendi güvenliğini kendisi sağlamak zorundadır. Türkiye’nin kaynakları sınırlıdır. Tasarruf anlamında Türkiye’nin izleyeceği silahlanma stratejisi asimetrik olmak zorundadır. Daha fazla uçak daha fazla gemi tedarik etme yerine, havada, su üstü ve su altında harekât yapan insansız silah sistemleri ve bunların taşıyacağı güdümlü mühimmatlara önem verilmelidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli kullandığı bir söz ile bitirelim: “Müslüman aynı delikten iki defa ısırılmaz”. Isırılıp ısırılmayacağını çok yakında hep birlikte göreceğiz.
[1] 16’ncı yüzyılda engizisyondan saklanmak için Hristiyan’mış gibi davranan kripto-Yahudilere İspanya ve Portekiz’de Marran adı verilmektedir.
[2] Prof. Dr. Balcıoğlu Mustafa & Prof. Dr. Balcı Sezai, “Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu”, Erguvani Yayınevi 4. Baskı, Ankara 2020, S-117
[3] Age. S-53
[4] https://haberalternatif.com/4085-2/
Saygıdeğer komutanım,bu ülkenin en büyük eksiği,yanlışı gerçek kurmayların harcanmasıdır.
Tespitleriniz ülkemiz için olduğu kadar ferdi başarılar için de olmasa olmazıdır.Son 18 yıldır da yapılan budur.Alınan borçlar,satıştan gelen paralar ölü yatırıma gömülmüştür.
İyi günler dilerim.