savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
35,1981
EURO
36,7471
ALTIN
2.968,65
BIST
9.724,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Yağmurlu
6°C
Ankara
6°C
Yağmurlu
Cumartesi Çok Bulutlu
6°C
Pazar Parçalı Bulutlu
8°C
Pazartesi Yağmurlu
10°C
Salı Yağmurlu
8°C

Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü – 2

Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü – 2

İÇERİDEN ADAM DEVŞİRMEDEN BİR DEVLETİ YÖNLENDİREMEZSİNİZ

Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü – 2

Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü – 2



Yazan: Osman Başıbüyük, Sunsavunma

İÇERİDEN ADAM DEVŞİRMEDEN BİR DEVLETİ YÖNLENDİREMEZSİNİZ


Yazının ilk bölümünde Almanların Osmanlı’yı kendi sömürgeleri yapabilmek için nasıl bir strateji izlediklerini, Cihad kavramını nasıl kullanmayı planladıklarını anlatmıştık. Yazının bu bölümünde,
Planlarının yürümesi için Almanlar, Osmanlı kanaat önderlerini ellerinde tutmalı, ordu, sivil bürokrasi ve iş çevrelerinde kendilerine bağımlı bir kadro yaratmalıydı. Bu iş için görevlendirilmiş casusları vardı. Bunlardan en önemlisi zaman zaman değişik isimler kullanan Baron Rudolf von Sebottendorff’du.


Sebottendorff, Almanların gizli teşkilatı Thule üyesiydi. 1897 yılında İskenderiye’ye gelmiş, burada çok kısa süre kaldıktan sonra Kahire’ye geçmişti. Burada Hidiv Abbas Hilmi’nin yönetiminde yer alan Türk asıllı Hüseyin (Fahri) Paşa’nın mahiyetinde iş bulmuştu. Hüseyin Paşa, tıpkı II. Abdülhamid gibi İngiliz düşmanı ve Alman dostuydu. Paşa aynı zamanda Bektaşi ve Masondu. Hüseyin Paşa, 1900 yılının Temmuz ayında Sebottendorff’u İstanbul’a getirdi. Sebottendorff, Beykoz Cami imamından Türkçe ve Arapça dersleri almaya başladı, Bektaşi ve Mason oldu.

Sebottendorff’a göre “Dönmeler” (sabetaistler) Türkiye’de Masonluğu yönetiyordu. Sebottendorff, 1911 yılında Osmanlı vatandaşlığına geçti. 1912’de ünlü bir Alman Okült dergisinde yayımlanan, “İslami Farmasonluk ve Ezoterizm” başlıklı makalesinde Masonluğun gerçekte Bektaşi-Dai-İşhariyye’den alındığını öne sürdü. Sebottendorff, 1960’lara kadar Almanya ile Türkiye arasında mekik dokudu. Osmanlı döneminden başlayarak Türkiye’deki üst düzey kimselerle çok ciddi yakınlıklar kurdu. Mesela, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil Paşa, 1940’lı yıllarda Sebottendorff’un en yakın arkadaşlarından biriydi. Muhtemelen Enver Paşa ile de tanışıyordu. Ne tesadüf Enver Paşa da Ali Fethi (Okyar), Kazım (Karabekir) Paşa ve Şeyhülislam Musa Kazım Efendi gibi Mason-Bektaşiler listesindeydi.[10] Sebottendorff’un en büyük özelliği hem Türkleri hem Kafkasları hem de Rusları çok iyi tanıması[11], ayrıca Rus Çarlarına karşı savaşmış, sonra da Türkiye’ye sığınmış olan Kafkas halklarıyla yakın teması olmasıydı.[12]


1897’de Rusya’nın ilk nüfus sayımında Türkistan topraklarında 11.463 Yahudi olduğu tespit edilmişti. Mesela Özbekler ve Tacikler arasında eriyen “Çala” isimli bir gruptan bahsedilir. Bu grup, Müslüman gibi gözükür ibadet için camiye gider ama evlerinde gece karanlığında Yahudi geleneklerine göre ibadet edermiş.[13]

Bu grubu da bir çeşit sabetaist olarak nitelendirebiliriz. Bu gruptan Osmanlı’ya göç edenler var mıydı? Orta Asya’dan gelen seyyah dervişler için Üsküdar’da kurulan Nakşibendi Özbekler Tekkesi’nin bu tarikatla bir bağlantısı var mıdır? Bilmiyoruz. Aman Sebottendorff’un Özbekler Tekkesi’yle de ilişkide olduğu anlaşılıyor. Özbekler Tekkesi ile de Teşkilat-ı Mahsusa iç içeydi.[14] Küçük bir bilgi: Özbekler Tekkesi binası günümüzde Münir Ertegün Tarih Araştırma Vakfı’nı barındırıyor. Vakfın açılışını 1994 yılında Amerika’nın Yahudi politikacılarından Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger yapmıştı.[15]


O dönemde Bektaşilik biraz baskı altında olduğu için sabetaistlerin çoğu Nakşibendi ve Melami tarikatlarına yönelmişti.[16] Nakşibendiler, devlet yönetiminde daha hakimdi. Baron Sebottendorff da hangi tarikattan hangi dinî veya etnik kimlikten olursa olsun devlet yönetimini etkileyebilecek üs düzey kişilerle yakın arkadaşlık kurmaya çalışıyordu.


Sebottendorff’un İstanbul’daki arkadaşlarından birisi de Pertev Paşa idi (Demirhan). Pertev Paşa ile Sebottendorff, Alman-Asya Cemiyeti’nde beraber çalışmışlardı.[17] Pertev Paşa, Harp Okulunu bitirdikten sonra eğitim için Almanya’ya gönderilmiş, gençliğinde Alman ıslahat heyeti başkanı Colmar Freiherr von der Goltz Paşa’nın yaverliğini yapmıştı. Yine Goltz Paşa’ın tavsiyesiyle Osmanlı askeri ataşesi ve murahhası (delege) sıfatlarıyla, 1904 Japon- Rus Savaşı’nı takip ve rapor etmek üzere Mançurya’ya gönderilmişti. İlerleyen dönemlerde Genelkurmay Başkanlığına kadar yükseldi.[18] Pertev Paşa aynı zamanda sabetayist Kenan Rifai’nin müridiydi. Kenan Rifai, dergâhını 1908 yılında açmıştı.[19]


RUS-JAPON SAVAŞI’NIN TARİHİMİZDEKİ ÖNEMİ


1904-1905 Rus-Japon Savaşı, Osmanlıda siyasete yeni aktörlerin katılması ve ülke siyasetini etkilemeleri açısından önemlidir.


Bu savaşta Rusların yenilmesi Çarlık İmparatorluğunun geleceğini derinden etkiledi. İmparatorluktaki Türk-Müslüman tebaa bu savaşta devletin yanında yer almak istemiyordu. Kaldı ki bizzat Rus halkının kendisi de bu savaşı benimsememişti. Kimse uzak diyarlarda boşu boşuna ölmek istemiyordu. Bir grup genç Kazan Tatarı, 1904’te “Hürriyet” adında milliyetçi bir yeraltı teşkilatı kurulmuş ve bu teşkilat, Kazan Tatarları arasında Rus ordusundan firarı teşvik için kışkırtıcılığa girişmişti. Kırım’da askerlik çağına gelmiş birçok Kırım Tatar genci, bir yolunu bulup İstanbul’a kaçmış, Kırım’a dönmek için savaşın sona ermesini beklemekteydi.[20] Rusya’daki Türk ve Müslüman kökenli halkların kalkışmasında pek tabi ki Almanların da payı vardı. Almanlar, Rusya’nın Japonya karşısında yenilmesini istiyordu ve daha önce anlattığımız stratejileri gereği Türk ve Müslüman kökenlilerin ayaklanarak Rus imparatorluğunu parçalamasına çabalıyorlardı. Bu dönemde Kafkas ve Türkistan aydınlarının İstanbul ile teması yoğunlaştı.


Mesela 1792-1910 yılları arasında dönem dönem Kırım’dan Osmanlı’ya göçler olmuştur. Göç edenlerin arasında Kırım Tatarca’sı konuşan Kırımçak Yahudileri de vardır.[21]


Dönemin önemli aktörlerinden bir tanesi Abdürreşid İbrahim’di (1853-1944). Türklerin siyasi birliğinin fikir babalarından birisi İsmail Gaspıralı idi. Ama işin mutfağında Abdürreşid İbrahim vardı. Abdürreşid İbrahim, İstanbul’a 1892 yılında geldi. 1896’da Avrupa’ya gitti. Stockholm, Almanya, İstanbul, Japonya kısacası birçok ülke arasında mekik dokudu. (Stockholm, Almanların Rusya ile ilgili istihbarat merkeziydi.) Rusya Türklüğünün 1905-1908 yılları arasında düzenledikleri 4 kurultayın da organizasyonunu bizzat Abdürreşid İbrahim organize etmiştir. İbrahim, Rusya’daki bütün Türk ve Müslüman coğrafyayı dolaştı çok zengin tüccarlardan para yardımı aldı, önemli kimselerle görüştü.[22] Bu kimselerden birisi de Yusuf Akçura’ydı.


Pantürkizm’in babası olarak görülen Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset isimli makalesinde Osmanlı Devleti’nin temel devlet politikası olarak Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük olmak üzere üç siyaseti kıyaslayarak incelemiştir. Akçura’nın bu makalesi ilk olarak 1904 yılında Kahire’de Türk adlı gazetede yayınlanmıştı. O yıllarda Mısır’ın İngiliz kontrolünde olduğu ve Alman ajanı Max Freiherr von Oppenheim Kahire’de bulunduğu düşünülürse Yusuf Akçura’nın Almanlarla doğrudan teması olmasa bile en azından Alman icadı Pan-Türkist, Pan-İslamist ve Osmanlıcı politikalarından etkilendiği söylenebilir.


Almanlar, sonradan Teşkilat-ı Mahsusa’ya dönüşecek “İslam Birliği” (İttihat-ı İslam) propagandası yapan gizli bir örgütün temellerini 1907 yılında attı.[23] O tarihlerde örgüt üyelerinin kim olduğu bilinmiyor.


OSMANLI’YI PAYLAŞMA PROJESİ


Almanların Osmanlı’daki bu faaliyetleri, İngiliz ve Rusları endişelendirmişti. Her iki devlet de Pan-Türkist, Pan-İslamist ve Osmanlıcı politikalar sebebiyle sömürgelerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalardı. 23 Eylül 1907’de İngiltere ve Rusya aralarında Osmanlı üzerinde çekişmelerine son veren anlaşmayı imzaladılar. Daha sonra 9-10 Eylül 1908’de Reval’de (Talin) yapılan toplantıda İngiliz – Rus ittifakına Fransızlar da katıldı. Bu üç büyük güç Osmanlı’yı kendi aralarında paylaşmak için anlaşmıştı. Bu planın duyulması, Jöntürkleri harekete geçirdi.


Genç Türkler veya çoğunlukla Jöntürkler olarak anılan bir aydın grubu, II. Abdülhamid’in baskıcı politikalarından Avrupa’ya kaçmış, II. Abdülhamid karşıtı, meşrutiyet ve anayasa yanlısı bir politika izliyordu. Baskıcı politikalar her zaman gizli örgütlenmeyi ve gizli örgütlenmeler de yine her zaman dış güçlerin manipülasyonuna açık olma zafiyetini beraberinde getirir.


Jöntürkler, bahse konu üç ülkenin, Osmanlıyı kendi arasında paylaşarak parçalama niyetlerinden paniğe kapılmıştı. Eğer II. Abdülhamid devrilip, Almancı politikalar terk edilerek yeniden İngiliz ve Fransız yanlısı
politikalar benimsenirse, Osmanlı’yı kurtarabileceklerini zannediyorlardı. Reval (Talin) toplantısından 1 ay sonra Binbaşı Enver Bey ve Kolağası Resneli Ahmet Niyazi Bey dağa çıktı. Saraya telgraflar çekerek Anayasa’nın yeniden yürürlüğe konulmasını talep edip ayaklanmayı başlattılar.

Ayaklanma halkın katılımıyla büyüdü ve sonunda II. Abdülhamid Jöntürklerin isteklerini kabul ederek anayasayı tekrar yürürlüğe koydu. 23 Temmuz 1908 günü Meclis-i Mebusan yeniden açıldı.[24] İstanbul’a “hürriyet kahramanı” olarak gelen Binbaşı Enver Bey bir süre sonra 12 Ocak 1909’da Berlin’e Askeri Ataşe olarak atandı[25].


Abdülhamid, meclisi yeniden açarak tahtını korumayı başarmıştı fakat bu sefer de İngilizler bu yeni durumdan rahatsız olmuştu. Osmanlı’nın anayasa ve halk tarafından seçilmiş bir meclisle yönetilmesi, İngiliz sömürgelerine çok kötü örnek olacaktı. Sömürgelerdeki halklar da seçim, siyasi parti ve özgürlük isteyeceklerdi. İngilizler hemen harekete geçti, Türk halkının dinî duygularıyla oynayarak ve II. Abdülhamid’i kışkırtarak tarihimizde 31 Mart Vakası olarak bilinen 13 Nisan 1909’daki ayaklanmayı tetiklediler. Sonuçta II. Abdülhamid tahtan indirildi[26].


Binbaşı Enver Bey, 31 Mart Olayı patlak verince Berlin’den hemen hareket etmiş, Selanik’ten İstanbul’a doğru ayaklanmayı bastırıp, II. Abdülhamid’i devirmek için yola çıkan Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu’na yolda katılmış ve Kolağası Mustafa Kemal Bey’den kurmay başkanlığı görevini devralarak yine hürriyet kahramanı olarak İstanbul’a girmişti. Acaba Binbaşı Enver Bey’i Almanya’dan İstanbul’a hangi güç göndermişti?


Jöntürkler, II. Abdülhamid’i tahttan indirdikten sonra yeni hükümetle birlikte hemen yüzlerini İngiltere ve Fransa’ya çevirdiler. Yeniden onların güdümüne girerek Ruslarla yaptıkları Osmanlı’yı parçalama anlaşmasını bozmak istiyorlardı. İçinde Masonu, Sabetaisti, Nakşibendisi olan bu aydın kesim, ülkeyi bir dış gücün kucağından kaldırıp öbürününkine oturtunca kurtaracaklarını zannediyordu!

Bu zihniyet Cumhuriyet dönemindeki tüm darbelere de imzasını atmıştır. Bugün Türkiye’de darbe olsa, perde arkasında yine aynı zihniyetin olacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü dış güçlerin icazetiyle ülkeyi kurtarabileceğini ve kendi çıkarlarını muhafaza edebileceğini düşünen onursuz insanların varlığından hala kurtulamadık.


Neyse konumuza tekrar dönelim. Jöntürkler maalesef İngiliz ve Fransızlardan bekledikleri desteği bulamadı[27]. Çünkü Osmanlı’yı paylaşma planları, II. Abdülhamid ile veya Osmanlı’nın kaderiyle ilgili değildi. Almanlar cidden güçlenmişti. Alman yayılmasını önlemek için artık Osmanlı’nın parçalanması, onlar için stratejik bir ihtiyaç haline gelmişti. İngiliz ve Fransızlardan yüz bulamayan Jöntürkler bu sefer aynı II. Abdülhamid gibi yine Almanya’ya mecbur kaldı. Yönetimi tamamen ele geçiren İttihat ve Terakki Partisi, II. Abdülhamid’in bıraktığı Alman yanlısı politikalara devam edecekti.


CİHAD’IN İLK DENENDİĞİ YER TRABLUSGARP SAVAŞI


29 Eylül 1911’e geldiğimizde İtalyanlar, Osmanlı’ya savaş ilan ederek Trablusgarp’ı (Libya) işgal etti. İşgale karşı hiçbir direnç gösterilmemişti. Osmanlı’nın oraya yardım gönderecek ne ekonomik gücü ne de asker taşıyacak donanması vardı. İtalyanlar, tereyağından kıl çeker gibi Trablusgarp’ı almıştı. Bu durum doğal olarak Osmanlı subaylarında büyük üzüntü yarattı. Üzülenler arasında Almanlar da vardı. Almanya hemen devreye girip “İslam Birliği” propagandası yapmak için kurduğu gizli teşkilatı harekete geçirdi. Kutsal savaş “Cihad”ın ilk provası Libya’da yapılacaktı.


Binbaşı Enver Bey’in başkanlığında kurulan bir ekip sahte kimliklerle Trablus’a gidecek ve oradaki aşiretleri İtalyanlara karşı ayaklandıracaktı. Trablus’a, İtalyan işgalcilere karşı direnişi örgütlemeye gidenler arasında Kolağısı Mustafa Kemal, Nuri Bey (Conker), Eşref Bey (Kuşcubaşı), Ali Fethi Bey (Okyar), Halil Bey (Enver Bey’in amcası), Albay Neşet Bey gibi subaylar bulunuyordu[28]. Libya’ya savaşmaya gidenler arasında (Binbaşı) Ömer Fevzi Mardin de vardı[29].

Bu subayların bazıları sonradan kurulacak Teşkilat-ı Mahsusa’nın elemanları olacaktı. Aslen Buharalı bir Özbek aileden gelen, Stockholm, Almanya, Rusya, İstanbul ve Japonya arasında mekik dokuyan Özbek kökenli Hoca Abdürreşid İbrahim de Trablusgarp Savaşı patlak verince Mısır üzerinden Libya’ya gitmişti[30].

Ne büyük tesadüf CIA’nın Türk Casusu Ruzi Nazar ve Büyük Oyundaki Türk, Enver Altaylı da Abdürreşid İbrahim gibi aynı kökenden geliyordu! Bir başka tesadüf; bu kahraman (!) Türk casuslarının gelecekte temas kuracakları şeyhler de Libya’dan gelme bir tarikata bağlıydı: Arusi tarikatı. Libya’da savaşan Ömer Fevzi Mardin bu tarikatın kurucusu olacaktı. Anlatacağız.

Türk subayları Trablus’a savaşmaya giderken Osmanlı Genelkurmayı 5 kuruş para vermemişti. Bütün finansmanı Almanlar sağladı. Para işlerine Ömer Fevzi Bey (Mardin) bakıyor, Almanlarla parasal bağlantıyı o sağlıyordu[31]. Binbaşı Enver Bey de Almanya’daki bir kız arkadaşına mektup yazar gibi Alman istihbaratına rapor veriyordu[32].


Gerçekten de Trablus’ta denenen ilk Cihad provası başarılı olmuştu. Halk, İtalyanlara karşı ayaklanmış, İtalyanlar çok zor duruma düşmüştü. Cihad provasının neden bu derece başarılı olduğunu biraz daha incelemek gerekiyor. İşin içinde Arusi Tarikatı vardı. Dini inanç ve tarikatlara bağlılık sayesinde halk İtalyanlara karşı ayaklandırılabilmişti.


Arusi Tarikatı, Nakşibendi, Kadiri- Melami kökeninde, Libya’dan Türkiye’ye gelme bir tarikattı. 1901 yılında Abdülhamid karşıtlığı sebebiyle Fizan’a sürülen Filibeli Ahmet Hamdi, sürgünde tasavvufa merak sarmıştı. Ziyaret ettiği Asitane-i Arusi Selamiye’nin çok etkisinde kaldı; tarikata bağlandı, zamanla hilafetname aldı. O tarihte tarikat II. Abdülhamid’e karşı isyan bayrağını açmıştı. Filibeli, II. Meşrutiyetten sonra İstanbul’a döndü. “İttihat-ı İslam” (İslam Birliği) adlı haftalık bir dergi çıkardı. Acaba dergiyi kim finanse ediyordu? Bilinmiyor! Filibeli Ahmet Hamdi, İslam’ı dünyada Türklerin yücelteceğini düşünüyordu ya da öyle söylüyordu. Arusiliği Osmanlı’da kurumsallaştıran Ömer Fevzi Mardin oldu. Muhtemelen Libya’ya gitmeden tarikatla İstanbul’da tanışmıştı. Ömer Fevzi Mardin üst düzey İttihat ve Terakki üyesiydi, nedense sonradan örgütle ayrı düştü.[33]


İşte bu Nakşibendi, Kadiri, Melami kökeninden gelen Arusi Tarikatı gelecekte Türkiye’nin bütün kritik süreçlerinden önemli rol oynayacaktı. Ömer Fevzi Mardin şeyhliği Mustafa Aziz Çınar Efendi’ye verdi. Mustafa Aziz Çınar Efendi, Alparlan Türkeş ile de çok iyi görüşürdü. Mustafa Aziz Çınar Efendi’nin müritlerinden biri de Mehmet Faik Erbil Efendi’ydi. Mehmet Faik Erbil Efendi, 1980 darbesi öncesi sağ-sol çatışmaları döneminde Enver Altaylı’yı komünistlerin silahlı baskınından kısa süre önce uyarmış ve Altaylı’nın hayatını kurtarmıştı.[34]

İlerleyen yıllarda Aaron Kandiyoti isimli bir Yahudi vatandaşımız Arusi tarikatının şeyhi Azir Çınar Efendi’ye intisap etti[35.]

İsmini Harun Kan olarak değiştirdi ve Harun Hoca olarak Nakşibendi tarikatının şeyhi oldu[36].


Bütün bunları öğrenince insan kendine acaba bugün bizi Libya’ya hangi tarikat gönderdi, acaba tarikat üyesi subaylarımız da var mı diye sormadan edemiyor!

Bu günlük burada noktalayalım devamında Balkan Savaşları, Türkiye’de parti nasıl kurulur, istihbarat örgütünün vesayet sistemindeki yeri ile devam edeceğiz.

 

Kaynaklar:

9- Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S- 225, 248
10- Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, Kırmızı Kedi 569, S-295
11- Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-238
12- Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-246
13- Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, Kırmızı Kedi 569, S-79
14- Ülkü İrfan, Büyük Oyundaki Türk-Enver Altaylı, İstanbul, 1. Baskı Ocak 2008, İlgi Yayınları, S-369
15- Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, Kırmızı Kedi 569, S-50
16- Ayrıntılı bilgi için Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, kitabına bakınız.
17- Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-232
18- Dr. Aladağ Hüseyin Hilmi, Osmanlı Devleti Zaviyesinden 1904-1905 Rus-Japon Harbi, SEFAD, 2016 (36): 579-606
19- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-123
20- Karaş Ertuğrul, Rus-Japon Savaşı ve Kırım Türkleri, 100. Yıldönümü Münasebetiyle, Vatan KIRIM 31 Ocak 2018
21- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-438
22- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-35
23- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-203
24- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-143
25- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-10
26- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-151
27- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-154
28- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-161
29- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-46
30- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-35
31- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-163, 182
32- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-161-164
33- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-37
34- Ülkü İrfan, Büyük Oyundaki Türk-Enver Altaylı, İstanbul, 1. Baskı Ocak 2008, İlgi Yayınları, S-207
35- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-35
36- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-97

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.