savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,2733
EURO
35,1113
ALTIN
2.275,60
BIST
8.822,63
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
22°C
Ankara
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
20°C
Cuma Parçalı Bulutlu
22°C
Cumartesi Az Bulutlu
23°C
Pazar Açık
24°C

Erdoğan’ın Türkiye’sini NATO’dan Atma Zamanı Geldi

Erdoğan’ın Türkiye’sini NATO’dan Atma Zamanı Geldi
A+
A-

Erdoğan’ın Türkiye’sini NATO’dan Atma Zamanı Geldi

Yazar: Stanley A. Weiss

Çeviren: Ercan Caner

 

NATO’nun kurulmasında büyük katkıları olan Amerikalı diplomatlardan bir tanesinin adının Achilles (Türkçesi- Aşil) olması günümüze kadar bir merak konusu olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Dışişleri Bakanlığı Ofisi Batı Avrupa İlişkileri Başkanı ve Kuzey Atlantik Konseyi ABD Başkan Yardımcısı olan Theodore Achilles, yayılmacı bir politika yürüten Sovyetler Birliğini Batı Avrupa’da silahlı bir çatışmaya girme fikrinden caydırmak için tasarlanan antlaşma metninin yazılmasında liderlik görevini yürütmüştür. 1949 yılında kurucu üye olarak ABD’nin yanında yer alan 11 ülkeye, 1952 yılında Türkiye ve Yunanistan katılmış, NATO’nun üye sayısı günümüzde ise 28’e ulaşmıştır.

Bugüne kadar, organizasyonun herhangi bir üyesinin ittifakın geri kalanına ihanet edebileceğini hayal etmenin ne kadar zor olduğunun bir yansıması olarak, NATO’nun kötü davranan bir üyeyi ittifaktan uzaklaştırma veya kötü davranışın içeriğini tanımlama yönünde resmi bir mekanizması yoktur. Sovyetler Birliğinin çöküşünden günümüze kadar yaklaşık olarak 30 yıl geçmesine rağmen NATO üyesi ülkeler, Madde 5 [1] ‘’Taraflardan birine yapılmış bir saldırı bütün üyelere yapılmış sayılacaktır’’ kapsamında, 04 Nisan 1949 tarihinde birbirlerine verdikleri söze hala bağlı kalmayı sürdürmektedirler. Yaklaşık olarak 70 yıl boyunca, gelecekte bir gün içlerinden yaramaz ve ittifakın değerlerini artık paylaşmayan, fakat davranışları müttefiklerini tehlikeye sokan ve küresel düzen için bir kâbus senaryosu olan bir üyenin faaliyetlerini savunmak gibi faktörler NATO’nun aşil tendonu[2] olmuştur.

67 yıl sonra o gün artık gelmiştir: yarım asırdır Orta Doğuda güvenilir bir müttefik olan ve Müslüman bir ülkenin laik ve demokratik olabileceğinin ispatı olan Türkiye, NATO müttefiklerinden öylesine uzaklaşmıştır ki, herkes tarafından Suriye’deki İslami Devleti, batıya karşı sürdürdüğü savaşta açıkça desteklediği bilinir hale gelmiştir. 2003 yılında, İslami güçlü adam Erdoğan iktidara geldiği andan itibaren Türkiye, İslami teröristlerin her türlüsünü kucaklarken, bütün bölge çapında IŞİD’e[3] karşı savaşan 25 milyon Kürt ile savaşı tırmandırma ve 24 Kasım 2015 tarihinde uçağı düşüncesizce vurularak düşürülen[4] Rusya Federasyonu ile olan soğuk savaşı sıcak savaşa dönüştürme dâhil, sonlandıramayacağı savaşların içinde olmayı tercih ederek otoriter bir rejime doğru sert bir dönüş yapmıştır. Şehirlerinde bombalar patlarken ve düşman kapısına gelmiş durumda iken Türk liderleri, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da geçtiğimiz Cumartesi ‘’müttefikimiz ABD’nin kayıtsız şartsız desteğini umduklarını’’ ifadesinde olduğu gibi NATO’nun ne olur ise olsun bütün şartlar altında desteğini talep etmektedirler.

Fakat artık çok geç. NATO Türkiye’yi savunmak için bu ülkeye gitmemelidir, bunun yerine Türkiye’nin Batıya karşı yaptığı uzun ve gittikçe büyüyen, İslami teröristleri desteklemeyi de içeren ihlaller listesini derhal soruşturmaya ve incelemeye başlamalıdır. Ve eğer yaparlar ise – büyük bir olasılıkla yapacaklardır, ittifakın en üst karar verme organı olan Kuzey Atlantik Konseyi[5] Türkiye’yi, saldırgan ve uzlaşmaz tutumu uluslararası topluluğu 3’üncü Dünya Savaşına sürüklemeden harekete geçerek sonsuza kadar NATO’dan uzaklaştırmalıdır.

Bu çok önceden yapılması gereken bir faaliyettir. 5 yıl önce savunduğum gibi: Bir zamanlar bir şiirinde ‘minareler süngü kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker’  diyebilecek kadar iliklerine kadar İslamcı olan Erdoğan, kendisini Arap Baharı sonrası Müslüman dünyanın lideri olarak görmektedir. Son 13 yılını Türk toplumunu, laik ve demokratik yapan her şeyi paramparça ederken, Center for Security Policy’den Caroline Glick’in bir zamanlar ifade ettiği gibi ‘Putin otokrasisi ve İran teokrasisi’ karışımı yeni bir modele dönüştürmekle geçirmiştir. Geçtiğimiz sonbaharda öylesine ileri gitmiştir ki, bir zamanlar Hitler’e verilen yetkileri övme noktasına ulaşmıştır.

Erdoğan’ın liderliği altındaki müttefikimiz, Çin’den daha fazla sayıda gazeteciyi tutuklamış, düşüncelerini serbestçe ifade eden binlerce öğrenciyi cezaevlerine doldurmuş ve laik okulları İslam merkezli medreselere çevirmiştir. Hamas ve Müslüman Kardeşler örgütlerine olan desteğini aleni bir şekilde ve övünerek açıklarken uzun yıllar müttefiki olan İsrail’i ‘insanlığa karşı işlenmiş’ suçlar ile itham etmiştir. Gaza’ya olan silah yasağını ihlal etmiş, NATO’yu hiçe sayarak Çin’den bir hava savunma sistemi (neredeyse füzeler dâhil) satın almış ve ABD’nin Irak Savaşı ve sonrasında Suriye’deki İslami teröristlere karşı yürüttüğü hava saldırılarında bir hava üssünü kullanmasına izin vermemiştir. Batılı müttefikler, Batı Suriyede’ki Kobani’de[6] İŞİD savaşçılarını geri püskürtmek için savaşırken Türk tankları sınırın öte tarafında sessizce beklemişlerdir.

Aslında Columbia University tarafından derlenen ve Türkiye’nin gizli bir şekilde İŞİD savaş makinesini beslediğine yönelik kuvvetli deliller mevcuttur. Near East Outlook (NEO) dergisinde geçenlerde yayımlanan bir makalede belirtildiği gibi, Türkiye’nin, dünyanın her yerinden gelen cihatçılara Türk Bölgesinden Suriye’ye sürü halinde geçmelerine izin verdiğine,  gazeteci Ted Galen Carpenter’in yazdığı gibi İŞİD’in kuzey Suriye petrolünün Türkiye üzerinden küresel pazara sunulduğuna, Erdoğan’ın oğlunun ölüm taciri İŞİD’in can damarı olan petrol satışıyla ilgili İŞİD’le işbirliği yaptığına ve petrol tankerlerinin Türkiye’den İŞİD savaşçılarına gitmek üzere Suriye’ye serbestçe geçtiklerine dair kanıtlar mevcuttur. Forbes Dergisinin belirttiği gibi, donanım sağlama, pasaport verme, eğitim, tıbbi bakım ve belki de özellikle İslami radikallere olmak üzere, çok daha direkt olarak yapılan yardım ve destekler ile ilgili kanıtlar da mevcuttur. Eski bir ABD büyükelçisine göre Erdoğan Hükümeti, El Kaide örgütünün Suriye’deki uzantısı olan El Nusra Cephesi ile direkt olarak birlikte çalışmıştır.

Ankara İŞİD’e karşı askeri operasyonlar içerisinde yer alıyor görünürken, Kürtlere karşı olan sabit fikirli yaklaşımı nedeniyle kuzey Suriye’de İŞİD birliklerini önüne katıp kovalayan Suriye Kürt Toplumunu Koruma Birliklerine (YPG)[7] acımasızca topçu atışlarını sürdürmektedir. Kürtler, 25 milyonluk bir Sünni Müslüman topluluk olarak, Suriye,  Irak, İran ve Türkiye sınırlarının birleştiği bölgede yaşayan, anayurdu olmayan yeryüzündeki en büyük etnik gruptur. Türkiye, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) olarak bilinen 14 milyon Kürde karşı kanlı ve 30 yıldır süren, 40.000’den fazla insanın yaşamına[8] mal olan bir savaşı sürdürmektedir. En son barış çabası, Türkiye’nin ülkenin güney batısına savaşmak için geri dönen ve Erdoğan’ın Türkiye ve Suriye’deki Kürtlerin hemen Türkiye sınırı ötesinde birleşebileceği yönündeki endişeleri nedeni ile PKK’ye saldırması sonucu başarısızlığa uğramıştır.

Kürtlere de Türklere olduğu gibi bazen, bugün ne oldukları değil de geçmişte ne oldukları penceresinden bakılmaktadır. 1997 yılında Türkiye ABD’yi, PKK’yi terörist örgütler listesine dâhil ettirme yönünde ikna etmiştir ve Erdoğan, Suriye Kürtlerinin de benzer şekilde terörist bir örgüt olduğunu iddia etmektedir. Fakat gerçekte YPG, ABD yönetimi ile birlikte, İslami teröristlere karşı mücadele etmek için öylesine yakın işbirliği içerisinde çalışmaktadır ki Washington Post geçenlerde YPG’yi, ABD’nin bölgedeki uzantısı olarak tanımlamıştır. Suriye, Irak ve Türkiye, nerede olurlarsa olsun Kürtler, herkesin söz birliği ettiği gibi, Irak ve Suriye’deki İslami Devlete karşı kara savaşını yürüten en sert ve cesur savaşçılardır. Bunun da ötesinde YPG, bölgede çok nadir görülen cinsiyet eşitliği, laiklik ve azınlıkların haklarına saygı, modern, ılımlı ve evrensel İslam konsepti ile bölgeyi felakete sürükleyen İslami cihatçılar karşısında çok güçlü bir alternatif olarak görülmektedir.

Türk Hükümeti Ankara’da meydana gelen son intihar saldırısı olayını ABD’nin Kürtlere karşı cephe alması için YPG’nin üzerine yıkmayı denemiştir. Öfkeden deliye dönen Erdoğan, Batının sadakatini sorgulamış ve ABD’yi Kürtleri destekleyerek bölgeyi bir kan gölüne döndürmekle suçlamış ve bir ültimatom[9] vererek Amerika’nın Türkiye ve Kürtler arasında bir seçim yapma zamanının geldiğini ifade etmiştir.

Tamamen aynı fikirdeyim: ABD için Kürtlerle, Erdoğan Türkiye’si arasında bir seçim yapma zamanı gelmiştir.

Eleştirmenler, Kürtlerin sınırları dışında İŞİD ile savaşma arzusunda olmadıklarını ileri sürmektedirler, fakat aslında Kürtlerin bu yaklaşımı ABD’ye bir fırsat sunmaktadır. Bütün bölgede İŞİD ile savaşmaya karşılık uluslararası koalisyon Kürtlere, kendi devletlerini kurma hakkını vermeyi önerebilir. Bir Kürt Devleti, ABD’nin bölgedeki kritik bölgesel müttefiki olabilir ve Orta Doğuda ortaya çıkan güç boşluğunu doldurmada çok değerli bir rol oynayabilir. ABD’nin yardımı ile kurulacak olan Kürt Devleti, Suriyeli mültecilere barınma imkânı sağlayarak Türkiye ve Avrupa’daki bunalan göçmen sistemini de rahatlatabilir. Uzun vadede bölgenin istikrarlı hale getirilmesinde çok değerli bir müttefik olarak hizmet edebilir ve başarılı bir demokrasinin çok kuvvetli bir örneği olabilir. Diğer bir ifade ile Kürdistan Türkiye’nin bir zamanlar oynadığı rolü oynayabilir.

Aşil olmak ile neredeyse Aşil olmak arasındaki farkın yaşamak ile ölmek arasındaki fark gibi olduğu söylenir. NATO aşil tendonu olmadan da yoluna devam edebilir: Türkiye’yi sonsuza dek NATO’dan atmanın şimdi tam zamanıdır.

Yazının orijinaline aşağıdaki linkten ulaşılabilir.

http://www.huffingtonpost.com/stanley-weiss/its-time-to-kick-erdogans_b_9300670.html
Yazıda ifade edilen düşünceler Yazar Stanley A. Weiss’e aittir. Çeviren yazarın ifadelerini aslına sadık kalarak kelimesi kelimesine çevirmiştir.

[1] Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldın olursa BM Yasası’nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dâhil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır. Böylesi herhangi bir saldın ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirilecektir. Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir.

[2] Aşil Tendonu: Bacağın baldır kaslarının büyük tendonu, ayak bileğinin arkasında topuğa tutunur. Baldırın arka bölümündeki kas grubunun topuk kemiğine birleşmesini sağlayan yapıya Achilleus’un öyküsünden esinlenilerek aşil tendonu adı verilmiştir. Metin içinde en zayıf ve hassas anlamında kullanılmıştır.

[3] Organizasyonun ismi Arapça al-Dawlah al-Islamiyah fi al- ‘Iraq wa al-Sham (Kısaltması Da’ish veya DAESH) ‘den gelmektedir. Batıda yaygın olarak İslami Irak ve Levant (Toros Dağlarının güneyindeki Orta Doğuda geniş alan, sınırları kesin olarak belli değildir) Devleti, İslami Irak ve Suriye Devleti ve Şam (her ikisi de ISIS olarak kısaltılır), veya basitçe İslami Devlet (IS-Islamic State) olarak kullanılmaktadır.

[4] Rusya Federasyonu Hava Kuvvetleri‘ne ait Sukhoi Su-24M tipi uçağın sınır ihlali gerçekleştirmesinden dolayı Türk Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesi olayıdır. Aynı zamanda 1950’li yıllardan beri ve Soğuk Savaş süreci sonrası ilk kez bir NATO üyesi ülke tarafından doğrudan Rus uçağı düşürülmüştür. Rusya, Suriye İç Savaşı’na müdahil olduğundan beri ilk ciddi kaybını bu olay neticesinde yaşamıştır.

[5] Kuzey Atlantik Konseyi örgüt içindeki en önemli siyasi karar mekanizmasıdır. Konsey değişik düzeylerde toplanır. Üyelerin önemli konularda bir anlaşmaya varmalarına yardımcı olan NATO Genel Sekreteri Konsey’in başkanıdır. NATO’nun kendisine ait pek az daimi kuvveti vardır. Kuzey Atlantik Konseyi bir operasyon yapılmasına karar verdiğinde üye ülkeler bu operasyona isteğe bağlı olarak katkıda bulunurlar. Bu kuvvetler operasyon tamamlandığında kendi ülkelerine dönerler.

[6] Kobani veya Ayn el-Arap – Türkiye’nin Şanlıurfa, Suruç ilçesinin güneyinde yer alan sınır kenti. 54.681 kişilik bir nüfusa sahiptir.

[7] YPG – Yekitiya Parastina Gel (Halk Savunma Birliği) Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de irili ufaklı onlarca Kürt gurubu vardır. Bunlardan en kanlı eylemleri gerçekleştiren ise Türkiye’ye karşı silahlanan PKK dır. PKK’nın İran’daki silahlı koluna PEJAK, Suriye’deki silahlı koluna ise YPG denir. Yani YPG, PKK ile aynı işlevi gören fakat faaliyetlerini Suriye’de sürdüren yapılanmadır. PYD ise YPG’nin siyasi kanadıdır. Tıpkı Türkiye’deki PKK’nın siyasi kanadının bugünkü HDP olması gibi.

[8] TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun bünyesinde kurulan Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerinin İncelenmesine Yönelik Alt Komisyon raporuna göre son 30 yılda (1984-2012): 7918 kamu görevlisi, 22101 PKK’lı, 5557 sivil vatandaş olmak üzere toplam 30576 kişi hayatını kaybetmiştir.

[9] Ültimatom – Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğüne göre: Bir devletin başka bir devlete verdiği ve hiçbir tartışma veya karşı koymaya yer bırakmaksızın, tanıdığı sürede isteklerinin yerine getirilmesini istediği nota.

 

 

 

Stanley A. Weiss
Stanley A. Weiss

Bir maden, kimyasal ve mineral işleme şirketi olan
American Premier Firmasında geçmişte başkanlık görevini yürütmüştür.  Ulusal güvenliği artırmak için en iyi iş uygulamalarını üst düzey insanlardan oluşan tarafsız bir kurum olan Business Executives for National Security (BENS’in) kurucu başkanıdır. Bay Weiss genel olarak kamu politikası üzerine yazılar yazmaktadır, sayısız makalesi International Herald Tribune, The New York Times, The Wall Street Journal, The Washington Post ve The Washington Times’de yayımlanmıştır. Manganese (Manganez) isimli kitabında manganezin metalurji harici diğer alanlardaki kullanımlarını açık bir şekilde anlatmıştır.

Harvard’s Center for International Affairs’de geçmişte görev yapan Mr. Weiss, Humane Letters from Point Park College in Pittsburgh, Pennsylvania’dan onursal doktora derecesine sahiptir. Halen Premier Chemicals’da görev yapan Mr. Weiss, Council on Foreign Relations, the American Ditchley Foundation, the International Institute for Strategic Studies, ve İngilte’de bulunan Royal Institute üyesidir. Board of Directors of Harman International Industries; the Board of Visitors of Georgetown University School of Foreign Service ve the Advisory Boards of RAND’s Center for Middle East Public Policy ve the International Crisis Group’da görev yapmıştır.

Evli ve iki çocuk babasıdır, zamanını Londra’da bulunan evi ile Washington’da bulunan ofisi arasında geçirmektedir.

 

Yazar Ercan Caner
Çeviren: Ercan Caner
Türkiye Hava Sahası Yönetimi alanında doktora tez çalışmalarını sürdürmektedir. İnsansız Hava Araçları (2014) ve Taarruz Helikopterleri (2015) konulu makaleleri yayımlanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Birleşmiş Milletler (BM), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve savunma sanayinde toplam 30 yıllık çalışma deneyimine sahiptir. Ercan Caner evli ve iki çocuk babasıdır.

BU ALANA REKLAM VEREBİLİRSİNİZ
Yorumlar
  1. Ercan Caner dedi ki:

    Stanley A. Weiss 26 Ağustos 2021 günü hayatını kaybetmiştir. Toprağı bol olsun…