Atilla Aşçı, Sun Savunma Net, 13 Eylül 2020
Savaş çığırtkanlığı yapmayı hiç sevmem. Öyle de bir niyetim hiç olmadı. Yalnız duruma tarihsel açıdan bakmak istiyorum. Tarih tekerrürden ibarettir derler ya… İşte o tekrar tekerrür ediyor.
Mayıs 1919 da, Yunanlılar hamileri İngilizlere pek güvenerek Megali İdea diye uydurdukları Büyük Ülkü hayalleriyle Anadolu’yu işgale kalkmışlar; fakat bir süre sonra her şeyi yüzleri gözlerine bulaştırınca, hami ve abileri İngilizler onları yüzüstü bırakıvermişti de, Eylül 1922 de perperişan gitmek zorunda kalmışlardı. O İngiliz hami ki, en başta, Sevr Antlaşması’nın da fikir babası, William ile Elizabeth’den olma, ‘’ Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı, Yunanistan’dır’’ diyerek, içindeki Çanakkale hezimetini, her fırsatta azılı bir Türk düşmanlığıyla dışarı püskürten İngiliz Başbakanı Lloyd George idi. O Lloyd George ki, ilk başlarda kendisini savaş karşıtı, pasifist bir lider olarak gösterme hevesinde iken, savaşın daha birinci yılında bir anda en keskin militarist kesilivermişti.
Diğer pek sahnede görünmeyen, ama aslında hep Yunan taraftarı olan abi ise, Joseph Ruggels ile Jessie Janet’den olma, Amerika Birleşik Devletleri’nin ırkçı demokrat Devlet Başkanı Thomas Woodrow Wilson idi. O Wilson ki, siyahîlere karşı uyguladığı insan haklarına aşırı derecede ters düşen siyaseti yüzünden ABD tarihinin en ırkçı başkanı unvanını alan Wilson… İşin en ilginç olan yanı ise bu adama 1919 da Nobel Barış Ödülü verilmesiydi…
Haaa, bir de bunların en çok gazına gelen, büyük ülkücü (Megali İdea) Kyriakos ile Stylani Ploumadaki’den olma Yunan Başbakanı Eleftherios Venizelos vardı. Yunan büyük ülküsünün en keskin taraftarlarından olan Venizelos bu hayal için zamanın geldiğinin sinyalini İngiliz hamisi Lloyd George’den almış ve kendi kralı Konstantin’e karşı gelerek, hayatının en büyük hatasını yaparak 15 Mayıs 1919’da, en güvendiği komutanları olan Yeoryos Hacıanestis, Anastasios Papulas, Leonidas Paraskevulos ve Nikolaos Trikupis’i Anadolu’ya göndermişti. Göndermişti göndermesine de, lakin hesaplarını Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Fevzi Paşa’sız yapmıştı. 09 Eylül 1922 de Türk askeri İzmir’e girdiğinde, Venizelos çoktan Paris’e mülteci olarak gitmişti bile. Başı sıkışınca iki kez Fransa’ya mülteci olarak kaçan Venizelos’a Fransızlar sahip çıktı. O Fransızlar ki, 20 Ekim 1921 de imzalanan Ankara İtilafnamesi gereği işgal ettikleri yerlerden çekiliyor ve oralarda bulunan silahları Türk ordusuna bırakmakla birlikte resmi kanaldan silah da satma işine girişmişlerdi. Yani Yunanlıları satıyorlardı. (Sadece Hatay’ın özel bir durumu vardı.)
Bugün 98 sene sonra, o Yunanlı gene bir abi buldu. Bu sefer Fransa… O Fransa ki, taa 1939’dan kalan bir kuyruk acısını hala çeken Fransa… 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. Bir ay sonra 01 Aralık 1918’de ise Fransa Hatay’ı işgal etmişti. Yukarıda adı geçen Ankara Anlaşması ile Fransa, Hatay’ı kendi mandası altında Suriye’ye verdi. Lakin Fransa da Venizelos gibi bir safdilliğin içine düşmüş ve Mustafa Kemal Paşa’yı hesaba katmamıştı. Mustafa Kemal Atatürk, 20 Ocak 1920’de ilan edilen Misak-ı Milli sınırları içine Hatay’ı almıştı bile. Hatay’ı kişisel meselesi yaparak, ince siyasetin en yüksek örneğini vererek, 29 Nisan 1939 tarihinde Hatay’ın Türkiye topraklarına katılmasını sağladı.
1959 yılından beri hüküm süren ve Hatay hezimetinin getirdiği dayanılmaz eziklikle yanıp tutuşan Beşinci Fransa Cumhuriyeti’nin son dönem başkanlarından Valery Giscard d’Estaing, 14 sene hüküm süren François Mitterand, daha sonra Jacques Chirac, özellikle Nicholas Sarkozy ve en son kendini Napolyon Bonaparte sanan, dış siyaset çömezi son Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un, Türk ve Türkiye karşıtı siyaset çabaları son Doğu Akdeniz sorunu ile ayyuka çıktı. Bölgede, Yunanistan ile ayrı ayrı emellere sahip olan Fransa’nın, ilerdeki bir tarihte Yunanistan’ı yarı yolda kendi kaderi ile bırakacağı daha şimdiden görülen bir gerçek. 98 yıl önce ne olduysa, bugün değilse, en geç yarından sonra Yunanistan kendi kaderi ile yapayalnız kalacaktır. 1981 den 1995 e kadar başkanlık yapan Mitterand’ın Kürt kartına oynayan siyaseti, 2007 ile 2012 arasında başkan olan Sarkozy ile Ermeni kartına dönüştü. Bu iki kart ile bu iki konuyu kaşıyan iki siyasetçiye, Lübnan kartı ile Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından pay almayı planlayarak katılan Macron, siyaset arenasında kişisel hırslarının kurbanı olabileceğinin farkında değil. Bir zamanlar dünya üzerindeki kara parçalarının yüzde onunu elinde tutan bir sömürge devleti olan Fransa’nın insan haklarını adice ihlal etme dosyası oldukça kabarık. Macron ise yeni bir güç olmanın tatlı rüyaları içinde olsa da, onun geleceği beni hiç ilgilendirmiyor. Hem de hiç…
Emmanuel Macron ve eşi Brigitte. Kaynak: Chesnot/Getty Images
Beni ilgilendiren, komşum ile olan ilişkilerim. Bizim iktidarın da gecikmiş tepki ve tedbirleri ve de zaaflarını fırsat bilen Yunanistan’a birileri ‘‘tarih tekerrürden ibarettir’’ ve ‘‘kılavuzu karga olanın…’’ sözlerini Yunancaya çevirip onlara söylemesi gerekir. Ege’nin öbür tarafındaki komşuya söyleyeceklerim şudur…
Bak, gaza gelme, hele şu anda kontrolden çıkmış, ama kendine geldiğinde seni tanımayacak olan Fransa’ya ise hiç güvenme… Gel o gazı beraber arayalım, bulalım… Birlikte uzo içelim, rakı içelim. Midye dolma, kalamar yiyelim. Üstüne de güzel bir Türk kahvesi içelim; her ne kadar sen ona da Grek Coffee desen de… Sen bize sirtaki öğret, biz sana 9/8’lik roman havası. Yapma böyle… Ne o öyle 12 mil filan? Yapma!