Yazan: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 14 Temmuz 2017
Millî ordu, millet birliğinin ve devlet varlığının en göze çarpan örneğidir. Ordu, dışarıya karşı devletin varlığını temin ve gerektiğinde içeride büyük asayişsizliği ortadan kaldırır. Her bireyin, devlet içinde yerine girmek görevi ve her bireyin devlet için sorumluluğu, ordu yaşamında fiilen belirgin bir şekilde görülür. Ordu, cumhuriyet aleyhine girişimlere karşı, devlet ve hükümetin irade ve kuvvetini belirtir. Bu şekilde herkesi devlet düzeninden, devlet güvenliğinden paydaş yapmak görevini yapar. Devlet ve hükümet gibi ordu da kendisi için bir varlık değil, belki, milletin yaşamak ve var olmak iradesinin bir şeklidir. Ordunun devlete karşı en birinci görevi, en üst derecede kudret ve yeteneğe sahip olmaya çalışmaktır. Devletin büyüklük ve şerefi bununla yükselir.
Allah bilir hayatımda bugüne kadar orduya faydalı bir organ olabilmekten başka bir amaç edinmedim. Çünkü vatanın savunması, milletin saadeti için her şeyden evvel ordumuzun eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan kani idim.
Gerek komutanların ve gerek erlerin, bizzat düşüncelerini işleterek kendiliklerinden iş görebilecek üstün nitelikte yetiştirilmiş oldukları inancına ulaşmadan, bir askerî kıt’anın, bir ordunun güvenilir ve dayanılır bir kuvvet olarak tanınması dalgınlıktır, felâkettir.
Ülkenin genel yaşamında, orduyu politikanın dışında tutmak ilkesi, Cumhuriyetin sürekli dikkat ettiği önemli bir noktadır. Şimdiye kadar takip edilen bu yolda; Cumhuriyet orduları vatanın güvenilir ve sağlam koruyucusu olarak saygınlığını korumuştur.
Bu ordular tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, fedakarlıklar göstermiştir. Şanlı zaferler kazanmıştır. Millet ve memleketin gerçekten minnet ve teşekkürüne hak kazanmıştır.
Komutanlık, pek önemlidir. Bir ordu, gerçek bir komutanın emri altında, kendinden büyük kuvvetleri mağlup edebilir. Aynı ordu herhangi bir komutanın emri altında, sebepsiz mağlup olabilir. Mağlup bir ordu, güçlü bir komutanın emri altında muzaffer ve galip olabilir. Büyük komutanlar pek çok defa, başkasının egemenliği altına geçmiş ve dağılmaya yüz tutmuş milletlerin savaş kuvvetlerine yeniden bir canlılık vermeyi başarmışlardır. Çoğu kez bir büyük komutanın ölmesiyle veya ordu üzerinden çekilmesiyle, milletlerin askerî şerefinin de yavaş yavaş ortadan kalktığı görülmüştür.
Bir komutanın tutsaklığı da bağışlanabilir. O zaman ki, askerlik görev ve gereklerini yapıp uygulamakta elindeki kuvveti sonuna kadar, son süngü ve son nefese kadar kullandıktan sonra kanını akıtmak fırsatını bulamaksızın düşman eline düşerse… Bütün ordusu, üstün düşman ordusu karşısında mağlup ve kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek başına atını, düşman başkomutanının çadırına sürerek ölüm arayan Türk komutanları görülmüştür. Bir Türk komutanının, ordusunu kullanmaksızın, herhangi kötü tesadüf, herhangi kötü talih sonucu bile olsa, düşmana tutsak olmasını biz bağışlasak da tarih, bunu asla affetmez ve affetmemelidir. Türk Devrim Tarihi’nin gelecek kuşaklara seslenişi ve uyarısı işte budur!
Komutanlar, emri altına verilen millet evlâdını, memleket araçlarını, düşmana, ölüme yöneltirken tek düşüneceği nokta, milletin kendisinden beklediği vatanî görevi ateşle, süngü ile ve ölümle yapmak ve sonuçlandırmaktır. Askerî görev, ancak bu anlayış ve görüşle yapılabilir. Sözle, siyasetle, düşmanın aldatıcı vaatlerine kulak vermekle, askerlik görevi yapılamaz. Komutanlık görev ve sorumluluğunu yüklenecek kadar omuzlarında ve özellikle beyninde kuvvet bulunmayanların, feci sonuçlarla karşılaşmasından kaçınılamaz.
Türk vatandaşı kesin olarak bilmelidir ki, bir milletin insanlık ve uygarlık âleminde yükselmesi ve başarılı olması, yalnız ve ancak kendi kuvvetine dayanarak, özgürlük ve bağımsızlığını dokunulmaz bulundurmasıyla mümkündür. Bunun başka çare ve yolu yoktur. Ordu istemeyen ve ordunun yüklediği maddî, manevî özveriyi göze almayan bir millet, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçirir.
Bir ordunun cevheri ne olursa olsun siyasete karışırsa, birlikte hareket ve savaşma yeteneğini esasından kaybeder ve vatanın savunma gücünü hiçe indirir. Siyasete karışmış bir ordunun, karışmadan önceki disiplinini ve savaşma yeteneğini yeniden kazanabilmesi için çok zaman ister.
Türk Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime aziz bir borç bilirim
Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Mustafa Kemal Atatürk
Savaşa “ya şehit veya gazi olmak için” gidilir. Genel olarak yiğitlik meydanında ölenlerin hepsine şehit derlerse de sağ kalanların hepsine gazi unvanı verilmez. Bu unvanı ancak yasa verir. Uygar bir milletin, yüksek çıkarlar gereği, yapmak zorunluğunda bulunduğu savaşlar, Arap aşiretlerinin savaşı değildir. Öyle de olsa, savaştan sağ salim çıkanlara belki, yalnız, anaları, babaları takdir amacıyla, “benim gazi oğlum” diyerek övünür. Fakat, millet, tarih, unvan verişinde o kadar cömert değildir.
Asker ocağı, örgütüyle, millet ve hükümetin güvenine sahip, bilim ve ahlâkça yüksek, özveri fikirleri ve özellikleri ile belirgin, görev aşkıyla dolu subay kurullarından oluşan eğitim kurullarıyla, milletin yetişmiş gençlerini yalnız askerlik açısından değil bilgi açısından da eğiten ve yetiştiren bir okul, bir eğitim ocağıdır. Bu ocakta vatandaşlar, eşitliği öğrenirler; cesaret ve girişim fikirlerini geliştirirler. Bu ocakta bütün vatandaşlar, hep aynı toprağın evlâdı olduklarını en iyi duyarlar. Bütün vatandaşların millet ve memlekete faydalı ve yararlı olmak gereği, orada en iyi anlaşılır. Vatandaşlar, milletin değerli, kuvvetli ve yüksek uygarlıklı olabilmek için biricik koruyucunun ordu olduğunu ve yine milleti dünya karşısında saygıya lâyık bir durumda tutan biricik aracın ordu olduğunu en iyi ordu içinde öğrenir.