Türkiye sadece Gülen’in teslim edilmesiyle yetinmemeli, ABD’de ikamet ederek çeşitli odaklara hizmet eden diğer kilit örgüt üyelerini teslim almayı şart koşmalıdır. Zaten yaşlı ve hasta olan Gülen’in Türkiye’ye teslim edildikten bir süre sonra öleceği anlaşılmaktadır.
Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 6 Ocak 2019
Medyada yer alan haberlere göre Washington’dan bir heyet, terör örgütü lideri Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi konusunu müzakere etmek üzere Ankara’ya gelmiş.
Eğer bir iade söz konusu olacaksa mutlaka Amerikalılar çeşitli şartlar öne sürecektir. Olası şartların kabulünde bir hata yapmamak için PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın iadesinde yaptığımız hataları hatırlatarak, nelere dikkat etmemiz gerektiği konusuna biraz kafa yoralım.
Bu hikâyeyi daha önce yazdık ama hatırlatmak bir zorunluluk oldu[1]. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in, 16 Haziran 1998 tarihinde Suriye sınırına giderek Abdullah Öcalan’ın teslim edilmemesi durumunda bu ülkeye savaş açılacağını ima eden çok sert bir konuşma yapması üzerine Şam yönetimi Öcalan’ı ülkenden çıkartmak zorunda kalmıştı. Türkiye’nin tehdidi çok ciddiydi.
İktidardaki baba Hafız Esad çok hastaydı. Yerine büyük oğlu Basil’i hazırlıyordu. Sürgünden dönen amca Rıfat Esad da iktidar peşindeydi. Bu dönemde varis Basil Esad şüpheli bir trafik kazasında öldü. Ölümden amca Rıfat Esad sorumlu tutulunca devletin tepesinde çok ciddi bir çatışma çıktı. İşte Suriye’nin yaşadığı bu zorluktan faydalanmak isteyen Türkiye, çok iyi bir planlamayla Öcalan’ı, Şam’ın elinden almayı planladı.
Baskıya dayanamayan Suriye, Öcalan’ı sınır dışı etmek zorunda kaldı. Sınır dışı edilen Öcalan önce Rusya Federasyonu (RF)’na kaçtı. O dönem RF, kendi içinde bölünmenin eşiğindeydi, Öcalan yüzünden terörü destekleyen bir ülke konumuna düşerek, Türkiye ve Batı’nın baskılarına maruz kalmak istemedi; bu yüzden Öcalan’ı misafir etmedi.
Bu sefer Öcalan, Avrupa’ya gitti. İtalya’daki misafirliği döneminde Türkiye’den bu ülkeye yönelik büyük tepkiler doğdu. Türkiye, Avrupa Birliği (AB) adaylığı kozu ile dönüştürülen bir ülkeydi, Öcalan’ı Avrupa’nın koruması, Türkiye’yi AB’ye bağlayan zincirleri kırabilirdi. Bu sebepten Avrupa’nın büyük ülkelerinden birisi Öcalan’a ev sahipliği yapamazdı.
Öcalan bu sefer de Yunanistan’a gitti. 1996 yılında Kardak kayalıkları yüzünden Türkiye-Yunanistan savaşın eşiğine gelmişti. Yunanistan’ın Öcalan’a sahip çıkması yeni bir kriz demekti. Burada da tutunamayan Öcalan’ın üçüncü dünya ülkelerinden birine gitmekten başka çaresi yoktu. Bu çaresizlikte Öcalan Kenya’ya gönderildi.
Öcalan için artık kaçacak yer kalmamıştı. Bir üçüncü dünya ülkesinden Öcalan’ı parayla satın almak veya başka bir yöntemle etkisizleştirmek çok kolaydı. Artık Öcalan’ın, Türkiye’nin eline geçmesi an meselesiydi. Durumu fark eden Amerikalılar hemen devreye girdiler. Öcalan’ı teslim etme karşılığında bazı şartlar öne sürdüler. Öne sürdükleri en önemli şart, Öcalan’ın idam edilmemesiydi.
İdam edilmeme şartı belki de Öcalan’ın kendisinden daha etkili bir operasyon aracıydı. Böylece ABD, köy basıp kadın, çocuk, yaşlı öldüren, kardeşi kardeşe kırdırarak 40 bin cana mal olan, Türk halkı tarafından bir cani olarak görülen Öcalan’ı dahi idam ettirmeyerek, kendi gücünün büyüklüğünü gösteriyor, bir anlamda teröristlere gittikleri yolda arkalarında olduğu mesajını veriyordu. Böylece ABD, ayrılıkçı Kürt hareketinin mücadelesine devam etmesini sağlamış oldu. Türkiye sahada kazanmış ama masada kaybetmişti.
Şimdi gelelim Fethullah Gülen meselesine. Bir faraziye ile durumu anlatmaya çalışalım. 11 Eylül saldırılarını yapan Usame Bin Ladin’in, saldırılardan sonra Türkiye’ye kaçmış olduğunu ve sonrasında örgütünü Isparta’dan yönetmeye devam ettiğini düşünün. Washington ve Amerikan halkının tepkisi ne olurdu?
Mevcut durumda Fethullah Gülen, Türkiye Büyük Millet Meclisini bombalatmış, yüzlerce kişiyi öldürmüş, binlerce kişiyi yaralamış bir cani olarak, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kumpas kurmuş, birçok bürokratı tasfiye etmiş, iş adamlarını haraca bağlamış, sınav sorularını çalarak on binlerce gencin hakkını yemiş bir terör örgütü lideri olarak, Pennsylvania’da ikamet edip halen örgütünü yönetmektedir. Türk halkı, FETÖ’yü himaye eden ABD hakkında ne düşünüyor dersiniz?
Zaten halkın zihninde Türk askerinin başına çuval geçirilmesinden kaynaklanan derin bir yara var. Bütün bunlara bir de Washington’un Suriye’nin Kuzeyinde PKK’yı silahlandırması ilave edilince korkunç bir ABD imajıyla karşı karşıya kalıyorsunuz.
Halkın zihnindeki değiştirilmesi çok zor olan bu imaj, ülkeyi yönetenler üzerinde çok ciddi bir baskı yaratmaktadır. Washington, Türkiye’de siyasileri ve bürokrasiyi ikna etse dahi halkın baskısı, işbirliğinin boyutlarını her zaman için kısıtlayacaktır.
ABD, 14 Nisan 2018 tarihinde Suriye’ye yaptığı seyir füzesi taarruzunda 103 füzeden 71’inin hava savunma unsurları tarafından imha edilmesiyle çok ciddi bir yenilgiye uğramıştır. O tarihte Suriye’den çekilmek zorunda kalacağını yazmıştık[2]. ABD’nin bölgede kalmaya devam etmesi, uzun dönemde daha fazla prestij kaybına sebep olacak, aynı zamanda Türkiye’nin Rusya Federasyonu ile stratejik işbirliğine gitmesine de zemin hazırlayacaktır. Washington’un Suriye’den çekilmesini geciktirmeye çalışması, bırakacağı boşluğu Türkiye’nin değil de başkasının doldurması için plan yapması ve PKK’yı yalnız bırakmadığı imajını yaratmak istemesi geçicidir. ABD, Türkiye olmadan Ortadoğu’da etkili olamaz. Trump yönetimi, İsrail lobisinin yoğun baskısı sebebiyle şimdilik oyalama taktiği uygulamaktadır. ABD öninde sonunda Suriye’den çekilecektir. Çekilmese de Türkiye Kuzey Suriye’ye girerek defacto bir durum yaratmalıdır. Küresel dengeler bu hamleye müsaittir.
Bütün bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, Washington’un Türkiye’yi geri kazanmak için önemli tavizler vermek zorunda olduğu açıkça görülmektedir. Washington’un vereceği tavizlerden birisinin de Fethullah Gülen’i teslim etmek olduğu anlaşılmaktadır.
Zaten FETÖ, Türk halkının gözünde tüm itibarını yitirmiş ve operasyonel kabiliyetini tamamen kaybetmiş bir örgüttür. Örgütün uzun dönemde yok olması kaçınılmazdır. Bu manada ABD’nin bundan sonra işe yaramayacak bir örgüt için ciddi riskler almasının bir anlamı yoktur. Bütün bu gerçekleri gören ABD yönetimi, sırtındaki kamburdan kurtulmak isterken aynı APO örneğinde olduğu gibi başka kazanımlar elde etmeyi planlamaktadır.
Dışarıdan bakan birisi olarak, ABD’nin neyin peşinde olduğunu, hangi tavizleri koparmak istediğini bilemeyiz. Ancak taviz verecek tarafın biz olmadığı kesindir. Çünkü Gülen bizim değil ABD’nin sırtında bir kamburdur. Ciddi tavizler vermektense Gülen’in ABD’nin sırtında kambur olarak devam etmesi bizim avantajımıza olacaktır. ABD bu kamburdan kurtularak ilişkileri düzeltmek istiyorsa, hiçbir şart öne sürmeden terörist başını Türkiye’ye teslim etmelidir.
Ayrıca Türkiye sadece Gülen’in teslim edilmesiyle yetinmemeli, ABD’de ikamet ederek çeşitli odaklara hizmet eden diğer kilit örgüt üyelerini teslim almayı şart koşmalıdır. Zaten yaşlı ve hasta olan Gülen’in Türkiye’ye teslim edildikten bir süre sonra öleceği anlaşılmaktadır. Örgütü başka bir kadronun yönetmeye devam edeceği aşikârdır. Bizim için önemli olan geride kalan lider kadrosunun da teslim alınmasıdır. ABD’nin geride kalanları teslim etmesi, Avrupa ülkeleri ve diğerlerinde barınan örgüt üyelerinin telim alınmasını da kolaylaştıracak, böylece örgütün tasfiye süreci kısalacaktır.
ABD, diğer örgüt üyelerini teslim etmedikçe, Gülen’in onların elinde ölmesi daha iyidir. Yoksa sadece Gülen’in iadesi, seçim promosyonundan öteye geçmeyecek, dahası Türkiye’nin başına bela olacaktır…
[1] Osman Başıbüyük, “AKP, ABD, Cemaat Koalisyonunda Türkiye’de Neler Oldu”, Galeati Yayıncılık, İstanbul, 2018
[2] https://odatv.com/suriye-savasinin-hic-konusulmayan-bir-sonucu-var-18041827.html