Yazan: Berk Özer, Sun Savunma.Net, 1 Mart 2020
Yazımıza şehitlerimizi anarak başlamak istiyorum. Yitirdiğimiz kahraman şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine sabır diliyorum. Tüm ulusumuzun başı sağ olsun. Maalesef iki gün önce İdlib’te 33 kahraman askerimizi şehit verdik. İçimiz yandı ve gözlerimiz doldu. Askerlerimizin ailelerinin acı haberi aldığı görüntüler, kahramanlarımızdan kalan postallar yüreklerimizi dağladı. Türk Milleti olarak bir daha böylesine ağır bir acı yaşamak istemiyoruz. Hayatı cephelerde geçmiş, ulusumuzun ebedi başkomutanı Atatürk’ün de dediği gibi “Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.”
Şimdilerde ’Batısızlık’ kavramını tartışan Batının, bölge milletlerine dayattığı Cenevre politikalarına karşı oluşturulan Astana ve Soçi süreçleri, Büyük Ortadoğu Projesi’nin son ayağı olan Suriye’yi bölme ve bölgemizde İsrail’in güdümünde kurulması planlanan sözde bir Kürt devleti projesine karşı çıkmak için oluşturulan süreçler değiller miydi? Çok kutuplu sistemin bir ayağı olan Batı Asya İttifakı’nın temellerinin atıldığı bu süreçler, emperyalist güçler karşısında direnen mazlum milletlerin kenetlenmesi değil miydi?
Astana ve Soçi’de Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusu üzerinde durularak, Esad tarafından davet edilen Rusya ve İran ile Suriye muhalefeti tarafından davet edilen Türkiye, diplomatik kanallarla masada anlaşmışlardı. Konuşulan konulardan biri de, teröristlerin ve silahlı muhalif unsurların İdlib’te toplanması ve sivil halka insani yardım götürülmesiydi. Şimdilerde televizyon programlarında konuşan bazı uzmanlara baktığımızda; yaşananlara şaşırdıklarını ifade ettiklerini görmek, asıl bizleri son derece şaşırtmaktadır. Suriye’deki tüm konuların geçici çözümlerle İdlib’e bırakılması, bunların yaşanacağının habercisi değil miydi?
Daha açık soralım ve yanıtlarını aramaya çalışalım. Neden bütün silahlı unsurların ve teröristlerin İdlib’e gitmesine Rusya, Suriye ve İran izin verdi? İdlib konusunda Türkiye’den beklenen neydi? Daha o zamanlar Halep’te yaşananlar, İdlib’te yaşanacakların habercisi değil miydi? Bu sorulara açık yüreklilikle cevap vermek gerekirse Halep’te yaşananlar, İdlib’te yaşanacakların bir fragmanıydı. Bugün yaşananların, İdlib’in telaffuz edilmesiyle birlikte yaşanacağının, konunun uzmanları yorumcular tarafından ön görülmüş olması gerekirdi. Tüm teröristlerin ve silahlı muhaliflerin İdlib’te toplanmasına izin verilmesinin amacının, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak için, tamamının İdlib’te etkisiz hale getirilmesi olduğunu ön görmemiz gerekiyordu. Türkiye’den beklenen görevin de, terörist unsurların etkisiz hale getirilmesi sırasında, sınıra yakın yerlerde güvenli bölgeler oluşturarak ve taarruzdan kaçan sivil halkın barınmasını sağlayacak alanlar oluşturması olduğunu ön görebilmemiz gerekiyordu. O insanları sınırdan içeri sokmadan orada, insani temel ihtiyaçlarını karşılamamız bekleniyordu. Tabi ki terörist unsuların sivil halkı kendilerine siper edeceğini bilen insan hakları savunucusu Batıya düşen görevin de, aynı Halep’teki gibi siviller katlediliyor algısını, İdlib’ten de uluslararası kamuoyunun gündemine getirmek olduğunu yine ön görebiliyor olmamız gerekirdi.
Astana ve Soçi mutabakatlarının neticesinde siyasi amacımızın, milletimize çok doğru bir şekilde ifade edilmesiyle birlikte; Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Barış Pınarı Harekâtlarını düzenlemek ve PKK/PYD/DAEŞ terörüyle sınırlarımızın dışında mücadele etmek gibi bir kazanımımız da oluştu. Türk Milleti’nin desteğini alan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, üç büyük harekâtı Suriye’de kahramanca savaşarak ve başarı ile icra etti. Milleti ve devletiyle bütünleşen ordumuz, BOP’un doğmak üzere olan çocuğuna hançeri sapladı. Hatta Barış Pınarı’nın yarıda kesilmesi bile Türk Milleti’nin içine dert oldu ve halen devam etmesi konusunda, toplum nazarında beklenti yer almaktadır.
İdlib üzerine ise yapılan tüm hesapları bozan, Türkiye’nin 12 tane gözlem noktası kurma teklifi oldu. Türkiye olarak yaşanacak olan bu insanlık dramını öngördüğümüz ve sınırlarımıza dayanacak olan 4 milyon mülteci ile karşı karşıya kalacağımızı çok iyi bildiğimiz için, kuracağımız bu gözlem noktalarıyla birlikte silahlı muhalifler ile teröristleri sahada ayırmak ve bölgedeki tansiyonu düşürmek istedik. Doğru ya da yanlış bunlar tartışılabilir; ancak yukarıda belirttiğimiz konular masadayken ve PKK/PYD tehlikesi İdlib’te yokken, bu şekilde bir politika belirlemenin halkta soru işaretleri yaratmış olabileceğini görüyoruz.
Cumhuriyetimiz kimsesizlerin kimsesidir. Kesinlikle doğrudur. Fakat İdlib’teki siyasi amacımızın ne olduğu, askerlerimizin amaçlarının ne olduğu, ne zamana kadar orada kalacakları, ne zaman ailelerinin yanına dönecekleri Türk Milleti’ne tam manasıyla aktarılmalıdır. Bu noktada Salı günü yapılacak olan İdlib temalı TBMM oturumunun da, halkın konuyu anlaması ve kafalardaki soru işaretlerinin netleşmesi açısından açık şekilde yapılması daha uygun olabilir. İdlib’te bizim için başarı nedir, millet olarak hangi amaçta kenetlenmemiz gerekmektedir? Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Barış Pınarı harekâtlarındaki amacımız, PKK/PYD ve DAEŞ teröristlerini Suriye’nin kuzeyinden temizleyerek Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması ve bölgeyi toprakların gerçek sahibi olan Suriyelilere teslim etmek olduğundan siyasi ve askeri amacımız belliydi. O yüzden de Türk Milleti “Suriye’de ne işimiz var” diyen zihniyetlere, bu harekâtlarda prim vermedi.
Devletleri yönetenler gelir geçer; fakat milletler arasındaki tarihi bağlar, kültürel geçmişler, bölgesel birliktelikler ve çıkarlar baki kalır. BOP projesinde emperyalistlere karşı direnen Esad’ın, halkına karşı demokratik davranmadığını, silah sıktığını, bunun doğru olmadığını ve emperyalistlere karşı direnmek dışında yaptıklarının yanlış olduğunu Türk Milleti görüyor. Ancak Esad’ı bahane ederek Suriye’yi bölmeye çalışan emperyalistleri de Türk Milleti görüyor. Şuanda 33 vatan evladını toprağa vermiş Türk Milleti, İdlib’teki siyasi ve askeri amacımızın ne olduğunu da meclisinden görmek istiyor.