Yazar: AHMAD ABAZEİD, Atlantıc Councıl
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 13 Ağustos 2017
İdlib kenti ve çevresindeki kasabalar ile kuzey Hama ve batı Halep eyaletlerini içine alan kuzeybatı Suriye bölgesi, Suriyeli muhalif unsurların kontrolü altında olan en büyük yerleşim birimidir. Bu bölge aynı zamanda, çok uluslu Şii militanlar dâhil Assad yanlısı kuvvetlerin de en fazla yoğunlaştığı yerdir. Nusra Cephesi ve diğer cihatçı gruplar birkaç yıldır bu bölgede olmasına rağmen bölgedeki güç dengesi, ihtilal ile bağlantılı yerel grupların diğer hizipler üzerinde hâkimiyet kurması nedeniyle, 2016 yılına kadar istikrarını sürdürmüştür.
Bölgede meydana gelen iki çok önemli olay güç dengesinin değişmesine neden olmuştur.
Bu olaylardan birincisi; isyancı savaşçıların, Özgür Suriye Ordusunun ülkedeki en büyük kalesi olan Halep kentini kaybetmesi ve terk etmesi ile sonuçlanan anlaşmadır. Halep kenti isyancıların elinden çıkana kadar, ılımlı ve devrimci kuvvetlerin, Assad ve cihatçı gruplara karşı devrim bayrağını çektikleri bir rol modeli olma özelliğini korumuştur. İdlib kentinde ise aksine, cihatçı gruplar oldukça fazla sayıdadır ve bölgelerinde siyah bayrak çekmiş durumdadırlar.
İkinci önemli olay ise Jabhat Fateh al-Sham (Eski adı Jabhat al-Nusra – El Nusra Cephesi) tarafından, 24 Aralık 2016 tarihinde Astana’da yapılan görüşmelere katılmaları nedeniyle; Jaysh al-Mujahideen, al-Jabha al-Shamiyyeh, Suqur al-Sham, Jaysh al-Islam ve Fastaqem dâhil birkaç isyancı gruba karşı sürdürülen savaştır. Bu gruplar saldırı öncesinde, esas olarak El Nusra Cephesine olan ortak nefret ve düşmanlıkları nedeniyle birleştiklerini ilan etme planlarını açıklamış bulunmaktaydılar.
Jabhat Fateh al-Sham tarafından yapılan saldırı, bu grupları Ahrar al-Sham ile birleşmeye zorlamış, bu gruplara mensup komutan ve savaşçıların birçoğunun, Suriye’nin, Türkiye desteğindeki kuvvetler tarafından Fırat Kalkanı operasyonu esnasında ele geçirilen bölgelerine gitmelerine neden olmuştur. Günler sonra, 28 Ocak 2017 tarihinde Jabhat Fateh al-Sham; Nour al-din al-Zinki ve Ahrar al-Sham’dan katılanlar dâhil küçük grupların bir araya gelmesiyle oluşturulan ‘‘Hayat Tahrir al-Sham (HTS)’’ grubunun kurulduğu açıklamasını yapmıştır.
Nusra’ya karşı çıkmada başarısız olduktan sonra MOM (Müşterek Operasyon Merkezi), Ahrar al-Sham’a katılanlar ve savaşa katılmayan daha büyük gruplara baskı uygulamak ve gruplar arası ve MOM ile koordinasyonu geliştirmek maksadıyla bu grupları desteklemeyi durdurmaya karar vermiştir. Sonuç; Türkiye ve Müslüman Kardeşler ile yakın bağlantıları olan Faylaq al-Sham grubundan Albay Fadhallah al-Haji emir komutası altında bütün grupları bir araya getiren bir operasyon merkezinin kurulması olmuştur. Fakat bugüne kadar bu operasyon merkezinde, özellikle gruplar arasındaki kontrol edilecek topraklar ve Nusra’ya karşı pozisyonlarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle uyumlu bir yapı oluşturulamamıştır.
Kuzey Suriye şu anda Hayat Tahrir al-Sham (Nusra hâkimiyetinde), Ahrar al-Sham ve Özgür Suriye Ordusu operasyon merkezlerinin kontrol ve hâkimiyeti altındadır.
Astana anlaşması sonrasında Nusra’nın faaliyetleri, özellikle Rusya ve Türkiye desteğindeki Astana görüşmelerine katılan gruplara karşı yürütülen savaşta olmak üzere, Türk politikası ile çatışmaktadır. Bu savaş, Türkiye’nin kuzeybatı Suriye’deki en önemli müttefiklerini kaybetmesine neden olmuştur. Nusra, kendi katılımı olmadan imzalanan anlaşmaları engelleme kabiliyeti olduğunu ve ülkelerin dikkate alması gereken fiili bir otorite olduğunu göstermek gerekçesiyle hâkimiyet çabalarını sürdürmektedir.
El Nusra bu nedenlerle, siyasi bir kimlik kazanma ve terörist grup listesinden çıkma girişimlerini sürdürmektedir. El Nusra’nın, Nisan ayında Katar’da imzalanan, bir tarafta Ahrar al-Sham ve HTS, karşı tarafta da İran’ın olduğu anlaşmayı gecikmeksizin kabul etmesi, El Nusra’nın siyasi kimlik kazanma ve terör örgütü listesinden çıkma yönündeki gayretlerinin bir sonucudur. Anlaşma ile muhaliflerin, Fuaa ve Kafraya’da bulunan rejim kuvvetlerinin tahliyesine karşılık, muhalif kuvvetlerin rejim kuvvetlerinin kuşatması altındaki yerleri tahliye etmesi öngörülmüştür. Bu durum HTS’nin söylemlerinde, bugüne kadar Selefi cihatçı gruplar lehine kaçındığı milliyetçi, devrimci ve politik sloganlara yönelmesindeki değişikliği de açıklamaktadır. Bu aynı zamanda, El Nusra’dan, El Kaide ideoloji ve liderliği ile yakın ilişkileri olan bazı Ürdünlü cihatçı grupların (En önemlileri Iyad al-Tubasy, Abu Jalibib, Sami al Aridy ve Abu Khadija al-Urduny) neden ayrıldıklarını da açıklamaktadır. Şebeke lideri Ayman al-Zawahiri’nin söylemleri açık ve net olarak, grubun El Kaide’den ayrılmasından sonra ilk kez resmi bir şekilde, Nusra lideri Abu Mohammad al-Jolani’yi eleştirmektedir.
Türkiye, Rusya ve İran’ın, Nusra’yı dışarıda bıraktıkları; gerilimi azaltma bölgeleriyle ilgili bir anlaşma imzaladıkları son Astana görüşmesi sonrasında, HTS ile Ankara arasındaki gerilim zirve noktasına çıkmış durumdadır. Jolani giderek kendisini daha da büyük bir tehdit içinde ve attığı ılımlı ve esnek adımların örgütü terör listesinden çıkarmaya yetmediğini görmektedir. Fakat Jolani, diğer devletler ile kendisini terörist örgüt sınıflandırmasından çıkarabilecek ve varlığının sürmesini garanti altına alabilecek anlaşmalar imzalama konusunda çok daha pragmatiktir.
Türkiye, güney sınırı konusunda da çok hassastır ve arka bahçesinde bir Kürt devleti kurulmasını veya yeni bir bombalama eylemleri ve Suriye’de isyancıların kontrolü altındaki en güçlü askeri kale konumunda olan ve en büyük yerleşim birimi olan bu bölgeden gelebilecek bir kitlesel göç dalgasını engellemek istemektedir. Böyle bir durum ekonomik ve maliyet açısından oldukça büyük problemler doğurabilir. Suriye Demokratik Güçleri, son zamanlarda Rus kuvvetlerinde büyük hareketler görülen, Afrin’den bir saldırı başlatma niyetinde olduğunu ifade etmektedir. Rejim medyası da kuzey Hama eyaleti yönüne ilerlerken, defalarca bu bölgeye yönelme niyetinde olduğunu ifade etmiştir. Rejim kuvvetleri, Rusya, İran ve Suriye Demokratik Güçleri arasındaki bir koalisyon, güney ve batı Halep ile kuzey ve batı İdlib eyaletleri ve kuzey Hama’da bu unsurların çöküşüne neden olabilecek yeni cepheler açılmasına neden olabilir. Fakat Türkiye ve Amerikan’ın böyle bir operasyona karşı çıkması, bu olasılığın gerçekleşme ihtimalini azaltmaktadır, yine de bölgedeki Türk kuvvetleri ve gruplar tehdit altında olduklarını düşünmektedirler.
Türkiye bu nedenle aylar önce, özellikle de Fırat Kalkanı operasyonuna katılan kendisine yakın gruplara, İdlib’de icra edilecek Fırat Kalkan’ına benzer bir operasyona katılabileceğini ima etmeye başlamıştır. Böyle bir senaryo; bombalama ile Rusya ve İran’ın Nusra’ya karşı mücadele bahanesiyle müdahalesini engelleyebilir fakat Türkiye’yi, bölgede Rusya ve İran ile çatışma görevini üzerine almaya zorlayabilir. HTS sınır bölgesinde varlığını güçlendirmek maksadıyla harekete geçerken ve Ahrar al-Sham ile batı Halep eyaletindeki Jabal al-Sheikh Barakat’ı ele geçirmek için çatışırken, Türkiye de Suriye topraklarına girebileceği sınırın diğer tarafına asker yığmaya başlamış durumdadır. HTS ise herhangi bir Türk müdahalesi olasılığına karşı; çürümüş grup kalıntıları olarak adlandırdığı unsurlar tarafından sınır bölgesine ve özgürleştirilmiş sahalara yapılacak tecavüzleri tehdit eden çok sert bir açıklama yapmış ve bütün müdahale eden unsurları rejim yanlısı kabul ederek savaş hedefi olarak değerlendireceğini ifade etmiştir.
Türkiye resmi olarak askeri müdahale niyet ve zamanını açıklamamış olsa da sadece böyle bir olasılık dahi bölgedeki gerilimin ve HTS ile diğer gruplar arasında yeni bir çatışma ihtimalinin artmasına neden olmuştur. Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu tarafından icra edilebilecek müşterek bir operasyonun hedefi olacağından korkan, bölgedeki güçlü konumunu muhafaza etmek isteyen, böyle bir operasyonun yapılması durumunda dağılma tehlikesi olan ve hem gruplar, hem de Nusra bünyesindeki bütünlüğü korumayı garanti altına almak isteyen HTS’nin harekete geçme ihtimali daha fazladır. Böyle bir operasyonun büyük bir askeri savaşa dönmesi, ülke içinde de büyük tepkilere neden olarak Türkiye’nin büyük kayıplar vermesine neden olabilir.
Daha az kayıplara neden olabilecek senaryo ise HTS’nin Türkiye ve isyancı gruplar ile anlaşarak sessizce bölgeden çekilmesidir. Fakat bu plan, grubunu El Kaide’den ayıran ve nüfuz kazanma arzusunda olduğunu gösteren Jolani’nin terör listesinden çıkarılma ve kendisine Taliban veya Hizbullah gibi bir siyasi kimlik verilme arzusu ve iddiası tarafından engellenebilir.
Özet olarak Türkiye, Suriyeli isyancı müttefiklerinin kontrolü altında olan en önemli ve en büyük bölgeyi asla Kürtlere veya Assad’ın rejim kuvvetlerine kaptırmayı riske atmayacaktır. Türkiye ne benzeri görülmemiş yeni bir göç dalgasını ne de terörist grupları bölgeden uzaklaştırmak istediğinden, defalarca çarpıştığı HTS’nin bölgedeki varlığının sürmesini istememektedir. Bütün emareler Türkiye’nin İdlib’e müdahale edeceği yönündedir. Böyle bir müdahale ise bölgeyi kontrol altında tutan güçlerin doğasında ve kuzeyde, isyancılar ile rejim kuvvetleri arasında süren çatışmaların geleceğinde çok önemli değişikliklere neden olacaktır.
Çevirenin Notları: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir ve Atlantic Council ile yazarın görüşlerini yansıtmaktadır. Yazının çevrilmesi Sun Savunma Net ve çevirenin yazıda ifade edilen görüşleri paylaştığı anlamına gelmemektedir. Yazının orijinaline aşağıdaki link üzerinden erişebilirsiniz.
Herhangi bir nedenle Suriye’ye yeni bir operasyon icra edilmesi durumunda; VAYPİCİ (YPG)’ye ilave olarak bir de EYÇTİES (HTS) problemimiz olacaktır.
http://www.atlanticcouncil.org/blogs/syriasource/the-battle-for-idlib