Bu noktada; savaşın önlenmesi konusunda en büyük görev Amerikalı generallere düşmektedir. Amerikalı generaller ya küresel patronların kutsal hedeflerine ulaşmak için kurdukları tuzağa hizmet ederek dünyayı yok edebilecek bir nükleer savaşa neden olacaklar ya da direnerek insanlığı paranın kölesi olmaktan kurtaracaklar.
Yazar: Osman Başıbüyük, Sun Savunma Net, 12 Ocak 2018
2017 Yılı Aralık ayının sonunda, İran’ın Meşhed kentinde ekonomik sıkıntılar gerekçesiyle başlayan olaylar, beklenmedik bir şekilde hızla tırmanarak, rejim karşıtı gösterilere dönüştü. Gidişat, İran’ı istikrarsızlaştırmak için renkli devrim operasyonunun devrede olduğunu gösteriyor.
Geçtiğimiz yıl Haziran ayında Trump yönetimi, CIA’nin İran operasyon masasının başına, “Karanlık Prens” veya “Ayatollah Mike” olarak tanınan Michael D’Andrea’yı atadı. Bu haber, Amerikan liberal haber sitesi “The Huffington Post”da, Trump yönetiminin Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte İran dini rejimini devirme yönünde atılmış bir adım olarak değerlendirilmişti[1].
2017 Aralık ayının başında, İsrail ulusal güvenlik danışmanı eşliğinde bir heyet Beyaz Saray’ı ziyaret ederek, Amerikalı meslektaşlarıyla İran’ın Ortadoğu’daki etkinliğini nasıl kırabilecekleri konusunda müzakerelerde bulundular. Görüşmelerle ilgili yazılan haberlerde, her iki tarafın da İran’a karşı izlenecek strateji konusunda tamamen aynı fikirde oldukları ve hedeflerine ulaşmak için somut adımlar atacakları yer aldı[2].
Sokağa çıkan göstericilerin attığı sloganlar arasında dini lider Ali Hamaney ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin görevden çekilmesi yönünde söylemler de vardı. Bu söylemler, rejim değişikliği talebi anlamına gelmektedir. Aynı zamanda göstericiler; “Filistin, Gazze, Lübnan için değil biz sadece İran için ölürüz şeklinde” sloganlar da atıyordu. İran’ın dış politikasını değiştirmeye yönelik bu söylemler, rejim değişikliği talepleriyle birlikte tam da ABD ve İsrail’in arzu ettiği istikamettedir[3].
İran’da 2009 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından, seçimin hileli olduğu gerekçesiyle Tahran ve ülkenin diğer büyük şehirlerinde yapılan gösterilerle eş zamanlı olarak Brooking Enstitüsü, “İran için hangi yol (Which Path to Persia)” başlıklı, İran’a yönelik ABD stratejinin ne olması gerektiğini anlatan bir rapor hazırlamıştı. Raporda, askeri müdahale ve işgal dâhil her türlü yöntemle İran rejiminin yıkılması tavsiye ediliyordu. Rapor, doğrudan askeri müdahale öncesi, renkli devrim, terör olayları, vekâlet savaşları ve sınırlı hava harekâtı gibi seçeneklerin ABD veya İsrail veya her ikisi tarafından tercih edilebileceği önerisinde bulunuyordu[4].
Anlaşılan o ki; İran’ı istikrarsızlaştırarak zayıflatmak ve böylece askeri harekâta uygun hale getirmek amacıyla planın ilk safhası olan “renkli devrim” operasyonu yürürlüğe konmuş bulunuyor. Dolayısıyla İran rejimi, bugün ayaklanma girişimini bastırsa da sorunların devamı gelecektir. Bir dini diktatörlük olan İran rejiminin uzun vadede ayakta kalması mümkün değildir. Ancak dengelerin değiştiği, dünyanın yeniden şekillendiği günümüzde, Türkiye’nin çıkarları açısından İran rejiminin barışçıl bir şekilde dönüşmesine, eğer bu mümkün olmazsa mevcut rejimin bir süre daha ayakta kalmasına ihtiyaç vardır.
Daha önce Odatv’de yayınlanan, “Kuzey Kore krizi Amerikan yüzyılını bitirebilir[5]” başlıklı makalemizde, Kuzey Kore ile başlamış olan ve İran ile devam edecek, ABD tehdidi altındaki ülkelerin girebileceği bir nükleer silahlanma sürecini durdurmak için Washington’un İran’a bir askeri müdahalede bulunacağını iddia etmiştik. Bu makalede ise olası İran müdahalesinin arkasında yatan ekonomik gerekçeleri anlatmaya çalışacağız.
Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun en etkili stratejisti Tuğg. Qiao Liang, Amerika hakkındaki ekonomik görüşlerini bir kitap çalışması şeklinde 2015 yılında Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne sundu. Qioa’ya göre ABD bir çeşit paradan para kazanma mekanizması geliştirmişti. ABD karşılıksız para basıyordu, bu durumun ülkede enflasyon etkisi yaratmaması için doları küresel dolaşıma açmıştı. Doların değerini korumak için para basmanın bir sınırı olmalıydı. Amerika’nın bu soruna bulduğu çözüm ise borçlanarak doları ülkeye geri getirmekti. ABD bir yandan para bastığı diğer yandan borçlandığı bir oyun oynamaya başlamıştı. Para basarak kâğıttan para yapıyor, aynı zamanda borçlanarak yine parasal bir değer yaratıyordu. Bu tür finansal ekonomi, endüstri ve üretime dayalı gerçek ekonomiden daha kolaydı. Çok az kâr getiren gerçek ekonomiyle uğraşmanın ne anlamı vardı. Amerika, 15 Ağustos 1971’den bu yana tedrici olarak gerçek ekonomiden sanal ekonomiye geçmişti. Aslında bu ekonominin altı boştu. Günümüzde ABD’nin gayrisafi mili hasılası 18 trilyon dolar olmasına rağmen bu değerin sadece 5 trilyon doları gerçek ekonomiye aitti. ABD, borçlanarak çok büyük miktarlardaki doları deniz aşırı ülkelerden tekrar ABD’nin emtia, hazine bonosu ve borsa piyasalarına geri getiriyordu[6] sonra da bu parayı kredi olarak tekrar dünyaya dağıtıyordu.
Bir başka deyişle Amerika’nın zenginliği emme basma tulumba şeklinde çalışan bir mekanizmayla doların dünya piyasasına pompalanması ve tekrar emilmesi yoluyla işleyen sanal bir ekonomiye dayanmaktadır. Bu mekanizmanın işlemesini sağlayan, doların dünya rezerv para birimi olmasıdır. Aslında bu mekanizmada dolar, ABD’yi hiç terk etmemekte sadece fonksiyon olarak bankalar vasıtasıyla dünyada işlev görmektedir. ABD, bu sayede finans kurumları üzerinden dünya ekonomisini kontrol etmekte, istediği ülkeye istediği zaman yaptırım ve ambargo uygulayabilmektedir. Bu bir çeşit soygun ve boyunduruk mekanizmasıdır.
Dolar üzerine kurulmuş bu soygun mekanizmasından en çok rahatsız olan ülkelerden birisi Çin’di. Çin, üretiyor, kazandığı paraları Amerikan hazine kâğıtlarına yatırıyordu. Şu an itibariyle Çin’in ABD’ye vermiş olduğu borç miktarı 1,15 trilyon dolar civarındadır[7]. Çin, uzun yıllardır bu soygun mekanizmasından kurtulmanın yollarını arıyordu.
Çin yaklaşık 10 senedir altın rezervlerini artırmaya başladı. Çin Halk Bankası (PBoC) dışında kimse gerçek rezervlerin ne olduğunu bilmese de tahminlere göre piyasada dolaşan altınlar da dâhil olmak üzere Çin’in altın rezervi 20 bin tonun üzerindedir[8]. Bazı analistler Çin’in altın rezervini bu kadar artırmasının sebebini, yuanı altına bağlı bir para birimi haline getirerek dolar yerine dünya ticaret parası yapma niyeti olarak açıklamaktadır.
13 Aralık 2017 tarihinde Çin, bu yöndeki en somut adımını atmıştır. Çinli yetkililer, Şangay vadeli işlemler borsasında dolar yerine yuana endeksli petrol satışı konusundaki çalışmaları tamamlayarak faaliyeti başlatmıştır. Şangay borsasının yuan endeksli petrol satışında merkez haline gelmesi petrol ticaretindeki doların hâkimiyetini önemli ölçüde zayıflatacaktır. Bu işlemi daha cazip hale getirmek için Çin, alıcı ve yatırımcılara ellerindeki yuanı Şangay ve Hong Kong borsasında altına çevirme imkânı tanımıştır. Altına çevrilebilir yuan üzerinden yapılan kontratlar, Çin’e önemli bir avantaj sağlayacaktır. ABD’nin dolar hâkimiyeti sayesinde uyguladığı yaptırımlardan kaçmak isteyen Rusya, İran ve Venezuela gibi ülkeler doğal olarak bu borsaya yönelecektir[9].
Zaten hali hazırda Rusya ve İran, Çin’e ruble ve yuan üzerinden gaz ve petrol satarak doları tamamen baypas etmiş durumdadır. Bu kervana Katar da katılmış olup Çin’e yaptığı sıvılaştırılmış gaz ihracatını yuan üzerinden yapmaktadır. Suudi Arabistan ile Katar’ın arasının bozulmasının sebebi budur. Ayrıca Rus ve Çin, bankacılık sektöründe karşılıklı ruble ve yuan üzerinden işlem yapabilmek için gerekli düzenlemeleri hayata geçirmiştir. Buna ilave olarak Rusya, tarihinde ilk defa 1 milyar dolar değerinde yuana endeksli devlet tahvili çıkarmıştır. Böylece devlet projeleri kapsamında yapacağı yatırımlarda ABD’nin yaptırımlarından etkilenmemeyi hedeflemektedir[10].
Amerikan yaptırımlarının hedefinde olan Rusya ve İran’ın dolar hâkimiyetinden kurtulmak için yaptıkları ortak başka çalışmalar da vardır. Bu iki ülke, bankacılık sistemlerini karşılıklı olarak birbirine entegre etmeye çalışmaktadır. İran’ın üst düzey bankacılık yetkililerinin medyaya yaptığı açıklamalarda, iki ülke arasında banka kartlarının karşılıklı kullanılabilmesi yönünde testlerin devam ettiği, merkez bankalarının yasal hükümler konusunu çözmek üzere anlaşma imzaladığı söylenmiştir[11].
Diğer yandan devlet televizyonu Press-TV’nin bir haberine göre, İran’ın Şubat 2018’den itibaren Rusya’nın kurduğu Avrasya Ekonomik Topluluğuna üye olacağı belirtilmektedir. Rusya, Kazakistan, Belarus, Ermenistan ve Kırgızistan’ın üye oldukları ülkeler arasında sermaye, mal, hizmet ve çalışanların serbest dolaşabildiği 183 milyonluk bu ortak pazar, 80 milyonluk İran’ın katılımıyla 263 milyon gibi ciddi bir büyüklüğe ulaşacaktır[12].
Çin, Rusya ve İran’ın dolardan bağımsız hareket edebilecekleri ortak bir para birimi oluşturmak için stratejik seviyede iş birliği içinde oldukları ve bu çerçevede ABD ile finansal bir savaşa tutuştukları gayet açıktır. Bu savaşta belki de en önemli aktör İran’dır.
Reuters’in verilerine göre İran’ın ambargo kalktıktan sonra dünyanın ikinci büyük tüketicisi olan Çin’e ihraç ettiği petrol miktarı çok büyük bir artış göstererek 3,22 milyon tona bir başka ifadeyle günlük 784 bin varile ulaşmıştır. Bu arada Irak önemli ölçüde ABD ve Hindistan pazarını ele geçirmiştir. Suudi Arabistan’ın üretim kısıtlamasından faydalanan bu iki ülke, özellikle uzak doğu pazarında etkili olurken Suudi Arabistan pazar kaybetmiş ve ihracatı azalmıştır[13].
Buradaki en önemli nokta, dolar üzerinden satış yapan Suudi Arabistan’ın petro-dolar çevrimine aktardığı kaynak azalırken, İran’ın, Çin’in yeni kurduğu yuan üzerinden işlem gören petrol borsasının en önemli tedarikçisi durumuna gelmesidir. Çin, Rusya ve İran’ın bu yöndeki çalışmaları devam ederse çok geçmeden petro-dolar sistemi çökecektir.
İşte bu çökme riskini ortadan kaldırmak için ABD’nin askeri müdahaleden başka pek fazla seçeneği kalmamıştır. İran’da yürürlüğe koyulmak istenilen renkli devrimi bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Çin, Rusya ve İran’ın devreye soktuğu altına endeksli petro-yuan sistemi giderek etkisini artıracak, bu süreç doların devalüasyonuna yol açacaktır. İran’a yapılacak bir askeri harekâtın zamanlaması doların değer kaybetmesiyle doğru orantılı olacaktır.
ABD’nin askeri bütçesi, kendisinden sonra gelen dokuz ülkenin bütçesinin toplamından daha büyüktür. Washington’un askeri harcamaları Moskova’nınkinin 10 katından fazladır. Trump yönetimi, çok büyük bir artışa giderek bu yılki bütçeden askeri harcamaların alacağı payı 700 milyar dolara çıkarmıştır. Nükleer silah programları için enerji bakanlığına ayrılan pay, dışişleri bakanlığının askeri programları, istihbarat kuruluşları ve ulusal güvenlik departmanına ayrılan paralar da ilave edildiğinde ABD’nin güvenlik için yaptığı harcamalar yıllık 1 trilyon doları bulmaktadır[14].
Askeri harcamalardaki bu artış ve ulaşılan rakamlar normal değildir. Ünlü Çinli stratejist Sun Tzu’nun “savaşa başlamadan önce elinizde mutlaka para hazır olsun” sözü hatırlandığında, Washington’un bir savaş bütçesi hazırladığı kanaatine varılabilir.
Amerikan Kongresi 2011 yılında aldığı bir kararla bütçe açığını sınırlı tutmak maksadıyla askeri harcamalara 549 milyon dolar tavan koymuştu[15]. Bu tavanın aşıldığını görüyoruz ve Kongre’de kimseden ses çıkmadı. Bu sessizliğin sebebini anlamak gerekmektedir.
Sebeplerden birisi doların altın karşılığı olduğu Bretton Woods sisteminin çökmesi üzerine kurulan bugünkü petro-dolar sisteminin de çökmeye yüz tutmasıdır. Mevcut durumda doların arkasında kalan tek güç Amerikan Silahlı Kuvvetleri’dir.
Dönemin Amerikan Başkanı George Bush’un 11 Eylül olaylarından sonra ortaya koyduğu “terörle savaş (War on Terror)” adlı strateji çerçevesinde ABD, yaklaşık 17 yıldır aralıksız devam eden bir çeşit savaşın içindedir. Bu noktada Fransız General Napolyon’un bir sözünü hatırlamakta fayda var: “Savaşı kazanmak için üç şeye ihtiyacınız vardır; para, para ve daha çok para”.
Amerikan askeri bütçesinden de anlaşılacağı üzere gerçekten de savaş para demektir. Burada şu soruyu sormak gerekiyor. ABD, savaşı yürütecek, askeri bütçeyi finanse edecek bu parayı nereden buluyor? Basitçe ifade edecek olursak savaşı finanse etmenin üç yolu vardır: 1) Vergileri artırmak, 2) Borçlanmak 3) Para basmak.
Vergilendirme seçeneğine baktığımızda ABD’nin bu seçeneği kullanmadığını görüyoruz. En son Trump çıkardığı yasa ile tüzel kişilerin vergi oranını %35’ten %21’e indirdi. Yeni düzenlemenin 2 trilyon dolar bütçe açığına sebep olabileceğini iddia edenler var[16].
Borçlanma seçeneğine gelince. ABD’nin paradan para kazanma çevriminde borçlanma seçeneği kullandığını yukarıda açıklamıştık. Ancak 2008 küresel krizinden bu yana ABD hükümetlerinin, tüm harcamalarının yanı sıra askeri harcamalarını da finanse etmek için tercih ettiği asıl yöntem para basmak oldu.
Mekanizma basitçe şöyle işliyor: Amerikan hazinesi borçlanmak istediği kadar hazine tahvilini Amerikan Merkez Bankasına veriyor. Merkez Bankası da bu tahviller karşılığı Amerikan dolarını hükümetin hesabına aktarıyor. Burada ilginç olan nokta, Amerikan Merkez Bankasının sahibinin devlet değil de şahıslar olması. Amerikan Merkez Bankası’nın perde arkasındaki gizli sahiplerinin içlerinde Rothschild ve Rockefeller’lerin de bulunduğu dünyanın en güçlü sekiz ailesi olduğu söyleniyor. Bu sekiz aile, ellerindeki büyük para, banka ve şirketler sayesinde, ülkelerin merkez bankaları üzerinden dünyanın finansal ekonomisini yönetiyor[17]. Bu gerçeklik, Rothchild ailesinin kurucusu Mayer Amschel’in 1790’da söylediği iddia edilen; “bir ülkenin parasını basma ve kontrol etme imkânı benim elimde olduğu müddetçe, kanunları kimin yazdığı (ülkeyi kimin yönettiği) önemli değildir” sözünün hayata geçmiş olduğunu gösteriyor.
Rothschild ailesi, servetini, Napolyon savaşlarından (1803-1815) başlayarak savaşan her iki tarafı finanse ederek yapmıştı. Savaşı kazanan kim olursa olsun parayı kazanan her zaman Rothschild ailesi oluyordu[18]. Bankerlerin savaştan para kazanma yöntemi buydu.
Günümüze geldiğimizde savaşan her iki tarafı birden finanse etme işi bitmiş gibi gözüküyor. Küresel baronlar sadece ABD Silahlı Kuvvetleri’ni finanse ediyor. Obama’nın göreve geldiği 20 Ocak 2009’da ABD’nin toplam borcu 10,6 trilyon dolardı. Bugün bu rakam iki katına çıkarak 20,6 trilyon dolara ulaşmıştır. Bu borç artışında Afganistan (2001) ve Irak (2003) harekâtlarını da içine kattığımızda askeri bütçenin çok önemli bir payı vardır. Bu korkunç borç yükü sebebiyle ABD artık silahlı kuvvetlerini karşılıksız para basarak, küresel baronlara borçlanarak, dünyanın emeğini çalarak finanse edebiliyor. Washington bu kısır döngüye mahkûm. Çünkü silahlı güç üstünlüğünü kaybettiğinde sistem çökecek. Silahlı güce dayanan bu saçma düzene karşı çıkan ülkeler hedefte; karşı çıkmayanlar ise kasabın bıçağını yalayan koyunlar gibi sıralarını bekliyorlar.
İşte yaklaşmakta olan bu dünya savaşının ilk sıcak çatışması, ilk muharebesi İran’da gerçekleşecek. İran’da başlayacak savaşın birdenbire tırmanarak dünya savaşına dönüşme ihtimali çok yüksek. Şimdiye kadar, son çare olarak kalmadığı müddetçe ABD ile erken bir çatışmadan kaçmayı prensip edinmiş Çin’in artık çatışmayı kabul edeceği anlaşılıyor. İran’da operasyonun başlatılması üzerine devlet başkanı Xi Jinping, 3 Ocak’ta Çin Halk Kurtuluş Ordusu Merkez Komutanlığı’nı ziyaret ederek binlerce askere hitaben yaptığı konuşmada “ölümden korkmayın savaşa hazır olun”[19] diyerek, ABD’ye karşı koyacakları mesajını verdi.
Pentagon da küresel sermayenin önündeki en büyük engel olan Rusya ve Çin’i kuşatma operasyonunun bir dünya savaşı ile sonuçlanabileceğinin farkında. İran’a müdahale ettiklerinde savaşa Rusya ve Çin katılırsa buna hazırlıklı olmaları gerekiyor. Bu maksatla silahlı kuvvetlerinin dünya çapında intikallerini tamamlayarak savaş konuşlanmasına geçmesi gerekir. Zaten savaş konuşlanmasına geçmek, aynı zamanda caydırıcılığı artırarak Rusya ve Çin’in savaşa katılmasını önlemek maksadıyla yapılması gereken bir hamledir.
Pentagon, küresel konuşlanma stratejisi gereği komuta kontrol açısından dünyayı altı komutanlığa bölmüştür. Bu komutanlıkların emri altında dünyanın 63 ülkesinde yer alan yüzlerce üsse yerleşmiş 255 bin Amerikan askeri savaşa hazır bekliyor[20].
Pentagon, Rusya ve Çin’i kuşatacak şekilde Polonya, Romanya, Güney Kore ve Japonya’ya yüksek irtifa hava savunma sistemleri yerleştirdi. Olası İran savaşında, bölgedeki müttefiklerini korumak için Suudi Arabistan, Bahreyn, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi körfez ülkelerine Patriot Pac-3 ve THAAD (Terminal High Altitude Area Defense) hava savunma sistemleri konuşlandırıldı. Bu ülkelere milyarlarca dolar değerinde yüksek teknoloji silahlar satıldı. Ayrıca körfezde dolaşan Aegis sınıfı gemilerde yer alan M-3 füzeleriyle de bölgenin hava savunmasını güçlendirdi[21].
Bu kapsamda son zamanlarda Yemen’den Suudi Arabistan’a yapıldığı iddia edilen uzun menzilli füze saldırılarının Patriot füzeleriyle havada önlenmesini, olası savaş öncesi hava savunma sistemlerinin test edilmesi veya tam tersi, İran tarafından Suudi Arabistan’ın hava savunma sistemlerinin tespit edilmesi maksadıyla yapılmış operasyonlar şeklinde yorumlayabiliriz. Hangi seçenek doğru olursa olsun her ikisi de savaş hazırlığı işaretleridir.
12 Haziran 2010’da bazı bölgesel haber kanallarında İran’a yapılacak bir operasyonda Suudi Arabistan’ın İsrail uçaklarının hava sahasını kullanmasına izin verdiği yönünde haberler yer almıştı[22]. Son zamanlardaki Katar hariç Suudi Arabistan liderliğindeki körfez ülkelerinin İsrail ile yakınlaşmasını olası savaş öncesi bir ittifak olarak algılayabiliriz.
Savaş öncesi taraflar belli olmaya başlamıştır. ABD, İngiltere, İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri bir tarafta, Rusya, Çin ve İran diğer tarafta yer almaktadır. Almanya ve Fransa’nın henüz rengi tam belli değildir. Türkiye’ye gelince, Türkiye yine 1’inci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi bir tarafa doğru itilmektedir. Osmanlı, savaş öncesinde İngiltere ve Fransa ile ittifak kurmak istemiş ancak bu iki ülke Osmanlı’yı parçalamak istediklerinden ittifaka yanaşmamıştı. Osmanlı, Almanya ile ittifaka mecbur kalmıştı. Bugün de ABD, PYD/PKK ile ittifakını devam ettirerek FETÖ elebaşı ve üyelerini bize iade etmediği gibi onlar üzerinden sosyal medyayı kullanarak ülkemizde İran’dakinin benzeri bir halk ayaklanmasının altyapısını hazırlamaya çalışmaktadır. Bu sayılanlar Türkiye’nin dışlandığını göstermektedir. Diğer yandan Türkiye’nin, Çin-Rusya-İran bloğuna da dahil olması istenmemektedir. Olası İran operasyonu öncesinde Türkiye’nin Rusya ve İran ile ilişkileri bozulmaya çalışılacaktır. 6 Ocak’ta Rusya’nın Suriye’deki Tartus ve Hmeymim üslerine insansız hava araçlarıyla yapılan saldırıları bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Bu yöndeki çabalar devam edecektir.
Diğer yandan olası savaşta Türkiye’nin müttefikliğine mahkûm olan Rusya, ünlü startejisti Alexandr Dugin vasıtasıyla bize stratejik ortaklık teklifinde bulunmaktadır. Dugin, Odatv’de yayınlanan röportajında “Rusya, Türkiye’ye sadece hali hazırda var olan Şangay İşbirliği Örgütü gibi kuruluşları önermiyor. Türkiye, tabii ki bunlara üye olabilir ama bizim teklifimiz bundan da öte. Biz, Türkiye-Rusya-İran üçgeninin birlikte kurulmasını öneriyoruz. Bu daha kurulmamış, yeni bir örgüt olacak. Buna Avrasya Üçgeni de diyebiliriz. Bu, askeri, siyasi ve stratejik bir ittifak modelidir.[23]” diyerek, İran’ı savunurken yalnız kalmak istemediklerini, kazanan taraf olmak için Türkiye’ye muhtaç olduklarını açıkça dile getirmiş oldu. O tarihte Şi Jinping’in “savaşa hazır olun açıklaması” yoktu.
Şangay borsasında petrolün yuan ile satılmaya başlamasıyla dolarda bir düşüş eğilimi gözlemlendi. Bu düşüş devam ederse bütün tarafları tahminlerinden çok daha önce beklenmedik bir çatışmaya sürükleyebilir. Yukarıda sayılan defakto Çin, Rusya, İran, Türkiye ittifakı konusunda atılmış resmi bir adım yoktur. NATO dâhil Batılı ülkeler de olası savaşa hazırlıklı değildir.
Bu noktada savaşın önlenmesi konusunda en büyük görev Amerikalı generallere düşmektedir. Amerikalı generaller ya küresel patronların kutsal hedeflerine ulaşmak için kurdukları tuzağa hizmet ederek dünyayı yok edebilecek bir nükleer savaşa neden olacaklar veya direnerek insanlığı paranın kölesi olmaktan kurtaracaklar.
[1] https://www.huffingtonpost.com/entry/us-takes-step-towards-embrace-of-gulf-plan-to-destabilize_us_59338775e4b0649fff2119ff
[2] https://www.globalresearch.ca/what-is-happening-in-iran-is-another-color-revolution-underway/5624505
[3] Age.
[4] Age.
[5] https://odatv.com/kuzey-kore-krizi-amerikan-yuzyilini-bitirebilir-1809171200.html
[6] https://www.strategic-culture.org/news/2017/12/31/behind-korea-iran-and-russia-tensions-lurking-financial-war.html
[7] http://money.cnn.com/2017/08/16/investing/china-us-debt-treasuries/index.html
[8] https://www.bullionstar.com/blogs/koos-jansen/estimated-chinese-gold-reserves-surpass-20000-tonnes/
[9] http://www.williamengdahl.com/englishNEO20Dec2017.php
[10] http://www.williamengdahl.com/englishNEO20Dec2017.php
[11] http://www.presstv.com/Detail/2017/12/26/546845/Iran-Russia-moving-closer-to-integrating-banking-systems
[12] http://www.williamengdahl.com/englishNEO20Dec2017.php
[13] http://theiranproject.com/blog/2017/10/25/irans-oil-exports-china-59/
[14] https://sputniknews.com/analysis/201712131059949025-us-ndaa-defense-budget-increase/
[15] Age.
[16] https://www.investopedia.com/news/trumps-tax-reform-what-can-be-done/
[17] https://www.globalresearch.ca/the-federal-reserve-cartel-the-eight-families/25080
[18] https://www.conspiracies.net/rothschild-conspiracy/
[19] https://www.haberler.com/cin-devlet-baskani-si-den-orduya-olumden-korkmayin-10422755-haberi/
[20] https://www.globalresearch.ca/preparing-for-world-war-iii-targeting-iran/20403
[21] Age.
[22] Age.
[23] https://odatv.com/nato-turkiye-icin-ana-tehdit-kaynagidir-0412171200.html