savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,2414
EURO
36,9664
ALTIN
2.933,70
BIST
8.855,03
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
16°C
Ankara
16°C
Açık
Cuma Açık
14°C
Cumartesi Çok Bulutlu
13°C
Pazar Az Bulutlu
14°C
Pazartesi Az Bulutlu
12°C

IMF ve Dünya Bankası’ndan Türkiye’deki Diktatörlüğe Destek

IMF ve Dünya Bankası’ndan Türkiye’deki Diktatörlüğe Destek

Kendilerini Akıllı ve Uyanık Sananlar

IMF ve Dünya Bankası’ndan Türkiye’deki Diktatörlüğe Destek

 

İnşallah gençlerimiz bundan ders alır. Bir daha böyle hesapsız kitapsız hatalar yaparak, gelecek nesilleri zor taşınan yük altına sokmaz. 1984-1989 arasında bu ödemeleri yapmasaydık aile başına herkese 1 milyon TL para ödeyebilirdik. 9 bin ilave okul, 900 orta boy fabrika, 500 hastane ve 4 bin km otoyol daha yapardık. 100 bin insan iş sahibi olabilirdi. İşte geçmişin hatalarının bir topluma ne kadara mal olduğunun basit bir bilançosu budur. 1970li yıllarda o zaman kendilerini akıllı, uyanık sananlar böyle bir yol buldular. Tam 221 bankaya borçlandık ve Türkiye bunları ödeyemedi. Turgut Özal, Milliyet gazetesi, 17 Eylül 1989.

 

Yazar: Éric Toussaint, CADTM International, 24 Nisan 2020

Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 24 Aralık 2021

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, giderek artan sayıda Üçüncü Dünya ülkesinde politikalar eski sömürgeci güçlerin uyguladıklarından farklılaşmıştır. Bu eğilim, IMF ve Dünya Bankası üzerinde etkileri fazla olan büyük sanayileşmiş kapitalist ülkelerin sert muhalefetiyle karşılaşmıştır.

 

Dünya Bankası tarafından dayatılan projelerin, büyük kapitalist güçlerin egemenlik ve yönetimlerine meydan okumaya yeltenenleri bastırmak gibi güçlü bir siyasi içeriği bulunmaktadır. Dünya Bankası tarafından yürütülen operasyonlarda siyasi ve ekonomi dışı hususların dikkate alınması yasağı sistematik olarak delinmektedir. Bretton Woods kurumları olan IMF ve Dünya Bankası’nın siyasi taraflılığı; Şili, Nikaragua, Kongo-Kinşasa ve Romanya’da hüküm süren diktatörlüklere sağladıkları mali desteklerle ortadadır.

İkinci Dünya Savaşı  sonrasında kambiyo kurlarının dünya ticaretini geliştirici bir sisteme göre saptanması için yeni yöntemler aranmış ve bu çalışmalar sonucunda Bretton Woods Anlaşması ile uluslararası ödemelerde kullanılacak yeni bir sistem geliştirilmiştir. New Hampshire, Bretton Woods, Mount Washington Oteli. Kaynak: THE WORLD BANK

 

Dünya Bankası (World Bank) ve Uluslararası Para Fonu (IMF – International Monetary Fund), 2020 yılında 76 yaşına girdiler. İkisi de 1944 yılında kurulan bu iki uluslararası finans kurumu, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve dünya halklarının çıkarlarına ters düşen politikaları genelleştirmek için çalışan birkaç müttefik büyük gücün hâkimiyeti altındadır.

 

Dünya Bankası ve IMF, politikalarını belirlemek ve etki altına almak maksadıyla sistematik olarak devletlere borç verirler. Dış borçlanma, her zaman borçluları bağımlı hale getirilmek için kullanılan ve hâlâ da kullanılmaya devam edilen bir enstrüman olmuştur. Kuruldukları andan itibaren hem IMF hem de Dünya Bankası insan haklarıyla ilgili uluslararası anlaşmaları defalarca ihlal etmiş ve diktatörlükleri desteklemekte hiç sakınca görmemiştir.

 

Uluslararası finans kuruluşları ve ana hissedarlarının genel olarak bütün dünyayı içine düşürdüğü çıkmazdan kurtarmak maksadıyla, yeni bir kolonileşmeden kurtulma düzeni acilen gereklidir. Derhal yeni uluslararası kurumların oluşturulması gerekmektedir. Éric Toussaint tarafından kaleme alınan bu yeni makale dizisi, IMF ve Dünya Bankası’nın 1944 yılında kurulduklarından itibaren gelişimlerinin izini sürmektedir. Makaleler; The World Bank: a never-ending coup d’état. The Hidden Agenda of the Washington Consensus – Dünya Bankası: hiç bitmeyen bir darbe. Washington Mutabakatı’nın Gizli Ajandası, Mumbai: Vikas Adhyayan Kendra, 2007’’ veya ‘‘The World Bank: A Critical Primer, Pluto, 2007’’ adlı kitaplardan alıntıdır.

 

Dünya Bankası, Türk ordusunu ve yaptıklarını iyi göstermede oldukça ileri gitmiş ve askerlerin müdahalelerini eleştirmekten kaçınmıştır. Dünya Bankası tarafından 1980 askeri darbesi sonrası yapılan; darbenin bankanın borç verme niyetini tehlikeye atmayacağı yönündeki resmi yorumları oldukça kibar ve seviyelidir. [1]

 

Dünya Bankası’nın Türkiye’deki stratejisi, açık ve net bir şekilde 1972’den itibaren Filipinler’de Ferdinand Marcos’un, 1973 yılından itibaren de Şili’de Augusto Pinochet’in diktatörlükleri ve kurdukları ekonomik modele yönelik politikalarını hatırlatmaktadır. Jeopolitik nedenler bir kez daha belirleyici faktör rolünü oynamıştır. Türkiye, Avrupa ile Asya arasında stratejik bir nokta ve Orta Doğu satranç tahtasında çok değerli bir piyondur. Bu nedenle Türkiye’nin, otoriter bir rejime tam destek vermek pahasına da olsa, Washington’un çıkarlarına boyun eğmesini ve hizmet etmesini sağlamak gerekmektedir. Dünya Bankası, ulusötesi şirketlerin yatırımlarına kapıları açan ve hem sendikaları hem de aşırı sol partileri bastırmak istediğinde, darbeci askeri liderlerle tam bir uyum içinde çalışmaktadır. Bu tür politikalar, tarihi yeni gelişmelerin yanşadığı bir dönemde, Türkiye’nin ABD’nin köprübaşı olma rolünü pekiştirmektedir.

Dünya Bankası 1950’li yıllarda Türkiye ile iyi bir başlangıç yapmamıştır. Haziran 1952’de Dünya Bankası Ankara Özel temsilciliği görevine atanan Hollandalı Pieter Lieftinck aşırı müdahaleci tutumları nedeniyle Ankara tarafından sınır dışı edilmiştir.

Türkiye’nin jeostratejik önemi Robert McNamara döneminde (ABD Savunma Bakanı, 1961-1968), Dünya Bankası’nı ilişkileri geliştirme çabalarını hızlandırmaya yöneltmiştir. McNamara, 1968 yılında Dünya Bankası başkanlığına geldikten birkaç ay sonra Temmuz 1968’de Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Türkiye,  ABD’nin askeri müttefiki olduğundan McNamara bu ülkeyi çok iyi tanımaktadır. ABD savunma bakanlığı görevini yürütürken Ankara ile yakın temas ve ilişkiler içinde olmuştur. Pieter Lieftinck’in başına gelenleri bir daha yaşamak istemeyen Dünya Bankası 1970’li yıllarda Türkiye’nin iç işlerine çok fazla müdahale ediyormuş gibi görünmemek için büyük çaba sarf etmiş ve özen göstermiştir [2]. Ancak, 1970’li yıllarda, özellikle de sol görüşlü milliyetçi Bülent Ecevit’in başbakan olduğu 1978 yılında Türk hükümeti üzerindeki baskısını giderek artırmıştır. Dünya Bankası’nın 1970’li yıllarda özellikle yapmak istediği şey elektrik fiyatlarının yükselmesini zorlamak olmuştur.

1983 yılına kadar süren bir diktatörlüğe neden olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi, askeri liderlerin, Süleyman Demirel [3] ve Turgut Özal ile yapılan neoliberal planı sürdürmeyi kabul etmesi nedeniyle Dünya Bankası için çok uygun bir fırsat olmuştur.

 

Turgut Özal [4] zamanın Başbakanı Süleyman Demirel tarafından Ekonomik Koordinasyon Kurulu Müsteşarlığı görevine getirilmiştir. Bu ikili, 24 Ocak 1980’de neoliberal ekonomi programını (Ekonomik İstikrar Önlemleri Paketi) başlatacaktır. Ancak bu programın uygulanması; işçi sendikalarının faaliyetleri, sağ-sol görüşlü öğrenciler arasındaki çatışmalardan kaynaklanan güvensizlik ortamı, TBMM’de Süleyman Demirel’in azınlık hükümetine verdiği destek için sıkı pazarlıklar yapan Müslüman Parti’nin (Kerhen Milliyetçi Cephe Hükümeti görevdedir, MSP ve MHP dışarıdan desteklemektedir) manevraları ve ABD’nin yardımlarıyla hükümeti gizlice istikrarsızlaştıran ordunun güce olan susamışlığı nedenleriyle çok zordur. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle iktidarı ele geçiren; Süleyman Demirel’i hapse tıkan ve TBMM’yi fesheden askerler Turgut Özal’ı ekonomik işlerden sorumlu tam yetkili bakanlık görevine getirdiler. İşte bu askeri manevra sayesinde Turgut Özal, iki yıl sonra kovulmasına neden olan finansal çöküşe kadar neoliberal politikaları  ‘‘süngü zoruyla’’ uygulama fırsatı bulabilecektir.

Dünya Bankası, askeri darbenin liderleri ve Turgut Özal tarafından geliştirilen ve uygulanan politikaları; ihracat teşviklerinin artırılması, dış borç yönetiminin iyileştirmesi, bütçe açığının giderilmesi ve kamu yatırımlarının azaltılması nedenleriyle büyük bir coşkuyla desteklemiştir. [5]

 

Dünya Bankası tarihçileri sonradan şöyle yazacaktır: Türkiye programı, Dünya Bankası’nın yapısal uyum kredileri açısından örnek bir rol model haline gelmiştir. [6]

 

Bu gelişmeleri çok daha kolaylaştıran birkaç faktör aşağıdadır:

  1. Türk siyasi liderleriyle Dünya Bankası’ndaki üst düzey Türk görevliler arasındaki yakın bağlantılar. Daha önce verilen isimlere ilave olarak türlerinin en iyisi olan Atilla Karaosmanoğlu [7] ve Munir Benjenk [8] isimlerinden bahsedebiliriz. Bu durum sonraki yıllarda bir geleneğe dönüşecek ve Dünya Bankası’nın eski başkan yardımcılarından Kemal Derviş Mart 2001 – Ağustos 2002 tarihleri arasında Türkiye’nin ekonomi bakanı olacaktır [9].

 

  1. 1977 yılında borç yükü altında ezilen Türkiye büyük bir kriz yaşamış, ancak diğer borçlu ülkelerin aksine Batılı güçler (ABD ve Almanya), IMF ve Dünya Bankası’ndan sağladığı önemli yardımlar nedeniyle batmaktan kurtulmuştur.[10]

Türkiye’nin neoliberal ekonomik sisteme geçişi; 1960’ların başında hazırlanan Anayasa’nın ülkenin ithal ikamesini hedefleyen bir sanayileşme politikasının yürütülmesini ve bu maksatla da hem korumacılığı hem de kamu yatırımları uygulamalarını şart koşması nedenleriyle pek de kolay olmamıştır.

1975 yılında kurulan Birinci Milli Cephe Hükümeti

İşte bütün bu nedenlerle, 12 Eylül 1980 tarihinde yapılan askeri darbe Dünya Bankası’nın büyük sempatisine mazhar olmuştur. Darbe gerçekleştiğinde Carter yönetimiyle yakın ilişkiler içinde olan Dünya Bankası Başkanı Robert McNamara’nın darbe hazırlıklarından haberdar olması da kuvvetle muhtemeldir.

Türkiye örneği, Dünya Bankası’nın politikalarının, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin jeostratejik çıkarları tarafından ne kadar kapsamlı bir şekilde belirlendiğinin çok güzel bir örneğidir.

Dünya Bankası tarihçileri bunu açıkça kabul etmekte de hiçbir sakınca görmemişlerdir. Onlara göre; şahsi olarak küresel bir devlet adamı olan McNamara Türkiye’nin jeopolitik öneminin her zaman farkında olmuştur [11].  ABD’nin politikasına düşman olan 1979 İran devrimi gibi bir tehditle karşı karşıya olan Türkiye’nin istikrarı, otoriter de olsa bir rejimin desteklenmesiyle sağlanmalıydı. [12]  Türkiye’de gerçekleşen 12 Eylül 1980 askeri darbesi ABD’nin yardımları ile hazırlandı.

Komşu Irak ülkesinde Saddam Hussein tarafından Sovyet yanlısı rejime karşı gerçekleştirilen 1979 darbesi de aynı stratejik çıkarların gereğidir. Aynı Saddam daha sonra, 1980 yılında İran’a karşı savaş (yaklaşık bir milyon insanın hayatına mal olan ve 22 Eylül 1980-20 Ağustos 1988 arası süren savaş) başlattığında aslında ABD ve Batı Avrupa’nın çıkarlarına hizmet etmektedir.

 

12 Eylül 1980 tarihinde ABD’nin kukla generalleri tarafından gerçekleştirilen darbenin sembol fotoğrafında; hapishanelerde tek tip elbise uygulamasına direnen sanıkların mahkeme salonundaki don-atlet görüntüleri.

Dünya bankası tarihçileri hiç bahsetmeseler de Türkiye ile ilgili yorumları oldukça açık ve nettir. Dünya Bankası, tarihinde her zaman Türk ordusunu kötü olarak anmak ve yaptığı müdahalelerden hoşnutsuz olmak gibi yaklaşımlardan kaçınmıştır ve hatta bu konuda özel çaba sarf ediyor gibi görünmüştür. Dünya Bankası tarafından 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası yapılan; Türkiye’ye kredi verme niyetlerinde herhangi bir değişiklik olmayacağı yönündeki son derece kibar resmi açıklama bu yaklaşımın en güzel örneğidir. [13]

Rezil 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren kukla generaller iktidarı sivillere devrettiklerinde Turgut Özal ve kurduğu Anavatan Partisi artık iktidardadır.

 

Sonraki yıllarda Türkiye, 1985 yılına kadar beş yapısal uyum kredisi alacaktır. Dünya Bankası yetkililerinin 1988 yılında yaptıkları bir değerlendirmeye göre Türkiye en muhteşem başarı öykülerinden bir tanesidir. .” [14]

 

Dünya Bankası’nın kendi kendisini öven bu yaklaşımı bir yorumu hak etmektedir. Dünya Bankası’nın ana hedeflerinden bir tanesi olan sözde enflasyonu düşürmek (!) açısından bakıldığında ortada kutlanacak bir başarı öyküsü falan yoktur. Dünya Bankası’nın yapısal uyum öncesi yıllık enflasyon oranı 1970’li yılların sonunda %40 ile %50 arasındadır. Yapısal uyum paketini uygulayan askeri diktatörlüğün kukla generalleri döneminde (1980-1983) enflasyon %46 seviyesinde gerçekleşmiştir. Sonraki yıllarda ise; 1984-1988 arası %44, 1989 yılında %60 seviyesine çıkmıştır. Daha sonraki yıllarda ortalama %70 olan enflasyon oranı %140’a varan zirveler dahi yapmıştır.

 

Özetlemek gerekirse; Dünya Bankası’nın Türkiye’de enflasyonu düşürme hedefine hiçbir zaman ulaşılamamıştır. Aynı durum, patlayan iç borç stoku ve daha da artan dış borç yükü için de geçerlidir.

 

Bütün bu başarısızlıklara rağmen Dünya Bankası’nın gizli ajandasına bakıldığında kukla generaller ve sonrasındaki yönetimlerin iktidarda olduğu 1980’li yıllarda kayda değer zaferler elde edildiği söylenebilir:

 

  • Türkiye Batılı güçlerin sadık müttefiklerinden bir tanesi olmaya devam etmiştir;
  • Yüksek düzeyde korumacılık ve kamu yatırımları ile ithal ikameci sanayileşme modelinden tamamen vazgeçmiştir;
  • Rekabet gücünü artırarak, reel ücretleri aşağı çekerek ve para birimini önemli oranlarda devalüe ederek ihracata odaklanan bir model geliştirmiştir;
  • Devrimci ve reformcu sol hareket ve işçi sendikaları diktatörlük altında kukla generaller sayesinde şiddetle bastırılmıştır.

 

 

Cumhuriyet Gazetesi – 25 Ocak 1980 Manşeti – 24 Ocak Kararları ile yapılan kur ayarlaması sonucu ABD dolarının 70 lira olduğunu belirten manşet.

 

Sıkı durun! 1979 yılının sonundan 1994 yılına kadar geçen sürede ABD dolarının Türk lirasına göre nispi değeri 900 kat artmıştır. Ve bu rezil süreç; 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yaptığı %30 oranındaki devalüasyon ile başlamıştır. 1970’li yıllarda, işçi sendikaları ve gençler ile işçiler arasındaki aşırı solcular sayesinde reel ücretler önemli ölçüde artmış durumdadır. İşte ABD’nin planlaması ve desteğiyle Türk ordusunun kukla generalleri tarafından yapılan 12 Eylül 1980 askeri darbesi; sendikaları ve grevlerin yasaklanmasını, reel ücretlerin düşürülmesini ve sermaye sahiplerinin kârlarını artırmasını sağlamıştır.

 

İşte askeri darbenin generalleri ve sonrasındaki yönetimlerin bu gayretleri sayesinde Türkiye, ulusötesi şirketlerin yatırımları için gerçek bir cennete dönüştürülmüştür. Turgut Özal başardıklarının ödülünü almış ve 1989 yılında seçildiği Cumhurbaşkanlığı görevini hayatını kaybettiği 1993 yılına kadar sürdürmüştür.

Dünya Bankası da ABD ve Batılı ülkelerin çıkarlarını korumak adına üzerine düşen sorumlulukları bihakkın yerine getirmiş ve askeri rejim ile ardından gelen yönetimleri istikrarlı bir şekilde yıllık bir milyar dolar tutarındaki kredilerle sürekli olarak desteklemiştir.

Türkiye, 1991 yılında, Birinci Körfez Harbi’nde ABD ve müttefiklerine yaptığı hizmetler karşılığında, yenilen Irak tarafından ödenen tazminatlardan da faydalanmıştır.

İşte bütün bu nedenlerle, Dünya Bankası’nın Türkiye’de uyguladığı stratejinin, 1972 yılından itibaren Filipinler’de Ferdinand Marcos ve 1973 yılından itibaren Şili’de Augusto Pinochet diktatörlüklerine ve yürüttükleri ekonomik model politikalarına sağladığı desteğin açık ve net bir örneği olduğu söylenebilir.

1999-2001 yıllarında Türkiye, Arjantin kadar şiddetli bir mali kriz yaşamıştır. ABD ve Batılı güçlerin verdiği kararlarda jeostratejik çıkarlar yeniden hâkim olmuş, IMF, Aralık 2001’de Başkan Fernando de la Rúa’ya yeni kredi vermeyi reddederek Arjantin’i terk ederken, Türkiye’nin Orta Doğu satranç tahtasındaki temel bir piyon olma konumunu istikrarsızlaştırmaya neden olabilecek sosyal karmaşalardan kaçınmak için Türkiye’ye borç verme politikasını sürdürmüştür.

Günümüzde, dünyanın her yerinde olduğu gibi IMF ve Dünya Bankası’nın yaptığı yardımlar sadece yardım alan ülkelerin dış borçlarını artırmaktan başka hiçbir işe yaramamaktadır ve Türk vatandaşlarının da bu Bretton Woods kurumlarına daha fazla geri ödeme yapmayı reddetme hakları bulunmaktadır. Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası ile yapılan borç sözleşmeleri neresinden bakarsanız bakın iğrençtir.

 

Dipnotlar

 

[1] Kapur, Devesh, Lewis, John P., Webb, Richard. 1997. The World Bank, Its First Half Century, Volume 1: History, Brookings Institution Press, Washington, D.C., 1275 p. This book was financed by the World Bank for its 50th anniversary.

[2] “The Bank in the 1970s was at pains in Turkey not to overreach” in D. Kapur, J. Lewis, R. Webb, 1997, vol. 1., p. 547

[3] Süleyman Demirel (1924) birkaç kez başbakanlık görevini yürütmüştür (1965-1971; 1975-1978 ; 1979-1980). 1991 yılında yeniden hükümetin başı olmuş ve ardından 1993-2000 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı olmuştur.

[4] Turgut Özal (1927-1993),1983 – 1989 yılları arasında Başbakan olmuş, ardından 1989 ile vefat ettiği 1993 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı olmuştur. 1971-1973 yıllarında Dünya Bankası-Washington’da çalışmıştır.

[5] D. Kapur, J. Lewis, R. Webb, 1997, vol. 1., note 60 p. 548.

[6] D. Kapur, J. Lewis, R. Webb, 1997, vol. 1., p. 548.

[7] Attila Karaosmanoğlu 1980’li yılların ortasında Dünya Bankası Doğu Asya ve Pasifik başkan yardımcılığı görevini yürütmüştür. Turgut Özal’ı 1960 yılında planlama görevinin başına getiren kişidir ve 1971 askeri darbesinin hemen ardından başbakan yardımcılığı görevini yürütmüştür.

[8] Munir Benjenk, 1970’li yıllarda Dünya Bankası Avrupa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan sorumlu başkan yardımcısıdır. Robert McNamara’nın Türkiye direkt danışmanıdır.

[9] Sonradan bu sanki bir gelenek haline gelmiştir, örneğin Dünya Bankası eski başkan yardımcısı Kemal Derviş Mart 2001 ile Ağustos 2002 yılları arasında Türkiye’nin maliye bakanı olmuştur. Kemal Derviş 2005 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) direktörü olmuştur.

[10] Bu, 1990’lı yıllar ve 2000’li yılların başında devam etmiştir.

[11] D. Kapur, J. Lewis, R. Webb, 1997, vol. 1., note 62, p. 549.

[12] Darbe zamanı yaklaşık 100 Amerikalı Tahran’da rehine olarak tutulduğundan ABD ile İran arasındaki ilişkiler oldukça gergindir. Bu mesele, Jimmy Carter tarafından Ronald Reagan’a karşı yürütülen ikinci dönem başkanlık kampanyasının özünü teşkil etmiştir.

[13] D. Kapur, J. Lewis, R. Webb, 1997, vol. 1., p. 547.

[14] D. Kapur, J. Lewis, R. Webb, 1997, vol. 1., p. 550.

 

https://www.cadtm.org/Le-soutien-de-la-Banque-mondiale-a

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.