Çeviren: Ercan Caner, Sunsavunma.net, 28 Mart 2017
Bilincin temel dinamikleri ve insanlığın halen içinde bulunduğu durum gerçekten anlaşılmak isteniyor ise insan beyninin temel yapısını anlamak gereklidir. İnsan beyni genel olarak vücudumuzdaki bilincin merkezi olarak tanımlanır. Fakat bilinç asla sadece beyin ile sınırlı değildir, beyin hiç şüphesiz fiziksel seviyede genellikle bilinç ile irtibatlandırdığımız organdır.
Fiziksel formda ifade aracımız olan bilinç, üçlü bir özelliğe sahiptir: Düşünceler, Duygular ve Aksiyonlar. Bilincin üç katmanlı olması gibi insan beyni de gerçekte, üçü bir arada olan bir tabiata sahiptir.
Üçlü beyin konsepti, insanın davranışsal dışavurumlarını beyinde bulunan fizyolojik alanlarla ilişkilendiren, Amerikalı modern çağ sinirbilimcisi Paul D. MacLean tarafından ileri sürülmüştür. MacLean’in araştırmaları günümüzde ‘‘Üçlü Beyin’’ olarak bilinen bir konseptin formüle edilmesine yol açmıştır. Üçlü Beyin modelinde insan beyni olarak düşünülen organ, aslında üç adet bölümden veya insanın hayatta kalabilmesi ve kendisini ifade edebilmesi için tek bir beyin olarak çalışan üç adet daha küçük beyinlerden oluşmaktadır.
Beyin bölümlerinden birincisi evrimsel gelişme açısından bakıldığında en eski olanıdır. Bu bölüm, büyük beyin kütlesinin altında yer alan beynin en derin kısmıdır. R-Complex (R-Kompleksi) olarak bilinen bu bölüm, beynin kökü ve beyincikten oluşmaktadır. ‘‘R’’ harfinin anlamı ‘‘Reptile – Sürüngen’’dir. Beynin bu bölümü, sorumlu olduğu davranışsal özellikler genellikle sürüngenlerde görüldüğünden, Sürüngen Beyin olarak adlandırılmıştır. Sürüngen Beyin tarafından kontrol edilen davranışsal özellikler; kuramsal hayatta kalma içgüdüsü, direkt uyarıcılara verilen tepkiler, kavga-kaçma tepkisi, rekabet, saldırganlık, hükmetme, taklit, ritüel ve kaynakları depolama arzusudur.
Bu özellikler bilincin ‘‘temel’’ fonksiyonlarıdırlar. Bunlar daha az insani, esas olarak hayvansal düşünce ve davranışlardır ve farkındalık ve varoluşun en alt durumlarından ibarettir. Fiziksel olarak beynin bu bölümünün, insan beyninin temelinde veya en altında yer alması ilginçtir. R-Kompleksi, bilincin kutsal üçlüsü ile eşleştirildiğinde bu bölümü, Eski Ahitte tarif edilen cezalandırıcı ve kontrol eden ‘‘Baba’’ ile eşleştirmek mümkündür. ‘‘Baba’’ veya beynin en eski ve en az gelişmiş bölümü olarak R Kompleksi; erkek hâkimiyeti, hayvansal ve içgüdüsel davranışlar gibi birçok insanda görülen ve yaşanan temel davranışlardan sorumludur.
Üçlü Beyin konseptinin ikinci bölümü ise Limbik Sistemdir. Beynin bu bölümü Mammal Brain – Memeli Beyni olarak da adlandırılmaktadır. Bunun nedeni ise insan beynin bu bölümünün önemli ölçüde sürüngen R-Kompleks bölümünün biyolojik evriminin bir sonucu olarak ortaya çıkmasıdır. Bu bölüm R-Kompleks bölümünün hemen üzerinde, beyin kökü ve beyinciğin hemen üstünde yer almaktadır. Hipokalum, hipotalamus ve amigdalden oluşan Limbik Sistemin fonksiyonu; kimyasallar ve aralarındaki etkileşimleri oluşturarak ve bunların akışını düzenleyerek duygularımızı yaratmaktır. Duygular, sürüngenler ve daha alt sınıftaki hayvanlarda görülmeyen bir memeli türü davranışıdır. Sürüngenler acıyı hisseder ve temel uyarılara tepki gösterirler fakat sevinç, üzüntü empati vb. gibi duygusal reaksiyonlar göstermezler. Fizyolojimizde, aksiyonlarımızın başkaları üzerindeki etkilerini anlamamızı sağlayan hisleri yaratan duygularımız olduğundan, Limbik Sistem, düşüncelerimiz ve faaliyetlerimiz arasında bir tampon bölge görevi görmektedir.
Orta seviyede kontrolün hüküm sürdüğü, zihniyet ve fonksiyonlar ile temel dürtülerin hâkim olduğu beynin bu bölümünde:
Duygusal nitelikler, bilinç düzeyinin sürüngen niteliklerin R-Kompleksi vasıtasıyla gösterildiği temelden daha üst seviyede bir düzendir. Limbik Sistem olmaksızın duyguları algılama ve diğerleri için empati duyma gibi hislere sahip olmamız mümkün değildir ve Limbik Sistem olmadan ister kendimize isterse başkalarına yönelsin, zarar veren ve tahrip edici eğilimleri kavrama ve anlama yeteneğimizi kaybederiz. Bir tampon bölge veya düşünce ile aksiyon arasında bir tampon bölge olarak Limbik Sistem; Kutsal Dişi, Ruh veya bilincin ilahi ‘‘Anası’’ olarak görülebilir.
Üçlü beynin üçüncü ve en önemli bölümü ‘‘Neokorteks’’ olarak bilinmektedir. ‘‘Neo’’ ifadesinin anlamı yeni demektir. Beynin en önemli bölümü olan ve ‘‘Beyin Zarı’’ olarak da adlandırılan Neokorteks, beynin biyolojik evrim açısından bakıldığında, son evrimleşen ve gelişen bölümüdür. İnsan beyninin en fazla dallanmış ve hafızayı da içeren en gelişmiş bölümüdür. Neokorteks fizyolojik olarak, Limbik Sistem ve R-Kompleksinin üzerinde yer almakta ve kütlesel olarak insan beyninin en büyük kısmını oluşturmaktadır. Neokorteks, sadece insan beynine has olduğundan ‘‘İnsan Beyni’’ olarak da adlandırılmaktadır.
Üst seviyedeki öngörü ve temel dürtülerin hâkim olduğu beynin bu bölgesinde:
Neokorteks, bizim yüksek seviyede düşünmemizi mümkün kılan elektriksel ve kimyasal etkileşimleri oluşturan bölümdür. Neokorteks olmadan insanoğlunun karakteristik özellikleri olan; mantık, neden-sonuç ilişkisi, sanat, müzik, bilim, yaratıcılık, lisan ve diğer yeteneklerimizin olması mümkün değildir. Neokorteks, bize hayvanlardan ayırt edilmemizi sağlayan düşünme fonksiyonlarını sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında ve bu özellikleri referans aldığımızda Neokorteks, kutsal üçlüde ‘‘Çocuk’’, beynin yeni ve genç kısmı olarak veya R-Kompleksi ve Limbik sistemin ‘‘Oğlu’’ olarak adlandırılabilir. Neokorteks, bizim düşünce ve ifade etme yeteneğimizin en üst aşaması olduğundan, insan beyninin de fiziksel olarak en gelişmiş kısmıdır.
Düzgün olarak çalıştığında Neokorteks, beynin yürütme kontrol merkezi olarak çalışmak üzere tasarlanmıştır. Bazı bilim insanları Neokorteks’i, R-Kompleks ve Limbik sistemde yürütülen faaliyetleri düzenlediğinden, insan beyninin CEO (Chief Executive Officer)’su olarak tanımlamaktadırlar. Neokorteks’in bu emir-komuta fonksiyonlarının nasıl çalıştığını anlamak için Neokortex’in kendi içyapısını incelemek gerekmektedir.
İnsan beynindeki Neokorteks yapısal olarak, sol ve sağ beyin yarım kürelerinden oluşan iki eşit parçaya bölünmüştür. Sol beyin yarım küresi bizim analitik düşünme yeteneğimiz, yazılı ve sözlü ifade kabiliyetimiz, mantık, neden-sonuç analizi, matematik ve bilimden sorumludur. Sağ beyin yarım küresi ise; önsezi, empati, yaratıcı ifade, sanat, müzik ve bütüncül düşünce gibi farklı faaliyetler ve özellikleri mümkün kılmaktadır. Bilinç açısından bakıldığında bu nitelikler ne tamamen kötü ne de tamamen iyidirler. Dengeli bir insan, bilincin bu niteliklerinin dengeli bir karışımına sahip olmalıdır.
Eğer herhangi bir nedenle, bir insanın beynindeki sol yarım küre sağ yarım küre ile önemli ölçüde dengesiz bir duruma geldiğinde Neokorteks devreye girerek, bir bütün olarak beynin CEO rolünü üstlenmeyi sonlandıracaktır. Bunun anlamı; R-Kompleks ve Limbik Sistem içinde meydana gelen süreçlerin kontrolünü düzenlemeyi durduracaktır. Beynin bu işlevsel bozukluğa ulaşması sonucunda, insan beyninin temel uygulama fonksiyonları bozulacak ve orijinal dengesizliğin doğasına bağlı olarak ya R-Kompleks ya da Limbik Sisteme dönecektir.
Eğer insan beyninin doğası sol beyin yarım küresine kayar ise, Neokorteks düzenleyici fonksiyonlarını bırakır, Limbik Sistem düşünce ve faaliyetler arasındaki duygusal denge görevini yürütmeyi bırakır ve R-Kompleks bütün beyne hâkim olmaya başlar. İnsan beyninde meydana gelen bu dengesizlik, Sürüngen Bilincinin ortaya çıkmasına ve etraftaki herkesin kontrol edilme arzularına neden olmaktadır. Bu tip bir beyin bozulmasına maruz kalan insan, etrafındaki bütün insanları göz ardı ederek bir saldırganlık, sadizm ve akıl almaz bir şiddet sarmalına girerek, hâkimiyet kurma, tutku, hırs, kendi çıkarına mal/para biriktirme ve bitip tükenmek bilmeyen bir kontrol arzusuna kapılır. Bu tür dengesizlere her yerde rastlamak mümkün olduğundan, bu tür beyin bozulmalarını tespit etmek günümüz modern toplumunda çok kolaydır.
Sağ beyin yarım küresinde meydana gelen ikinci tip beyin bozukluğu, insan beyninin kontrolünün Limbik Sisteme bırakılması ile sonuçlanmaktadır. Bu tür beyin bozukluğuna maruz kalan insanlar artık kendi kendilerini kontrol edemezler ve tamamen duygularının esiri olarak hareket ederler. İnsan beyninin R-Kompleks bölümü hayatta kalmak için gerekli olan fonksiyonları yerine getirmeyi durdurur ve arzu edilmeyen nitelikler ortaya çıkmaya başlar. Sinirlilik, paranoya, kendine değer vermeme, boyun eğme, suçluluk, korku, mazoşizm ve hatta intihar eğilimleri ortaya çıkabilir. Bu tür insanlara günümüz modern toplumunda fazlasıyla rastlamaktayız.
Diktatörler insan beyninde meydana gelen bu tip dengesizlikleri, kendi zalim ve gaddar hâkimiyetlerini kurmak için acımasızca ve insafsızca kullanmaktadırlar. Günümüz modern dünyasının diktatörleri insan beyninin bilinç fonksiyonlarını kapatmak için mükemmel yöntemler geliştirmişlerdir. Diktatörler, insan beyninin iki yarım küresi arasında bir dengesizlik yaratmak için metodolojiler geliştirmişlerdir. Günümüzün liderleri bilerek ve isteyerek bu nitelikleri insanoğluna aşılamak ve insanları hâkim olanlar ve hâkimiyete boyun eğenler, diğer bir ifade ile köle sahipleri ve köleler olarak iki tipte kutuplaşan ve dengesiz yaratıklar haline getirmek için çaba göstermektedirler:
Bu manipülasyonun bir kez farkına vardığımızda, beynimizin iki küresini iyileştirme çabalarına başlayabilir ve bu çabayı geliştirerek bilinç düzeyimizi artırabiliriz. Bu iyileşme ancak ve ancak bir denge durumunun oluşturulmasına bağlıdır. Sadece insan beyninin iki yarım küresi arasında bir denge oluşturarak, yüksek bir bilinç ve farkındalık durumunu geliştirebiliriz. Beyin, insan bedeninde küçük bir evren olarak, yaratılış enerjisinin bir yansımasıdır. Her ikisi de birbirlerine zıt kutupların dengeli bir uyumu olarak, aynı şekilde işlemektedir. Sağlıklı beyin fonksiyonlarına giden yol, daha üst bilinçlilik seviyesine giden yol ile aynı yöndedir.
Sadece ‘‘Denge Yolu’’ bizi, karmaşa ve acıdan kurtaracak kuvveti yaratacak kolektif dengesizlik durumundan kurtarabilir. Sadece Denge Yolunda ilerlemek insanoğluna, düzen ve barış getirebilir ve çekilen acılardan kurtulmasını sağlayabilir.
Çevirenin Notu: Yazı aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. Yazının orijinaline aşağıdaki linkten erişebilirsiniz.
http://www.whatonearthishappening.com/part-1-the-solution/65-the-triune-brain
Yazının bu bölümünde, yukarıda anlatılan beyin bölümleri ve işlevlerini daha iyi açıklayabilmek maksadıyla, Katniss Everdeen’in filmin başkahramanı olduğu ‘‘Açlık Oyunları’’ filmini insan beyninin bölümlerinin fonksiyonları ile ilişkilendirerek anlatmak çok daha açıklayıcı olacaktır.
Açlık Oyunları orijinal adıyla ‘‘The Hunger Games’’, Amerikalı yazar Suzanne Collins tarafından kaleme alınan ve 2008 yılında yayımlanan bir gençlik romanıdır. Roman, uzak ve belli olmayan bir gelecekte, Kuzey Amerika’da kıyamet sonrasında kurulmuş, Panem‘de yaşayan 16 yaşındaki Katniss Everdeen‘nin ağzından anlatılmaktadır. Bütün halk, teknolojik açıdan çok gelişmiş bir kent olan Capitol tarafından yönetilmektedir. “Açlık Oyunları” her yıl ülkenin on iki mıntıkasından seçilen 12-18 yaş arası birer kız ve erkeğin tek kişi kalana kadar savaştığı ve Capitol halkına bir görsel şölen gibi sunulduğu bir televizyon programıdır.
Suzanne Collins tarafından kaleme alınan Açlık Oyunları romanı, 21’inci yüzyılda yazılan en geniş ve kapsamlı politik mesajlar içeren romandır. Roman ve filmde Katniss Everdeen, sadece arkadaşlarını kurtarmamaktadır, o bütün bir ulusu zalim baskılar ve fakirlikten kurtarmak zorundadır. Romanın kurgusunda, yakın bir gelecekte dünyada ülkeler yok olmuştur ve yerlerini Capitol tarafından yönetilen 12 eyalet almıştır. Eyaletler üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmak isteyen Capitol, her sene, her eyaletten iki kişi olmak üzere toplam 24 ümitsiz çocuğun katıldığı açlık oyunları düzenler, vahşi bir ortamda gençler ölümüne savaşmak zorundadırlar. Bu hayatta kalmak için diğerlerini öldürme oyunu, yerleştirilen kameralar ile canlı olarak Capitol kenti halkı tarafından izlenmektedir. Zavallı gençlerin hayatta kalabilmek için birbirlerini öldürmeleri zengin elitlerin eğlence kaynağıdır.
Diğerlerini öldürerek oyunu kazanan gencin kurtulması söz konusu değildir. O artık Capitol’ün kontrolünde olarak acıyı ve kâbusları yaşamak zorundadır. Görünümü değiştirilen ve insanların eğlenebilmesi için yeni bir şekle sokulan zavallı genç, ölene kadar Capitol ve katil başkanına bağlı olarak yaşamak zorundadır.
Film kurgusunda Katniss Everdeen, 12’nci mıntıkada, 12 yaşındaki kardeşi Prim ve annesi ile birlikte yaşayan bir genç kızdır. Babası kömür madeninde meydana gelen bir kazada hayatını kaybettiğinden, Katniss yasak bölgede avlanarak ve avladıklarını değiş tokuş yaparak ailesinin geçimini sağlamaktadır. Yasak bölgede avlanırken kendisi gibi babasını kaybeden Peeta Mellark, Katniss’e yardım etmektedir ve ikilinin arasında güçlü bir bağ vardır.
Film kurgusunda yer alan Açlık Oyunlarının çok basit ve acımasız kuralları bulunmaktadır. Her mıntıka, geçmişteki ayaklanmaların cezası olarak, haraç olarak adlandırılan bir kız veya erkek çocuğunu, hükmedenlerin seyrederken zevk almaları için vermek zorundadır. Bütün mıntıkalardan toplanan 24 haracın, geniş bir açık hava hapishanesinde, aralarında ölümüne bir savaş vermeleri istenmektedir.
Açlık Oyunları fantastik bir hikâye değildir. Filmde kadın kahramanın yaptığı ölüm-kalım seçimlerini, günümüzde birçok insan günlük hayatlarında yapmak zorundadır. Birçok genç insan, filmin kahramanı Katniss gibi savaşarak hayatta kalırken, birçoğu da Katniss’in arkadaşları gibi ölmektedir.
Filmde geçen hikâyenin Sibirya’da, farklı ülkelerden gelen 15 kadın ve 15 erkek, toplam 30 yarışmacının katılımı ile yapılması gündemdedir. 2000 adet kamera ile canlı olarak izlenecek yarışmada cinayet ve tecavüz serbest olacaktır.
Şimdi Üçlü Beyin konseptini filmde geçen olaylar ile ilişkilendirerek açıklamaya çalışalım. Beynin üç ana bölümden oluştuğu yukarıda ayrıntılı olarak izah edilmişti. Sürüngen beynin ebatları bütün memelilerde hemen hemen aynı büyüklüktedir. Bütün omurgalıların küçük beyinlerinde de bu hücrelerden bolca bulunmaktadır. Limbik Sistem sürüngenlerde nispeten küçük olsa da memelilerde daha büyüktür ve göreceli olarak aynı ebatlardadır. Diğer taraftan Neokorteks bölümünün gelişmesi kemirgenlerde düşük seviyede iken balina ve yunuslar gibi deniz hayvanları ile maymunlarda fazladır ve insan beyninde zirve noktasına ulaşmıştır.
İnsan beyninin R-Kompleks bölümü insanı hayatta tutan yerdir. Beynimizin hayatta kalma alanı olan bu bölüm, beynin en erken formudur. Bu bölüm hasar gördüğünde insanın yaşaması olanaksızdır. Sürüngen beyin sadece hayatta kalma ile ilgilidir. Beynin en derin kısmında olan bu bölüm sığınak, yiyecek bulmak ve romanda olduğu gibi ormandaki büyük yangından kaçmak zorundadır.
Limbik Sistem yukarıda izah edildiği gibi, insan beyninin hayatta kalma dürtülerinden, hislere sahip olmaya doğru evrimleştiği bölümdür. Sürüngenlerde Limbik Beyin yoktur. Bu nedenle asla, yumurtaları yendiği için ağlayan bir timsah görmek mümkün değildir, fakat yavrusuna yaklaşıldığında bir dişi aslan, hiç tereddüt etmeden saldıracaktır.
Roman ve filmde Katniss Everdeen mağarada Peeta’yı öperken, aslında beyninin üç bölümü çatışmaktadır. Everdeen henüz ona âşık olduğundan emin değildir, fakat hayatta kalabilmek için onu öpmeye ihtiyacı olduğunu bilmektedir. Sürüngen Beyni duygularını kontrol etmektedir. Beynin üç bölümü birbirleri ile konuşurlar ve bir çatışma olduğunda söz konusu olan hayatta kalma içgüdüsü ise sürüngen beyin her zaman galip gelir.
İnsan beyninin en dış bölümünde yer alan, en gelişmiş ve son olarak evrimleşen Neokorteks, yukarıda izah edildiği gibi bir de sol ve sağ beyin yarım kürelerine bölünmüştür. Beynin bu bölümünde plan yapılır ve fikirler oluşturulur. Beynin bu bölümü bir bilgisayar gibidir. Romanda Capitol tarafından kullanılan teknoloji, beynin Neokorteks bölümü ile yaratılmıştır.
Beynin üç farklı bölümünün farklı karakteristikleri olsa da hepsi birbirleri ile iletişim halindedir. Katniss Everdeen’in sürüngen beyni gerçekten âşık olmasa da bir erkeğe yönelmesini sağlamaktadır. Hayatta kalabilmek için her zaman Sürüngen Beyninin kontrolü altındadır.
http://www.sirenabernal.com/the-triune-brain-as-explained-by-katniss-everdeen/
Çevirenin Notları: İnsan en gelişmiş yaşam formudur ve vücudun evrimleşmesine paralel olarak beyni de Sürüngen Beyin, Limbik Sistem ve Neokorteks olarak evrimleşmiştir. Peki, insan zaman içinde evrimleşen kendi beynine ihanet ederek, Neokorteks yerine Sürüngen Beynini kullanmayı tercih edebilir mi? İnsan ilkel içgüdüleri ile hareket ederek mantıklı düşünmekten vazgeçebilir mi?
Normal şartlar altında insan beyninin kendine ve uzun yıllar süren evrime ihanet ederek, mantıklı düşünmeyi bırakması ve Sürüngen Beynini kullanmayı tercih etmesi imkânsızdır. İnsanı, Neokorteks yerine Sürüngen Beynini kullanmaya iten neden onun R-Kompleks olarak da adlandırılan Sürüngen Beyin bölgesinin baskın hale getirilmesi ile mümkündür.
İnsanların mantıklarını kullanmayı bırakarak Sürüngen beyinlerinin esiri olmaları, kendilerinden ziyade onları yönetmek ve mutlak otorite ve hâkimiyetleri altında tutmak isteyen diktatörlerin işine gelmektedir. Kitlelerin beynindeki ilkel içgüdüleri aktif hale getirerek, onların mantıklı düşünme yeteneklerini baskılamak, günümüz diktatörlerinin yaygın olarak kullandığı bir yöntemdir.
Diktatörlerin insan beyninin Neokorteks bölümünü baskılayarak, R-Kompleksi olarak da adlandırılan Sürüngen Beynini öne çıkarmak için kullandıkları yaygın yöntemleri bilmek, insanoğlunu bir denge oluşturarak, sürüngenlikten ve acı çekmekten kurtaracaktır. Diktatörlerin, kitleleri, R-Kompleks ile yönetebilmek için kullandıkları yöntemler aşağıdadır:
Diktatörler sadece kuvvet kullandıkları ve ideolojilerini zorla kabul ettirdikleri için hayatta kalmazlar, onlar halkı doğru veya yanlış, güçlü olduklarına ikna ederler. Vatandaşlar, diktatörlerin yaşam standartlarından, devlet propagandasından ve elitlerin kontrolünde olan bağımsız medya kuruluşları tarafından verilen mesajlardan güçlü oldukları sonucunu çıkarmaktadır. Halk, diktatörün güçsüz olduğunu anladığında onu iktidardan uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle diktatörler devlet propagandasına ağırlık verir, basına sansür uygular, elitleri korur ve kollarken, olası isyanları bastırmak üzere emniyet kuvvetlerini güçlendirirler. Bütün harcamalarda aslında topluma ait olan kaynaklar kullanıldığından, diktatörün iktidarda kalmak için yaptıkları her zaman halkın aleyhinedir.
Geçmişteki totaliter zalimler iktidarlarını sağlamlaştırmak için kitlesel şiddet, ideolojik doktrin ve sınırların kapatılması gibi yöntemler kullanmışlardır. Ekonomik karşılıklı bağımlılığın ve modern iletişim teknolojilerinin hâkim olduğu günümüz dünyasında ise diktatörler farklı bir strateji uygulamakta ve halkı yaptıklarının iyi olduğuna inandırma ve ikna etme yöntemini kullanmaktadırlar.
Ekonomik problemler ve şoklar derin olmadığı sürece diktatörler bilgi ortamını manipüle ederek iktidarlarını sürdürebilirler, şiddetli baskı uygulamalarına gerek yoktur. Ekonomik problemlerin ortaya çıkması durumunda liderin yetersizliği ortaya çıkar ve protestolar başlar, bu protestoların bastırılması için kuvvet kullanılması gereklidir.
(https://www.colombotelegraph.com/index.php/
joseph-stalin-psychopathology-of-a-dictator/ linkindeki yazıdan derlenmiştir).
Stalin 1879 yılında doğar, gerçek adı Joseph Djugashvilli Stalin’dir. Çalkantılı bir çocukluk dönemi geçirir. Çocukluğunda, gelecekteki fiziksel ve psikolojik yaşamını olumsuz olarak etkileyen çok ciddi acılara maruz kalır. Ayakkabı tamircisi olan babası alkoliktir, şiddet dolu bir adamdır ve bir bar kavgasında hayatını kaybeder. Stalin, kendisini ve annesini fiziksel ve psikolojik olarak aşağılayan alkolik babasından korkar. Babası onu vahşice dövmektedir, hatta bir keresinde fırlattığı çekiçten kıl payı kurtulmuştur. Babasının yanında çalışmayı da reddeden Stalin sürekli dayak yer, ondaki şiddet eğilimlerinin gelişmesinde babasının büyük payı vardır.
Annesinden de beklediği sevgiyi asla görmez. Cahil bir kadın olan Yekaterina Geladze oğlu Stalin’in bir papaz olmasını ister. Papazlardan da bol bol dayak yiyen Stalin, sonunda zayıf performans nedeniyle papaz okulundan da atılır.
Yalnız büyür, kardeşi yoktur. Annesi ile bağlanma sorunları vardır. Kimi dedikodulara göre annesinin yanında çalıştığı bir Yahudi ile ilişkisi vardır. Dedikodulara göre Stalin’in Yahudi düşmanlığının nedeni bu olabilir. Giderek annesinden uzaklaşır, 1937 yılında ölen kadının cenazesine dahi gitmez, sadece bir çelenk göndermekle yetinir.
Görünüşü çirkindir, yüzünde çiçek hastalığının izleri vardır, sol kolu yarı felçlidir ve sağ kolundan daha kısadır. Stalin, aşağılık kompleksiyle kıvranan bir adamdır. Sol ayak parmaklarındaki doğuştan bozukluk da eklenince garip bir yürüyüş tarzı ortaya çıkmıştır. 165 santimetre uzunluğundaki Stalin temel bir aşağılık kompleksinin esiridir.
Kendisini yeniden yaratmak isteyen ve aşağılık kompleksinin esiri olan Stalin, doğum tarihi ile de oynar. Karakter özellikleri arasında empati yoktur. Kato diye hitap ettiği ilk eşi Ekaterina Svanide tifüsten öldüğünde duygusal bir çöküntü yaşar. Bu olaydan sonra arkadaşlarına ‘‘insanlık için son iyi duygularım da öldü’’ demektedir.
Sovyetler Birliğinin lideri olduktan sonra zalimliğini kendisini destekleyenlere de gösterecektir. Taraftarlarının çoğunu hapse attırır ve onlardan kurtulur. Potansiyel tehdit olarak gördüğü herkesi ortadan kaldırır. Kıskandığı ve güvenmediği Trotsky’i verdiği emirle 1940 yılında Meksika’da öldürtür.
Tarihte görülen en büyük tasfiyeyi Stalin yapmıştır. Binlerce politik muhalif çeşitli nedenlerle saf dışı bırakılmıştır. Muhaliflerini etkisiz hale getirme yöntemleri arasında cinayet de vardır. Bazı kaynaklara göre binlerce ölüm emrini bizzat Stalin imzalamıştır. Aralık 1937 ayı içinde, sadece bir günde imzaladığı ölüm emri sayısı 3.167’dir. Stalin, imzaladığı ölüm fermanları sonrasında müzikal, Amerikan gangster filmleri izlemektedir. Charlie Chaplin komedi filmlerinden de hoşlanmaktadır.
Sovyet toplumunda yaptığı tasfiyeler, diplomatlar, yazarlar, bilim adamları, endüstri yöneticileri, akademisyenler, subaylar ve araştırmacıları kapsar. Katı bir ideolojik ve kültürel hegemonya kurar. Potansiyel muhaliflerin hepsini uzaklaştırmayı ve etkisiz hale getirmeyi başarmıştır.
Hayatı boyunca kişilik problemleri yaşayan Stalin önceleri kendisinin bir Gürcü kahraman olan ‘‘Koba’’ ismiyle anılmasını ister. Sonra ‘‘Stalin – Çelik Adam’’ denmesini ister, sonra bundan da vazgeçer, Yoldaş Stalin, Büyük Lider ve Ulusun Babası sıfatlarını da dener.
Eleştiriye asla tahammülü yoktur. Kendisi hakkındaki şakaları da asla kabullenemez. Kısa boyu nedeniyle özel ayakkabılar giymektedir. Maxim Gorky’e ‘‘Büyük Stalin’’ adlı biyografisini yazması için baskı yapar. Fakat Gorky reddeder. Birçoklarına göre 1936 yılında ölen Gorky’nin ölümünde Stalin’in parmağı vardır.
Sovyet medyası aracılığı ile kendisini öne çıkarma çabaları sınırsızdır. Rus Ortodoks Kilisesine karşı din karşıtı bir kampanya başlatır. Yarı tanrı statünde biri haline gelir. 1920-1950 yılları arasında her yerde onun portreleri, posterleri, heykelleri bulunmaktadır.
Propaganda filmlerinde aktör Alexei Dikiy, Stalin rolünü oynamaktadır. Ekranlarda görüldüğünde halk onu büyük bir coşku ve mutlulukla selamlamaktadır. Stalin için büyük filmler yapmasına rağmen Dikiy de onun baskılarında kurtulamaz, diğer filmleri diktatörün sansürüne uğrar ve faaliyetleri yasaklanan Dikiy, 1955 yılında depresyon içinde hayatını kaybeder.
Başarısının nedeni kişisel bir kült oluşturmasıdır. Tahran Konferansında zaferden emindir. Alman ordusu Stalingrad’da yenilmiş ve Kafkaslardan geri püskürtülmüştür. 6 Mart 1943 tarihinde kendisine ‘‘Sovyetler Birliği Mareşali’’ ve ‘‘bütün zamanların en büyük stratejisti’’ unvanını verir. Stalin hayatında askeri eğitim almamış ve hiç askerlik yapmamıştır.
Büyük bir lider olarak gösterilmek istense de Stalin hayatında birçok hatalar yapmış ve binlerce insan onun yanlış kararları nedeniyle büyük acılar çekmiştir. Faaliyetleri Kızıl Orduyu zayıflatmıştır. Hitler’in niyetlerini kendisine yapılan uyarılara rağmen asla okuyamamıştır. Ordunun verdiği istihbarat bilgilerini göz ardı etmiştir. Berlin’deki eski bir Çek ajanın, Alman birliklerinin Sovyet sınırına yığınak yaptığı yönündeki raporunun üzerine kırmızı kalemle ‘‘İngiliz Provokasyonu’’ ifadelerini yazmış ve NKVD’ye ajanın öldürülmesi emrini vermiştir.
Birçok düşmanı olan Stalin ne yazık ki en büyük düşmanını görememiş ve Hitler ile ittifak kurabileceğini zannetmiştir. Hitler Rusya’yı işgal ettiğinde büyük bir ümitsizliğe kapılan Stalin işleri bırakır ve toplumun gözünden saklanır. Savaş esnasında felaketle sonuçlanan birçok karara imza atar. General Georgy Zhukov, Hitler kuvvetlerine karşı savaşında, Alman ordusu ve Stalin’in büyük egosu olmak üzere iki cephede savaşmak zorunda kalır. Savaşın sonunda Alman ordusunu yenilgiye uğratan Zhukov da devre dışı bırakılır ve Odessa’ya gönderilir.
Stalin’in akıl sağlığı ve liderlik yetenekleri gizlice bazı Komünist Parti liderleri tarafından sorgulanmaktadır, fakat korku nedeniyle çoğu ondan korkmaktadır ve sessizlik komplosunu muhafaza ederler. Parti ve diktatörlüğün ülkeyi bir çıkmaza sürüklediği yönünde bir tez yazan Rus Marksist devrimci Martemyan Ryutin bunun cezasını çok ağır öder ve 1937 yılında iki oğlu ile birlikte vurularak öldürülür.
Stalin’in paranoyak savunma güdüsü giderek büyür. Herkesi casus, sabotajcı, dış iş birlikçi olarak görmeye başlar. Kendi gölgesinden dahi korkar hale gelir ve kimseye güvenmemektedir. Giderek yakın çevresinde kendisine bağlı adamlardan oluşan bir dünya kurar, düşmanlarının listesi sürekli olarak artmaktadır. Rasyonel düşünme yeteneği korku ve paranoya nedeniyle yok olmuştur.
Stalin sürekli bir boşluk içindedir. Dürtüleri ile hareket etmektedir. Büyük Rus Psikolog Vladimir Mikhailovic Bekhterev’e göre Stalin bir paranoyaktır. Bu tanı sonrasında gizemli bir şekilde hayatını kaybetmiş ve otopsi yapılmadan cesedi yakılmıştır. Stalin’i uzun bir süreden beri tanıyan Kremlin doktoru Profesör Pletnev’e göre Stalin yılan düşünceli, macera ve zulüm sanrılarına eğilimli biridir. 1937 yılında Stalin’in emriyle tutuklanan Pletnev’e, Maxim Gorky’nin ölümünde payı olduğuna dair zorla bir doküman imzalattırılır ve 1941 yılında Medvedevsky ormanında vurularak infaz edilir.
Rus ve Batılı birçok uzman Stalin’in akıl sağlığı ve yetenekleri hakkında yorum yapsalar da başarıları asla görmezlikten gelinmemelidir. İktidara geldiğinde yarı feodal bir devlet olan Sovyetler Birliğini, bir nükleer güce dönüştürür. Ülke onun yönetiminde uzay çağına girer. Sağlıksız zihinlerin hayal dahi edemeyecekleri birçok işler başarır.
İkinci karısı Nadia Allilueva intihar eder, ilk eşinden olan oğlu Yakov’a ilgi göstermez. 1941 Smolensk savaşında esir düşen oğlunu kurtarmak için çaba göstermez. Yakov, 1943 yılında Sachsenhausen ölüm kampında kendi canına kıyar. Diğer çocuklarından Vasily Stalin kronik alkol bağımlılığından hayatını kaybeder. Svetlana Allilueva ise 1967 yılında batıya sığınır.
Sadece kendisini düşünen ve izole bir karakter yapısına sahip olan Stalin dostluklara asla değer vermez. Acımaksızın çevresindeki en yakınlarını dahi gözden çıkarır. Her yerde düşmanlar görmektedir. Kızıl Ordu Mareşali Vasily Blyukher’in Japon casusu olduğundan şüphelenir ve Mareşal 1938 yılında öldürülür.
Stalin ülkeyi korku ve endişe yaratarak yönetir. En üst hükümet yetkililerinden en alt seviyedeki çiftçiler dâhil herkes ondan korkmaktadırlar. Devletin düşmanları medyada yayımlanır, kurbanlar tutuklanır, işkence görür ve Gulag Takımadaları gibi yerlere gönderilirler. İnsanlar komşularından ve hatta kendi aile bireylerinden dahi şüphe eder hale gelirler. Herkes herkese her an ihanet edebilir.
On binlerce insan ortadan kaybolur. NKVD (Sovyet Gizli Halk Komiserliği) insanları kaçırmak için genellikle siyah renkli arabalar kullanmaktadır. Bu arabalar, ‘‘Chornaya Vorona – Kara Kuzgun’’ olarak anılmaktadır. Bu arabaları gören yaşlı kadınlar istavroz çıkarmaktadırlar. Arabalar ‘‘uğursuzluğun simgesi’’ haline gelmiştir.
Kibir Sendromu, özellikle uzun yıllar süren başarılı bir iktidar sonrasında oluşan iktidar bozukluğu sendromudur. Kibir sendromu olan insanlar:
Ben komutanım, söylediklerimin nedenini açıklamak zorunda değilim. Belki birisi bana ne dediğini açıklamak ihtiyacında olabilir, fakat kendimi kimseye bir açıklama yapmak zorunda hissetmiyorum. G.W. Bush
Kendimize ve çok uzun yıllar sonucu evrimleşen Neokorteks’imize ihanet etmeyelim. Sürüngen beynimizi değil de beynimizin en gelişmiş bölümü olan Düşünen Beynimizi kullanalım. Ancak ve ancak her şeyi sorguladığımızda, beynimizin bölümleri olan Sürüngen Beyin, Limbik Sistem ve Neokorteks arasında bir denge oluşturabilir ve mantıklı kararlar verebiliriz. Karar verirken hayatta kalabilme dürtülerimizin yanı sıra duygularımız ve düşüncelerimizi de dikkate almalıyız.