savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
35,1981
EURO
36,7471
ALTIN
2.968,65
BIST
9.724,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Yağmurlu
6°C
Ankara
6°C
Yağmurlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
6°C
Pazar Parçalı Bulutlu
8°C
Pazartesi Çok Bulutlu
10°C
Salı Yağmurlu
9°C

İZMİR’DEKİ CAMİ, SEVDA NOYAN, FATİH TEZCAN VE DİĞERLERİNİN HATIRLATTIKLARI

İZMİR’DEKİ CAMİ, SEVDA NOYAN, FATİH TEZCAN VE DİĞERLERİNİN HATIRLATTIKLARI

İZMİR’DEKİ CAMİ, SEVDA NOYAN, FATİH TEZCAN VE DİĞERLERİNİN HATIRLATTIKLARI

 

     12 Eylül öncesinin o kanlı günleriydi. Sağ – sol çatışmalarında günde 15-20 kişi ölüyordu.

     Ama bizim mahallemiz sakindi. Her yerde olduğu gibi mahallemizde de sağcı – solcu bilinen gençler olsa da, çok şükür siyasî içerikli bir kavga gürültü olmamıştı. 

     Ne de olsa hepimiz çocukluktan beri top – misket oynayarak, topaç çevirerek birlikte büyümüştük.

     1979’un sonlarında mahallemize tanımadığımız, yaş itibariyle bizlerden birkaç yaş büyük 4-5 gencin gelişiyle huzurumuz kaçar gibi oldu. Muhtemelen üniversite öğrencisiydiler. Sokağımızın en sonundaki boş bir evi kiraladılar. Bıyıklarının şeklinden ne’ci oldukları hemen anlaşılıyordu. Zaman zaman mahallemizden kendilerine yakın olan birkaç kişiyle görüşür, başka kimseyle ilgilenmez görünürlerdi.

     Bir gün top oynamak için her zamanki toprak sahamızda arkadaşların toplanmasını beklerken ilginç ve ürkütücü bir olaya tanık olduk. 250-300 m. ötemizdeki “yan mahalleden” bir grup genç kendi bölgelerinde bir duvar üzerinde oturmuş bekleşiyorlardı. Birden bizim mahalleye taşınan bu gençler belirdi, karşı tarafta oturan “karşıt görüşlü” (!) gençlere doğru hızlı adımlarla yöneldiler, aradaki mesafe 50-60 m. olunca bellerinden tabancalarını çekerek onlara doğru ateş etmeye başladılar. Hepimiz donakaldık. Karşıdaki gençler oturdukları duvarın gerisine atlayarak çil yavrusu gibi dağıldılar. Sonra bizimkiler sanki bir şey olmamışçasına, oldukça soğukkanlı biçimde geri dönüp, önce evlerinin yanındaki boş inşaata girdiler, biraz sonra oradan evlerine geçtiler ve kısa bir süre sonra da kıyafetlerini değiştirmiş olarak evden çıkıp yine sokak aralarında volta atmaya başladılar.

     Hepimiz olayı dehşet içinde izlemiştik.

     Çok geçmeden 12 Eylül geldi. Tabii bu gençler evi boşaltıp çoktan ortadan kaybolmuşlardı.

     Aradan birkaç ay geçtikten sonra bir gün işten gelen babamın anneme şunları söylediğini duydum:

– Yahu biliyor musun, hani şu bizim sokağın aşağısına gelen gençler vardı ya, meğer bütün bu civardaki evlerde oturanlar kimdir, ne’cidir, ne yaparlar, hangi partiye oy verirler falan, herkesin tek tek çetelesini tutmuşlar. (O günlerde “fişleme” kavramı pek kullanılmıyordu.)

     Rahmetli babam bu bilgiyi nereden duymuştu bilmiyorum ama benim beynime kazınmıştı o konuşma…

SİLAHLI EĞİTİM KAMPLARI

     Yine 12 Eylül öncesini yaşayanlar hatırlayacaklardır: O dönemde Devrimci gruplar daha ziyade Ortadoğu’ya – Filistin’e gidip silahlı eğitimler yaparken, Ülkücüler (Milliyetçiler) ile Akıncılar’ın (İslâmcılar) yurt içinde çeşitli yerlerde kurdukları kamplarda eğitim yaptıkları medyaya yansıyordu. Nitekim o dönemin siyasal İslâmcıları olan Akıncılar’ın (AK-GENÇ) Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde 14 ayrı kampı olduğu tespit edilmişti. Örneğin Bolu’ya bağlı bir köy yakınlarındaki ormanlık alanda çoğu imam hatipli 30 gencin kaldığı bir “eğitim” kampını basan jandarma, kamptaki gençlerden birinin üzerinde bir tabanca, çadırında 43 dinamit lokumu, ateşleme fünyeleri ve mermiler bulmuştu. (İşin ilginci, o tarihlerde 17-18 yaşında olan o genç “büyüyünce” AKP’den milletvekili de olacaktı.)    

      12 Eylül’den sonra bu kamplar, eğitimler de bitti tabii…

     Ama siyasal İslâmcıların ülkenin laik demokratik düzenini değiştirerek yerine şeriat hukukuna dayalı bir devlet kurma isteği hiç bitmedi. 1980’lerin sonundan (özellikle 1990’ların başlarından itibaren) bazı gruplar yine silahlı eylemlere başladılar. Muammer AKSOY cinayetiyle birlikte bir dizi suikast zinciri yaşandı. 

SİLAHLANMA SORUNU 28 ŞUBAT MGK KARARLARINDA

     28 Şubat’tan hemen önce (1995-1997 arası) MİT ve Emniyet raporlarına yansıyan “irticaî terör örgütleri” ile ilgili bilgiler hem dikkat çekici hem de ürkütücüydü. Raporlarda; Türkiye’de İran, Suudi Arabistan, Libya, Mısır, Cezayir, Suriye gibi ülkelerce desteklenen 30 civarında radikal İslâmcı grubun faaliyet gösterdiği belirtiliyordu. Dahası, raporlarda bunların “şimdilik ‘tebliğ’ yoluyla ‘cemaatleşmeye’ gittikleri, bu şekilde oluşturulacak kitle ile politik bir güç elde edip bundan da silahlı kadrolar teşkil etmeyi hedefledikleri, stratejilerinin üçüncü safhasında ise ‘cihad’a yönelecekleri ve böylece arzu ettikleri teokratik devlet modelini gerçekleştirmeyi amaçladıkları” vurgulanıyordu.

     Evet, raporlar ürkütücüydü… Bu gelişmeler karşısında dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı KARADAYI, Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’e 28 Şubat MGK toplantısından tam 1 ay önce geniş kapsamlı bir brifing vermişti. Brifingde irticaî grupların silahlanma girişimlerine dikkat çekilmiş, dönemin büyükşehir belediye başkanlarından birinin bir televizyon kanalında “iktidarın birinci timsali silahtır, silah kimde ise iktidar ondadır; Türkiye’de sivil iktidar henüz silaha hakim olamadığı için asker güçlü gözüküyor” şeklindeki konuşmasına vurgu yapılmış ve iktidarın silah ruhsatı verme yetkisini bir genelge ile İçişleri Bakanlığı’ndan alarak valilere devretmesi eleştirilmişti. Öyle ki, “silah ruhsatı konusunda getirilen kolaylıktan da istifade ile irticaî unsurlar büyük bir hızla otomatik av tüfeği, ruhsatlı ve ruhsatsız seri atışlı tabanca, makinalı tabanca ve piyade tüfeği temin ederek silahlanmaktadır” denilerek Türkiye genelinde ruhsatlı tabanca ve tüfek miktarı sayısal olarak verilmekte, “ruhsatsız silah miktarının bunun 2 -3 misli olduğunun tahmin edildiği” belirtilmekte, ayrıca “irticaî unsurların PKK terör örgütünün oluşturduğu boşluktan ve de silah ve uyuşturucu kaynaklarından da yararlanarak Güneydoğu ve İran üzerinden önemli miktarda silah ve mühimmat temin ettikleri yolundaki haberlere” vurgu yapılmaktaydı.

     O dönemde şahsen benim hatırladığım bir başka Emniyet raporunda da, İç Anadolu’da bir av tüfeği fabrikasında üretilen bir kısım silahın üretim hatası gibi gösterilerek üzerindeki seri numaralarının silindiği ve irticaî gruplara aktarıldığına değiniliyordu.

     “Mevcut laik demokratik düzeni ve cumhuriyet rejimini yıkarak yerine din temelli bir devlet kurmak isteyen” bu grupların “silahlanma faaliyetleri” 28 Şubat 1997’deki MGK toplantısında da masaya yatırılmıştı. Nitekim o toplantıda alınan meşhur 406 Sayılı MGK Kararlarının “Rejim Aleyhtarı İrticaî Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlıklı 18 maddelik Ek kararlarının 14’üncüsü tam da buna ilişkindi. Şöyle söyleniyordu:

“14- Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.”

     Yani, tekrar altını çizmek gerekirse, siyasal İslâmcı bazı kesimlerin silahlanma konusundaki çabaları 28 Şubat MGK toplantısında ve sonraki süreçte üzerinde önemle durulan hususlardan biriydi.

ŞÖYLE TOPARLARSAK;

     Şimdi bütün bu anlatılanları bir araya getirirsek;

  1. 12 Eylül öncesinde görüldüğü üzere bazı siyasî örgütlerin ya da grupların mahalle mahalle, ev ev demografik analizler yapması ve “hedef tespitleri” çıkarması,
  2. Yine 12 Eylül öncesinde görüldüğü üzere siyasal İslâmcı grupların kamplar kurarak silahlı eğitimler yapması,
  3. 12 Eylül’den yaklaşık 10 yıl kadar sonra Türkiye’yi bir şeriat devleti haline getirmek isteyen bir kısmı dış destekli İslâmî terör örgütlerinin tekrar etkinlik göstermeye başlamaları,
  4. Söz konusu grupların 1990’ların ilk yarısında başlayan silahlanma çabalarının devletin resmî raporlarına yansımış olması ve bu kapsamda 28 Şubat döneminde konuya devletin en üst güvenlik kurumu olan MGK’da dikkat çekilmiş olması,
  5. TSK içerisinde çöreklenen FETÖ yanlısı gruplarca gerçekleştirilmek istenen 15 Temmuz darbe kalkışmasından hemen sonra Emniyet ve TSK’ya ait 100 binin üzerinde silahın kayıp oluşu,
  6. Medyaya da yansıdığı üzere geçtiğimiz yıl (2019) Türkiye’de düzenlenen Uluslararası İslâm Birliği Kongresi’nde, başkenti İstanbul olacak şekilde ASRİKA adlı bir şeriat devletinin kurulması yönünde alınan kararlar ve SADAT’ın da bu çalışma içerisinde yer alması (ki bilindiği üzere TSK’dan irticaî gerekçelerle ihraç edilen pek çok asker kökenli şahsın SADAT içinde yer alması da ayrı bir tartışma konusu olmuştu),
  7. Yine sosyal medyaya yansıdığı gibi, 15 Temmuz sonrası çeşitli silah fuarlarında sergilenen bir kısım av tüfeklerinin tanıtımında kullanılan üslûp ve imalar,
  8. 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıkan ve kendilerini “Özel Halk Harekâtı” adıyla tanımlayan bir takım grupların hem genel hem de sosyal medyaya yansıyan görüntüleri,
  9. Yine “Cübbeli” namlı sözde bir tarikat şefinin (“şeyhinin” değil) “2000’e yakın Selefî derneğin silahlandığı” yönündeki açıklamaları,
  10. Fatih TEZCAN adlı bir gazetecinin (ki şahsen bu kişinin kimliği ve gerçekten bir medya mensubu olduğuna ilişkin ciddi kuşkularım bulunmaktadır) “bir daha sokağa çıkarsak kimleri nereden toplayacağımıza ilişkin listelerden, zulalardan, yaşanacaklardan haberiniz var mı sizin? Bir sürek avı başlar ki, bir intikam faslı başlar ki durduramazsınız bu ülkenin gençliğini” şeklindeki aleni tehditleri,
  11. İşte bunların üzerine geçtiğimiz günlerde Sevda NOYAN’ın “15 Temmuz kursağımızda kaldı, yapamadık istediklerimizi… Boş bulunduk… Yanlış anlaşılmasın, doğru anlaşılsın; bizim aile şöyle 50 kişiyi götürür. Biz bu konuda çok donanımlıyız maddi ve manevi olarak… Liderimizin yanındayız ve asla yedirmeyiz bu ülkede, onu söyleyeyim. Ayaklarını denk alsınlar. Bizim hâlâ sitede böyle 3-5 var, benim listem hazır açıkçası.” şeklindeki söylemlerini de ekleyip bir daha düşünün…

     Hepsi birlikte daha bir anlam kazanıyor mu?    

TÜYLER ÜRPERTEN “ACABA?”LAR

     Ve dahi bütün bunların yanında, 28 Şubat döneminde RP’li bir milletvekilinin “Kim iktidar Müslümanın eline geçmeden cemaati silaha teşvik ediyorsa o ya cahildir ya başkaları tarafından görevlendirilen bir haindir. Çünkü hiçbir peygamber devleti ele geçirmeden harbe müsaade vermemiştir” şeklindeki sözleri de aklıma gelince tüylerim ürperiyor. (İlgili kişinin bu sözleri RP’nin kapatılmasında rol oynayan etkenlerden biridir.)

     Tabii bir emekli asker olarak aklıma gelip tüylerimi ürperten başka düşünceler de var… Meselâ, hani yukarıda 12 Eylül’den önce çeşitli grupların ülke içinde kamplar oluşturdukları ve silahlı eğitimler yaptıklarını söylemiştik ya… Acaba diyorum, şimdilerde yine ülkenin değişik bölgelerinde gizli gizli eğitim yapılan, bazı özel maksatlarla adam yetiştirilen benzeri kamplar var mıdır?

     Ve dahi, 12 Eylül öncesinde mahallemize gelip kapı kapı siyasî eğilim, etnik ve mezhepsel köken gibi konularda “düşmanca niyet ve saiklerle” yapılan çalışmalara benzer faaliyetler içinde bulunanlar da olabilir mi? (Doğrusu Sevda NOYAN’ın açıklamaları bu yönde gibi görünmektedir.)

     Ve son olarak… İzmir’deki cami provokasyonunun bütün bu gelişmelerle bağlantısı olabilir mi?

     Neyse, eminim ülkemizdeki bütün vatandaşların can ve mal güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanlığı ve diğer güvenlik kurumları bir iç savaş tezgâhlamak isteyen alçakça zihniyetlere karşı gerekli tedbirleri alıyordur.

Alican TÜRK

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.