Askeri bir hava üssündeki silahlı ayaklanma ile başlayan, ordunun açıkça tarafsızlığını ilan ettiği dinci mollaların iktidar mücadelesinde yaşananlar.
Yazar: Homa Hoodfar, INDEPENDENT, 19 Mart 2018
Çeviren: Ercan Caner, Sun Savunma Net, 4 Haziran 2018
Sonunda 1979 yılındaki İslam Devrimine (Enqelāb-e Eslāmī) neden olan, 1970’li yıllarda İran’da yükselen sosyal hoşnutsuzluğun birkaç çok önemli boyutu bulunmaktadır. 1950’li yıllardan itibaren hızla gelişen ve yüksek maliyetli proje ve programların gerçekleştirilmesi için kullanılan petrol gelirleri, 1970’li yıllarda İran için ana gelir kaynağı olmayı sürdürse de dünya para politikasındaki istikrarsızlık ve Batı petrol tüketimindeki dalgalanmalar, ülkenin ekonomisini ciddi şekilde tehdit eder hale gelmiştir. On yıl süren olağanüstü ekonomik büyüme, aşırı hükümet harcamaları ve petrol fiyatlarındaki patlama yüksek enflasyon ile İran’ın satın alma gücü ve yaşam standardında bir gerilemeye neden olmuştur.
Artan ekonomik zorluklara ilave olarak, Mohammad Reza Shah Pahlavi rejimi tarafından uygulanan sosyo politik baskılar da benzer biçimde 1970’li yıllarda oldukça artmıştır. Ülkede siyasi katılım asgari seviyededir, Ulusal Cephe (milliyetçiler, mollalar ve komünist olmayan sol kanat partileri) ve Sovyet yanlısı Tüdeh (Kitleler) Partisi gibi muhalefet partileri dışlanmış veya illegal ilan edilmiş durumdadır. Sosyal ve politik protestolar genellikle sansür, gözaltı ve saldırılarla karşılaşmaktadır ve yasa dışı tutuklama ve işkence yaygın durumdadır.
Birçokları, İran’ın parlamenter demokrasi ve komünist politikalarının başarısız olmasından kaynaklanan nedenlerle ülkenin geriye, yerel kültürüne geri döndüğünü ileri sürmektedir. Milliyetçiliği korkusuzca savunan ve neredeyse şahı tahttan indirmekte başarılı olan Başbakan Mohammad Mosaddeq’e karşı yapılan, Birleşik Devletler Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından desteklenen 1953 darbesi, İranlı entelektüelleri öfkelendirmiştir. Yarım yüzyılı aşkın bir süreden beri ilk defa, laik entelektüellerin birçoğu, Kum kentinden eski bir felsefe profesörü olan ve 1964 yılında şahın son reform programını sertçe eleştirdiği için sürgüne gönderilen Ayatollah Ruhollah Khomeini’nin politik cazibesine kapılmışlardır. Devrim uğruna bu arzularından vazgeçmişler ve Şii ulemanın otoritesi ve gücünü azaltma hedeflerini bırakarak, dinci mollaların yardımıyla şahın tahttan indirilebileceğini savunmaya başlamışlardır.
Bu ortamda; Ulusal Cephe üyeleri, Tüdeh Partisi ve muhalif değişik küçük gruplar, şah rejimine karşı geniş bir muhalefet oluşturacak şekilde ulema sınıfına katılmıştır. Khomeini sürgündeyken de Pahlavi rejiminin kötülükleri hakkında vaazlar vermeyi sürdürmüş, şahı sürekli olarak dinsizlik ve dış güçlerin hizmetinde olmakla suçlamıştır.
Çoğunluğu kırsal alandan yeni göç eden ve modern İran kent hayatının kültürel boşluğunda inançlarını yitiren, giderek artan sayıdaki işsiz ve çalışan fakir İranlılar kendilerine yol göstermeleri için ulemaya dönerken, 1970’li yıllarda Khomeini’nin binlerce kaset ve basılı belgeleri de ülkeye gizlice sokulmuştur. Şahın Birleşik Devletlere bağımlılığı, o zamanlar birçok Müslüman Arap devletiyle düşmanlığı olan İsrail ile olan yakın ilişkileri ve rejiminin kötü olduğu düşünülen ekonomik politikaları kitlelerin muhalif söyleminin gücünü artırmıştır.
Hızla genişleyen ekonomisi ve süratle modernleşen altyapısı ile görünüşte İran’da her şey çok iyi gitmektedir. Fakat bir nesilden daha az bir sürede İran geleneksel, tutucu ve kırsal toplumdan, endüstriyel, modern ve kentsel bir topluma geçmiştir. Hem tarımda hem de sanayide her şeyin çok kısa sürede yapıldığı ve hükümetin, yolsuzluk veya yetersizlik nedeniyle söz verdiklerini yerine getirmediği algısı, 1978 yılında rejime karşı yapılan gösterilerde açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
1978 yılı Ocak ayında, Tahran gazetesi Eṭṭelāʿāt’da yer alan, Khomeini’ye karşı iftira olarak nitelendirdikleri görüşlerden öfkelenen binlerce genç medrese öğrencisi sokaklara çıkar. Onları, çoğu kente yeni göç etmiş olan ve hükümetin aşırılıklarını protesto etmeye başlayan işsiz binlerce İranlı genç takip eder. Kanser hastalığı nedeniyle zayıf düşen ve kendisine karşı patlayan ani öfke karşısında şaşkına dönen şah, imtiyazlar verme ile baskıyı artırma arasında bocalar ve protesto gösterilerini kendisine karşı düzenlenen uluslararası bir komplo olarak nitelendirir.
Rejime karşı düzenlenen protesto gösterilerinde birçok insan hükümet kuvvetleri tarafından öldürülür, şehitlik mertebesinin dini açıdan önemli bir rol oynadığı Şii bir ülkede meydana gelen ölümler şiddeti daha da artırır. Protesto gösterilerindeki ölümleri, Şii geleneğinde 40 günlük yas esnasında yapılan protesto gösterileri esnasında meydana gelen ölümler izler, protestolar ve ölümler birbirini tetiklemektedir. Bu nedenle, hükümetin bütün gayretlerine rağmen, her ölümün bir protesto gösterisini ateşlediği bir şiddet döngüsü başlar, laik solcular ve dinci sağcılar dâhil bütün protestocular, Şii İslam şemsiyesi altında toplanmış durumdadır ve protesto gösterileri esnasında ve geceleri evlerin damlarında devrimcilerin ‘‘Allāhu akbar’’ sloganları duyulmaktadır.
Khomeini sürgün esnasında muhalefeti önce Irak’tan ve 1978 yılından sonra da Fransa’dan organize etmiştir. 1979 yılı Ocak ayında, resmi olarak ‘‘tatil’’ dense de şah ve ailesi İran’dan kaçmıştır. Şahın yokluğunda ülkeyi yönetmek için oluşturulan Vekâlet Konseyi işe yaramamış ve ülkeyi terk etmeden önce şah tarafından alelacele göreve getirilen Başbakan Shahpur Bakhtiar da eski Ulusal Cephe arkadaşları veya Khomeini ile bir uzlaşmaya varmakta yetersiz kalmıştır. Tahran’da sayısı bir milyonu aşan kalabalıklar, 1 Şubat 1979 günü, çılgınca sevinç gösterileri arasında İran’a ulaşan Khomeini’ye olan geniş desteği kanıtlayan gösteriler düzenlemişlerdir. On gün sonra başbakan Bakhtiar ortadan kaybolmuş ve sonunda o da Fransa’ya sürgüne gitmiştir.
1 Nisan 1979 günü, ulusal referandumun getirdiği ezici başarının da desteğiyle Khomeini İran’ı İslami Cumhuriyet olarak ilan etmiştir. Ulema sınıfı süratle içlerindeki solcu kesimler, milliyetçiler ve entelektüelleri rejimdeki bütün görevlerden dışlamış ve muhafazakâr sosyal değerlere geri dönüş yapmıştır. Evlilikte kadınlara daha fazla garantiler ve haklar sağlayan Aileyi Koruma Yasasının (1967 tarihli ve 1975 yılında önemli ölçüde değiştirilen) yürürlükten kaldırıldığı ilan edilmiş ve ‘‘komīteh’’ olarak adlandırılan cami tabanlı devrimci çeteler, İslami giyim ve davranış tarzını dayatmak ve devrimin düşmanları olarak algılananlara karşı kafalarına göre adaleti uygulamak için sokaklarda devriye gezmeye başlamıştır.
Khomeini tarafından, Mosaddeq günlerinde yapıldığı gibi CIA destekli başka bir darbeyi engellemek maksadıyla oluşturulan, o zamanlar gayri resmi bir dini askeri güç olan Devrim Muhafızları da iş başındadır. Devrim muhafızları da 1979 yılı boyunca, ikisi de molla kuruluşu olan ve Khomeini’ye sadık iktidardaki Devrimci Konsey ve bağlısı İslami Cumhuriyet Partisinin kontrolü altında olmayan politik grupları korkutma ve baskı altına almak maksadıyla benzer faaliyetleri yürütmektedir. Şiddet ve zalimlik sık sık şah döneminde yaşananları dahi geçmiş durumdadır.
Militanlar ve destekledikleri dinci mollalar, Batı kültürünün etkilerini bastırmak ve silmek maksadıyla ellerinden gelen her türlü gayreti gösterirler, zulüm ve şiddetle kaşı karşıya kalan birçok Batı eğitimli elitler ülkeden kaçar. Bu Batı karşıtı his dalgası kendisini en sonunda 1979 yılı Kasım ayında, o zamanlar ABD’de tıbbi tedavi görmekte olan şahın iktidardan uzaklaştırılmasını destekleyen bir grup İranlı protestocu tarafından, Birleşik Devletler elçiliğindeki 66 görevlinin rehin alınmasında gösterir. Elçiliğin ele geçirilmesiyle Khomeini’nin destekçileri solculara emperyalizm karşıtı olduklarını gösterebilecektir.
Bu olay sonuçta dinci mollalara, rejimin sol kanadı ve ılımlılarının birçoğunu bastırma imkânı sağlamıştır. Büyük ölçüde ulemadan dinci mollaların hâkimiyeti altına giren Uzmanlar Meclisi (Majles-e Khobregān), takip eden ay içinde yeni bir anayasayı onaylar. Yeni anayasa, Khomeini’nin vizyon ve görüşlerine (velāyat-e faqīh) dayanan dinci bir hükümet ortaya çıkarmış ve yol gösterici veya lidere çok büyük yetkiler vermiştir. İlk yol gösterici ve lider, tahmin edildiği gibi Khomeini’nin bizzat kendisidir.
Geçici Başbakan Mehdi Bazargan ve cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı Abolhasan Bani-Sadr gibi rehine alınma olayına karşı çıkan ılımlılar ise, devrimci isteklerini sorgulayan hükümet içinde yer alan muhafazakârlar tarafından sürekli olarak iktidardan uzaklaşmaya zorlanmıştır.
İran İslam Cumhuriyetinin dinci mollaları, ülkenin artık İslamlaştığını bütün ülkeye ve dünyaya kesin bir şekilde göstermek istemektedirler; kadınları ve İslam dininin sembolünü birlikte kullanmaya karar verirler, kadınları örteceklerdir ve 7 Mart 1979 tarihinde örtünmenin zorunlu olduğunu ilan eden bir ferman çıkarırlar. Fakat hemen ertesi günün sabahında binlerce İranlı kadın sokaklara dökülerek mollaların zorunlu örtünme fermanını protesto ederler.
Kadınların şiddetli protestosu dinci mollaları şaşırtmıştır, geçici bir süre geri adım atmak zorunda kalırlar. Sonraki iki yıl boyunca dinci mollalar, vatanseverlik söylemini kullanarak, aşamalı bir şekilde kadınların örtünmesini uygulamaya koyarlar. Dinci mollaların kafası iyi çalışmaktadır; insanların işe ve aşa olan ihtiyacını suiistimal ederler, önce hükümet çalışanlarından başlarlar, sonra hükümet binalarına giren bütün kadınlar ve öğrencilere de zorunlu örtünme uygulanır; ne de olsa genç İranlı kızlar da okumak istemektedirler.
Ve son olarak da açık alanlarda bütün kadınların örtünmesi zorunlu hale getirilir. Müslüman veya değil, dokuz yaşın üzerindeki bütün kadınlar (dinci mollaların gözünde dokuz yaşın üzerindeki kızlar kadın olarak görüldüğünden) zorunlu olarak kapanacaklardır. İran’ın dinci mollaları, örtünmeyen kadınların erkekleri ahlaksız düşüncelere sevk ettiklerini ve günaha soktuklarını düşünmektedir, tarihsel erkek dokunulmazlığı ve suçsuzluğu ile kadının aşağılanması tarihin her döneminde olduğu gibi yine iş başındadır.
İran İslam Devriminin ilk yıllarındaki aşırı molla baskısı ve kanlı İran-Irak savaşı (1981-88) organize ve kolektif bir kadın hakları mücadelesini imkânsız hale getirmiştir. Buna rağmen farklı birçok direniş stratejisi İranlı kadınlar tarafından kesintisiz olarak sürdürülmüştür. Örneğin birçok kadın, bazı muhafazakâr gruplar tarafından tercih edilen ve dinci molla hükümeti tarafından da desteklenen bedenlerinin her yerini örten kara çarşafları giymeyi reddetmiş ve kara çarşafın peygamber zamanında olmadığını ileri sürmüşlerdir.
İranlı kadınlar mollaların istediği kara çarşaf yerine, saçlarını örten yemeni/başörtüsü ve bedenlerini gizleyen manto giymişlerdir. Dinci molla hükümetinin renk sınırlamasına da (kahverengi, beyaz, deniz mavisi ve gri) karşı çıkmışlar ve İslami metinlerin en muhafazakâr yorumlarında dahi renk kısıtlaması hakkında en küçük bir ipucu dahi olmadığını ve peygamberin favori renginin de pembe olduğunu ileri sürmüşlerdir.
İslam devriminin ilk yıllarında birçok kadın, çok açık ve parlak, dinci mollaları çok kızdıran, fakat yeşil renk genellikle İslam’ın rengi olarak kabul edildiğinden, ahlak polisinin kafasını karıştıran ‘‘Suudi yeşili’’ olarak adlandırılan renkte kıyafetler giymiştir. Sonraki birkaç yıl içinde de kadınlar sokaklarda diğer parlak renkli kıyafetler içinde görülmeye başlamıştır.
Kadınların erkekleri tahrik etmemek ve günaha sokmamak için örtünmesi dinci molla rejimi tarafından bunların yanı sıra, önceki hükümetler tarafından popüler hale getirilen Batı moda hazcılığına karşı ulusal gururu göstermek maksadıyla da kullanılmıştır. İranlı kadınlar geleneksel kıyafetleri çeşitli stillere sokarak, İslami gösterişsizlik kurallarına kesinlikle uymayan parlak renkli mahalli ve etnik çizgiler kullanarak rejimin niyetlerini altüst etmeyi sürdürmüşlerdir.
Bu nedenle ahlak polisi ve diğer dinci devlet organları, kıyafet kurallarına aykırı geldikleri için kadınları tutuklamalarını sağlayan kolay gerekçeler bulmakta daima zorlanmış ve devrim sonrası İranlı kadınlar tarafından geliştirilen bu direniş yöntem ve taktikleri, sonraki nesiller tarafından da uygulanmaya devam edilmiştir.
Zaman geçtikçe, İran İslam Cumhuriyetinde doğan ve büyüyen sonraki nesil kızlar, taytlarının üzerine giderek daha kısalan tunikler giymeye başlamış, başörtüleri de aynı şekilde giderek küçülmüş ve daha gevşek bağlanmıştır. Baştan çıkarıcı görülmedikleri ve erkekleri tahrik etmedikleri düşünülen daha yaşlı kadınların da başörtülerinin günlük faaliyetleri ve seyahatleri esnasında hafifçe aşağı kaymasına müsaade edilmiştir.
Dinci molla devletinin, binlerce maaşlı ve gönüllü ahlak polisi çalıştırmak için büyük kaynaklar ayırmasına ve neredeyse 40 yıldır İslami değerleri aşılamaya çalışan dinci eğitime rağmen İranlı mollalar hedeflerine asla ulaşamamıştır.
Bütün dünya, geçtiğimiz günlerde İran’da ortaya çıkan yeni bir eylem dalgasıyla şaşkına uğramıştır. Saçlarını tamamen kazıtan dazlak İranlı kadınlar, yüksek platformlara ve banklara çıkarak sopaların ucuna bağladıkları beyaz yemenilerini sallayarak zorunlu örtünmeyi protesto etmeye başlamıştır.
Yalnız ve sessiz olan kadınların, genelde göstericileri tutuklama nedeni olan, molla yönetimine karşı çıkmak veya huzuru bozmakla suçlanmaları pek mümkün değildir. Bazı kadınlar halka açık yerlerde başlarını açmaları nedeniyle tutuklanmalarına rağmen genelde dinci mollalar gerginliği artırmaktan, dikkatleri kadınların üstüne çekmekten ve bu protesto hareketini daha da ateşlemekten kaçınmayı tercih etmektedirler.
Fakat sosyal medyada yaygın biçimde yayınlanan video görüntüleri ve fotoğraflar İranlı kadınlara yeni bir güç vermiş durumdadır ve dünyanın her yerinden de medyanın ilgisini çekmiştir.
Genç protestocular ‘‘devrimin kızları’’ olarak adlandırılmaktadır. Bu eylemler dinci molla rejimini hazırlıksız yakalamıştır, rejim eylemlere kapsamlı bir tepki gösterememiş ve halka açık yerlerde başörtülerini bayrak yaparak başlarının üstünde sallayan kadınların sayısı da giderek artmıştır. Birçok insan tarafından desteklenen bu eylemler, kesinlikle organize bir protesto hareketi değildir ve bir merkezden yönetilmemektedir.
Bu eylemler daha ziyade, başörtüsü takmayı tercih etse de zorunlu olmasına karşı çıkan kadınlar dâhil erkek ve kadın nüfusun geniş kesimleri tarafından paylaşılan, yaygın hoşnutsuzluğu açıkça ortaya koyan eylemler olarak görülmektedir.
Bir protesto gösterisinde tamamen kapalı bir kadın, kalabalık bir caddede yüksek bir yere çıkarak, elindeki sopanın ucuna taktığı başörtüsünü sallayarak bedensel özgürlüğünün olmamasını protesto etmiştir. Mücadele kesinlikle kadının başı üzerindeki bir parça bez savaşı değildir, mesele bu bez parçasının sembolize ettiği kadınları ikinci sınıf vatandaş statüsüne sokan cinsiyet politikaları ve başörtüsünün devlet tarafından kadın bedenlerinin kontrolünde kullanılmasına karşı koyma savaşıdır.
Başörtüsü üzerindeki savaşın siyasi yönü; Türkiye ve Avrupa’da bazı kadınlar başörtüsü takma hakkı için mücadele ederken, aralarında dindarlar da olan birçok İranlı kadının, neredeyse 40 yıldır başörtülerini çıkarmak için neden savaştıklarını merak eden yabancılar için kafa karıştırıcı olabilir. Her iki durumda da kadınlar, kişisel ve vatandaşlık haklarına tam olarak kavuşabilmeleri için ilk adım olarak, devletin bedensel özgürlük haklarını tanımasını talep etmektedirler.
The Iranian women who risk arrest for protesting against hijab laws
On International Women’s Day last year – 8 March 2016 – I walked the streets of Tehran by walking in the streets, riding the Metro to attend a discussion group and reading some Happy Women’s Day greetings on social media.