Yazan: Alican TÜRK, Sun Savunma.Net, 17.02.2020
Son günlerde 24’üncü Genelkurmay Başkanı Hilmi Paşa’nın 2004 Ağustos MGK’sı ve Balyoz davasındaki tutumu vesilesiyle medyada oldukça geniş yer bulduğunu gözlüyoruz.
Ancak ilginçtir ki, onca yazı ve değerlendirme arasında, hakkında olumlu yoruma neredeyse hiç rastlamadım. Hele “silah arkadaşı” eski askerler arasında itibarı hiç yok gibi… İşte geçtiğimiz günlerde Sevgili Dostum (E) Kur.Alb. V.Murat TULGA Oda TV’de de yayınlanan bir yazısında Hilmi Paşa’yı kastederek “Suçlusunuz! En azından biz silah arkadaşlarınızın vicdanında…” derken, Değerli Komutanım (E) Tümg. Ahmet YAVUZ, bir komutan olarak astlarının sorunlarını dert edinmediği için onu eleştiriyordu.
Örnekleri çoğaltabiliriz.
Tabii Hilmi Paşa Balyoz’da silah arkadaşlarını yalnız bırakıp ifadeye gitmese de Ergenekon davası kapsamında mahkemeye gidip ifade vermişti. Ona ilişkin notları cezaevi günlüklerimde buldum.
Notlarımda; Hilmi Paşa’nın mahkemede “1’nci Ordu Seminerinde amacın dışına çıkıldığını ve bu durumu K.K.K.Org.Aytaç YALMAN’a incelettiğini” söyleyip muğlak ifadelerle konuşmasını şöyle eleştirmiştim:
“İyi de, TSK’nın komutanı Hilmi Paşa, 1’nci Ordu Komutanı Org.Çetin DOĞAN’ı çağırıp ‘Arkadaş, bu ne?’ diye soramamış mı? 1’nci Ordu Komutanı’nın kendi başına darbe yapamayacağını, darbeyi düşünse bile bunun mümkün olamayacağını, kaldı ki üsteğmen – yüzbaşı rütbeli adamların arasında bangır bangır bağırarak darbe plânlanamayacağını, darbenin belgesinin olamayacağını vs. niye çıkıp söylemiyor? Bir asker bu kadar mı politik olur? Bence komutanlık bu değil!
Neyse, söylenecek çok söz var. Ama şunu vurgulamalıyım: Bugün TSK’nın böylesine düşürülmesinin en önemli sorumlularından biri olarak Hilmi Paşa’yı görüyorum. Süreç onunla başladı. Tarih bunları elbette yazacak.”
İşte 03.08.2012 tarihli günlüğüme bu ifadeleri düştükten sonra, “Madem konu Hilmi Paşa’dan açıldı, o halde onunla ilgili şu anekdotu da yazayım” diyerek, Genelkurmay Karargâhı’nda bir bayram kutlamasında yaşadığım şu olayı eklemiştim:
“Hilmi ÖZKÖK’ün Genelkurmay Başkanı, İlker BAŞBUĞ Paşa’nın da Genelkurmay 2’nci Başkanı olduğu dönemde ben de Genelkurmay karargâhında binbaşı idim.
Bütün askerî birliklerde olduğu gibi, özellikle ulusal ve dinî bayramlarda arife günü Genelkurmay Karargâhı’nda da bayramlaşma yapılır. Yine böyle bir bayram arifesinde bütün personelin yemek salonlarına toplanması emredildi. Astsubaylar – subaylar – üstsubaylar – generaller grup grup kendi salonunda yerini aldı. Masalar kokteyl masası gibi düzenlenmiş, çerez, cips, misket köfte vb. aperatif yiyecekler konmuştu; garsonlar da isteğe göre içecek servisi yapıyorlardı.
Sayın Genelkurmay Başkanımız general – amiral salonundan başlayarak salonları geziyor, her girdiği salonda masalara tek tek uğrayıp hem hâl hatır soruyor hem de bayram kutlaması yapıyordu.
Nihayet bizim bulunduğumuz salona da geldi. Girişte ‘Dikkat!’ çekildi. Hilmi Paşa İlker Paşa ile sırayla masaları dolaşmaya başladılar. Beraberinde salona giren diğer J Başkanları (korgeneral seviyesindeki komutanlar) da öteki masalara dağıldılar.
Masamızda yaklaşık 8-10 kişiyiz. Sonunda Hilmi ve İlker Paşalar masamızı teşrif edip aramıza girdiler. Hilmi Paşa’nın yüzünde mütebessim bir ifade varken, İlker Paşa – her zaman olduğu gibi – asık yüzlüydü. (İlker Paşa’yı tebessüm ederken bile hiç görmedim.)
Hilmi Paşa’nın ‘Nasılsınız arkadaşlar?’ sorusunu askerî adap gereği kısaca ‘Sağ ol!’ şeklinde yanıtladık. Samimi ve aynı mütebessim ifade ile şöyle bir soru soruyla devam etti:
– Hadi söyleyin bana bakayım, kimlerin arabası var? Hadi senden başlayalım…
Hemen yanındakinden başlayarak yanıtları aldı. Masadakilerin büyük çoğunluğunun arabası olduğu anlaşıldı. Hilmi Paşa o keyifle İlker Paşa’ya dönüp:
– Gördün mü İlker Paşa… Bizim zamanımızda arabası olan binbaşılar, yarbaylar parmakla sayılırdı. Şimdi neredeyse her binbaşının, yarbayın arabası var. Bu hem ülkenin hem de TSK’nın nereden nereye geldiğini, nasıl geliştiğini gösteriyor, öyle değil mi İlker Paşa?
İlker Paşa mırıldanır gibi konuştu ve başını sallayarak onayladı. Arkasından ikinci soru geldi:
– Peki, aranızda evi olanlar kimler?
Yine herkes var-yok şeklinde yanıtladı. Bu kez sayı 3-4 civarında kalmasına rağmen sonuç yine Hilmi Paşa’yı sevindirdi. Olayı yine kendi dönemleri ile kıyaslayıp gelinen noktayı önemli buldu, Türkiye’nin kalkınmasıyla, gelişmesiyle birlikte TSK personelinin refah seviyesinin daha ileri gideceğini belirtti.
Hilmi ve İlker Paşaların masamızda kaldığı süre sanıyorum 5 dakikayı geçmez. Ve o süre içinde konuştuğumuz tek konu bu oldu. Masamızdan ‘iyi bayramlar’ dileyip ayrılırlarken birkaç kişi birbirimize şaşırarak baktık ve sonra da koskoca Genelkurmay Başkanı’nın TSK personelinin ‘moral ve motivasyon durumunu’ böyle ölçmesini yadırgayıp aramızda ‘yüksek sesle’ eleştirdik. Doğrusu çok sığ ve yavan bir yaklaşım olarak gözüktü bize.”
İşte bu anektodu notlarım arasına eklemiş, daha sonra çıkan 28 Şubat – Sincan’dan Tarihe Notlar adlı kitabıma da almıştım.(*)
Hilmi Paşa’yı en son 10.08.2017 tarihinde rahmetli Korg.Tevfik ÖZKILIÇ’ın (ki hem Balyoz hem de 28 Şubat Davası’ndan yargılanmıştı) İzmir – Beşikçioğlu Camii avlusundaki cenaze töreninde gördüm. Oldukça kalabalık bir ortamın bana göre “en yalnız” insanlarından biriydi. Cenazede dönemin Gnkur.Bşk. Org. Hulusi AKAR ile Dz.K.K.Ora. Bülent BOSTANOĞLU yoktu; onların dışında K.K.K. Org.Salih Zeki ÇOLAK, Hv.K.K. Org. Abidin ÜNAL, J.Gn.K. Org.Galip MENDİ, eski Gnkur.Bşk.larından Işık KOŞANER ile eski K.K.K. Atilla ATEŞ Paşalar ve daha pek çok muvazzaf ve emekli komutan yer alıyordu.
Evet, “oldukça kalabalık bir ortamın en yalnız insanlarından biriydi” dedim… Öyleydi.
Görev yaptığım süre içerisinde astlarıma, öğrencilerime hep şunu öğütlerdim: “Üzerinizde üniforma varken bütün astlarınız size selâm vermek zorundadır. Ama önemli olan emekli olup üniformayı çıkardıktan sonra selâm vereninizin çok olmasıdır ki gerçek komutan işte o kişidir.”
TSK’nın düşürüldüğü durumdaki sorumluluğu nedeniyle her ne kadar Hilmi Paşa’ya karşı olumsuz duygular içinde olsam da, oradaki halini görünce üzülmedim desem yalan olur; içim cızladı.
Lakin “kalabalık ortamın yalnız komutanı” olma konusunda Hilmi Paşa’nın tek olmadığına eminim.
Diğerlerini de siz tahmin edin!
Alican TÜRK
(*) “28 Şubat – Sincan’dan Tarihe Notlar”, Cilt 1, Alibi Yayıncılık, Mayıs 2017, Sf. 223, 224