‘‘Cinayeti işleyenlerin Suudi Arabistan’da derdest edilen 18 şüphelinin içinde olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde bu şahısların kendilerine verilen “Kaşıkçı’yı öldürme ve Türkiye’den ayrılma” emirlerini yerine getirmek üzere geldiğini de biliyoruz. Son olarak Kaşıkçı’nın katil emrinin Suudi hükümetinin en üst makamlarından geldiğini de iyi biliyoruz.’’ Recep Tayyip Erdoğan
Jane Corbin, BBC Panorama, 30 Eylül 2019
Ercan Caner, Sun Savunma Net, 05 Nisan 2022
İstanbul’un sakin bir bölgesinde iki tarafı ağaçlı bir caddede yürüyerek her tarafı kameralarla dolu krem renkli bir binaya yaklaşıyorum.
Bir yıl önce, ülkesinden uzakta, sürgünde yaşayan bir Suudi gazeteci de aynı yolu yürümüştü. Cemal Kaşıkçı, çevredeki güvenlik kameraları tarafından kaydedildi. Ve bu kayıtlar ne yazık ki onun son görüntüleriydi.
Suudi Arabistan Konsolosluğu’na girdi, orada kendisini beklemekte olan bir suikast ekibi tarafından hunharca öldürüldü ve bir daha geri çıkamadı.
Ama Türk istihbaratı tarafından konsolosluğa dinleme cihazları yerleştirilmiş ve cinayetin bütün planlama ve infaz anları kaydedilmişti. Bu ses kayıtları bugüne kadar sadece birkaç kişi tarafından dinlendiler. Ve bu ses kayıtlarını dinleyenlerden iki kişi sadece BBC Panorama programına konuştular.
İngiliz avukat Baroness Helena Kennedy, Cemal Kaşıkçı’nın ölüm anında olanları dinleyen az sayıda insanlar arasındaydı.
Bayan Kennedy o anlardaki duygularını; ‘‘Bir insanın sesindeki dehşeti, korkuyu dinlemek ve olanları canlı olarak dinlemek insanın kanını donduruyor’’ ifadeleriyle kelimelere döküyordu.
Kennedy, ses kayıtlarını dinlerken, Suudi suikast timi üyelerinin aralarında yaptıkları konuşmaları ayrıntılı olarak not etmiştir.
‘‘Güldüklerini duyabiliyordunuz. Çok ürperti vericiydi. Bu adamın içeri gireceğini ve onu öldürüldükten sonra parçalara ayrılacağını bilerek orada bekliyorlardı.’’
Kennedy, Birleşmiş Milletler (BM) yargısız infazlar özel raportörü Agnès Callamard başkanlığındaki bir ekibe soruşturmaya katkıda bulunmak maksadıyla katılmaya davet edilir.
Bir insan hakları uzmanı olan BM yargısız infazlar özel raportörü Callamard bana, Birleşmiş Milletler’in uluslararası bir ceza soruşturması başlatma konusundaki isteksizliğini görünce, cinayeti araştırmak için kendi yetkisini kullanma kararlılığını anlattı.
Kendisi, Kennedy ve Arapça tercümanların ses kayıtlarını dinlemelerine izin vermesi için Türk istihbaratını ikna etme çabaları bir haftasını almıştı.
Kaşıkçı’nın ölümünden önce yazdığı son yazı olan ‘‘Veliaht Prens, Gaddar Yemen savaşını Sonlandırarak Ülkesine haysiyetini yeniden Kazandırmalıdır’’ başlıklı yazıyı Sun Savunma Net sitesinden okuyabilirsiniz.
Callamard, Türkiye’nin ona ses kayıtlarını dinleme izni vermesindeki niyetinin; cinayetteki açık ve net planlama ile kastı kanıtlamasına yardım etmek olduğunu söylemektedir.
Hayati önemdeki iki önemli gündeki ses kayıtlarından derlenen 45 dakikalık kaydı dinlerler.
Cemal Kaşıkçı, öldürülmeden birkaç hafta önce Orta Doğu’daki rejim muhaliflerinin uzun bir süreden beri sığındığı İstanbul’da bulunmaktadır.
59 yaşındaki, eşinden boşanmış dört çocuk babası Kaşıkçı kısa bir süre önce Türk akademisyen Hatice Cengiz ile nişanlanmıştır.
İkili, bu kozmopolit şehirde hayatlarını birlikte kurmayı ümit etmektedir, ancak Kaşıkçı’nın yeniden evlenebilmesi için boşanma dokümanlarına ihtiyacı vardır.
Kaşıkçı, beraberinde Hatice Cengiz ile 28 Eylül 2018 günü bir Türk belediye ofisine gider, ancak kendilerine Suudi konsolosluğundan boşanma dokümanlarını almaları gerektiği söylenir.
Bir kafede buluştuğum Hatice Cengiz bana bu olayı; ‘‘Bu son çareydi. Resmen evlenebilmemiz için konsolosluktan o belgeleri alması gerekiyordu, çünkü ülkesine geri dönme şansı yoktu’’ sözleriyle anlatmıştı.
El Kaide’nin yakınlarda gerçekleştirdiği bir terör saldırısı hakkında konuşmuştuk. Kaşıkçı, Suudi lider Osama bin Laden’i on yıldan beri tanıyordu. İlk anlarda, El Kaide’nin otokratik Orta Doğu rejimlerini devirme hedefine biraz sempati duyan Kaşıkçı, daha sonra görüşleri daha liberal hale geldikçe ve demokrasiyi savundukça grubun uyguladığı vahşete karşı çıkar hale gelmişti.
Kaşıkçı, 2007 yılında hükümet yanlısı al-Watan gazetesinin editörlüğünü yapmak için ülkesine dönmüş, ancak üç yıl sonra ülkedeki durumu ‘‘Suudi toplumu içindeki tartışmanın sınırlarını zorlamak’’ olarak tanımladığından ülkesinden kovulmuştu.
Kaşıkçı’nın eleştirilerinin çoğu, yeni veliaht prens Mohammed bin Salman (MAB)’ı hedef almaktaydı.
MBS olarak tanınan veliaht prens, Batı dünyasında birçok kişi tarafından takdir ediliyordu. Ülkesi için yeni bir vizyonu olan bir reformcu ve modernleştirici olarak görülüyordu.
Ancak MBS, Suudi Arabistan’da muhalefeti eziyor ve sürgündeki Kaşıkçı da bunu Washington Post sayfalarında yazılarıyla vurguluyordu.
Oysa veliaht prensin dünyaya vermek istediği imaj kesinlikle bu değildi.
Suudi Arabistan’ı düzenli olarak ziyaret eden ve siyaseti hakkında yazılar yazan David Ignatius’a göre; özellikle Kaşıkçı’nın bu tutumu veliaht prensin kızmasına ve yardımcılarından sürekli olarak Kaşıkçı problemi hakkında bir şeyler yapmasını istemesine neden olmuştu.
Ve İstanbul’da Suudilere, Kaşıkçı problemi hakkında ‘‘bir şeyler yapma’’ imkânının sunulduğu gün sonunda gelip çatmıştı.
Hatice Cengiz, konsolosluğu ilk ziyaret ettikleri gün dışarıda beklemek zorunda kalmıştı.
Kaşıkçı’nın yüzünde gülümsemeyle binadan çıkışını dün gibi hatırlıyor. Kaşıkçı nişanlısına; yetkililerin onu gördüklerine çok şaşırdıklarını ve çay ile kahve ikram ettiklerini söylüyor.
Nişanlısı o anları; ‘‘Bana korkulacak hiçbir şey olmadığını, ülkesini çok özlediğini ve içerideki tanıdık havayı solumanın kendisini çok iyi hissetmesine neden olduğunu anlattı’’ sözleriyle anlatıyordu.
Konsolosluk görevlileri tarafından Kaşıkçı’ya, belgelerini almak üzere, birkaç gün içinde yeniden gelmesi söylenmişti.
Ama daha konsolosluktan ayrılır ayrılmaz Suudi Arabistan’ın Riyad kentiyle telefon görüşmeleri yapılmaya başlanmış ve bu konuşmaların tamamı da Türk istihbaratı tarafından kaydedilmişti.
Callamard, ‘‘Bu telefon görüşmelerinde ilginç olan, Bay Kaşıkçı’dan aranan kişilerden biri olarak bahsedilmesiydi’’ diyor.
İlk telefon görüşmesiyle, MBS’nin sözde istihbarat ofisinden güçlü yardımcısı Saud al-Qahtani’nin gelişmelerden haberdar edildiğine inanılmaktadır.
Callamard, iletişim ofisinden birisinin göreve onay verdiğini ve bu kişinin de Saud al-Qahtani olarak kabul edilmesinin mantıklı olduğunu ifade ediyor. Qahtani’nin insanlara yapılan başka operasyonlarda da direkt olarak adı geçmektedir.
Al-Qahtani, yasak kaldırılmadan önce araba kullanma cesareti gösteren kadın aktivistler ve krallığa sadakatsizliğinden şüphelenilen üst düzey kişiler gibi Suudi muhaliflerin tutuklanması ve işkence görmesine karışmakla suçlanan birisidir.
Kaşıkçı da yazılarında al-Qahtani’yi veliaht prens MBS için bir ‘‘kara liste’’ tutmakla suçlamaktadır.
Ignatius yaptığı araştırmalarda, al-Qahtani’nin, gizli ve karanlık olağanüstü hizmetler yapmaya başladığını ve acımasızlıkla yönettiği bu tür görevlerin onun portföyünün bir parçası haline geldiğini ortaya çıkarmıştır.
Türk polisi cinayetten ancak 13 gün sonra Suudi konsolosluğuna soruşturma için girebilmiştir. Konsolosluğa dört araçla gelen olay yeri inceleme ekipleri ve adli tıp uzmanları binanın içi, çatısı ve bahçesinde arama yapmış ve özel luminol yöntemiyle mavi ışık kullanarak kan izleri ve DNA örnekleri aramıştır.
28 Eylül 2018 günü konsolosluk ile Riyad arasında yapılan en az dört telefon görüşmesinin kaydı bulunmaktadır. Bu telefon konuşmalarının arasında, başkonsolos ile kendisine çok gizli ve ulusal bir görevin planlanmakta olduğunu söyleyen dışişleri bakanlığı güvenlik şefi arasındaki görüşme de yer almaktadır.
Kennedy, operasyonun tepeden gelen ciddi ve son derece organize bir operasyon olduğunu ve kesinlikle başına buyruk ve plansız bir görev olmadığını söylemektedir.
01 Ekim 2018 günü öğleden sonra, üç Suudi istihbarat görevlisi İstanbul’a uçar, bunlardan ikisinin veliaht prens MBS’nin ofisinde çalıştığı bilinmektedir.
Callamard, bu üçlünün keşif için İstanbul’a gittiklerini ve muhtemelen konsolosluk binasını incelediklerini ve neyin yapılıp yapılamayacağına karar verdiklerine inanmaktadır.
Yazar Jane Corbin, İstanbul’da Boğaz’a bakan sessiz ve gölgeli bir terasta 27 yıllık tecrübesi olan eski bir Türk istihbarat görevlisiyle buluşmasından bahsediyor.
Metin Ersöz, Suudi Arabistan ve özel operasyon görevleri hakkında bir uzmandır. Bay Ersöz, MBS’nin veliaht prens olmasının ardından istihbarat servislerinin çok daha agresif hale geldiğini söylemektedir.
Bay Ersöz, Suudi istihbarat servislerinin adam kaçırma ve muhaliflere baskı yapma operasyonlarına başladığını ve tehdidi fark etmekte ve önlem almakta geç kalan Kaşıkçı’nın bunun bedelini çok ağır ödediğini söylemektedir.
02 Ekim 2018 sabahı erken saatlerde İstanbul havalimanına özel bir jet iniş yapar.
Uçakta, aralarında Dr. Salah al-Tubaigy adlı bir patoloji uzmanı dâhil dokuz Suudi vatandaşı bulunmaktadır. Dokuz kişinin kimlikleri ve geçmişlerini araştıran Callamard, onların infaz timinin üyeleri olduğuna inanmaktadır.
Callamard’a göre operasyon devlet yetkilileri tarafından yapılmaktadır ve infaz timi üyeleri resmi sıfatlarıyla hareket etmektedir. Aralarından ikisi diplomatik pasaporta sahiptir.
Bay Ersöz de bu tür özel bir operasyonun, ya Suudi kralı ya da veliaht prens MBS tarafından onaylanması gerektiğini ifade etmektedir.
Suudiler, konsolosluğa birkaç dakikalık yürüme mesafesinde olan büyük ve kalabalık Mövenpick Hotel’e yerleşirler.
Kapalı devre güvenlik kameraları saat 10.00’dan hemen önce infaz timinin Suudi Konsolosluğu’na girdiklerini göstermektedir.
Dinleme kayıtlarını dinleyen Kennedy, operasyonu yürüten kişinin Maher Abdulaziz Mutreb olduğuna inanmaktadır.
Mutreb, güvenlik ekibinin bir parçası olarak, geçmişte arka planda gizlice veliaht prens MBS ile düzenli olarak seyahat ederken defalarca görüntülenmiştir.
Başkonsolos ile Mutreb arasında yapılan telefon görüşmelerinde onun ‘‘Kaşıkçı’nın geleceği bilgisini aldık’’ ifadelerini kullandığı da tespit edilmiştir.
Kennedy, Kaşıkçı’nın Salı günü gelmesinin planlandığını ve 02 Ekim sabahı ilerleyen saatlerde belgelerini alması için konsolosluğa çağrıldığı bir telefon görüşmesi aldığını söylemektedir.
Suudi infaz timinden Mustafa al-Madani cinayet öncesinde konsolosluk binasına girerken, Türk yetkililere göre aynı adam cinayetten birkaç saat sonra Kaşıkçı’nın kıyafetleri ile görülmüştür.
Kaşıkçı ve nişanlısı Hatice Cengiz konsolosluğa doğru yürürken, Mutreb ile adli tıp uzmanı Dr. Al-Tubaigy arasında korkunç ve insanı şok eden bir telefon görüşmesi gerçekleşmektedir.
Kennedy, doktor al-Tubaigy’in otopsilerin nasıl olduğundan bahsettiğini ve ikilinin güldüklerini anlatıyor.
Doktor kadavraları keserken genellikle müzik dinlediğini, bazen de kahve ve puro içtiğinden bahsetmektedir.
Kennedy’e göre dinleme kayıtları, doktorun kendisinden beklenen işin ne olduğunu çok iyi bildiğini ortaya koymaktadır.
Kennedy, doktorun; ‘‘Hayatımda ilk kez yerde parçalama yapmak zorunda olacağım. Bir kasap dahi olsan hayvanı kesmek için asarsın’’ sözlerini hatırlıyor.
Konsolosluğun üst katında bir ofis hazırdır. Zemin tamamen plastik bir örtüyle kaplanmış ve yerel Türk çalışanların hepsine izin verilmiştir.
Kennedy, infaz timinin Kaşıkçı’nın ne zaman geleceği hakkında konuştuklarını ve ondan bahsederken ‘‘Kurbanlık hayvan’’ ifadesini kullandıklarını söylemektedir.
Bütün bunları not aldığı defterinden okumaktadır ve sesinde dehşet vardır.
Güvenlik kameraları saat 13.15’te Kaşıkçı’nın konsolosluk binasına girdiğini göstermektedir.
Nişanlısı Cengiz; el ele yürüdüklerini ve konsolosluğun önüne geldiklerinde Cemal’in ona telefonlarını verdiğini ve ‘‘Sonra görüşürüz canım, beni burada bekle’’ dediğini hatırlıyor.
Kaşıkçı, telefonlarının girişte alınacağını bilmekte ve Suudilerin özel bilgilerine erişmesini istememektedir.
Ses kayıtları onun bir karşılama komitesi tarafından karşılandığını ve ona hakkında Interpol tutuklama emri olduğunun ve Suudi Arabistan’a dönmesi gerektiğinin söylendiğini ortaya koymaktadır.
Ses kayıtlarında Kaşıkçı’nın ailesine iyi olduğunu söylemek için oğluna bir mesaj göndermeyi reddettiği de duyulmaktadır.
Ardından Cemal Kaşıkçı’nın susturulması operasyonu başlar.
Kennedy, Kaşıkçı’nın kendine güvenen bir adamdan, giderek artan endişe ve dehşetle korkuya kapıldığı ve kendisini ölümcül bir sonun beklediğini anladığı bir an olduğunu söylüyor.
Kennedy, Kaşıkçı’nın sesinin değişmesinde kesinlikle korkunç bir şey olduğunu ve bunun acımasızlığının ses kayıtlarının dinlenmesiyle anlaşıldığını da sözlerine ekliyor.
Callamard, Kaşıkçı’nın Suudilerin planlarından ne kadar haberdar olduğundan emin değil. ‘‘Öldürülebileceğini düşünüp düşünmediğini bilmiyorum, ama kesinlikle onu kaçırmaya çalışabileceklerini düşünüyor’’. ‘‘Bana bir iğne mi yapacaksınız?’’ sorusuna ‘‘Evet’’ yanıtı veriliyor.
Kennedy, ses kayıtlarında Kaşıkçı’nın iki kez kaçırılıp kaçırılmadığını sorduğunu ve ardından da ‘‘Bir elçilikte bu nasıl olabilir?’’ dediğini duyduğunu anlatıyor.
Callamard, bu andan itibaren duyulan seslerin Kaşıkçı’nın muhtemelen başına plastik bir torba geçirilerek ve ağzının da elle veya başka bir şeyle kapatılarak boğularak öldürüldüğünü gösterdiğini söyler.
Kennedy, infaz timindeki adli tıp uzmanının o andan sonra ekip liderinin emirlerini uyguladığına inanıyor ve kulağa, Mutreb’e ait gibi görünen ‘‘Bırakın kessin’’ diyen bir ses geldiğini söylüyor.
Kennedy, sonra birinin ‘‘Bitti’’ diye bağırdığının, birinin de ‘‘Çıkar şunu, çıkar şunu. Bunu başına koy. Sarın’’ diye bağırdığının duyulduğunu ve bu konuşmalardan Kaşıkçı’nın başının kesildiği sonucunu çıkardığını söylüyor.
Kaşıkçı’nın dışarıda onu bekleyen nişanlısı Hatice Cengiz’den ayrılmasının üzerinden sadece yarım saat geçmiştir.
Nişanlısı Cengiz dışarıda onu beklerken, düğünlerinin nasıl olacağını hayal etmektedir. İkili küçük bir evlenme töreni planlamaktadır.
Güvenlik kameraları konsolosluk araçlarının saat 15.00 sularında ayrıldığını ve iki sokak ötedeki başkonsolosluk konutuna gittiklerini göstermektedir. Üç adam, ellerinde bavullar ve plastik torbalarla içeri girerken görülmektedir. Callamard içlerinde Kaşıkçı’nın bedeninin bazı kısımlarının olabileceğine inanmaktadır. Daha sonra bir araba uzaklaşır. Kaşıkçı’nın cesedi hiçbir zaman bulunamaz.
Hunhar cinayet sırasında en rahatsız eden ayrıntı cesedi parçalamak için kemik testeresinin kullanılıp kullanılmadığıdır.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi MBS gibi giyinen bir protestocu Washington kentindeki Suudi Büyükelçiliği önünde gösteri yaparken, 08 Ekim 2018. Kaynak: Jim Watson/AFP
Kennedy, kayıtlarda bu tür bir cerrahi aletin kullanılmasıyla ilişkilendirilebilecek kulak tırmalayıcı bir ses duymadığını, ama düşük seviyeli bir uğultu sesinin duyulduğunu söylüyor. Türk istihbarat yetkilileri ise bu sesin kemik testeresine ait olduğuna inanmaktadır.
Güvenlik kameraları saat 15.53’te infaz timinin iki üyesinin konsolosluktan ayrıldığını göstermektedir.
Bu iki adamın, konsolosluk ile eski İstanbul’un merkezi arasındaki rotasını ayrıntılarıyla gösteren kamera görüntülerini takip ettim.
İçlerinden birinin üzerinde Kaşıkçı’nın kıyafetleri bulunmakta, ancak adam farklı ayakkabılar giymektedir. Yüzü kapüşonla kapalı olan diğer adam ise elinde beyaz bir plastik torba taşımaktadır.
İstanbul’un ünlü Sultanahmet Camii’ne doğru ilerlerken görülen adamlar kameralarda yeniden görüldüğünde Kaşıkçı’nın giysilerini giyen adamın kıyafetini değiştirdiği görülmektedir.
Bir metroya binerek Mövenpick Hotel’e dönmeden önce, Kaşıkçı’nın giysileri olduğu düşünülen plastik torbayı yakınlardaki bir çöp kutusuna atar ve otele gitmek üzere bir taksi durdururlar.
Callamard bütün bunların, Bay Kaşıkçı’ya kötü bir şey olmadığı algısı oluşturmak için yapılan ayrıntılı bir planın olduğunu ortaya koyduğunu ifade ediyor.
Bütün bunlar olup biterken Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz hâlâ konsolosluk binası önünde onu beklemektedir.
Hatice Cengiz, saat 15.30’u geçene kadar bekler, konsolosluğun kapandığını anlayınca koşarak kapıya gider ve Cemal’in neden dışarı çıkmadığını sorar. Kapıdaki görevlilerden birisi ona; ‘‘neden bahsettiğini anlamadığını’’ söyler.
Saat 16.41’de, çaresizlik içindeki Hatice Cengiz Kaşıkçı’nın eski bir arkadaşını telefonla arar. Aradığı numara, Kaşıkçı’nın başı belaya girdiğinde araması için ona verdiği bir telefon numarasıdır.
Telefonun öbür ucundaki ses, Türkiye’nin iktidar partisinde en üst düzeyde bağlantıları olan Dr. Yasin Aktay’dır.
‘‘Bilinmeyen bir numaradan çağrı aldım, gerçekten endişeli bir sesle tanımadığım bir kadın arıyordu ve bana nişanlısı Cemal Kaşıkçı’nın Suudi konsolosluğuna girdiğini ve bir daha dışarı çıkmadığını’’ söyledi.
Yasin hemen Türk istihbaratının başkanını arar ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ofisini de durumdan haberdar eder.
İnfaz timi üyeleri işlerini bitirmiş ve gelişlerinin üzerinden henüz 24 saat dahi geçmeden saat 18.30’da Riyad’a giden özel bir jete binmişlerdir.
Ertesi gün, Suudi ve Türk hükümetleri konsoloslukta yaşananlar konusunda çelişkili açıklamalar yaparlar. Suudi Arabistan, Kaşıkçı’nın konsolosluktan ayrıldığında ısrar etmektedir. Türkler ise onun hâlâ içeride olduğunu söylemektedir.
Türk istihbaratı çoktan Kaşıkçı’nın kaybolmasından dört gün öncesi de dâhil olmak üzere bütün telefon görüşme kayıtlarını incelemeye başlamıştır.
Peki, o halde Kaşıkçı’nın hayatının tehlikede olduğunu biliyorlar mıydı ve eğer öyleyse onu neden uyarmadılar?
Kaynak: BBC
Callamard’ın bu soruya yanıtı; ‘‘Bildiklerini sanmıyorum. Olanları canlı olarak dinlediklerine dair ortada hiçbir kanıt yok’’ şeklindedir.
‘‘Bu türden istihbarat toplama düzenli olarak yapılmaktadır ve sadece eski kayıtları incelemelerini gerektiren bir tetikleyici olduğundan geriye dönük dinlemeleri yaptılar.’’
Ersöz bana eski istihbarat biriminden meslektaşlarının dinleme kasetlerini geriye dönük olarak incelediklerini ve önemli günler ile Callamard ve Kennedy’e sunulan 45 dakikalık bölümü derlemek maksadıyla 4.000 ila 5.000 saat arasında kaydın incelendiğini söyledi.
Kaşıkçı’nın öldürülmesinden dört gün sonra, başka bir Suudi ekip, ‘‘neler olup bittiğini öğrenmek’’ maksadıyla geldikleri iddiasıyla Türkiye’ye gelirler.
Callamard yeni gelenlerin kesinlikle bir temizlik ekibi olduğuna inanmaktadır. İki hafta boyunca Suudiler, Türk soruşturma ekiplerinin konsolosluğa girişine izin vermeyecektir.
Callamard’a göre; Türk soruşturma ekiplerinin bazı kanıtlar toplamaya başlamasına kadar geçen sürede, Bay Kaşıkçı’nın DNA izleri dâhil orada hiçbir şey kalmamıştır.
Elde edilebilen tek mantıksal sonuç, odanın tamamen, geride hiçbir adli sonuç bırakmayacak şekilde temizlenmiş olduğudur.
Suudi veliaht prensi Mohammed bin Salman gibi giyinen bir protestocu, Suudi yönetimi tarafından öldürüldüğüne inanılan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetini kınarken. Foto: Jim Watson/AFP/Getty Images
O günün akşamı Türk yetkililer basına Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Konsolosluğu’nda öldürüldüğünü açıklar.
Nişanlısı Hatice Cengiz duygularını; ‘‘Cemal bunu kesinlikle hak etmedi, o çok daha iyi şeylere layık birisiydi. Onu öldürme şekli, yaşama dair bütün umutlarımı öldürdü’’ sözleriyle ifade etmiştir.
İstanbul’da, diplomatik dokunulmazlığı olan bir büyükelçilikte işlenen cinayet Türk makamlarını bir çıkmaza sokmuştur.
Türklerin giderek artan baskısına rağmen Suudiler, önce konsoloslukta bir ‘‘yumruklaşma’’ olduğunu ve ardından da kendilerinden habersiz ve ani gelişen bir olay olduğunu iddia ederek cinayeti reddederler.
Türk yetkililerin stratejisi bildiklerinin bazılarını yerel ve uluslararası basına sızdırmak olmuştur. Daha sonra CIA ve MI6 da dâhil olmak üzere birkaç seçilmiş istihbarat teşkilatı temsilcilerini ses kayıtlarını dinlemeleri için davet etmiş ve Kaşıkçı’nın Suudi devlet görevlileri tarafından hunharca öldürüldüğünü kanıtlamışlardır.
ABD Merkezi İstihbarat Örgütü, cinayet emrini bizzat Mohammad bin Salman’ın verdiğine dair ‘‘orta ila yüksek kesinlik’’ olduğu sonucuna varmıştır. CIA, hiçbir şüphe olmayan bulgular hakkında Kongre üyelerine bilgi vermiştir.
Ocak ayında Suudi hükümeti nihayet Riyad kentinde Mutreb ve Dr. Al Tubaigy de dâhil olmak üzere Kaşıkçı cinayetine karışan 11 kişiyi yargılamaya başlar, ancak yargılananların arasında, operasyonu yönettiği iddia edilen Saud al-Qahtani bulunmamaktadır.
Qahtani hakkında herhangi bir suç duyurusunda bulunulmamış, hatta ifade vermesi için mahkemeye dahi çağrılmamıştır. Kendi ailesi de dâhil tecritte tutulduğu, ancak hâlâ veliaht prens MBS ile temas halinde olduğu söylenmektedir.
Callamard tarafından Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne sunulan rapor çok kesin bir sonuca ulaşmıştır.
‘‘Bu sadece benim için değil, bütün insanlık için, Cemal gibi düşünen, onun gibi olan bütün insanlar için bir trajedidir’’ Hatice Cengiz
Raporda işlenen suçun, uluslararası hukukta, devlet cinayeti dışında başka hiçbir şekilde nitelendirilebileceğine dair hiçbir belirti yok denilmektedir.
Kennedy’e göre Kaşıkçı cinayetini gösteren ses kayıtları harekete geçilmesini gerektirmektedir.
O konsoloslukta kalleş ve korkunç bir olay yaşanmıştır. Uluslararası toplumun, üst düzey bir yargı soruşturması yapılması için ısrar etmesi gerekmektedir.
Türkiye, cinayete karışanları, suçun işlendiği yer olan İstanbul’da yargılamak üzere iadelerini talep etmiş, ancak bu talebi Suudi Arabistan tarafından reddedilmiştir.
Suudi hükümeti olay hakkında Panorama ile röportaj yapmayı reddetmiş, ancak ‘‘iğrenç cinayeti’’ kınadığını ve faillerin hesap vereceğini taahhüt etmiştir.
Bir yıl sonra, kafede Hatice Cengiz’in yanından ayrılırken, nişanlısının hayatının acımasızca kısa kesilmesinin ardından geride kalan kadının hâlâ çektiği acıyı görebiliyorum.
Hatice Cengiz ayrılırken son konuşmasında Cemal Kaşıkçı cinayetinin önemi konusunda beni uyarıyor.
‘‘Bu sadece benim için değil, bütün insanlık için, Cemal gibi düşünen, onun gibi olan bütün insanlar için bir trajedidir’’ diyor…
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun – Cemal Kaşıkçı cinayeti, işlendiği yer ve yaşanan vahşetin boyutu itibarıyla tarihte eşi benzeri görülmemiş bir olaydı. Dolayısıyla dünya çapında bir yankı uyandırdı. Ancak ilginç bir şekilde ilk anlardan itibaren bazı ülkeler, yayın organları ve kuruluşların cinayetin üstünü örtme çabalarına şahitlik ettik. Hatta çeşitli çarpıtmalarla olayın faturasını Türkiye’ye yıkma girişimlerini izledik. Esasen bu girişimler de söz konusu planlı cinayetin bir boyutuydu. Eğer Cumhurbaşkanımızın dirayetli duruşu, kararlı tutumu olmasaydı bu cinayet örtbas edilecekti. Cumhurbaşkanımızın bu tutumu üzerine biz de bu menfur cinayeti tüm yönleriyle aydınlatmak için elimizdeki bütün imkânları seferber ettik. Aleyhimize yürütülmeye çalışılan kara propaganda söylemlerinin hepsini açık delillerle çürüttük.
Recep Tayyip Erdoğan & Cemal Kaşıkçı – 9/11’den Sonra 21’nci yüzyılın En Önemli Olayı
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kaleme alınan ve 03 Kasım 2018 tarihinde The Washington Post gazetesinde yayınlanan ‘‘Suudi Arabistan’ın, Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi hakkında hâlâ cevaplaması gereken birçok soru var’’ başlıklı yazısı aşağıdadır.
Bu hikâyeyi hepimiz iyi biliyoruz: Suudi gazeteci ve aile babası Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim günü Suudi Arabistan’ın İstanbul’da bulunan başkonsolosluğuna evlilik işlemleri için girdi. Hiç kimse, kendisini binanın dışında bekleyen nişanlısı bile, O’nu bir daha görmedi.
Türkiye, yaşanan olayı tüm yönleriyle aydınlatmak için geçtiğimiz bir aylık süre zarfında elindeki tüm imkânları seferber etti. Bu gayretlerimiz neticesinde tüm dünya Kaşıkçı’nın soğukkanlı biçimde bir suikast timi tarafından öldürüldüğünü öğrendi. Cinayetin önceden planlandığı kesin olarak ortaya çıktı.
Öte yandan bu detaylardan daha önemsiz olmayan bazı soruların yanıt bulması, bu menfur olayı daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Kaşıkçı’nın cenazesi nerededir? Suudi yetkililerin cenazeyi teslim ettiklerini öne sürdükleri ‘yerel işbirlikçi’ kimdir? Bu ince ruhlu insanın katil emrini kim vermiştir? Maalesef Suudi makamları bu soruları yanıtlamayı reddetmektedir.
Cinayeti işleyenlerin Suudi Arabistan’da derdest edilen 18 şüphelinin içinde olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde bu şahısların kendilerine verilen “Kaşıkçı’yı öldürme ve Türkiye’den ayrılma” emirlerini yerine getirmek üzere geldiğini de biliyoruz. Son olarak Kaşıkçı’nın katil emrinin Suudi hükümetinin en üst makamlarından geldiğini de iyi biliyoruz.
‘‘Beklentim hala iyi niyetli, inşallah arzu etmediğimiz bir durumla karşı karşıya kalmayız. Cumhurbaşkanı olarak takibindeyim, kovalıyorum, buradan çıkacak sonuç neyse onu da dünyaya bizler bildireceğiz. Büyükelçiliğe giriş çıkışlar hepsi inceleniyor. Süratle bir netice alalım istiyoruz” Recep Tayyip Erdoğan
Bazılarının bu olayı zamanla unutup gidecek bir “problem” olarak gördüğü izlenimini ediniyoruz. Ancak biz, hem Türkiye’de devam eden kriminal soruşturma hem de Kaşıkçı’nın ailesi ve sevdikleri için büyük önem taşıyan bu soruları sormaya devam edeceğiz. Kaşıkçı’nın katlinin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen cenazesinin nerede olduğunu hâlâ bilmiyoruz. Kendisi, en azından İslamî usullere uygun şekilde defnedilmeyi hak etmektedir. O’nun ailesine ve Washington Post gazetesindeki çalışma arkadaşlarının da aralarında olduğu dostlarına, bu onurlu adama veda etme ve saygılarını sunma imkânını vermek boynumuzun borcudur. Dünyanın aynı soruları sormaya devam etmesi amacıyla elimizde bulunan kanıtları Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere tüm dost ve müttefik ülkelerle paylaştık.
Sorularımızın cevaplarını ararken, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın dostça ilişkiler içinde olduğunu vurgulamak isterim. Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi emrini Hadim ül-Haremeyn Kral Salman’ın verdiğine inanmam kesinlikle mümkün değildir. Dolayısıyla bu cinayetin, Suudi Arabistan’ın resmi politikasını yansıttığına inanmak için de herhangi bir sebep bulunmamaktadır. Bu itibarla Kaşıkçı cinayetini iki ülke arasında bir “problem” olarak görmek yanlış olacaktır. Öte yandan Riyad’la uzun yıllara dayanan dostluğumuzun, gözlerimizin önünde işlenen bu planlı cinayeti görmezden geleceğimiz anlamına gelmemektedir. Kaşıkçı’nın öldürülmesinin izahı mümkün değildir. Bu suç Amerika Birleşik Devletleri’nde veya bir başka ülkede işlenseydi, o ülkenin makamları yaşanan olayı aydınlatırlardı. Bizim farklı bir davranış sergilememiz söz konusu değildir.
Hiç kimse bir daha bir NATO müttefikinin topraklarında böyle bir suç işlemeye cüret etmemelidir. Eğer bu uyarıyı göz ardı edenler olursa, çok ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalacaklardır. Kaşıkçı cinayeti Konsolosluk İşleri Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin açık bir ihlali ve suiistimalidir. Sorumluların cezalandırılmaması hâlinde gelecek için çok tehlikeli bir emsal teşkil edecektir.
Bu nedenle bazı Suudi yetkililerin, dostluğumuzun gerektirdiği biçimde adalet davasına hizmet etmek yerine Kaşıkçı’nın kurban gittiği planlı cinayetin üstünü örtme çabalarını şaşkınlık ve üzüntüyle karşıladık. 18 şüpheliyi derdest eden Riyad’ın medyaya yalan söyleyen ve kısa bir süre sonra Türkiye’den kaçan Suudi konsolosa yönelik hiçbir adım atmaması endişe vericidir. Aynı şekilde bu hafta İstanbul’a gelerek muhatabıyla görüşen Suudi savcının soruşturmaya destek olmayı ve en basit sorulara bile cevap vermeyi reddetmesi çok üzücüdür. Kendisinin Türk savcıları ek görüşmeler için Suudi Arabistan’a davet etmesi, umutsuz ve kasıtlı bir oyalama taktiği olarak değerlendirilmiştir.
Nasıl Watergate skandalı bir hırsızlık olayından daha büyükse ve 11 Eylül terör saldırıları uçakları kaçıran kişilerden ibaret değilse, Cemal Kaşıkçı cinayetinde de bir avuç güvenlik görevlisinden çok daha fazla kişinin parmağı vardır. Uluslararası toplumun sorumluluk sahibi üyeleri olarak, Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayındaki kuklacıları teşhis etmek ve olayı örtbas etmeye çalışan Suudi yetkililerin kime güvenerek bu hareketleri yaptığını ortaya çıkarmak mecburiyetindeyiz.
KAŞIKÇI YASAĞI -2021
Suudi gazeteci ve ABD’de ikamet eden Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle ilgili olarak, 26 Şubat 2021 tarihinde ABD yönetimi tarafından yayınlanan rapor, beklendiği gibi cinayete bizzat Veliaht Prens Mohammed bin Salman’ın onay verdiği sonucuna ulaşmıştır. Ancak bu sonuca rağmen, Birleşik Devletler ne yazık ki veliaht prense yaptırım uygulama kararı almamıştır. Mohammed bin Salman’ın yaptırımlar dışında tutulması, veliaht prensin Kaşıkçı cinayetinden sorumlu tutulmamasının yanı sıra, dünyanın dört bir yanındaki diğer faillere gönderilen mesaj açısından da hayal kırıklığı yaratan can sıkıcı bir durumdur.
Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı Antony J. Blinken raporla birlikte ‘‘Kaşıkçı Yasağı’’ olarak adlandırılan, yabancı hükümetler adına ciddi ülke dışı muhalif karşıtı eylemlerde bulunanların, vize kısıtlamasıyla Birleşik Devletler topraklarına girmesini engelleyen yeni bir düzenlemenin de uygulamaya koyulduğunu açıklamıştır.
Blinken ayrıca; yeni Kaşıkçı Yasağı kapsamında, isimlerini vermediği 76 Suudi vatandaşına vize kısıtlaması uygulanacağını da ifade etmiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 76 Suudi vatandaşının isimlerini vermemesinin nedeni ise şahsi vize kayıtlarının gizli olduğu gerçeğidir. Açıklamada Amerika Birleşik Devletleri topraklarına girmeleri yasaklanan faillerin, yine de başka makamlar tarafından isimlerinin açıklanmasının mümkün olabileceği ifade edilmiştir.
Peki, yeni Kaşıkçı Yasağı nedir ve bu yasak ile ne yapılmak istenmektedir? Kaşıkçı Yasağı, ABD yönetimi tarafından hazırlanan rapora göre Kaşıkçı’nın öldürülmesine onay veren ve yaptırım uygulanması gereken Veliaht Prens Mohammed bin Salman’ın durumuyla nasıl bir çelişki içindedir?
‘‘Jamal Khashoggi’nin Öldürülmesinde Suudi Hükümeti’nin Rolü’’ başlıklı rapor, 26 Şubat 2021 tarihinde kamuoyu ile paylaşılmıştır. Kaynak: Director of National Intelligence
Freedom House Şubat 2021’de, tam da ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamada dile getirdiği hususları içeren; ‘‘ulusötesi baskı’’ ya da kaçmak zorunda kaldıkları devletler tarafından hedef alınan sürgündeki insanlar ve gruplar hakkında yeni ve önemli bir rapor yayınlamıştır. Yayınlanan raporda; 31 menşe devletin, toplam 79 ev sahibi ülkedeki sürgünleri hedef aldığı açıklanmıştır. Bir başka deyişle, Suudi Arabistan bir kenara bırakıldığında, dünyada yeni Kaşıkçı Yasağı kapsamına giren çok büyük bir problem bulunmaktadır. Düzinelerce menşe devlet arasında, yurt dışındaki muhalifler ve gazetecileri hedef almaları nedeniyle, yeni Kaşıkçı Yasağı kapsamında sorumlu tutulabilecek yüzlerce yetkili bulunmaktadır.
Yeni Kaşıkçı Yasağı bunun yanı sıra, dünyanın her yerinden sivil toplum aktörlerinin bu tür ulusötesi saldırılarla ilgili bilgileri direkt olarak Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı’na yönlendirmesi için sağlam bir zemin sağlamaktadır. Yeni bir uygulama getirmek ve isimlendirmek asla yeterli değildir. Uygulama; dünyanın her yerindeki bireyler ve sivil toplum aktörlerini, problemi çözmek maksadıyla ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD yönetimi ile birlikte çalışmaya teşvik edici tedbirleri de içermelidir.
Kaşıkçı Yasağı ile sınır ötesi zulümler hakkında bilgi toplayan sivil toplum grupları, bundan sonra yetkililerle görüştüklerinde ya da davalarını gündeme getirdiklerinde, savunmalarını dayandırabilecekleri bir dayanağa sahip olacaklardır. Sadece Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı tarafından yapılan üst seviyeli açıklamayı işaret etmek dahi sivil toplum gruplarına ABD Dışişleri Bakanlığı ve ABD hükümet yetkilileriyle olan meselelerinde yardımcı olacaktır. Kaşıkçı Yasağı ayrıca, Birleşik Devletler’in dünya genelinde benzer tehditlerle karşı karşıya kalan ve benzer politikaları hayata geçirebilecek müttefikleriyle faaliyetlerini koordine etmesine de yardımcı olabilecektir.
Türkiye İhanet Etti
The Washington Post online haber sitesinde, gazetenin görüşü olarak, 02 Nisan 2022 tarihinde paylaşılan; ‘‘Opinion: Turkey betrays Jamal Khashoggi. Biden must not – Görüş: Türkiye Kaşıkçı’ya ihanet etti. Biden etmemeli’’ başlıklı yazının çevirisi aşağıdadır.
Suudi Veliaht Prensi Mohammed bin Salman, Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı’yı boğarak öldürmek ve sonra da parçalara ayırmak üzere bir suikast timini İstanbul’a göndermiştir. Ne Kaşıkçı’nın bedeni bugüne kadar bulunabilmiş, ne de MBS olarak bilinen veliaht prens bu cinayetten sorumlu tutulmuştur. Şimdi, Türkiye’nin aldığı; 26 Suudi vatandaşı hakkında cinayetten yürüttüğü gıyabi davadan vazgeçme kararıyla, geride kalan son adalet umudu da ortadan kalkmış durumdadır.
Cuma günü Türkiye Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Suudi yetkililerin talebi doğrultusunda, bu davanın Suudi adaletine devredilmesini uygun bulduğunu belirten hükümet kararının İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildiğini açıklamıştır. Bunun anlamı; davanın faillerin kanlı ellerine teslim edilecek olması ve gerçeğin geçmiştekinden çok daha derinlere gömülecek olmasıdır. Bu karar, Arap dünyasında ifade özgürlüğü ve daha hesap verebilir yönetimleri savunan ünlü Suudi gazeteci Kaşıkçı için çok büyük bir ayıptır.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kaşıkçı’dan arkadaşım diye bahsetmektedir ve Ekim 2018’deki cinayetten günler ve aylar sonra Suudi Arabistan ve MBS’nin bu cinayette öncü rolü oynadığını, katilleri tanımlayan ses kayıtları ve güvenlik kamerası görüntülerini duyurarak başrol oynamıştır. MBS’ye yakın bir haydut sürüsü, yanlarında bir kemik testeresiyle İstanbul’a giderek Suudi Konsolosluğu’nda Kaşıkçı’yı pusuya düşürmüştür. Türkiye’nin ifşaatları, Kaşıkçı’nın konsolosluktan ayrıldığını ve öldürülmediğini iddia eden Suudi yetkililerin söylediği uydurma yalanları boşa çıkarmıştır.
‘‘KURBANLIK KUZU GELDİ Mİ?’’ Cinayeti işleyenler arasında geçen konuşmalarda Kaşıkçı’nın adından hiç bahsedilmemektedir, fakat zavallı adam konsolosluğa girdikten iki dakika sonra, onu kurbanlık kuzuya benzeten istihbarat görevlisi Maher Mutreb; ‘‘Kurbanlık kuzu geldi mi’’ sorusunu soracaktır. Veliaht Prens Mohammed bin Salman’a yakın yetkililer arasında geçen cinayet konuşmalarından: Gövdeyi bir çuvala koymak mümkün olacak mı? Hayır, çok ağır. Eklemler parçalara ayrılacak. Problem değil. Vücut ağır. İlk önce yerde keseceğim. Parçalara ayırıp torbalara yerleştirdiğimizde iş bitecek. Her birini paketleyeceğiz.
Veliaht prens, Atlantik ile yakın tarihli bir röportaj dâhil olmak üzere cinayet emrini kendisinin verdiğini inkâr etmiştir. Ancak ABD istihbaratı, 2021 yılında gizliliği kaldırılan bir raporda, MBS’nin Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı yakalamak ve öldürmek için İstanbul’daki operasyonu onayladığı sonucuna varmıştır. Bu çıkarım, MBS’nin karar verme sistemindeki kontrolüne ve ayrıca yakın koruma ekibi üyeleri ve kilit bir danışmanının operasyona direkt olarak katılmasına dayanmaktadır.
İstanbul’da süren dava aslında sadece semboliktir, saldırganların hiçbirisi ortada yoktur. Ancak davanın, Suudi Arabistan’daki adaletin komikliğinin tam tersine, tanık ifadeleriyle halka açık olarak yapılması çok değerlidir. Suudi Arabistan’da yapılan kapalı bir duruşmanın ardından yetkililer Aralık 2019’da cinayete karışan beş kişinin ölüm cezasına üç kişinin de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldığını açıklamıştır. Ölüm cezaları Eylül 2020’de hapis cezasına çevrilmiştir. Suçluların isimleri hiçbir zaman açıklanmamıştır. Operasyonu yönettiği bilinen iki adam; eski istihbarat başkan yardımcısı Ahmed al-Assiri ve MBS’nin üst düzey yardımcılarından Saud al-Qahtani ise aklanmıştır.
2016 yılında kendisine karşı düzenlenen darbe girişiminin ardından Türkiye’de baskısını artıran otoriter Bay Erdoğan ülkenin ekonomisini kötü yönetmiş, enflasyon oranı %50’yi aşmıştır. Bu durum onu, bölgede uzun süredir rakibi olan Suudi Arabistan da dâhil olmak üzere diğer ülkelerle daha iyi ilişkiler arayışına itmiştir. Kaşıkçı için adaletten feragat, arkadaşa yapılan kaba ve üzücü bir ihanettir.
Başkan Biden, olası petrol yokluklarını gidermek maksadıyla krallıkla bağları onarması yönünde benzer baskılarla karşı karşıyadır. Başkan Biden, bir katile merhametli davranması yönündeki her türlü baskılara karşı direnmelidir.
Çevirenin Notları: Yazılar aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen düşünceler ve ileri sürülen iddialar yazarlar ve Washington Post gazetesine aittir. Yazıların çevrilerek paylaşılması, Sun Savunma Net sitesi ve çevirenin içeriklerini paylaştığı anlamına gelmemektedir.
Orijinal metinlere aşağıdaki linkler üzerinden erişilebilir.
https://www.bbc.com/news/world-middle-east-49826905.amp
https://www.justsecurity.org/75117/the-khashoggi-ban-and-what-it-does-and-doesnt-mean/
https://www.washingtonpost.com/opinions/2022/04/02/turkey-betrays-jamal-khashoggi-biden-must-not/