Atilla Aşçı, Sun Savunma Net, 06 Şubat 2020
1953 Çanakkale/Yenice depreminde günlerce dışarıda yatmak zorunda kalan annemlere Kızılay bir battaniye vermiş. Üç yıl sonra doğan ben, o battaniye ile büyüdüm, sonra da kardeşim ısındı onunla. Senelerce, çok soğuk gecelerin refakatçisi oldu.
28 Eylül 1974 tarihinde el öperek evden ayrıldığım güne kadar o battaniye, neredeyse benim için evin en sevilen eşyalarından biri oldu. Çok değerliydi o battaniye. Kızılay vermişti onu.
Sene 1965, 18 Mart İlkokulu’nun üçüncü sınıfına gidiyordum. Üçüncü sınıftan itibaren faaliyet kolları başlardı bizim okulda… O gün, o kolların seçimi vardı. Kızılay kolu için aday aranırken, ilk parmak kaldıran bendim. Öğretmenim Ayten Hanım (ellerinden öpüyorum) ‘‘tamam, Atilla Kızılay Kolu’’ dedi… İşte o zamanki minik aklımla battaniyenin hakkını ödeme zamanının geldiğini düşünüp büyük bit mutluluk yaşadım. İlkbaharda, okulun bahçesindeki çam ağaçlarından sarı tozlar uçar, çocukların ellerine, bacaklarına yapışır, kaşındığında her yerleri kızarır, kabarırdı.
O zamanlar her öğrenciye bir kart verilirdi. O karta aldığın bağış pulları yapıştırılırdı. O pulları sınıftaki öğrenci arkadaşlarımın kartına her yapıştırdığımda, aklıma evdeki Kızılay battaniyesi gelir, sevinirdim. Kaç kart doldurulursa bir battaniye parası eder, ha bire hesap yapardım. Benim için Kızılay soğuk günlerin ısıtıcısı, şefkati idi. Çocukların üstünü örten battaniye idi. O battaniyeler artmalı çocukların üstlerini örtmeliydi. O günkü Kızılay o battaniye idi…çocukları ısıtan..
Peki, kimlerdi bu benim hayatımı çok etkileyen Kızılay’ı kuranlar?
Macarlı Miralay Abdullah Bey’i tanır mıydınız? Viyana’da maliye memurluğu yapan Anton Hammerschmidt’in 1800 yılında doğan oğlu Karl Eduard Hammerschmidt.
Önce felsefe okumuş, sonra entomoloji (böcek bilim) ve sonra da tıp okumuş. Narkoz konusunda uzmanlaşmış, buluşlarını tıp âlemiyle paylaşmış. Avusturya’da, başlayan halk kalkışmalarına aktif olarak katıldığı için, 1848 deki Ekim İhtilali akabinde Osmanlı’ya sığınır. İslamiyet’i seçer ve Abdullah ismini alır.
İstanbul’a gelir gelmez, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye, ardından Şam’daki askeri hastaneye miralay (albay) rütbesi ile tayin olur. 1855 de, Kırım Savaşı sonrası da Gülhane ve Haydarpaşa hastahanelerinde görev alır. İlk jeoloji çalışmalarını başlatır. 1870 de, İstanbul’da bir doğa müzesi kurmakla görevlendirilir. Viyana’dan getirttiği 12.000 adet örnek mineral, 3000 e yakın bitki örneği, 5900 böcek ve 2500 e yakın da zooloji fosili ile Le Musee d’historie Naturelle d’Êcole Imperiale de Medicine a Constantinople adıyla bu konuda Türkiye’de, halen bile bu büyüklükte başka bir müzenin olmadığı bir Doğa Tarihi Müzesi’ni kurar. 28 Ekim 1918’deki büyük Vefa yangınında bu müze tamamen yanarak yok olmuştur.
Peki, Dr. Abdullah Bey’i bu konuda kim görevlendirmiş ve tam destek vermiş. O da, başka bir Avusturya kaçkını olan Michel Lattas, yani bizdeki ismiyle, Osmanlı ordusunda ordu komutanlıkları yapan, en sonunda başkomutanlığa getirilen Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa. Kendisi, 1853/55 Kırım Savaşı’nda Osmanlı Ordusu Başkomutanı olmuş, Sultan Abdülmecit veliaht iken onun hocalığını, 1857 yılında Hicaz ve Irak Orduları ve Rumeli Ordusu Komutanlığı yapmış bir şahıstır.
Abdullah Bey’in Kızılay’ın kurulmasında en yakın refakatçisi ve yardımcısı kim? O kişi de bizim hani ‘‘git derdini Marko Paşa’ya anlat’’ dediğimiz Mekteb-i Tıbbiye Nazırı Marko (Apostolidis ) Paşa. Sultan Abdülaziz’in hekimbaşı, tuğgeneral rütbesini alan ilk doktor payesi alan bir kişidir. Sabrıyla ünlü Marko Paşa, Abdülhamit döneminde Senato Üyesi. Aynı zamanda Kızılay’ın ilk başkanıdır.
Bu konuda önemli dördüncü önemli şahıs ise, Kırımlı Dr. Aziz Bey’dir. Bilim dilinin Türkçe olması için didinen, derslerini Türkçe verdiği ilk sivil tıp ‘’Mekteb-i Tıbbıye –i Mülkiye’’ okulunu kurarak dekanlığını yapmıştır, Kızılay’ın hilal şeklindeki sembolünü çizen kişidir.
Dr. Abdullah Bey, 1874 yılının ağustos ayında, 74 yaşında Üsküdar-İzmit demiryolu yapımımda jeolojik arazi çalışması yaparken, güneş çarpması yüzünden geçirdiği apolaksi yüzünde kirada oturduğu evde vefat eder ve Defterdar Camii’nin kabristanına defnedilir. Oradan alınır Eyüp’e götürülür. 1994 yılında, Eyüp’teki mezarı da yol geçecek diye yerinden kaldırılır. Şimdiki yeri mi? Kimse bilmiyor. Aynı durum Kırımlı Dr. Aziz Bey için de geçerlidir. Onun da mezarı kayıptır.
Eylül 2012 tarihinde, her ikisi için Defterdar Camii bahçesinde sembolik bir anıt mezar yapılmış; lakin şimdiye kadar bu kurumun kurucuları layık oldukları ilgiyi görememişler ve hatta yok gibi davranış şekli süregelmiştir. Bugün Kızılay varsa, onlara borçluyuz.
Vefa derken, akla sadece boza gelmesin.