savunmahavacılıkteknolojipolitikaanalizmevduatkriptosağlıkkoronavirüsenflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
34,5418
EURO
36,6203
ALTIN
2.922,18
BIST
9.232,90
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Çok Bulutlu
15°C
Ankara
15°C
Çok Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
15°C
Cuma Az Bulutlu
15°C
Cumartesi Çok Bulutlu
2°C
Pazar Karla Karışık Yağmurlu
2°C

KORSANLIKTAN POST MODERN SÖMÜRGECİLİĞE…

KORSANLIKTAN POST MODERN SÖMÜRGECİLİĞE…
A+
A-

KORSANLIKTAN  POST MODERN SÖMÜRGECİLİĞE…

Sömürgecilik çok korkunçtur, ama  sömürgecilikten de daha korkunç ve  kötü olan  sömürülmeye müsait olmaktır.

Yazan: Fatih Bengi, Sun Savunma Net, 6 Aralık 2017

1800’de  Batılı güçler yeryüzünün %35’ini, 1880’de %70’ini ve 1914’e vardığımızda ise dünyanın %85’ini farklı formlardaki tahakkümlerle sömürgeleri haline dönüştürmüşlerdir. 1800’lerde zengin ülkeler ile geri kalmış ülkeler arasındaki Gayri Safi Hasıla (GSH) dengesi 3:1 iken 1990’larda bu paritenin 80:1 olduğunu görürüz.

Bugünün dünyasında  yeryüzünün daha önce hiç görmediği kadar büyük zenginlik ve yaygın fakirlik bir arada. Günümüzde,  Birleşmiş Milletler (BM) tarafından açıklanan rapora göre “%2’lik kesim dünya zenginliğinin yarısını elinde bulunduruyor”. Bir milyara yakın insan temiz suya ulaşamıyor. İnsanoğlunun küresel anlamda insanı doyurmanın yollarını bulduğu bir dönemde, BM Kalkınma raporuna göre bir milyara yakın insan açlık çekmektedir.

Bu tablo, kapitalizmin küresel anlamda yayılma ve sermayeyi biriktirmeye başladığı dönemlere kadar ortada yoktur. Dolayısıyla yaşadığımız  süreç,  bu sürecin ideolojik ve teorik meşruiyetini hazırlayan neoliberal iktisadi ve siyasi uygulamalarının bir neticesidir…

Kapitalizm, tanım özellikleri açısından, üretimin salt kâr amacı güdülenerek yapıldığı ve bu artı değerinde pazarda satıldığı üretim merkezli bir ekonomi tarifler. Kapitalizmin temel ruhu olan liberalizm, ulus-devletin zayıflamasını gerektirir. Küresel kapitalizmle, sermayenin evrenselleşmesi ile, bütün devletler özellikle de bir egemen süper güç tarafından yönetilmektedir.

Bu gün gerçekten “yeni sömürgecilik” “yani  modern korsanlık ” hareketinden söz edebilir miyiz?

Tarih sayfasında sömürgecilik, Yakın Çağda isim değiştirmiş; Kapitalist sistem, sömürgeciliğin çağımızdaki yüzü olmuştur. Değişen çok şey yoktur aslında; yine dünya egemen süper güçler tarafından sömürülmeye devam edilmektedir. Dünyanın her tarafında bir çok ülke, küreselleşme  ile bağımsızlığını kaybetmiş, iç savaş ve terör ile mücadele eder hale gelmiştir.

Batı’nın dünyanın patronu haline gelmesinden beri dünyaya verebildiği tek şey sömürgecilik olmuştur. Klasik sömürgecilik döneminde yaşanan paylaşım kavgası, dünyayı I. ve II. Dünya Savaşları ile karşı karşıya getirmiştir. Dünya, 1945 öncesinde özellikle Avrupa merkezli bir sömürgecilik sisteminin kıskacı altındadır. Fiili olarak işgal edilen bölgelerin, sömürge valileri yoluyla denetim altında tutulması ve zenginliklerinin anakaraya aktarılması şeklindeki bu siyaset ‘’klasik sömürgecilik’’ olarak adlandırılmıştır.

İngiltere Kraliçesi Elizabeth Rhodesia’da denetleme esnasında. 8 Temmuz 1957. Foto: AP

Portekiz ile başlayan ve ardından Hollanda ve diğer Avrupa devletleri ile devam eden klasik sömürgecilik döneminin en görkemli aktörü İngiltere olmuştur. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk olarak adlandırılmasına yetecek kadar büyük bir coğrafya, İngiliz sömürgeciliğinin teması haline gelmiştir. Başta İngiltere olmak üzere, Avrupa kıtasının bütün sömürgeci devletleri, güçlü gemileriyle uzak coğrafyalara ulaşmış ve ayak bastıkları yerlerin sosyal, siyasal ve ekonomik yapısını yerle bir ederek ana kıtalarını buraların kaynakları ile beslemişlerdir.

Sömürgeleştirdikleri toprakları, her ne kadar sömürge imparatorluklarının bir parçası olarak adlandırmış olsalar da esasen sömürge topraklarını sadece zenginliklerine el koydukları çevre bölgeleri olarak algılamışlar ve buraların gelişimi ve kalkınması, insanlarının ihyası ile ilgili hiç bir politika ortaya koymamışlardır. Gerçekleştirdikleri alt yapı yatırımlarının tamamı el koyulacak zenginliğin çıkarılması, üretilmesi ve taşınmasına yönelik olmuştur. Bu sistemin yürütülmesi ise zaman içinde giderek daha da zorlaşmış ve sömürgelerde bağımsızlık hareketleri meydana gelmiştir.


1945 sonrasında Avrupa’nın yerine talip olan ABD, sömürgelerde yaşanan gelişmeleri göz önünde bulundurarak yeni ve sofistike bir sömürgecilik biçimini hayata geçirmiştir. Fiili işgal yerine, özellikle darbeler yoluyla denetim altında tutulan ülkelerin, elitler vasıtasıyla Amerikan çıkarlarına hizmet etmesinin sağlanması, bu yeni sistemin özünü oluşturmaktadır.

Sömürge valileri yerine işleri artık  yerel unsurlar idare ediyor gibi görülse de her ne hikmetse ülkeler ABD çıkarları doğrultusunda hareket etmek suretiyle, esasen ABD’ye hizmet etmektedirler. Prangalar ayaklardan çıkarılmış, elitlerin zihinlerine geçirilerek sistemin daha sorunsuz işlemesi sağlanmış ve bu düzene ‘’yeni sömürgecilik’’ denmiştir.

Günümüzde ise ‘’yeni sömürgecilik’’ düzeninden başka bir safhaya geçildiğine tanıklık ediyoruz. ‘’Post-modern sömürgecilik’’ olarak adlandırabileceğimiz yeni aşama çok daha sofistike araçlar kullanılarak yürütülmekte ve insanlık ailesini giderek daha fazla birbirine düşman etme ilkesi üzerinde yükselmektedir.

Irak ve Afganistan’ın işgali, kapitalist sermaye tarafından finanse edilen Suriye’deki iç savaş, ülkemizdeki açılım süreci, ardından her gün patlayan bombalar, terör olayları küresel sermayenin egemenliğini kurma çabalarıdır. Günümüzde Orta Doğu’ya baktığımızda, bu bölgenin siyasal ve sosyal açıdan büyük felaketler yaşadığını  net bir şekilde görüyoruz.

Irak’tan Afganistan’a ve Filistin’e İşgal Bir Suçtur. İşe, Eğitime İhtiyacımız Var. Savaş ve İşgale Değil.

Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de Afganistan’da, Mısır’da, Yemen’de, Katar’da, Suudi Arabistan’da hatta ülkemizde gün geçmiyor ki bir çatışma, bir kaos, siyasi bir gelişme ya da bir terör olayı olmasın, her gün yüzlerce insan ölmesin. Bu olaylar, bu ölümler öyle normal hale geldi ki  artık kulaklarımız bu haberleri Batı’da ki hava durumu haberleriyle aynı seviyede duyuyor. Sanki ölüm ve felaket bu bölgeye ve halkına ait  kaçınılmaz  özellikler haline gelmiştir.

  • Neden  savaşlar Orta Doğu’da cereyan etmektedir?
  • Bu savaşlar Orta Doğu’nun diğer ülkelerine de bulaşabilir mi?
  • Bu savaşlardan kimler kar ediyor?   

Bazılarına göre bu felaketlerin nedeni, İslam mezhep çatışması, bazılarına  göre etnik nedenler bazılarına göre de  siyasi gruplar ve devletler arası menfaat çatışmalarıdır. Bana göre; bölgemizde meydana gelen bütün bu gelişmeler bir toplum mühendisliğidir, yani bütün bu  savaşlar  belli bir plan ve program dahilinde  kurgulanmaktadırlar.

Günümüzde, temelleri Irak’ta atılan ve Suriye savaşı ile iyiden iyiye kristalize olmaya başlayan yeni bir sömürge ve bağımlılık düzenine doğru yol alıyoruz. Bu yeni sömürge ve bağımlılık düzeni, ülkeleri artık birer ülke olarak dahi görmeyen, dünyayı adeta merkez-varoş şeklinde iki katmanlı olarak algılayan yeni bir anlayıştır.

Foto: Centre for Strategic and Contemporary Research

Bu anlayışı, ABD ve başka Batılı devletlerin, savaş ekonomisinden devasa bir zenginlik devşirdiklerini görmeksizin kavramamız mümkün değildir. Silah ve savaşın sürdürülmesine dair diğer lojistik malzemelerin ticareti anlamındaki savaş ekonomisi, bugün dünyada yapılan ticaretin en büyük kalemini oluşturmakta ve üreticilere devasa kârlar bırakmaktadır. Bugünün dünyasında, en kârlı iş kolunun savaş olduğunu fark eden büyük güçlerin, kendi toprakları dışında sürekli olarak bir yerlerde savaşları teşvik ettiğini görüyoruz.

İstikrarsızlaştırılıp savaşa sürüklenen toprakların, özellikle Batı merkezli savaş endüstrisine olan bağımlılığı bu iştihanın esas nedenidir. Artık, bazı devletler açısından dış politika, mümkün olan en fazla sayıda ülkenin ya iç karışıklığa sevk edilmesi yahut kendisini tehdit altında görmesi için yapılmaktadır. Bu sürecin sonunda savaş endüstrisinin müşterisi haline gelen ülkelerde biriken ne kadar zenginlik varsa, savaş ticareti vasıtasıyla Batı’ya akmaktadır. Hem de oluk oluk…

Bu yakıcı ve yıkıcı süreci tersine çevirmenin yolu; makro ve mikro alanlarda aramıza serpilen kin ve düşmanlık tohumlarının farkına varmaktan geçiyor.

Cezayirli yazar ve fikir insanı Malik Bin Nebi’nin dediği gibi “Sömürgecilik çok korkunçtur, ama  sömürgecilikten de daha korkunç ve  kötü olan  sömürülmeye müsait olmaktır”. O halde, bu tablodan kaynaklanan sorunlar nasıl çözülecek? Kimsenin kolay ve kestirmeden çözümleri olmadığı muhakkak…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.